Yazar (D. 23 Nisan 1909, Kafkasya / Karabağ -
Ö. 6 Ağustos 1982, İstanbul). II. Meşrutiyet döneminin önemli düşünür ve
yazarlarından Ahmet Ağaoğlu’nun oğlu, yazar Tektaş Ağaoğlu’nun babasıdır. Samet
Agayef imzasını da kullandı. Sonradan Türkiye’ye göç eden ailenin dördüncü
çocuğudur. İlk ve ortaöğrenimini İstanbul’da Bayazıt Fevziye Lisesinde
yaptıktan sonra (1926), Ankara Lisesinden (1929) ve Ankara Hukuk Mektebinden
mezun (1931) oldu. Aynı yıl Strasbourg Üniversitesinde ekonomi doktorasına
başladı, ancak babasının işlerinin bozulması üzerine, doktorasını
tamamlayamadan Türkiyeye döndü (1932). Ekonomi ve Ticaret bakanlıklarında
çalıştı (1933-46). 1946 yılında devlet hizmetinden ayrılarak avukatlık yaptı,
Demokrat Partinin kurucuları arasında yer aldı. 14 Mayıs 1950’den 27 Mayıs
(1960) ihtilaline kadar DP’den Manisa milletvekilliği yaptı. Çalışma ve Devlet
Bakanlığı görevlerinde bulundu. 27 Mayıs İhtilali yönetimince kurulan Yassıada
Mahkemesi tarafından, diğer Demokrat Parti milletvekilleriyle birlikte
yargılanarak (1960) müebbet hapse mahkûm edildi. Beş yıl sonra çıkarılan aftan
yararlanarak serbest kaldı (1965). Bundan sonra politikayı bıraktı, ölünceye
kadar kendini yazmaya verdi.
Samet Ağaoğlu yazı hayatına üniversite
yıllarında başladı. 1929-31 yıllarında arkadaşlarıyla birlikte Hep Gençlik
adıyla bir dergi çıkardı. Adı edebiyat alanında ilk olarak Hıfzı Oğuz Bekata,
Behçet Kemal Çağlar ve Ahmet Muhip Dıranas gibi şair ve yazarlarla birlikte, bu
dergide görüldü. Bunu Varlık dergisinde Strasbourg yaşamını anlatan
hikâyeleri izledi. Daha sonra Yücel, Şadırvan ve Çığır dergilerinde
yazdı. Siyasi yazılarını ise kendi çıkardığı Kuvvet ve Kudret (1946-1950)
adlı gazetelerde yayımladı. Hikâyelerinden daha çok siyasal konuları içeren
anı, inceleme ve gezi yazılarıyla tanındı. Politik çalışmaları dolayısıyla
kitaplarını uzun aralıklarla çıkarmış, ancak hayatının sonuna kadar edebiyatla
ilgisini kesmemiştir. Hikâyelerinin hemen tamamında kendi yaşamına ilişkin
anıların izleri görülen Ağaoğlu, ilk kitabı Strassburg Hatıraları’ndan
(1945) başlayarak; karanlık, yer yer fantastik ögeler içeren hikâyeler yazdı.
Bu ilk kitabını Tahir Alangu şöyle nitelemektedir: “...yeni bir dünya
savaşının tehditleri altında ürperen bir Avrupa sınır üniversite şehrinin bulanık
havasını, büyük meseleleri kucaklarken küçük ve fakir hayatlarını yaşayan
çeşitli milletlerden öğrencileri tasvir ediyor.” Şükran Kurdakul da ikinci
kitabı Zürriyet’teki (1950) hikâye kişilerinin ‘hayalcilikleri,
kuruntuları, olağanüstü yanlarıyla’ birbirlerine benzediğini söylemiştir.
Samet Ağaoğlu, babasının toplumdaki konumunun
katkısıyla, bir eylem adamı olarak da öne çıktı, iyi bir hatipti. Bu
özelliğiyle DP döneminde politik alanın önemli kişiliklerinden biri oldu. Ancak
bir yandan edebiyat diğer yandan politika olmak üzere iki alanın arasında
kaldı. Psikolojik çözümlemelere önem verdiği hikâyelerinde, Dostoyevski’nin
tiplerine benzeyen suça eğilimli, kuruntulu, hastalıklı tipleri işledi.
Hikâyelerinde karşımıza çıkan en önemli tema, ölümdür. Haksızlık temasına da
çok vurgu yaptı. Türk edebiyatında Samet Ağaoğlu’nun anlattığı konu ve kişiler
çok az rastlanır cinstendir. Özellikle bir gerilim kurgusu taşıyan hikâyeleri
dönemi için çok ciddi başarıdır. Hikâyede teknik, üslûp ve dil noktasında
seviyesini daima korumuştur.
