Şair (D.
1908, Edremit / Balıkesir - Ö. 14 Ekim 1969, İzmir). Dedesi, Feridüddin-i
Attar’ın Pend-nâme adlı eserini manzum olarak Türkçeye çeviren Hacı
Galip Efendi’dir. Edremit Nümune İlkokulunu bitirdikten (1921) sonra öğrenimini
sürdürmedi. Dışarıdan sınava girerek Balıkesir Lisesini bitirdi 1929’dan
itibaren Edremit’te kırtasiyecilik ve maden ticaretiyle uğraştı. Edremit
Zeytinyağı Satış Kooperatifinde müdürlük (1943-44), İzmir Zeytinyağı
Kooperatifinde yönetim kurulu başkanlığı (1952-55) yaptı. Zincirlikuyu
Mezarlığına gömüldü.
Mustafa
Seyit Sutüven’in ilk şiiri Balıkesir Halkevi’nin dergisi Kaynak’ta (Temmuz- Ağustos 1933, sayı: 6–7) basılmıştı. Şiirlerini sonraki
yıllarda Yücel, Servet-i Fünûn-Uyanış (1952-53), Yeditepe (1956-57),
Yeni İnsan (1963-68), Yeni Ses, Varlık, Yurt ve Dünya, Türk Dili dergilerinde
yayımladı. Daha çok doğayı ve aşkı işlediği şiirlerinden, soyadını da oradan
aldığı, Kazdağı’nın civarındaki “Sutüven” çağlayanını konu alan ve aynı
başlıklı şiiri ile tanındı. Öteki kimi şiirleri gibi bu şiiri de aruz ölçüsüyle
yazmış, ancak aruzun yalın Türkçeyle de ustalıkla kullanılabileceğini
göstermişti. Aruzla ayrıca gazel ve mesneviler yazdı. “Nev-Yunânîlik” ve
“Akdeniz Havzası Edebiyatı” akımının etkisinde kaldı. 1939 yılında bütün
şiirlerini kitaplaştırmayı düşündü ve bunun için hazırlıklar da yaptı, ancak bu
arzusunu sağlığında gerçekleştiremedi. Şiirleri ölümünden sonra, Zahir Güvemli ile Behçet Necatigil
tarafından hazırlanarak Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları arasında Bütün
Şiirleri (1976) adlıyla yayımlandı.
“Sutüven
şiiri gerek şekil, gerek muhteva bakımından zengin bir şiirdir. Ona bu
zenginliği veren âmil, çeşitli unsurların, dil musikisinin, tarih ve
efsanenin, kendini ve milletini yüceltme duygusunun ve son parçalarda
hissolunan esrarlı havanın bir araya gelmesidir. Şiirde teferruat ile bütün,
dış ile iç arasındaki sıkı bir münasebet vardır.” (Mehmet Kaplan)
“Özellikle Yahya Kemal’in böyle bir hareketin
ilk edebî örnekleri olarak ortaya koyduğu ‘Sicilya Kızları’, ‘Biblos Kadınları’
gibi şiirlerine özenerek ‘Sutüven’ adlı şiirini kaleme alır. Sutüven, şairin
doğum yeri olan Edremit’in yakınlarındaki bir şelalenin adıdır. Şair, söz
konusu şelalenin adını verdiği bu şiirinde ‘Akhalılar’dan, ‘Teselya’dan,
‘Homer’den, ‘İlyada’dan, ‘Afrodit’ten, ‘Aşil’den, ‘Keykubat’tan, ‘Mihridat’tan,
‘Antuvan’dan, ‘Hektor’dan, Moğol, Yunan, Mısır, Med, Roma ve Türk
medeniyetlerinden bahsetmek suretiyle duyarlılığını oldukça geniş bir medeniyet
ve kültür coğrafyasından kotarmayı başarır.” (Şerif Aktaş)
KAYNAKÇA: Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri
Türk Şiiri (1973, s. 304-311) - Şiir Tahlilleri II (1988), Atilla Özkırımlı /
Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (c. IV, 1982), TDE Ansiklopedisi (c. III), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (13. bas. 1989), İhsan Işık /
Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –
Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü
Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü
(1999), Mehmet Behçet Yazar / Edebiyatçılar Alemi - Edebiyatımızın Unutulan
Simaları (yay. haz. Mustafa Everdi, 1999), Şerif Aktaş / Mustafa Seyit
Sutüven-Büyük Türk Klâsikleri (c. 14, 2002), İbrahim Oluklu / Seni Yazarak (Balıkesir, 2003).
