Şair ve yazar. 1946,
Eskipazar / Karabük doğumlu. Ortaöğrenimini Hasanoğlan ve Pazarören öğretmen
okullarında tamamladı. Dört yıl köy öğretmenliği yaptıktan sonra girdiği Ankara
Gazi Eğitim Enstitüsü Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Anadolu’da
çeşitli ortaokul ve liselerde (1978-79), ayrıca Gazi Eğitim Enstitüsü’nde
(1979-81) Türkçe-Edebiyat öğretmenliği yaptı. Türkiye Yazıları dergisinin
yazı kurulunda (1977-84) bulundu. 12 Eylül (1980) askeri darbesi döneminde
Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı’nca gözaltına alındı (1981) ve öğretmenlik
görevine son verildi. Aynı yıl Ceza Kanunu’nun 141, 142 ve 146. maddelerine
muhalefetten yargılandı. Bir yazısından ötürü 142. maddeden hüküm giydi.
Sonrasında yayıncılık yaptı, çeşitli yayınevlerinde yönetici ve editör olarak
çalıştı. Yeniden döndüğü öğretmenlikten emekliye ayrıldı. Çalışmalarını
Ankara’da serbest yazar olarak sürdürdü.
İlk şiiri 1961 yılında Hız
gazetesinde yayımlandı. Şiir ve yazıları 1972’den itibaren birçok gazete ve
dergide, çoğunlukla Forum, İmece, Tiyatro’74, Edebiyat’81, Cumartesi, Türk
Dili, Varlık, Oluşum, Dönemeç, Türkiye Yazıları, Somut, Damar, Cumhuriyet, Yeni
Biçem, Demokrasi, Ülkede Gündem, Kunduz Düşleri ve Yasakmeyve dergi
ve gazetelerinde yer aldı. 1960 kuşağı toplumcu şiirini 1970’e bağlayan
toplumcu şairler arasında gösterildi.
Ahmet Telli, sanatın
işlevinin toplumsal olmasını öneren ve öngören lirik şiirleriyle dikkat çekti.
Ancak şiiri kuru öneri metinler olmaktan kurtarmak için, estetik bağlamda
insanın bireysel ve doğal durumlarından devinerek şiirini zenginleştirmesini
bildi. Onun şiiri yaşamın gerçekliğinden süzülen, toplumsala, eşitlikçiliğe, bireysel
ya da başka istemleri içeren önerilerde bulunan bir şiirdir. Bu bağlamda
“romantik ve başkaldırıcı” bir kimliğe sahip olduğu değerlendirmesi yapıldı.
Onda toplumsallıkla bireysellik birbirini tamamlayan iki olgudur. Bir üçüncü
olgu ise insanı tarihsel dokusuyla buluşturma özelliğidir. Ahmet Telli’nin
şiirinde dirençle hüzün, bireyselle toplumsal birlikte yürür. Hüznün İsyan
Olur (1980) kitabıyla 1980 Toprak Şiir Ödülünü Metin Altıok’la paylaştı. Saklı
Kalan (1981) ile Yazko Şiir Özendirme Ödülünü, Su Çürüdü ile 1982
Nevzat Üstün Şiir Başarı Ödülünü kazandı.
“Ahmet Telli’nin şiiri,
bilinç durumunun doğru alınmış bir analizidir. Bunun kaçınılmaz bağlaşığı
olarak, nesnel gerçekliğe getirilen analiz, bilinç analizinin gerektirdiği
kadarı iledir. Bundan ötürü bu şiir çocuk kadar saftır ve ancak bir çocukta ayılmaktadır.” (Veysel Öngören)
“Barbar ve Şehlâ, şairin
serüveninde odak kabul edilebilecek bir yönelime işaret ediyor. Birkaç yönden
ve birkaç düzlemde ele alınabilecek bu değişim, kendi şiirini aşma, kendi
üslubuna yeni bir boyut ekleme olarak da özetlenebilir. Ama özde, Çocuksun Sen
‘deki kimi modernist biçem arayışları, son kitapta yerini duru bir şiirsel
tevekküle bırakıyor adeta.” (Cihan Oğuz)
“İnsanın bu dünyaya
itirazı olmasaydı sanata ve şiire gerek kalır mıydı?... Ahmet Telli’nin
şiirinde de dirençle hüzün, bireyselle toplumsal atbaşı gider. Telli,
kimilerince çelişki gibi algılanabilecek bu durumu, yaşamın bütünselliğinden
dünyaya bakarak dengeler. Bu durum da belirgin olarak aşkta kendini belli eder;
çünkü aşk da bir direnci gerektirir. Telli’nin şiiri üzerine son bir söz
söylemek gerekirse; onun şiiri, yaşamın varsıllığının dirençte, umutta ve aşkta
olduğunu önceleyen bir şiirdir, diyebilirim.” (Hüseyin Atabaş)
ESERLERİ:
ŞİİR: Yangın Yılları (1979),
Hüznün İsyan Olur (1979), Dövüşen Anlatsın (1980), Saklı Kalan
(1981), Su Çürüdü (1982), Belki Yine Gelirim (1984), Çocuksun
Sen (1994), Kalbim Unut Bu Şiiri (seçmeler, 1994), Kül ve Kil
(1997), Barbar ve Şehlâ (2003), Yüzün Doğusu Gül / Gul e
Rojhilata Rûyê Te (Türkçe-Kürtçe, 2005), Nida (2009).