Samet Ağaoğlu, eser verdiği yıllar itibariyle
1940 sonrası edebiyatımızın içinde anılabilecek bir isim olması gerekirken,
sanat anlayışındaki ve eserlerindeki özellikler dolayısıyla bir önceki döneme
daha yakındır. Cumhuriyet sonrasının realizm anlayışı, kendi söyleyişine göre,
onun hikâye dünyası için öncelikli durumdadır. Onun hikâyeleri psikolojik
unsurun yoğunluğu sebebiyle geniş bir ferdiyetçilik ve bazen de gerçekliği
tamamen dışlayan bir yapı sunar. Fakat insanın gerçeklik boyutu ve hayatın dış
şartlarına bağımlılığı yazarlara göre farklı anlayışlarla işlenebilir. Samet
Ağaoğlu da insanı ruhsal derinliği içerisinde ve metafizik rahatsızlıklarıyla
gözler önüne serer. Dördüncü kitabına adını veren Büyük Aile
hikâyesinde, Anadolu’dan İstanbul’a göç eden Niksarlı bir aileden dört kardeşin
yeni doğan çocuklarla dallanıp budaklanan ailelerinin tarihini anlatır. Tahir
Alangu’nun belirttiği gibi “romana yöneldiği” açıkça görülen bu uzun hikâyede,
onun hikâyeciliğinin tipik özellikleri görülmektedir: Dramatik, hatta trajik
olay arayışları, psikolojik çözümleme eğilimi, uzun ve ağdalı cümle kuruluşu
vb. hususlar dikkati çeker. Ağaoğlu, kişilerinin ruhsal durumuna, geçirdikleri
ruhsal değişimlere büyük önem vermektedir. Dostoyevski’ye benzeyen sanat
anlayışı, onu ister istemez döneminin edebiyat anlayışının dışına düşürmekte,
anormalin psikolojisine duyduğu eğilim, eleştirilmesine yol açmaktadır. Her ne
kadar kendisi, “Hikâyelerimin hepsinde hakiki hayatta tanıdığım insanlar,
çehreler, şahit olduğum hadiseler yer almıştır” dese de, Cevdet Kudret bu
konuyla ilgili olarak şunları yazmaktadır: “Seçtiği ruh hastası kişiler,
onların bunalım, kuruntu, saplantı ve eylemleri, özellikle yalnız bunlar
üzerinde durulması ‘realitelere uygun’ ve inandırıcı görünmüyor; bunlar,
‘hakiki hayatta tanınan insanlar, çehreler, şahit olunan hadiseler’ izlenimi
bırakmıyor.”
Kuşkusuz, sanat eserinin gerçeğe benzemesinin
gerekip gerekmediği başlıbaşına bir tartışma konusudur. Ancak, sorun gerçeğe
benzeyip benzememek değil, sahte ya da kurgusal gerçeğin metinde var edilip
edilememesidir. Yoksa Ağaoğlu’nun kişilerinin normal dışı olmaları edebi açıdan
başlıca bir sorun oluşturmazlar. Ancak, onun hikâyelerinin o karamsar, umutsuz
atmosferi, özellikle 1950’li yıllarda edebiyatı biçimlendiren yaşama sevinci,
gelecek günlerin umudu üzerine kurulu söyleme hiç kuşkusuz ters düşmektedir.
Altı hikâye kitabı çıkarmış olmasına rağmen, sanatına fazla inanmadığını
söyleyenler olmuştur. Buna rağmen, Raif Özben Mankenler adlı
hikâyesinden yola çıkarak şu genel sonuca varmaktadır: “Mankenler, dil ve
biçem özellikleri yönünden içeriği ile bütünleşen bir öyküdür. Yaşamı
simgelerken, toplumsal boyut ihmal edilse bile, çağdaş insanın yabancılaşma
sorunuyla ilgili zengin çağrışımlar yaratan öykü, yapılan işi yönünden de hem
yazarın öyküleri hem de son yıllarda yazılmakta olanlar arasında, seçkin
örneklerden biri denebilir.”
Samet Ağaoğlu’nun Bütün Öyküleri
kitabına yazdığı sunuş yazısında Uğur Kökden, Ağaoğlu ailesinin “üç
bireyi(nin) -kuşaklar ve yaşlar hesaba katılmazsa- yani Ahmet Agayef, Samet
Ağaoğlu ve Tektaş Ağaoğlu sacayağı(nın) bir bakıma Dostoyevski’nin Karamazof
Kardeşler ailesini andır(dığını)” yazdı.
