Mustafa İsen

Profesör, Müsteşar, Milletvekili, Edebiyat Araştırmacısı, Akademisyen, Bürokrat, Siyasetçi

Doğum
03 Aralık, 1953
Eğitim
Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Edebiyat tarihçisi, akademisyen, profesör, yazar, bürokrat, müsteşar, 25. ve 26. Dönem Sakarya Milletvekili. 3 Aralık 1953, Adapazarı doğumlu. Balkan kökenli göçmen bir ailenin oğludur. Çorum İmam Hatip Okulu (1967), Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1975) mezunu. “Künhü’l Ahbar’ın Tezkire Kısmı: İnceleme-Metin” adlı teziyle doktorasını yaptı (1979). Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne Eski Türk edebiyatı asistanı olarak atandı. 1981 yılında Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Belgrat Üniversitesi Filoloji Fakültesi Doğu Dilleri Bölümüne Türkçe okutmanı olarak gönderildi. 1983 yılına kadar burada görev yaptı. Aynı yıl yardımcı doçent oldu ve yurda dönüşünün ardından Atatürk Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünde öğretim üyesi olarak çalıştı. O yıllarda kuruluş aşamasında olan Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünde de alanıyla ilgili dersler verdi. MEB’de müşavir olarak görevlendirildi (1987-89).

Aynı yıl Eski Türk Edebiyatı alanında doçent oldu ve 1989 yılında Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümüne atandı. Burada aynı fakültenin dekan yardımcılığı (1992-96) ve Türkçe Öğretim Uygulama ve Araştırma Merkezi Başkanlığı görevine getirildi (1993-96). 1994’te profesör oldu. 

Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi SBE’de müdürlük (1996-98) ve Gazi Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesi TDE Bölümünde başkanlık görevinde bulundu. Aynı fakülteye dekan olarak (1997-2000) atandı. Sonra Başkent Üniversitesi Fen Edebiyat Fakültesine geçti. Bu kurumda TDE Bölümü Başkanlığı yaptı (2000-2002). 7 Aralık 2002 tarihinde Kültür Bakanlığı Müsteşarlığına atandı. Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleşmesi sonucu 17 Haziran 2003 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına tayin edildi. 

22 Temmuz 2007 seçimlerinde AK Parti'den milletvekili aday adayı olmak başvurdu, aday yapılmayınca müsteşarlık görevine döndü. Abdullah Gül'ün Cumhurbaşkanlığa seçilmesinin ardından Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreterliğine atandı. Bu görevi yanı sıra 4 Nisan 2003 tarihinden beri Ahmet Yesevi Uluslararası Türk-Kazak Üniversitesi Mütevelli Heyet üyeliği, 17 Ekim 2009 tarihinden itibaren ise YÖK üyeliği görevlerini sürdürdü. 17 Aralık 2002 tarihinde Kültür Bakanlığı Müsteşarlığına getirildi. Kültür ve Turizm Bakanlıklarının birleşmesi sonucu 17 Haziran 2003 tarihinde Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarlığına tayin edildi

Prof. Dr. Mustafa İsen, Kültür ve Turizm Bakanlığı Müsteşarı iken, önce Cumhurbaşkanı Abdullah Gül döneminde Cumhurbaşkanlığı Genel Sekreteri, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan döneminde Cumhurbaşkanlığı Başdanışmanı olarak görev yaptı. 

7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde Sakarya Milletvekili seçilerek TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. TBMM Milli Eğitim, Kültür, Gençlik ve Spor Komisyonu üyeliği yaptı.