KENDİ SESİNDEN ŞİİR
KASETİ-CD: Kalmasın (1994), Kül ve Kil (1997).
DENEME: Ben Hiçbir Şey Söylemedim (2001), Sulara mı Yazıldı (2001), Buradayım Sözümde (2006).
KAYNAKÇA: H. Küçükdereli (Sesimiz, Ekim 1979), Ruşen Hakkı (Türkiye Yazıları, Kasım 1979), Asım Bezirci / Güle Dil Verenler (1998), İ. Eryiğit-M. Erdoğan / A. Telli ile Şiir Üzerine (Ayane, Nisan 1998), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Vecdi Erbay (7.Gündem, 13 Ekim 2001), Hüseyin Atabaş / Barbar ve Şehlâ Bağlamında Ahmet Telli Şiiri / Damar, Şubat 2005), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
Anlatma
külliyesi viran tarih
Yazıcısına,
siyaset ve bezirgânlık
İlminin
erbabına ki at değil ateş
Hırsızlığıyla
başlar senin hikâyen
Dağın
kurdu göğün kanatlısı bilir
Uçurum
bu yüzden sessiz, orman
Bunun
için uğuldamaktadır hâlâ
Ve
sayıklayan bir coğrafyada
Sayrılıklar
salgın umutlar yaralı
Hâtıralardan
kan sızmaktadır
Kavminin
kendine olan zulmü
İtikat,
itimât ve itaat idi
Bundandı
talan, iskân ve hicran
Oysa
gök nasıl gürlerse yağmurda
Şaklamalıydı
itiraz ünlemleri de
Hayatın
solgun şakağında öylece
Ve
büyük çılgınlıklar yaşanmalıydı
Nart
körükçüsü küheylanların
Gece
gündüz gördüğü düştü bu
Maceraları
birer efsânedir şimdi
Oğulların
at çalmazsa kız kaçırırdı
Kızlarınsa
ezelden utangaç, mahcup
Bir
mendil düşürür gibiydi selamları
Düşen
her mendil bir tüfek atımı ötede
Bozbulanık
eder bir delikanlıyı ve ay
Huzursuz
bir taya yoldaş olmak için
Akardı
gecenin ürperen alnına o an
Gece
yalnız orada, atların göğünde
Çok
yıldızlıdır ve yıldızlar Çerkez'in
Uzanıp
alacağı kadar yakındır yeryüzüne
Gümüş
eyer sahtiyan çizme ve sedef
Kakmalı
bir hançerdi payına düşen
Ve
zaman küheylanların katlini
Yine
bir küheylan olarak gümüş
İpliklerle
nakışlamıştır gergefine
Canın
yanıyor koca Nart, çılgın tay
Bir
rüyan olsun artık, bir rüyan olsun
Yelelerin
ter içinde soluğun nemli
Ah çılgın tay
Kabartay!...
(Barbar ve Şehlâ, 2003)
Uğuldayan
ve hep uğuldayan
bir
orman kadar üşüyorum şimdi
yanlış
rüzgârlar esiyor dallarımda
yanlış
ve zehirli çiçekler açıyor
kanımda
kocaman gözleriyle bir çığlık
Su
ve ses kadar beklediğim
ne
kaldı geride, bilmiyorum
uzanıp
uyumak istiyorum gölgeme
ve
sarınmak o kocaman gözlerin
uğuldayan
rüzgârlarına
Bir
acıyı yaşarım ve zehrinden
çiçekler
üretirim kömür karası
uçurum
kadar bir yalnızlık
yaratırım
kendime, atlarım
Anısı
yoktur küçük rüzgârların
Yapraklarım
yok artık kuşlarım yok
büsbütün
viran oldu dağlarım
ezberimdeki
türküler de savrulup gitti
ömrümün
karşılığı kalmadı sesimde
yalnız
ormanların gümbürtüsü
Yanlış,
daha baştan yanlış
bir
şiirdi bu, biliyorum
ve
belki ömrümüzün yakın geçmişi
bu
kadar doğruydu ancak, kimbilir
Kalbim
unut bu şiiri
(Kalbim Unut Bu Şiiri, 1994)
Marquez ve Yaşar Kemal'in fotoğraflarını ilk gördüğüm zaman kendime
şunu dedim: “Evet, bu kitapları yazan kişiler işte bunlardır. Besbelli ki
bunlardır!” Kemal Tahir ve Aziz Nesin için de aynı şeyi düşünmüşümdür. Aziz
Nesin'le tanıştığımda, onu karşımda “cisim” olarak gördüğümde, gülmece
sanatının nasıl bir insandan çıkabileceğini iyi anladım. Bana öyle geldi ki.
Aziz Nesin beyninin bir bölümünde gülmece üreten ayrı bir zekâ ünitesi depolamış
ve yeri geldikçe bu depodan ürün fışkırtıyor. Her sözü, her düşünceyi anında
irdeleyen, ele aldığı görüşün karşıtlarını gösterebilen ve ondan güldürü öğesi
çıkartabilen ayrı bir beyinciği var onun.
Şiirinin gür sesine bakılırsa. Ahmet Telli’nin boylu
boslu, gür bıyıklı, (belki de Doğu Anadolulu) esmer bir delikanlı olduğu
düşünülebilir. Bir yaz akşamı, Ankara’nın bahçeli bir lokantasında yazar
arkadaşlarımla yemek yerken, karşımda oturan minyon yapılı, ince çizgili,
gözleri parıldayan Orta Anadolu çocuğunun olağanüstü şiirsel söyleyişinin
sırrını çözmeye çalışıyordum. O günlerde Ahmet Telli, yedi ay yattığı
cezaevinden yeni çıkmıştı. Suskun değildi ama kelimeleri tartarak konuşuyordu.
Akşam boyunca sözün bir an için bile kendisine getirilmesine olanak tanımadı.
Üşüyormuş gibime geldi. Üşüyor muydu? Olabilir, ama belli etmiyordu. Ona
kendisinin fark etmediği sıralar bakıyordum. Kendisine bakılmasından,
gözlemlenmesinden kaçınıyor duygusu yarattı bende. Onuru her şeyin üstündeydi.
Onuru gözlerini kaçınıyordu. Ve bu gözler onun şairliğini ele veriyordu. Masada
bulunan dostların aksine, kahkahalar atmıyor, gülümsemekle yetiniyordu.
Önündeki rakısını yudumlamaya pek yanaşmıyor, suyu yudumluyordu tadını çıkarta
çıkarta. Biz Batılılar, suyun tadını bilmeyiz; su içmeyi bilmeyiz. Telli,
bardağına boşalttığı suyu, diliyle damağı arasında biraz tutarak, bekleterek
içiyordu. Sanki hayattan kendine göre bir “özsu” çıkartmıştı, şimdi bu özsuyun
tadını duyumsuyordu.
İncelik taşımayan, “incelikli” olmayan şiir
düşünülemez. Ama bu kavram da görecedir. San Fransisco Köprüsü ya da Eiffel
Kulesi’nin yanında, demir parmaklıklar incedir. Ordan da tül inceliğine
geçilebilir, eğer örümcek ağı inceliğini düşünmezsek. Ahmet Telli, örümcek ağı
çiziklerini atmıştır, su berraklığına, saydamlığına kavuştuğu için.
Onun içindir ki, eğer suya bir şey olursa, su. su
olmaktan çıkmaya başlarsa, bundan en çok Ahmet Telli gocunur.
O yaz akşamından sanıyorum bir yıl kadar sonra, son
kitabı elime geçti Telli'nin: SU ÇÜRÜDÜ. Hiçbir saptama, hiçbir anlatı gücü bu
denli irkiltici olamaz. Hayır, bu olamaz!
Su çürümeyecektir. Türkiye'de su çürümeyecektir.
Türk toplumunun başını dik tutan öğelerden biridir “şair değerbilirliği”
yüzyıllardan beri. İnanmak istiyorum, buna özen gösterilecek, su
çürümeyecektir.
(Türkiye Yazıları, Mart
1983)