Neşe Cehiz

Yazar

Doğum
Eğitim
Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi

Yazar. 1958, Ordu doğumlu. Ankara Üniversitesi Eczacılık Fakültesi mezunu. Bir kamu kuruluşunda biyokimya uzmanı olarak görev yapıyor. Ürünlerini Gösteri, Varlık ve Yaşasın Edebiyat dergilerinde yayımladı. Evlilik Cüzdanlarını Buruşturan Öyküler adlı dosyasıyla 1991’de Akademi Kitabevi Öykü Ödülünü kazandı. Radyo oyunları TRT İstanbul Radyosunda seslendirildi. TV için “Baba Evi” dizisinin senaryosunu yazdı.

ESERLERİ:

ROMAN: 413 Yaşadı mı? (1993), Yalan Roman (1995), Olmasa Senin de Adın (2000).

ÖYKÜ: Evlilik Cüzdanlarını Buruşturan Öyküler (1992), Fasulyeden Aşklar (1996), Bakire Kızlar ve Ötekiler (2003), Beni Odana Götür (2004), Kanlıca’da Çılgın Aşk (2005).

OYUN: Sırça Saray, Burada ve Şimdi, Mutlu Olacağım Yer.

SENARYO: Baba Evi (TV dizisi).

HAKKINDA: Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Olmasa Senin de Adın (Varlık Kitap, Mart 2000), TBE Ansiklopedisi (2001), Yasak Olana El Attım (Günaydın, 5.4.2005).

KANLICA’NIN BAKİR OĞLANLARI

Kanlıca' nın bakir oğlanları mahallenin çapkın, sevecen ve iyiliksever dişçisi Metin Zorlu' nun muayenehanesinde toplandılar bu soğuk ama güneşli kış sabahı. Hepsi hemen hemen aynı anda içlerini geçirdi anlatılanları dinledikten sonra. Yeni bir düş ve amacın eşiğindeydiler çünkü, ama enikonu şaşkın görünüyorlardı. Kiminin açık ağızlarından görünen diş telleri elbette ki dişçi Metin Ağabey’ in elinden çıkmaydı ve gidecekleri yönü dinlerken dışarıda, damların üzerinde ya da sokak aralarında inim inim inliyordu Kanlıca’ nın azgın kedileri.

Kanlıca' nın bakir oğlanları üzerlerine kabus gibi çöken ve attıkları her adımda karşılarına dikilen ve kendilerini alay konusuna dönüştüren bekaretlerinden kurtulmayı diliyorlar  artık. Bir an önce çivi gibi, zımba gibi, zıpkın gibi delikanlılar olmak istiyorlar, bunu gerçekleştirmeleri için gereken bilgileri almak üzere geldiler buraya. Puslu bir karanlığın içine fener tutuyor mahallenin sevimli dişçisi, yolu tarif ediyor ayrıntılarıyla.

Kanlıca' nın bakir oğlanları bu soğuk ama güneşli kış sabahı Karaköy Genelevi'nin yolunu tutmaya hazırlanıyor hafifçe ürpererek. Mahallenin deneyimli dişçisi Metin Zorlu onlara yapmaları ve yapmamaları gereken şeyleri tek tek, özenle, sabırla, yineleye yineleye anlatıyor bu cumartesi sabahının ilk cılız ışıklarından bu yana. Dönüp dönüp tekrarlayası geliyor nedense aşırı bir nezaketle. Ondan sonra, ondan sonra diyor sık sık, huşu içinde dinliyor Kanlıca’ nın bakir oğlanları.

