Şehzade, şair (D. 23 Ocak 1459, Edirne
- Ö. 25 Şubat 1495). Batı tarihlerindeki adı Cim ve Zizim’dir. Fatih
Sultan Mehmet’in en küçük oğlu olup, doğum haberi II. Mehmet (Fatih)’e
Yunanistan seferine giderken ulaşmıştı. Cem Sultan dört yaşına kadar sarayda mürebbiler
arasında büyüdü. Dört yaşından sonra çeşitli hocalardan dersler
almaya başladı. Bu eğitim on yaşına kadar sarayda sürdü. Kastamonu’da oranın en
yetkin hocalarından Farsça ve Arapça dersleri aldı. Rumca dahil, birkaç dili
mükemmel denecek kadar öğrendi. Cem Sultan’ın Konya’da lalası Gedik Ahmet Paşa,
hocası Mevlana Turabi’ydi. Bunlardan başka hocaları arasında Hatibzade Nasuh
Bey, Frenk Süleyman Bey, Celal Bey ve şair Şahidî vardır.
Cem Sultan önce Kastamonu Sancakbeyi, daha sonra da Konya Valisi olarak görevlendirildi. Dönemin ilim ve kültür merkezi olan Konya’da üç yıl kaldı. Yirmi iki yaşındayken babası Fatih Sultan Mehmet’in ölümü (3 Mayıs 1481) üzerine, Amasya’da bulunan Şehzade Bayezid ve Konya’da bulunan Cem Sultan’a haberciler gönderildi. Veziriazam Nişancı Karamanlı Mehmet Paşa, padişahın ölümünü bir süreliğine gizlemeye çalışmışsa da bunu başaramadı. Duruma kızan Yeniçeriler ayaklanıp Karamanlı Mehmet Paşa’yı öldürdüler ve Şehzade Bayezid’in, İstanbul’da bulunan oğlu Korkut’u saltanat naibi ilan ederek tahta çıkardılar. Bu arada Cem Sultan’a gönderilen haberci, yolda Şehzade Bayezit’in kayınbabası ve Anadolu Beylerbeyi olan Sinan Paşa tarafından yakalanarak öldürüldü. Cem Sultan babasının ölüm haberini aldığında iş işten geçmiş, en büyük destekçisi olan Sadrazam Karamanlı Mehmet Paşa da yeniçerilerin isyanıyla öldürülmüştü. Cem Sultan, babasının ölümünü dört gün sonra öğrenebildi. Şehzade Bayezid ise İstanbul’a varır varmaz devletin yönetimini eline almıştı.
Bütün bunlardan sonra Cem Sultan, babasının ünlü Kanunname’sine koydurttuğu, “Her kimesneye evlâdımdan saltanat müyesser ola karındaşlarını nizâm-ı âlem için katletmek münasiptir. Ekser ulemâ dahi bunu tecviz etmişlerdir...” hükmü gereği öldürüleceğinden emin olduğundan, Konya civarından topladığı bir miktar askerle Bursa’ya doğru ilerleyerek, 27 Mayıs 1481’de İnegöl önlerine geldi. Sultan II. Bayezid ise, Ayas Paşa yönetimindeki bir orduyu Cem Sultan’ın üzerine gönderdi. 28 Mayıs’ta yapılan savaşı kazanan Cem Sultan Bursa’da padişahlığını ilan etti. Kendi adına hutbe okutarak para bastırdı ve çeşitli fermanlar yayımladı. Ancak saltanatını yirmi gün sürdürebildi.
Sultan II. Bayezit’e gönderdiği arabulucularla kendisinin Anadolu’da, Sultan Bayezid’in de Rumeli’de padişah olmasını ve Osmanlı topraklarını eşit olarak paylaşmayı önermiş, kan dökülmemesini istemişti. II. Bayezid ise buna, “Hükümdarlar arasında akrabalık yoktur” biçimindeki Arap atasözüyle karşılık verdi.
Bundan sonra taraflar daha üstün bir duruma sahip olabilmek için gayret gösterdiler ve Sultan II. Bayezid, ordusuyla birlikte Cem Sultan’ın üzerine yürüdü. Bursa / Yenişehir Ovası’nda 20 Haziran 1481 tarihinde yapılan savaşı yitiren Cem Sultan Konya’ya döndü. Ancak Gedik Ahmet Paşa komutasındaki kuvvetlerin onu izlemesi üzerine, yanına ailesini de alarak Osmanlı topraklarını terk ederek Adana, Halep, Kahire ve oradan da hac mevsiminde Hicaz’a gitti. Cem Sultan, hacca giden tek “Osmanoğlu”dur. Orada yazdığı şiirlerinde saltanat kavgasından tamamen vazgeçtiği, hac farizasını yerine getirmenin verdiği iç huzuru taç ve tahta bile değişmek istemediği görülür.
