Fikir ve siyaset adamı, yayıncı, yazar, siyasetçi, milletvekili (D. 1 Temmuz 1942,
Kilis Ö. 10 Kasım 2011, Ankara). Babasının adı Hasan, annesinin adı Emine’dir. İstanbul Teknik Üniversitesi Makine
Fakültesini bitirdikten (1965) sonra Almanya’da sanayi yönetimi (1971) ve
bölgesel kalkınma (1972) öğrenimi gördü. Özel sektörde makine mühendisi ve
yönetici (1965-66), Devlet Planlama Teşkilatında uzman yardımcısı ve uzman
(1968-72), Makine ve Kimya Endüstri Kurumunda genel müdür yardımcısı ve yönetim
kurulu üyesi (1975-78) olarak çalıştı.
1970 yılında arkadaşlarıyla birlikte kurdukları Akabe
Yayınevi ve Mavera dergisinin 1978 yılından itibaren sahipliğini
üstlendi. Refah Partisinde MKYK üyesi olarak görev (1988-95) aldı. 24 Aralık
1995 genel seçimlerinde RP’den, 18 Nisan 1999 seçimlerinde FP’den İstanbul
Milletvekili seçildi. Partisinin tanıtmadan sorumlu genel başkan yardımcılığına
getirildi (2000). FP’nin kapatılmasından sonra Saadet Partisine geçti (2001). Has Parti’nin kurucuları arasında
yer aldı ve partinin GİK üyesi oldu. Yazıları Büyük Doğu, Diriliş, Edebiyat, Mavera, Millî
Gazete ve Refah Partisi bültenlerinde yayımlandı.
Vefatı:
Bahri Zengin, tedavi gördüğü kanser hastalığından kurtulamayarak 10 Kasım 2011 günü Ankara’da vefat etti.
Cenazesi Ankara Hacı Bayram Veli
Camii'nde öğlen namazını müteakip kılınan cenaze namazının ardından Karşıyaka
Mezarlığı’nda toprağa verildi. Zengin'in cenaze töreni dönemin bazı
siyasetçilerini bir araya getirdi. Cenaze namazına Başbakan Recep Tayip
Erdoğan, Meclis Başkanı Cemil Çiçek, Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı
Bülent Arınç, Başbakan Yardımcısı Bekir Bozdağ, Dışişleri Bakanı Ahmet
Davutoğlu, Turizm Bakanı Ertuğrul Günay, Enerji ve Tabi Kaynaklar Bakanı Taner
Yıldız, Ankara Büyükşehir Belediyesi Başkanı Melih Gökçek, Has Parti Genel
Başkanı Numan Kurtulmuş, HAS Parti Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Bekaroğlu,
Saadet Partisi Genel Başkanı Mustafa Kamalak, SP eski Genel Başkanı Recai
Kutan, eski Adalet Bakanı Şevket Kazan, eski Fazilet Partisi GİK üyesi Oğuzhan
Asiltürk, eski İstanbul Milletvekili Mukadder Başeğmez de katıldı.
ESERLERİ:
İslâm Ekonomisi (A. Mannan’dan çev., 1967), A. T. Üzerine Bir Söyleşi (1987),
Özgürleşerek Birlikte Yaşamak - Hukuk Toplulukları Birliği (1995).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Zengin'in Cenaze Namazı Eski Partilileri Bir
Araya Getirdi (haberler.com, 11 Kasım Cuma), Milli görüşçü vekil hayatını kaybetti (internethaber, 11
Kasım 2011), Türkiye Yazarlar
Birliği / Türkiye Kültür Sanat Yıllığı (2012).
Halkın
kendi kendini yönetmesi hedefine, kavramların yanı sıra, bir tek bireyin bile
haklarını koruma altına alabilen demokratik kurumların geliştirilmesiyle
ulaşılabilir. Kuşkusuz bu, değişik aşamaları olan bir süreçtir. Bu süreci dört
evreye ayırabiliriz.
1-Taklit
evresi.
2-Çoğunluk
evresi.
3-Çoğulculuk
evresi.
4-Çok
hukukluluk evresi. (…)
Hukuk
üretimi sivil topluma bırakılmalıdır. Bireylerin beslenmeden, giyinmeye ve
barınmaya kadar, tüm ekonomik ihtiyaçları nasıl özel sektörce karşılanıyorsa,
tıpkı onun gibi hukuk da sivil toplum tarafından üretilebilir. Gerçi demokratik
ülkelerde bilim adamları başta olmak üzere, kendini ehliyetli gören herkes yeni
toplumsal projeler önerebilmektedir. Ancak biz bu kadarını yeterli bulmuyoruz.
Çünkü bilim adamlarının, kişi veya kurumların hukuki projeler önerebilmesi
sorunu çözmüyor. Bilindiği gibi, önerilen projelerin yasaya dönüşebilmesi için
bir dizi engelleri aşması gerekmektedir. Kaldı ki bu projelerin yasalaşması,
tüm yurttaşların isteyerek veya istemeyerek bu yasalara boyun eğmesi demek
oluyor ki asıl bu durumu insan haklarına aykırı buluyoruz.