Kanlıca'nın bakir oğlanları sevecen ve afacan dişçi Metin Zorlu'nun iki katlı şirin evinin minimini bahçesinde dizilmişler şimdi, besmeleler çekiyor, başarılı olmayı diliyorlar tanrıdan. Saygı dolu eller, çifter çifter yığınla kol gökyüzüne kalkmış, dudaklar fısırdanan dualarla kıpır kıpır, gözler baygınca yumulu. Horoz kesiyorlar kurban diye, zorlu yolculuklarına koyulmadan önce.  Sevimli dişçi kendine özgün nükteleriyle yakalıyor iki eliyle horozun boynunu, sıyırıyor bıçağını. Ama Metin Zorlu'nun, o çürük çarık, eğri büğrü dişlere can veren, apse yapıp kokuşmuş olanlarını kökünden bir hamlede söken usta, güçlü ve kıllı ellerinin altında anlatılmaz acılar içinde can veren nice çıtır tavuğun ahını almış çilli hain horoz son bir gayretle sağlam bir ibik darbesi çıkarıyor ve merakla katliamı biraz yakından izleyen Kanlıca'nın bakir oğlanlarından ilkinin sol gözünü bahçenin taş zeminine döküyor jöle kıvamında.

Kanlıca'nın bakir oğlanları, bu elim olaydan etkilenmeden Kadıköy İskelesi'ne kalkan otobüslere yürüyor akın akın, ama bakir oğlanlardan ikincisi, sabah evinde sakin sakin dinlenirken önce sancılanan, sonra apar topar kaldırıldığı klinikte,    doğumu büyük bir merakla camlı kapının dışından izleyen ve gözyaşlarına boğulmuş geniş aile üyelerinin anırtıları arasında  dünyaya nurtopu gibi bir bebe, buruş buruş kurbağa suratlı, yamru yumru kol ve bacakları kibritten daha zayıf, ciğer kırmızısı bir bebe fırlatmayı başaran ablasının yanına götürülüyor kavruk bir haberci tarafından.  Ne yapacağını hepsi birbirinden daha az bilen bakir oğlanlar ordusundan bir kayıp daha verilmiş oluyor böylece

Kanlıca'nın bakir oğlanlarından üçüncüsü durağa yaklaşan otobüse, hayran olunacak bir ustalıkla binerken ezelden beri hasretlik çektiği kadın kokusuna doğru aceleyle attığı adımın arabanın çamurlu basamağı yerine havaya asılıp kalmasıyla yüzünü asfaltın soğuk ve pis zeminine gömüyor, başından oluk oluk akan kan ıslatıyor ortalığı ve yaşına göre epey serpilmiş taze bedeni yerde çırpınırken diğerleri otobüse doluşup alıp başlarını sıvışıyorlar sessizce.

Kanlıca'nın bakir oğlanlarından dördüncüsü bir gece önce, anacığının yaptığı, lezzetli, bol sarımsaklı mantıdan tabak tabak höpürdettiği için, ağzını açıp da tek laf edemiyor ve geçkin ama ustaca göz süzen, gerdan kıran, kıç kıvıran Kanlıca'nın namlı topoşlarından birinin fingirdemelerine karşı koyamıyor ve yanına sokulan al yanaklı topoşla birlikte arka sahanlığın serin kuytularında gözden uzaklaşıyor.

Giderek azalan oğlanların arta kalanları en yakın geleceklerine götürecek olan şehir Hatları Vapuruna atıyorlar kendilerini otobüsten indikten sonra.

Kanlıca'nın bakir oğlanlarından beşincisi, vapurda uzun süredir görmediği kumarbazın allahı, ipe sapa gelmez, işe yaramazın biri olan uzak bir akrabaya yakalanıyor tuvalete inen merdivenlerde, ısrarlara boyun eğiyor ve Veliefendi Hipodromu'nun yeşil çimlerine, beyaz demirli padoğuna doğru kanat çırpıyor, kızı geçenlerde Popstar yarışmasında finale kalan akrabasıyla birlikte. Oğlanın şanslı olduğu ve altılıyı tutturucağı düşünülse de, bundan sonrakilerin başına gelenlere bakılırsa, cebindeki paranın tümünü hipodromun beygirlerine yem olsun diye saçıp savurması göz ardı edilebilir belki de.