Türk Edebiyatı ile ilgili yayınlanmış çok sayıda çalışması olan Prof. İsen, Eski Türk edebiyatı ve Balkanlar’ın Türk kültür varlığı ile ilgili yayımlanmış çalışmalarıyla tanındı. Makalelerini Çevren, EÜ Edebiyat Fakültesi Araştırma Dergisi, Millî Kültür, Kaynaklar, Türk Kültürü Araştırmaları, Türk Dünyası Araştırmaları, Millî Eğitim, Türk Yurdu, Yedi İklim, Türkiye Günlüğü, Bilig, Türk Dili, Dergâh ve Sesler gibi yayın organlarında yayımladı. Başbakanlık Atatürk Kültür Merkezinin çıkardığı TDOE-TDE Ansiklopedisinin madde yazarları arasında yer aldı.

ESERLERİ:

Sehi Bey Tezkiresi (sad., 1980), Yugoslavya Türk Çocuk Şiirinden Seçmeler (R. İsen ile, 1980), Büyük Türk Klasikleri (c. 3-4, H. İpekten, T. Karabey ve M. Akkuş ile, 1986), Büyük Türk Klasikleri (c. 6, 1987, c. 7: 1988, H. İpekten, T. Karabey ve M. Akkuş ile), Tezkirelere Göre Divan Edebiyatı İsimler Sözlüğü (H. İpekten ile, 1988), Gelibolulu Mustafa Ali (1988), Usûlî: Hayatı Sanatı ve Divanı (1988), Hammamizade İhsan / Hayatı, Eserleri ve Divanı (R. Canım ile, 1989), Latifî Tezkiresi (sad., 1990), Şeyhî Divanı (Cemal Kurnaz ile, 1990), Türk Edebiyatında Tevhidler (Muhsin Macit ile, 1992), Künhü’l Ahbar’ın Tezkire Kısmı (1994), Acıyı Bal Eylemek (Türk Edebiyatında Mersiye, 1994), Basılı Divanlar Kataloğu (Haluk İpekten ile, 1997), Sultan Şairler (A. F. Bilkan ile, 1997), Türkiye Dışındaki Türk Edebiyatları Antolojisi 7 (S. Engüllü ile, Makedonya-Yugoslavya [Kosova] Türk Edebiyatı, 1997), Ötelerden Bir Ses - Dîvân Edebiyatı ve Balkanlarda Türk Edebiyatı Üzerine Makaleler (1997), Balkanlarda Türk Çocuk Şiiri Antolojisi (Reyhan İsen, Ayşe Esra Kireççi ile, 2001), Eski Türk Edebiyatı (2003), Balkanlarda Türk Çocuk Hikâyeleri Antolojisi (Tuba Işınsu İsen ile, 2002), Gazanâme-i Çehrin (İsmail Hakkı Aksoyak ile, 2003), Şair Tezkireleri (2003).

KAYNAKÇA: Ebubekir Sıddık Şahin / Ötelerden Bir Ses - Mustafa İsen (Hece, Şubat-Mart 1999), Türk Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (1980), Muhsin Macit / Osmanlı Tezkire Yazarları Neler Anlatırlardı (Virgül, Ekim 2000), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007, 2009) -  Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Fomous People (2013), 26. Dönem Milletvekilleri – Sakarya  (akparti.org.tr, 27.05.2016).  

DİYARBAKIR BU MUDUR?

Osmanlı biyografi kaynaklarında yaklaşık üç bin şairin yedi yüzden çoğu İstanbul, yaklaşık yüz ellişer kadarı da Bursa ve Edirne doğumlu idi. Sonrası için çıkan sonuçlar, en azından bugünden bakıldığında, tam bir sürprizdi. Beşinci sıraya Diyarbakır gelip yerleşmişti. Elbette hiçbir veri sebepsiz olmadığına göre bunun da bir izahı olmalıydı.

