Mustafa Yelkenli

Eğitimci, Yazar

Doğum
05 Ekim, 1954
Eğitim
Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümü
Burç

Eğitimci, yazar. 5 Ekim 1954 tarihinde Şanlıurfa'nın Siverek ilçesinde doğdu. Siverek Devrim İlkokulu (1965), Siverek Ortaokulu (1968), Siverek Lisesi (1972) ve Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü (1977) bitirdi. 1977 yılından itibaren Fransızca öğretmenliği yaparak hayatını kazandı ve emekli oldu. 2007 yılından itibaren yaşamını ve çalışmalarını Ankara’da sürdürdü.

Mustafa Yelkenli’nin Ülke, Demokrasi Bakış, Gündem, Özgür Gündem gazeteleri, Cumhuriyet Kitap, Radikal Kitap, Virgül, Yeni İnsan ve E dergilerinde yazıları yayımlandı. Resmi İdeoloji ve Türkiye (1995) kitabı ile Yeni Politika gazetesinin verdiği Musa Anter ve Basın Şehitleri Ödülünde Birincilik aldı. PEN Yazarlar Derneği üyesidir.

 ‘Öteki Dünyalı’ kitabının arka kapağında şöyle deniliyor:

Gelecek tasarımı bilimkurgu edebiyatının temel özelliğidir. Gelecekteki olası öyküler ayni zamanda gelecekteki olası düzenleri de betimler. Bunun nasıl şekilleneceği yazarın ideolojik donanımına bağlıdır. Eğer emperyalist yayılmacılığa sempatiyle bakıyorsa yazar, kuşkusuz gelecekte bir uzay imparatorluğunu anlatacaktır Asimov gibi. Evrimleşmenin son aşamasında Tanrısal bir takim özellikler kazanacaksa insan, Arthur C. Clarke gibi saf enerji haline gelen insanin serüvenini romanına konu edecektir. Telepatinin yaygınlaşacağını öngörüyorsa yazar Alfred Bester gibi, tüm güvenlik birimlerini en yetenekli telepatlardan seçecektir kuskusuz. Var olan düzene itirazı varsa eğer, Bradbury gibi, kitap düşmanlığını ve polis devletini işleyecektir. Veya mevcut olanı sorgulayarak, dünyayı yeniden yorumlayacak ve bir anlamda karşı dünya tarihini yazacaktı; Lessing gibi. Ya da Philip K. Dick gibi karanlık bir geleceğin uyarısını yapacaktır okurlarına. Stanislaw Lem gibi insani ön plana çıkarıp başka gezegenlerin doğal yaşamlarına müdahale etmeyecek, geleceği bugüne bakarak absürd bir şekilde betimlemeye kalkışacaktır. LeGuin gibi anarşizmi ve feminizmi, Franke Herbert gibi Ortadoğu coğrafyasını binlerce yıl sonraya uyarlayacak ideolojik donanımına uygun olarak tasarlanacaktır.

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA-İNCELEME: Öteki Dünyalı (2000), Resmi İdeoloji ve Türkiye (2007), Yalanın Egemenliği (2010).

ROMAN: Bir Günbatımı (2003).

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009, 12. c. 2015), Bilgi Formu (2014).

BİR GÜN BATIMI

Yaz gelmişti

Okulların kapanmasına az bir süre kala, hepimiz sıcaklığın etkisiy­le gevşemiş, kendimizi iyice koyuvermiştik. Ben ve kız arkadaşla­rım bu yaz neler yapabileceğimiz konusunda bir karar verememiş­tik daha. Üniversite sınavlarına bir kez daha girmiş, sonuçlarından hiç umuda kapılmadan öylesine bekliyordum. Ayşe, yazlık giysi sa­tan bir dükkanda iş bulmuş çalışacaktı. Belgin, yine evde kardeş­lerine bakmak zorundaydı. Annesiyle babasının ayrılmasından bu yana evin kadını olmuştu. On sekiz yaşın verdiği coşkunluğu hiç yaşayamamıştı. Babasının yeniden evlenmesini istemesine rağmen babası bir daha evlenmeye yanaşmıyordu; fedakarlık yapıyordu ak­lı sıra. Belgin ise babasını evlendirip yeniden gençliğine dönmeyi umut ediyordu. Babası da üvey anne elinde kızlarını bırakmamak düşüncesinde. Ama yine de fırsat buldukça üçümüz, bazen yanı­mıza diğer arkadaşlarımızı da alarak deniz kıyısında dolaşmaya çıkıyorduk. bazen de kafeye hamburger yemeye.

Sevgilim memleketine gideceğini telefonda söylediğinde. Ayşe ve Belgin ile akşam çıktığımız iskele gezisinden dönmüş evde otu­ruyorduk. Saat gecenin neredeyse yarısı olacaktı. Birazdan Belgin’i Ayşe ile birlikte hemen bizim sokağın diğer ucunda olan evine bırakacaktık. Akşam üstü Ayşe’nin annesinden izin aldığımızdan bu akşam bizde kalacaktı. Çatıda yer yatağı yapacak, bulutların altında sohbet ede ede uyuyacaktık. Telefonda birden ürpermiştim.