Kanlıca'nın bakir oğlanlarından altıncısı, kaderinin siyah gözlüklerini takmış, yakasını kaldırmış, keskin bakışlarıyla iskelede onu beklediğini bilmiyor oysa. Vapur iskeleye yanaşırken, her zamankinden daha atak ve daha istekli olan bedeni, içindeki cinsel taşkınlığın da iteklemesiyle diğerlerinden ayrılıyor ve giriştiği oldukça talihsiz bir uzun atlama, daha doğrusu atlayamamanın ardından Karaköy' ün kenef kokan, deniz anası kaynayan, bulanık ve kara sularında boğuluyor. Kendisine yardım amacıyla uzatılan ip, sicim, kurdele ve paket lastiklerine tutunmayı başaramayarak boğuluyor sonra.  Ama son teselli olarak, suyun yüzeyinde son kez belirip kaybolan iki parmağının zafer işareti yaptığını da belirtmek gerek.

Kanlıca'nın bakir oğlanlarından yedincisi, tenini delicesine, oyarcasına, yakarcasına saran şehvetin verdiği körlükle acele edip kalabalık caddeyi bir solukta geçerek köşeyi dönmek isteyince, karşı istikametten gelen gözü kara sürücünün torpido gözüne eğilip çok ama çok sevdiği İzzet Altınhan kasetini aldığı anda direksiyon hakimiyetini kaybetmesiyle birlikte, külüstür kamyonunun kocaman, iri tekerlerinin altına pul gibi yapışıyor. Pulu kazıyamayacak kadar kederli olan sürücüden başka kimse kalmıyor yanında. Çünkü bu sırada önden giden diğer bakir oğlanlar arkalarına bile bakmıyor, olanlardan habersiz saçlarını sıvazlıyor, birbirlerini dürtüklüyor, doruğa varmış heyecanlarını iyice açığa vurarak adımlarını sıklaştırmış son metreleri kat etmeye bakıyorlar.

Kanlıca' nın bakir oğlanlarından sekizincisi, koca götü, koca göbeği, tere bulanmış kilolarca yağın örttüğü ağır bedeni sanki hiç yokmuş gibi davranıp, bir çekirge kadar hızlı, çevik ve kıpır kıpır, capa canlı, kerhanenin doksan dereceye yaklaşan eğimli, dimdik yokuşunu hiç durmadan,  var gücüyle koşarak çıkmaya kalkışınca, tam demir kapı önünde kerhanenin oğlancı bekçisinin boyasız botları önünde şakkadak düşüp bayılıyor. Böylece bu akıl almaz, bu şehvetli yolculuktan geriye sadece üç bakir oğlan kalıyor.

Kanlıca' nın bakir oğlanlarından dokuzuncusu, kapı önünde şakkadak ya da şrrak diye bayılan, gümbürt diye yere devrilen şişkoyu hayat öpücüğüyle diriltmeye çalışan oğlancı bekçinin işini bitirmesini bekliyor başka çaresi olmadığı için, ama ambülans yetişip de yarı koma halindeki şişko sedyeye yüklenirken oğlancı bekçi pençeleriyle yakalıyor onu ve geri çeviriyor, sokmuyor içeri delikanlıyı, kimliğini evinde unuttuğu için.

 

Kanlıca’ nın kalan son iki bakir oğlanından  onuncusu, kendinden geçmiş, ağzından salyalar akıta akıta vitrindeki kadınları izleyip içlerinden birini seçmeye çalışıyor sevimli, çapkın, iyiliksever ve müzik düşkünü Metin Ağabeyinin dediği gibi. Ona yiyecek gibi bakan yarı çıplak, memeleri dışarıda kadının ince mavi, şeffaf ve kısa giysisine gözlerini kaydırmadan doğruca gözüne dikiyor gözlerini. Dilini çıkarıp yalanan, siyah saçlı, ip incecik dudaklı bu kadının onu beğendiği ve tercih ettiği yanılgısına kapılıyor acemi oğlan, ama bu sırada sotada bekleyen yankesicinin yakın ilgisine maruz kalıyor, cüzdanını çaldırıyor ve başını yumruklaya yumruklaya çıkıştaki polis kulübesine ilerliyor.