Şehirlerin gelişim çizgilerini çok değişik veriler üzerinden değerlendirmek mümkün elbette. Akademik hayatımın bir evresinde biyografi kaynaklarını toplu bir değerlendirmeye tabi tuttum; ardından da Osmanlı şehirlerini yetiştirdikleri şair sayıları açısından tasnif ettim. Elde ettiğim verilerin bir kısmı beklenen sonuçlardı. Çalışmaya başlarken kafamda bir hipotez vardı ve bu doğrulanmıştı. Çünkü siyasi gelişmelerle kültürel gelişmeler arasında sağlam bir bağlantı söz konusu idi. Ne ki kültürel gelişmeler siyasi gelişmeleri bir süre geriden izliyordu. Bu değerlendirmenin doğal sonucu olarak İstanbul en çok şair yetiştiren yer olmalıydı, öyle de oldu. Peki sonra? Sonrası için de öngörülerim vardı. Yani eski başkentler, Bursa ve Edirne. Yine sonuç beklendiği gibi. Osmanlı biyografi kaynaklarında yaklaşık üç bin şairin yedi yüzden çoğu İstanbul, yaklaşık yüz ellişer kadarı da Bursa ve Edirne doğumlu idi. Sonrası için çıkan sonuçlar, en azından bugünden bakıldığında, tam bir sürprizdi. Beşinci sıraya Diyarbakır gelip yerleşmişti. Elbette hiçbir veri sebepsiz olmadığına göre bunun da bir izahı olmalıydı. Onu bulmak da bilim insanlarının göreviydi.

Yukarıdaki cümlede en azından bugünden bakıldığında diye bir ifade kullandım. Çünkü biz doğal olarak şehirlerin de farklı bir hikayeleri olabileceğini düşünmeden onları sadece bugünkü konumlarına bakarak değerlendiriyoruz. Oysa günümüzde sıradan bir yerleşim yerine dönüşmüş pek çok yerin tarihte çok önemli yerleşim mekanları olduğunu ya da bugün mühim gibi görünenlerin ise geçmişte yok hükmünde olduklarını bilmemiz gerekiyor.

 

Eski hallerine bakalım

 

Gelelim Diyarbakır’a…. Diyarbakır kuşkusuz günümüzde de önemli bir kent. Güneydoğu’da bir metropol. Daha çok da güvenlik sorunlarıyla gündemde. Peki onun bir de eski hallerine göz atsak…

Şehirlerin ortaya çıkıp gelişmesinde çok değişik faktörler rol oynayabilir kuşkusuz. Bunların başında coğrafya gelir. Diyarbakır, insanlık tarihinin bu önemli ve eski merkezi, bu önemini kuzeydeki dağlık yaylalar ile güneydeki çöl manzaralı ovalar arasında yerleşime elverişli olan intikal alanında ve büyük bölgeleri birbirine bağlayan ana yollar üzerinde bulunuşuna borçludur. Bu yollardan biri Anadolu ve Suriye’den gelerek Irak’a ulaşmaktadır. Akdeniz kıyılarını Basra Körfezi’ne bağlayan bu en kısa yoldan Diyarbakır’da bir ikinci yol ayrılarak kuzeydeki dağ silsilesini Deveboynu ile aşıp Elazığ ve Sivas üzerinden Samsun’a ulaşır ve bu suretle Orta Doğu ile Karadeniz kıyıları arasındaki bağlantı sağlanmış olur. İkinci derecede bir başka yol ise şehri, Bitlis ve Van Gölü havzası üzerinden Azerbaycan ve İran’a bağlamaktadır. Kısacası Diyarbakır, binlerce yıldan beri Anadolu ile Mezopotamya arasında bir geçit, bir geçiş merkezidir. Şehrin, tabii bazı doğal imkanları ve müstahkem surlarıyla kolay savunulabilme özelliği, ayrıca Dicle nehri aracılığı ile Musul’a doğru yapılabilen nakliyat imkanını da buna eklemek gerekir. Bu özelliğinden dolayı Diyarbakır tarih boyunca önemli bir ticaret, ulaşım, siyaset ve bunların sonucu olarak da kültür merkezi olmuştur.