Bir kayadan duman duman
On yedi metre atlayan
Dağ kokusuyla yüklü su.
Boşluğa fırlayınca, saç
Düştüğü yerde üç kulaç
Mavi su, ak köpüklü su.
Şi'rin elindesin bugün
Eski masalların bütün
Canlanacak birer birer.
"Akha"lılar da bir
zaman
Şair, ilâhe, kahraman,
Şi'rini burda içtiler.
Hepsi tapardı rengine,
Rastlamamıştı dengine,
Hiçbiri, mor Tesalya'da.
Öyle füsunludur bu yer
Şi'rine borçludur
"Homer"
Çünkü senindir
"İlyada".
Eski, uzun zamanların
Tığ gibi kahramanların
Türküsüdür senin henüz.
Dağda hayât uyandıran
Taşlan duygulandıran
Bir son ilâhesin henüz.
Afrodit olmadan ilâh
Dağdan inerdi her sabah
Elde gümüş hamam tası.
Burda çıkardı Örtüden
Kimseye gösterilmeyen
Gerdanı, Göğsü, kalçası.
Altına mavi mermerin,
Üstüne ak köpüklerin
Kurt gibi saldırırdı hep.
Kimseye belli etmeden,
Hırsla kucakladıkça sen,
Göğsünü kaldırırdı hep.
Burda "Moğol",
"Yunan", "Mısır",
"Med",
"Roma", Türk" asır asır
Taptı döküldüğün yere.
Tanrıların konakları,
Orduların otakları
Burda ererdi göklere.
Söylediğim masal değil;
Atları, kahraman
"Aşıl"
Burda sulardı bir zaman.
Burda gezerdi
"Keykubad",
Burda keserdi
"Mihridat",
Burda içerdi
"Antuvan"!
Göğse nasıl batarsa diş
Öyle derinden işlemiş
Taşlara "Hektor"un
izi.
Söyle, bugün niçin, neden
Bunca İlâhlığınla sen
Kulluğa almadın bizi?
Halbuki bir "Yunan"
kadar,
Hüsnüne her tapan kadar
Tapmayı biz de anlarız.
Bizleri başka görme sen;
Hüsnü, Hudâ kadar seven
Gönlü temiz adamlarız
Hepsini at da bir yana,
Bâri o günlerin bana
Şi'rini söyle, tatlı su!
Şi'rini, geldiğin yerin
Şi'rini eski günlerin
Söyle, köpük kanatlı su!
(Bütün Şiirleri)
Günlük bir gazetenin “ölüm” ilânından öğrendim Mustafa Seyit'i
yitirdiğimizi. Onu, şimdi Yenişehir'deki Yapı ve Kredi Bankasının bulunduğu
yerde, Kutlu Pastahanesinde tanımıştım. Nurullah Ataç'la konuşuyordu. El etti
yoldan geçerken Nurullah Ataç, bizi tanıştırdı. Çok sevindimdi. O,
edebiyatımızın bir Zümrüdü Anka'sı idi. Adını bilir, kendisini tanımazdık.
Edremit'te bir kırtasiye dükkânı varmış. Gösterişten uzak yaşardı “Sutüven”
şairi. Bir tek şiirle antolojilere, edebiyat tarihine girmiş, şiirini
kendisine soyadı yapmıştı. Şiirlerini kitap haline getirdiğini bile ölümünden
sonra öğrendim İlhan Geçer'den.
“.....Herkesin
kendisine mahsus sanatı, sezişi ne ise, sanat odur. O, inkâr edilmeye dahi müsaittir.
Yok dediğin yerde yok olur. Sanat sanat için, sanat cemiyet için... hepsi
doğru. O, bence ayrı ayrı her şeydir. Aşkı terennüm eden, metafiziğe dalan,
cemiyeti teşhir eden, bir doktrinin peşine takılan, tabiatı ariyan birbirinden
güzel nice eserler vardır.... Bir şeyin güzelliği başka güzellikleri yok eder
mi?”
Mustafa
Seyit sanat anlayışını böyle söylüyordu otuz yıl önce.
Arkeik ve
egzotik sesler vardı şiirinde.
Hoş bir seda bıraktı gitti. “Sutüven” şiiri uzun yıllar edebiyat
antolojilerinin sayfalarını değerlendirecektir.
(Hisar, c. 9, sayı: 72, Aralık 1969)