Şehirde ambülans ve polis sirenleri cıv cıv öterken, bakir oğlanlar kafilesinin içinden tek yiğit kalıyor geride, Ayhan adlı bir yiğit. O gözlerini bile kırpmadan hırsla, cesaretle yürüyor evlerden birine doğru. Kıçı dona dona bunca yol kat ettikten sonra, bekleşen iğrenç suratlı adamların, kamburu çıkmış morukların, bir deri bir kemik görünen yoksul gençlerin arasından hızla sıyrılıp utana sıkıla da olsa soruyor kaç para ödeyeceğini. Geçkinlerin ve çirkinlerin ucuz, genç ve güzellerin pahalı olduğunu öğrenince bir an duraksıyor, ancak çabuk toparlıyor kendisini ve o mini mini harçlıklarından biriktirdiği servetine kıyıp bedelini takır takır ödüyor ve güzeller güzeli Bahar’ ı ayırıyor aralarından. Ve ömrü boyunca bir daha silinmeyecek olan o ilk cinsellik heyecanıyla, merdivenleri zik zak çizerek çıkıyor, önü sıra giden Bahar’ ın dolgun kalçalarının berelenmiş etlerine baka baka. Cebindeki tüm parayı bayılmış, olacak olanın heyecanıyla sarsılmış olsa da sapasağlam, yiğitçe duruyor işte odanın ortasında. Bahar, ona soyunmasını söyleyip çekip gidince, yiğit Ayhan gömlek pantolon ne varsa çıkarıyor üzerinden, annesinin sakız gibi yıkadığı, kar gibi beyazlattığı donuyla ve  yüzde yüz yün çoraplarıyla kalıyor sonunda.

Beklerken bir düşüncedir alıyor Kanlıca’ nın sona kalan yiğidi Ayhan’ ı, donuyla çorapları arasında kararsızca gidip geliyor bakışları, çünkü giysileri çıkarınca geri kalan bu iki nesnenin gereği var mı yok mu bilemiyor acemiliğinden. Ve korkusundan dişlerini öyle bir sıkıyor ki diş etlerine kan oturuyor o anda. Odadaki lavaboya koşuyor ve ağzını fokur fokur çalkalıyor, gıcır gıcır olana dek ovalıyor dişlerini. Bu yetmezmiş gibi, Bahar’ ı beklerken minnacık kalan, korkudan, endişeden daha önce hiç görmediği kadar küçülen ve içine doğru çekilmiş gibi duran, büzüşen kamışı sinirini bozuyor ve kesilen horoza, edilen dualara rağmen onu mahçup eden bu organa acayip kızıyor.

 

Kanlıca’ nın bakir oğlanlarından sonuncusu yiğit Ayhan, kendisini yok oluyormuş gibi hissettiği bu zavallı odada kafasını ayaklarını ve kendisini zavallı gösteren çorabına takmış, yanlış karar veriyor yine. Gerçek bir geri zekalı gibi, süzme bir salak gibi, mankafa bir yeni yetme gibi çıkarıyor çorabını titreyen elleriyle. Ve yiğit Ayhan kerhane odasında üzerinde yalnızca bir donla karşılıyor, genç, taze, siyah saçlı, donuk suratlı genelev kadını Bahar’ ı. Bahar içeri girer girmez tepeden tırnağa süzüyor yiğit Ayhan’ ı. Buraya gelene dek ne badireler atlattığını, geride kaç kişinin telef olduğunu bilmeden  küçük dilini, bademciklerini ve hatta gırtlağını göstere göstere gülüyor titreterek şeffaf, mavi ve erotik giysisini. Gülmesi durulup da karşısındaki tıfıl, acemi, bakir, ürkek ve içine çekilmiş organıyla baş edemeyen zavallı yiğit Ayhan’ a tek bir cümle edebiliyor kahkahalarının arasında.

Ne çıkardın çorabını oğlum? Ayağını mı sokacan?

Kanlıca’ nın bakir oğlanlarından sonuncusu da böylece telef olup gidiyor kerhaneye ulaşsa da sonunda. 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör