Yazar. 11 Mart 1973, Üsküdar / İstanbul doğumlu. Kadıköy Kız Lisesindeki öğrenimini terk etti (1990). Hayatını ev hanımı olarak yazı çalışmalarını sürdürdü. Anı, deneme ve çocuk edebiyatı türlerinde eserler verdi. Yazı çalışmalarına Yeni Asya gazetesinde köşe yazılarıyla başladı (1996). Ürünlerini bu gazetenin yanı sıra Bizim Aile, Can Kardeş, Moral dergilerinde yayımladı. 1995-98 arası Moral FM radyosunda “Toprak Testi” adlı bir program hazırlayıp sundu. Radyo programlarından dolayı çeşitli radyolarca başarı plaketleriyle ödüllendirildi. Bir Genç Kızın Günlüğü adlı anı kitabı Milli Eğitim Bakanlığınca liselere tavsiye dildi.
ESERLERİ:
DENEME:
Kendini Okuyan Kadın (1996), Senin İçin (2001), Sonsuz Yürüyüş (2005)
ANI:
Bir Genç Kızın Günlüğü (1998).
ÇOCUK
KİTABI: Alican’ın Günlüğü – Okul Günlerim
(2001), Hayal Arkadaşım (2002), Nurcan Büyüyor (2002), Gökkuşağı Kardeşliği (2004), Nurcan’ın Gözlüğü (2006), 4 Mevsim 4 Arkadaş (2007).
Güneş sobe! Kırlangıç, leylek sobe! Kelebek, gördüm seni, sobe! Papatya,
ordasın sobe! Can erik sobe!
Haydi, güzellikleri
sobeleme zamanı geldi! Onların çoğu saklanmıştı; yeniden bulup görünce sevinelim diye! Çünkü bizim
gözlerimiz sürekli ve çokça gördüğü şeyleri
beğenmez! Hep görmekten bıkar da en sevdiği şeyi bile ‘göz göre göre’ eskitip bir kenara atar!
Onlar gözlerimizin bu kötü huyunu bilip birer birer saklanırlar.
Bulamamaktan ve görememekten gözlerimiz acıyana ve bıkana kadar! Sonra
çiçekler tohumlarını çatlatır, yavrular yumurtalarını; tayfalar halinde
çıkarlar saklandıkları yerden. Gözlerimiz ‘yeniden görüştüğüne’
sevinir.
Güneş tüm enerji ve ışığıyla yaklaşır bir kez daha. Güzellikleri netçe
ve doya doya seyir, sevinç ve şükür için günler uzadıkça uzar!
Yaz geceleri kısa türkü tutturur cırcır böceği.
Uzun gündüzün şen şadır şakımalarına karışır belki de sesi...
Saklambaç bitmişse de, bu kez (insan gözü bu ya!) başka bir oyun başlar:
Körebe!
Her yer sanat,
kudret ve rahmet eserleriyle sonuna kadar ve lebaleb dolsa da başka türlü gözü bağlanır insanın. Bu kez ‘her şey
var ama görecek gözler yok’ gibidir!
Alışmakla o bir-iki ayda ne çok benimser de, bir bakarsın yine bıkar bunlardan! Göre göre görmemeye başlar!
Sanki ‘milattan öncelerden beri bu manzaralar hep böyleymiş ve hep böyle
kalacakmış gibi alık, suyu bilmeyen balık gibi dolaşmaya
başlar; yine eskitmiş, yine bıkmış gözleriyle!
Sonrası malum! Bu kez sabun köpüğü gibi sağımızda solumuzda ‘pıt, pıt’
edip sönerek hepsi kaybolmaya ve saklanmaya başlar.
İnsanın gözü insana ne oyunlar oynar! Asıl mesele, görecek gözler taşısa
da, ne taşımakta olduğunu, nasıl göreceğini bilememekte! Bir çift göz yetmiyor
yani görmeye ve bilmeye!
Onların bir gelip bir kaybolmakla ayıltma ve dikkat çekme çalışmaları
sürse de, alık bakana ‘var da yok da bir’ ve aynı oluyor! Bu yüzden
yokmuş gibi, kendi varlığından da habersiz yaşıyor nice insan! Varlıklarda
kendi varlığını ve Yaratıcının varlığını göremediği için!
Çekirge sobe! Böğürtlen gördüm seni sobe!
Onları sobelemek için onları arayan gözlerin olması lâzım! Ha, bir de
körebe gibi gözlerin bağlı olmamalı!
Karasinek sobe! Uğurböceği ordasın sobe!
(25 Şubat.2006, Yeni Asya Gazetesi-Yürekçe Köşesi)