Hacdan sonra tekrar Kahire’ye giden Cem Sultan, çeşitli telkin ve tahriklerle yeniden talihini denemek istedi ve 27 Mayıs 1482’de Konya’yı kuşattı. Ancak, Sultan II. Bayezid kuvvetlerinin ona yaklaşıyor olması üzerine kuşatmayı kaldırarak Ankara’ya gitti. Oradan da tekrar Mısır’a gidecekti, ne var ki yollar tutulmuştu. II. Bayezid bu kez Cem Sultan’a bütün masraflarının karşılanması koşuluyla Kudüs’e yerleşmesini önerdi. Ancak Cem Sultan bu öneriyi reddetti. Bu sırada Rodos şövalyelerinden Pierre d’Aubusson onu Rodos’a davet etti. Rodos’ta varılan anlaşmaya göre (30 Temmuz 1482) şövalyeler Cem Sultan’a yardım edecekler, karşılığında Rodos’tan alınan adalar geri verilecek ve masraflarına karşılık 150 bin altın alacaklardı. Bu sırada Sultan Bayezit şövalyelere her yıl 45 bin duka altını vermek üzere bir anlaşma yaptı. Cem Sultan’ın Fransa’ya gönderilme kararı alınmasına karşın o hâlâ Rumeli’ye geçme plânları yapıyordu. Rodos’tan Sicilya’ya, oradan Nis Limanı’na ulaştı ve bir süre orada kaldı. Cem Sultan’ın Fransa’dan başka bir ülkenin eline geçmesini Osmanlı Devleti açısından sakıncalı gören Sultan II. Bayezid, bir elçi göndererek Cem Sultan’ın Fransa’da tutulmasını istedi.
Cem Sultan’ın Fransa macerası beş buçuk yıl sürdü. Marsilya yolu ile Tolon’a oradan da 14 Mart 1489 tarihinde Roma’ya geçerek Papa ile görüştü. Papa, Cem Sultan’ı bahane ederek Osmanlılara karşı bir haçlı seferi düzenlenmesini istiyordu. Ancak bunda başarılı olamayınca Cem Sultan’a Hıristiyan olma önerisinde bulundu. Ancak Cem Sultan bunu kesinlikle reddetti. Onun tek arzusu Mısır’da bıraktığı annesi ile çocuklarına kavuşmaktı. Ancak Papa’nın başka tasarıları vardı ve bu nedenle çeşitli tekliflerde bulundu. Cem Sultan ise bu önerileri, “Din-i mübin-i İslâm’a ihanet edemeyeceği ve dinini cihan saltanatına değişmeyeceği”ni söyleyerek geri çevirdi.
Bu arada, altı yıl Roma’da kalan Cem Sultan ile Papa’ya suikast girişimlerinde bulunuldu. Fransa Kralı VIII. Charles’in ısrarlı istekleri üzerine, Cem ona teslim edilmek üzere Napoli’ye doğru yola çıkıldı, ancak yolda fenalaştı. Muhtemelen teslimden önce Papa tarafından zehirlenmişti. Bu arada, ailesinin Mısır’dan İstanbul’a getirilip gözetilmesi, kendisine hizmet edenlerin memnun edilmesi ve ölüsünün mutlaka Osmanlı ülkesine götürülmesi biçimindeki vasiyetini yazdırdı.
İyi
bir şair olan Cem Sultan’ın şiirlerinde söylem çok görkemli
değil fakat lirizm güzel, duygulu ve hüzünlüdür. Farsça şiirlerinin Osmanlıca
şiirlerinden daha başarılı olduğu genel bir kanıdır. Bu bağlamda Türkler içinde
en iyi Farsça şiir söyleyenlerden biri sayılır. Türkçe ve Farsça divanları
olduğu gibi Süleyman Savcı’nın “Cemşit
ve Hurşit” adlı manzumesini de Türkçeye çevirmişti. Birisi Farsça öteki Türkçe olmak
üzere iki “Divan”ı ve “Hüsrev ü Şirin” adlı bir mesnevisi
vardır. “Divan”ları baştan sona
neredeyse hüzün yüklü şiirlerle doludur.
HAKKINDA: İbrahim Alaeddin Gövsa / Türk Meşhurları (1946), İ. Halil Ersoylu / Cem Sultan’ın Türkçe Divan’ı (1989), Muhammet Kuzubaş / Cem Sultan’ın Şiirlerinde Hüzün (2006), İhsan Işık / TEKAA (2006).
Rişte-i ömrüm dükendi gerçi nâzundân senün
Kılca eylük görmedüm zülf-i dırâzundan senün
İy sanem ışk-i hakîkî dahı olsa reh-nümûn
Ger dönersem kâfirem ‘ışk-i mecâzundan senün
Secde itsem kûyana ta‘n itme zâhid kim anun
Yigdürür bir secdesi cümle nemâzundan senün
Devr eli gûşun buraldan iy gönül tanbûr-vâr
Od düşer evc-i semâya sûz u sâzundan senün
Nesne yok sana niyâzundan gönülgönül var fârig ol
Çünki fârig-dil geçer dilber niyâzundan senün