“Samet Ağaoğlu’nun insanları sürrealistlerin
insanlarını hatırlatır. Bunalımlarını -daha doğrusu ıstırap ve saplantıları-
rüyalar, hayal ve çağrışımlarla birliktedir. Ama belirsizlik yoktur. Rüya
rüyadır, hayal ve çağrışımlar da hayal ve çağrışım. Samet Ağaoğlu’nun amacı
gerçeği sislendirmek değildir çünkü. Savaş öncesi ve sonrasının bütün
sıkıntılarını taşıyan bu insanların Allah ve kader etrafında sıkı bir vicdan
muhasebesiyle kurtulacaklarını düşünür. Bundan olacak, cümle yapısıyla oynamaz.
O kadar ki cümleler hep kurallıdır. Ahmet Haşim (1885-1933) ve Yahya Kemal
(1884-1958) kuşağının cümleleri gibi bileşik ve bol öğelidir. İsim cümlesi
gayet azdır.” (Necati Mert)
“Eski, kendi neslinin bile çoktan bıraktığı
kelimeler, sık sık başvurulan, anlatışa ağdalı bir koyuluk veren tamlamalar,
dolaylı tümleçlerle iyice uzatılmış cümleler, bu günün değil, otuz yıl
öncesinin dil anlayışına uygun bir edebi dil gelenekçiliği, belki de günümüzün
devrimci dil gelişmelerine karşı bir direniş anlamı taşıyor. Onun eserlerinin
kalıcılığını tehdit eden en büyük kusuru, (..) dili olacaktır.” (Tahir Alangu)
“Ağaoğlu karanlık bir dünya yaratmaktan,
karamsar bir dünya görüşüne yaslanmaktan çekinmez. Onun için önemli olan
sorulardır. Bütün bu karanlığa karşın Ağaoğlu’nun yine de ölümü savunduğu
söylenemez. Öykünün çaresiz kaldığı yeri yazarın hayatının tamamlayacağı tezini
de, yaşama, dirime yapılan bir vurgu olarak görebiliriz. Ölümlü olmanın
sıkıntısına çare olarak ölümlü olmanın nasıl bir şey olduğunu araştırıp, hangi
yasallıklara tabi olduğunu sorgulamayı önerir gibidir.” (Behçet Çelik)
ESERLERİ:
ANI: Babamdan Hatıralar (1939), Babamın
Arkadaşları (1958), Aşina Yüzler (1965), Arkadaşım Menderes (1968),
Marmara’da Bir Ada (1972), Demokrat Parti’nin Doğuş ve Yükseliş
Sebepleri (1973), İlk Köşe (1980), Siyasi Günlük (1992).
HİKÂYE: Strasbourg Hatıraları (1945),
Zürriyet (1950), Öğretmen Gafur (1953), Büyük Aile (1957),
Hücredeki Adam (1964), Katırın Ölümü (1965), Bütün Öyküleri (1944-65
yılları arası çıkan altı öykü kitabı: Strasbourg Hatıraları, Zürriyet, Öğretmen
Gafur, Büyük Aile, Hücredeki Adam, Katırın Ölümü; yeni basımı 2003).
İNCELEME: Kuva-yı Milliye Ruhu (1944).
GEZİ: Sovyet Rusya İmparatorluğu (1967).
KAYNAK: Sunullah Arısoy / Samet Ağaoğlu
Anlatıyor (Varlık, sayı: 451, 1 Nisan 1957), Mustafa Baydar / Edebiyatçılarımız
Ne Diyor? (1960), Tahir Alangu / Cumhuriyetten Sonra Hikâye ve Roman (cilt: 2,
1965), Vedat Günyol / Dile Gelseler (1966), Cevdet Kudret / Türk Edebiyatında
Hikâye ve Roman (1967), Yazko Edebiyat (Haziran 1982), Raif Özben / S.Ağaoğlu
ve Mankenler Adlı Öyküsü (Yazko Edebiyat, Nisan 1983), Ahmet Oktay / Cumhuriyet
Dönemi Edebiyatı 1923-1950 (1993), Şükran Kurdakul / Çağdaş Türk Edebiyatı 2
(Cumhuriyet Dönemi, 1987), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 23 Temmuz 1998),
Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 2 (1999), Behçet Necatigil /
Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Feridun Andaç / Edebiyatımızın
Yol Haritası (2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Ertan Örgen / Ölüme ve Hayata
Dair Hikâyeler (Virgül, sayı: 62, Mayıs 2003), Behçet Çelik / Karanlığa Soran
Öyküler (Virgül, sayı: 60, Mart 2003), Cumhur Aslan / Gerçekleşmeyen Edebi
İmkân (Virgül, sayı: 60, Mart 2003), Necati Mert / Samet Ağaoğlu’nun Öyküleri
(Heceöykü, Ekim-Kasım 2004).