"Kaç gün?" diye sordum.

"Ne kaç gün?" diye sordu o da.

"Kaç gün kalacaksın orada?"

"Bilmiyorum canım, bir ay ya da okulların açılışında dönerim belki..."

"Ne kadar rahat söylüyorsun bunu? Bir ay ben sensiz ne ya­parım burada?..."

Kızlar benim telefondaki ağlamaklı sesime kulak kabartmışlar­dı. Ayşe kaş göz ederek ne olduğunu soruyordu. Belgin kulağını ahizeye yaklaştırıp söylediklerini anlamaya çalışıyordu. Elimle ahi­zeyi kapatarak, "Memleketine, Diyarbakır’a gidiyor," dedim. Üste­lik faili meçhul cinayetlerin en yoğun olduğu bu dönemde. Tele­fonu kapatmadan önce yarın evine geleceğimi söyledim.

Bütün gece kızlarla neşeyle dolaşmış, el işi takılar satan, İs­tanbul’dan gelen anarşist kızlarla espriler yapıp eğlenmiştik. Şimdi o neşeli havam kalmamıştı. Kızlar somurtuk halimle alay etmeye koyulmuşlardı. Onlar nereden bileceklerdi ki, her gün orada üç beş kişinin faili meçhul cinayetlere kurban gittiğini. Anlatsam bile anlayamazlardı.

Ertesi gün babamın köyden yakınları gelince ona gidemedim.

Kentte işi olan akrabalarımız bize uğramadan edemezlerdi. An­nem bu kez komşu kadınlara anlatacağı şeyleri konuklarına anlat­ma olanağı bulduğundan pek mutlu olmuştu. Babam ise kahveye gidemediği için aynı mutluluğu pek yaşayamıyordu. Onlarla evde oturup sohbet etmek ya da yakınlarının işini takip etmekten zevk almazdı. Yine de konukseverliğini göstermekten geri kalmazdı. Başka zaman olsaydı misafirlerle ilgilenmekten hiç yakınmazdım ama bu gün sevgilime gidememenin sıkıntısını yaşadığımdan pat­layacak gibi olmuştum. Sadece bir ara iki dakikalığına Belginlere gidip oradan ona telefon ettim. Gelemeyeceğimi, ancak gece her­kes uyuduktan sonra telefonda konuşabileceğimizi söyledim. Biraz daha Belgin’le oturduktan sonra eve döndüm. Misafirlerimiz var diye fazla kalamadım; zaten çene yapacak keyfim de yoktu. Onun Diyarbakır’a gideceği nedense beni çok düşündürüyordu; anlamsız olduğunu biliyordum ama yine de kendime hakim olamıyordum.

O gün sıkıntılı geçti. Babam, amcam daha bir kaç kişi akşa­ma kadar evde oturdular. Evi toparlayıp temizlemekten, mutfakta biriken bulaşıkları yıkamaktan yorgun düşmüş tam divanda uyuklayacakken, Belgin içeri girdi. Terasa çıkıp oturduk. Ben ondan ayrılınca aklına gelen parlak fikrini söylemeye gelmişti. Rumlar tarafından terk edilmiş Kaya köyünde piknik yapmamızı öneriyor­du, Harika bir düşünceydi, aklım yatmıştı bu öneriye. Biz kızlar oraya gidince o da gelirdi. Hem piknik yapar, hem de eğlenirdik. Gerçi deniz mevsimine çoktan girmiştik ama piknik yapmak da­ha mantıklıydı, gözlerden uzak biz bize olurduk.

Gece yatmadan telefonda konuşurken söyledim. Kabul etti. Hem küçük bir veda partisi gibi olurdu. Mangal yapardık, ye­mekte bira, sonra çay içerdik. Şiyarla gelebileceğini söyledi. Yemek ve içecek için hiç bir şey getirmememizi de sözlerine ekledi. Ama yine de biz tabak, çatal ve bardak türünden ge­rekli olanları götürebilirdik.

Ertesi gün saat dokuzda Belginlere gittim. Misafirlerimiz sabah erkenden gideceklerinden onlara kahvaltı hazırlamak için erkenden uyanmıştım. Onları gönderdikten sonra ancak Belgin’e gelebilmiş­tim. Ayşe’nin her şeye itiraz etme huyunu bildiğimizden ona hiç­bir açıklama yapmadan hemen gelmesini söyledik telefonda. Öy­lesine kesin konuştum ki, Ayşe’nin yine mızıkçılık yapıp gelme­mek için bahaneler uydurmasına fırsat vermedim. Evden çıktığı­mızı, minibüslerin hareket ettiği meydanda kendisini bekleyeceği­mizi söyledikten sonra telefonu kapattık. Eminim benden sonra tekrar telefon edip gelmemek için bir sürü mazeret uyduracaktı. Fakat biz evde olmayacaktık, o da mecburen gelecekti.

                                                                         (Bir Gün Batımı, 2003)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör