Divan
şairi (D. 1583, İstanbul - Ö. 10 Ocak 1635). Asıl adı Ataullah’tır. Döneminin
ünlü bilginleri Kafzade Feyzullah ve Ahizade Abdülhalim Efendi’den özel dersler
alarak yetişti. İcazetnamesini (diploma) aldıktan (1603) sonra müderrisliğe
yükseldi. Lofça (1608), Babaeski (1610), Varna, Rusçuk, Silistre, Tekirdağ,
Tırnova, Manastır ve Üsküp’te kadılık yaptı. Üsküp kadılığından azledilince
İstanbul’a (1632) döndü. Üsküdarlı Aziz Mahmud Hüdaî Efendi’nin
bağlılarındandı. Şeyh Vefa Camii Mezarlığında babası Nev’î’nin yanında
gömülüdür.
Benzerleri
arasında en üstünü sayılan Hamse’sinde yer alan hikâyelerde İran
örneklerini taklide düşmediğinden manzum hikâye alanında çağının en başarılı
temsilcisi oldu. Divan’ında yer alan şiirlerinde babasının ve Bâki’nin
etkisinde görülen Nev’îzade’nin bir diğer önemli eseri Taşköprülüzade’nin Şakaik-i
Numaniye’sine yazdığı Zeyl (ek)’dir. Taşköprülüzade, eserinde Osman
Gazi’den Kanuni Sultan Süleyman zamanına kadar yaşamış bilgin ve şeyhlerin
hayatları hakkında bilgi vermişti. Atayî, yazdığı iki ciltlik Türkçe zeylinde,
bu eseri kaldığı yerden sürdürerek 1557-1635 tarihleri arasında yaşayanların
hayatlarını da esere ekledi.
ESERLERİ:
Divan,
Hamse (beş mesnevi Sâkinâme,
Nefhatü’l-Ezhar, Sohbetü’l-Efkâr, Heft Hân, Hilyetü’l Efkâr. Son iki mesnevisi
Âgah Sırrı Levend tar. yayımlandı, 1948), Hezliyat (Hamse’sinin
sonunda), Şakâik-i Nizamiye Zeyli (2 cilt, 1852), Siyer-i Veysî
Zeyli.
KAYNAK:
Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri III (1972), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Gül-i gülzâr-ı görüp ârızını
yâd idelim
Uyalım biz dahı bülbüllere feryâd idelim
Eskimişdir güzelim kıssa-i
Kays u Ferhâd
Kendimizden yeni efsâneler îcâd idelim
Harem-i vaslına yol bulmağiçün
san'at ile
Dil-i sergeştemizi pey-rev-i Ferhâd idelim
Dil değil mi bizi vâdî-i
cünûna düşüren
Anın itdiklerini yâra mı isnâd idelim
Umarız kim ola feyz-i nazara
isti'dâd
Ey Atâyî varalım hıdmet-i üstâd idelim
(Fahir İz-Eski Türk Edebiyatında Nazım I)
Ser-firâz-ı ulemâ-yı a'lâm
Rükn-i dîn Hazret-i Şeyhülislâm
Vâris-i vâhid-i ilm-i nebevî
Bâ'is-i
zindegi-i şer'-i kavî
Her su'âle virür ihsâni cevâb
Bârekallâh
zihî lütf-ı hitâb
Şâ'ire himmet ile ikbâli
Eyledi
pâye-i şi'ri âlî
Şi'rinün kadri irüp şu'arâya
Oldı
aşk ehline bir sermâye
Gazeli tâbda seyyâre
Müfred ü
kıt'ası âteş-pâre
(Muallim Naci-Osmanlı Şairleri,
2. bas. 2004)
Hâbda göz, kalb ise bîdâr idi
Şevki
ile dilde veleh var idi
Gafil olunca beden-i hâksâr
Perdeyi
ref’itdi dil-i perde-dâr
Kıldı bizi kâfile-bend-i hayâl
Dâhil-i ma'mûre-i şehr-i
misâl
Tayy-ı reh-i mescid ü deyr eyledüm
Görmediğüm yerleri seyr eyledüm
Oldı o dem cân gözine aşikâr
Hırkada bir pîr-i fütüvvet-şi'âr
Nazil olup rahmet-i Mevlâ gibi
Virdi selâm ol şefekat sâhibi
Eyledi ben bendesine iltifât
Lütf ile sundı elüme bir devât
Çekdi hemân şu'le-i şevküm alem
Kâlıbuma
sığmadı kalbüm o dem
(Muallim Naci-Osmanlı Şairleri,
2. bas. 2004)
Atâî'nin edebiyata yaptığı en önemli katkı
şüphesiz Taşköprî-zâde'nin Şakayıkunnumaniyye'sine ya da Mecdî'nin aynı eserin Türkçe tercümesine devamıdır. Daha önce ara sıra temas etme imkânı
bulduğum bu Şakayıkunnumaniyye,
seçkin ilim adamları ve Osmanlı
Devleti'yle münasebeti olan değerli
mutasavvıf şeyhlerle ilgili olmasından, önemli biyografik bir eserdir. Eserini
Arapça yazan Taşköprî-zâde, erken zamanlardan başlayıp II. Selim'in hükümdarlığı dönemine kadar getirmiştir. Atâî,
selefinin terk ettiği II. Selim'le 1. Süleyman
zamanlarına ait olan birkaç biyografi de ilave ederek tarihi 4. Murat'ın
hükümranlığı dönemlerine kadar devam ettirir. Atâî'nin çok gösterişçi ve Farsça
ağırlıklı nesir olarak yazdığı bu eseri biyografik bir bilgi kaynağı olmaktan başka bizi daha fazla ilgilendirmez. Bir
şair olarak hayli önemli yüksek mevkilere
ulaşmış, durumları tafsilatıyla anlatılan yeterli miktarda ilim adamı olmamakla birlikte bu yönde hayli önemli bir
hizmeti ifa etmiştir.
Atâ’î’nin manzum
eserleri Hamse olarak bilinen eserleridir. Bu terimin ifade ettiği, İran ve Türk
şairlerince anlaşıldığı manada gerçek bir hamse değildir; çünkü hamseyi
oluşturacak olan beş kitaptan biri mesnevi değil sadece yazarın Divan'ıdır. Gerçekten hamse'nin ihtiva
ettiği dört eseri sıra ile Sohbetü'l-Ebkar; Hefthan; Nefhatü'l-Ezhar ve
Sâkî-nâme olarak isimlendirilir.
Bunların ilki Sohbetü'l-Ebkar, Câmî'nin
kırk kısma bölünmüş Sohbetül-Ebrar'ına benzer şekilde yazılmıştır. Bunların her birisi
bazı tasavvufî ve ahlakî düşünceler üzerindeki meselelere tahsis edilmiştir.
Münazara genellikle tarihten veya menkıbeden alınmış aşağı yukarı duruma
münasip kısa hikayelerle kuvvetlendirilir.
Hefthan, tamamıyla
tasavvufî bir havadadır. Burada ruhî hayat üzerindeki yedi alıştırma,
tasavvufî aşkın vecd ve kendinden geçme hallerini uzun uzadıya izah eder. Bu şiiri hiç
görmedim. Fakat Hammer bunu basit ve herkesçe bilinen ahlâk dersleriyle saçma
hikayelerden müteşekkil basit bir eser olarak görür.
Üçüncü eser Nefhatü’l-Ezhar
hacim ve hususiyet bakımından ilkine çok benzer. Nizâmî’nin Mahzenü'l-Esrar
isimli şiirine nazire olarak yazılmıştır. Eser, kesin ahlâkî ve manevî
mevzuların müzakere edildiği birkaç bölümden müteşekkildir ve sonuçlar
yazarın müessir ve muvafık olarak kabul ettiği hikayelerle takviye
edilir.
Husûsî ismi, Âlem-nüma
olan Sâkî-name zamanının çok popüler olan diğer şairlerinkinin
aynıdır; belki de bu eserlerden biraz daha tafsilatlıdır; fakat elbette Hâletî'nin aynı isimli
515 beyitlik eserinin yanında, arasına on iki rubai de serptirilmiş 1561 beyit ihtiva eden bu eser
daha uzundur. Atâî Sâkî-nâme'sini ilk zamanlardaki
romantik mesnevilerde olduğu gibi eserin mevzuuna uzun hamd ve şükran dualarıyla birlikte Peygamber'in
mi'racını, Sultan'ın medhini, telif sebebini
de baş kısma ekleyerek önemli mesnevi şairlerinin yaptığı gibi hamsenin tamamlanması olarak anlaşılan uzun ve mühim
mesneviler kategorisine sokmayı hedef
edinmiştir. Benim gördüğüm kadarıyla bu tür başlangıç sakî-nâme türünden diğer eserlerde görülmez. (…)
Atâî'nin eserinde
söylenmesi gereken iki nokta vardır. İlki yazarın atasözlerine
düşkünlüğüdür. Meşhur bir atasözünün fırsat düştükçe takdimi o zamana kadar şairlerce
tercih edilen bir kullanış şekliydi, fakat Atâî bu kullanışı daha ileri götürmüştür. Hamsesinin pek
çok kısımları özellikle içlerindeki hikayeler
Türklerin sahip olduğu küçük özlü sözlerle doludur. Eserine aldığı meşhur atasözleri için bu tesir Atâî ve kendinden
sonraki dönemin yazarları arasında
bir sınır teşkil eder. Geçiş dönemi şairleri bir bütün olarak bu sade atasözleri
için aynı muhabbeti taşırlar; bazıları manzumelerinde daha az yer verirler. Fakat şiir edebiyatını millî istidatla bir
ahenk içerisine getirmek için uğraşan
yazarların durumunda böyle bir yöntem bizim beklediğimiz bir şeydir. Böyle
kişiler eserlerine canlılık ya da ilgi çekecek her yerli unsurdan tabiatıyla istifade edeceklerdir. Atâî ile birlikte gelecek
ruh şuursuzca bir canlılık kazanmıştı.
İkinci önemli husus şairin, halefleriyle değil de geçmişle olan alâkasını gösteren ve bütün eserlerini istila etmiş olan
keskin ve saldırgan kadın düşmanlığıdır.
Atâî bu yönde en kaba mücrimlerden biridir. Onun için bir kadından az bir bahis, bütün kadın cinsine küfürlü
hakaretler savurmaksızın hemen hemen imkansız
gibidir. (…)
(Osmanlı Şiir Tarihi, c. 2, çev.
Ali Çavuşoğlu, 1999).