Konuyu bir
benzetmeyle açıklayalım. Bir an için ülkede yaşayan tüm terzileri, modacıları
toplayalım. Bir giysi tipi geliştirmelerini söyleyelim. Bunlar içerisinden en
güzel görüneni seçerek tüm yurttaşları, onu giymeye zorlayalım. Giymeyeni de
cezalandıralım. Giysi yerine, otomobil, çay veya herhangi bir başka ürün
koyabilirsiniz. Sıradan bir vatandaş bile, böyle bir uygulamanın yaşamı
çekilmez hale getireceğini ve büyük bir zulüm olacağını söyleyerek bu anlayış
ve uygulamaya karşı koyacaktır. Peki tekil hukuk anlayış ve uygulamasının
bundan ne farkı var? Eğitimden spora kadar, medeni hayatımızdan ticari hayatımıza
kadar bizi çepeçevre saran hukuki bağlar; bir giysiden, bir paket çay veya bir
otomobilden daha mı önemsiz ki bireyin tercihi dikkate alınmadan birilerinin
biçtiği elbise gibi, hukuk dayatmasına boyun eğiyoruz? Bize göre bir hukuki
projenin meşru olması için, bireyin özgür iradesiyle o projeyi kabul etmesi
gerekir. Bireyin özgür iradesiyle benimsemediği hiç bir düzenleme hukuk
sayılamaz. Kısaca halkın özgür iradesi devreye girmeli, nasıl giysisini,
otomobilini seçiyorsa kendisi için uygun olan hukuku seçebilmelidir.
İlk
bakışta bir çoklarımıza çok hukukluluk oldukça karmaşık, uygulama şansı
olmayan teorik bir fantazi olarak görünebilir. Bu durum yüzyıllar süren tekil
hukuka olan alışkanlığımızdan ileri gelmektedir. Zihinsel alışkanlığımız
aşıldığı zaman, tek tip elbise dayatan Moa’nun yönetimi nasıl çirkin, çekilmez
ve zulüm olarak görülüyorsa tekil hukuk sisteminin de aynı ölçüde bir
işkenceden farksız olduğu görülecektir.
Ekonomik
yaşamda üretilen mal, talep olursa piyasada tutulur. Aksi halde silinir gider.
Hukuk alanında da öyle olmalıdır. Hukuk serbestçe üretilmeli, talep varsa,
talep olduğu kadar uygulama alanı bulmalıdır. Talebi belirleyen de teker teker
bireylerin kendisidir.
Böylece daha faydalı sonuçlar doğurma ihtimali olan yeni bir hukuk
sisteminin hayata geçirilmesi için, çoğunluğun ikna edilmesi zorunluluğu ortadan
kalkar. Faydalı sonuçları açıkça görülen bir sistem kısa zamanda yayılır.
Sonuç olarak faydalı yenilikler gelişir, zararlı olanlar için de kapı açıktır;
doğar, ama kısa süre sonra yok olup gitmek zorunda kalır. Aynı anda uygulama
alanı bulacak olan tez ve antitez bir müddet sonra senteze dönüşür ve toplum
hukuksal açıdan diyalektik bir gelişme süreci içine girer.
Bugün uygulanan tekil hukuk modelinde tez’le antitez bir ülkede eş
zamanlı olarak yer almıyor. Süreç daha bir senteze varmadan tıkanıyor. Bu
bakımdan gereken ilerleme de sağlanamıyor. Bugünkü sistem, bir doğruyu
yakalamak için -ki onun doğru olduğu da kesin değil- bir çok yanlışın toplumun
bütün üyeleri üzerinde denenmesinden başka bir şey değildir. Ne yazık ki;
işlediğimiz bu büyük yanlışın farkında bile değiliz. Yararı henüz ortaya
çıkmamış bir hukuk sistemini çoğunluğun karşı koymasına rağmen, bir toplumun
tüm üyeleri üzerinde uygulamak, bir ilacı yararlı olup olmadığını test etmeden
bütün insanlar üzerinde uygulamaktan farksızdır. Günümüzde, henüz yararı kesinleşmemiş
bir ilacı hasta üzerinde deneyen bir doktor çıksa ortaya, toplum onu
cezalandırmaya kalkar. Ama ondan daha ağır bir suç olması gereken, yararı belli
olmayan bir hukuk paketinin, bir kobay gibi, bu pakete karşı olanlar üzerinde
kullanılmasını meşru görüyoruz. Oysa bana göre bu ikincisi birincisinden daha
büyük bir cinayettir. Pekala, bir toplum hiç bir zorlama olmadan, aynı anda,
onlarca farklı hukuku deneyebilir ve toplumun bünyesine uygun sisteme daha
kolay ve daha sancısız varılabilir.
Bu yüzden,
zaman kaybına yol açan, toplumsal gelişmeyi frenleyen bu yanlış tekil hukuk
uygulaması terk edilmeli ve bireye tüm haklarını bütünüyle kullanma imkanı
veren dördüncü evreye mutlaka geçilmelidir.. Fakat önce bunun mümkün ve gerekli
olduğuna inanmak gerekiyor.
Kuşkusuz
burada bütün insanların ırk, din, dil, kültür farkı gözetmeden bir arada yaşama
iradesini ortaya koymaları gerekmektedir. Bu ortak iradenin oluşturduğu temel
üzerinde her fert kendi yuvasını yapabilir.
Böyle bir sistemin tekniğini uzmanlara bırakalım. Amacımız bu
ayrıntılara girmek değil, sadece bireyin kendi hukukunu seçmesi de dahil,
halkın kendi kendini yönetmesinin gerekli olduğunu ve ancak çok hukuklu evreye
geçmekle bunun mümkün olacağını vurgulamak. Ve kurumsal demokrasinin insan
hakları ve özgürlüğünü sağlamada yetersizliğine dikkatleri çekmek.
(Özgürleşerek
Birlikte Yaşamak, 1995)