 

Diyarbakır Anadolu’da Müslümanlar tarafından fethedilen ilk önemli merkezlerden biridir. Daha 639 yılında el-cezire fethi ile görevlendirilen İyaz komutasındaki ordu bu şehri de kuşatmış ve birliğin sol kanadını yöneten Halid b. Velid tarafından ele geçirilmiştir. Bundan sonra da pek çok kez Bizans orduları tarafından kuşatılmış olmasına rağmen hiçbir zaman Müslüman yönetimlerinin elinden çıkmamıştır. Şehir bu devrelerde de kültür merkezi vasfını korumuş ve erken dönemde İslam dünyasının dört önemli ilim ve edebiyat merkezi sayılmıştır. Şehir dinler ve mezhepler tarihi açısından da mühim bir merkezdir; Müslümanların dört büyük mezhebinin bu bölgede farklı dönemlerde etkileri olmuş, fakat günümüzde bunlardan sadece Şafii ve Hanefi mezheplerinin mensupları kalmıştır. 12. yüzyılda Diyarbakır’da dört Sünni mezhep bir arada yaşamaktaydı. Mesudiye Medresesi dört mezhep fakihinin tedrisi için kurulmuştu.

Diyarbakır 11. yüzyıl sonlarından itibaren Türk yönetimine geçmiş bu tarihten itibaren şehir çeşitli Türk boylarının hakimiyetinde kalmıştır. Bu dönemden itibaren zaman zaman Türk boylarının başkenti de oldu. Diyarbakır bu dönemlerde daha ziyade gelişti ve Anadolu’nun Türkleşmesi ve İslamlaşması sürecinde de önemli bir geçiş noktası özelliği kazandı. Özellikle Akkoyunlular’ın başkent olması onu daha da kıymetlendirdi. Ama şehir çok kültürlü yapısını da hep muhafaza etti.

Diyarbakır’ın Türk tarihinde ehemmiyetini arttıran hususların başında Anadolu’ya gelirken bu topraklara Doğu Anadolu üzerinden değil de Güneydoğu Anadolu üzerinden gelişlerinin büyük rolü olmuştur. Müslüman olunca İran Azerbaycan ve Bağdat çevresi Türkler için bir Cazibe Merkezi olmuş ve kitleler halinde Türk boyları Orta Asya’dan buralara doğru akmaya başlamışlardır. Bir süre sonra Moğol baskısının da tesiriyle bu kez Anadolu’ya doğru bir akış başlamış ve bu göçler Anadolu’ya o zaman Müslüman olmayan milletlerin kontrolündeki Doğu Anadolu tarafından değil çok erken devirlerden itibaren Müslümanlaşmış Güneydoğu Anadolu bölgesinden girmeye başlamıştır. Bunun sonucunda Artuklular, Eyyübiler, Bitlis ve Diyarbakır Atabeyleri gibi çok sayıda Türk devletinin bu bölgede kurulduğu hatırlanmalıdır. Osmanlı Devleti’ni kuran Kayı boyunun da bir süre Halep dolaylarında dolaştığı ve büyük ataları Süleyman Şah’ın Rakka civarında Fırat Nehri’nde boğulduğu ve Caber kalesinde medfun olduğu düşünülürse Anadolu’ya başlangıçta bütün göçlerin bu bölge üzerinden yapıldığı anlaşılır.

 

Türkçenin geçiş noktası

 

Bu göçlerin sonucunda Türkçe de belli oranlarda etkilenmiş ve 13. yüzyıldan itibaren birbirinden belli ölçüler içinde farklılıklar taşıyan yazı dilleri teşekkül etmeye başlamıştı. Diyarbakır ve çevresi bu farklı yazı dilleri ya da Türkçenin tarihi açısından da önemli bir geçiş noktasıdır. Yazı dilinin ötesinde Türkçenin ağız çalışmaları açısından da bu bölge aynı niteliklere haizdir. Denilebilir ki Orta Asya’da ortaya çıkmış olan kültürel birikim Anadolu’ya taşınırken Diyarbakır adeta bir üst görevi üstlenmiş, bu önemli konumundan dolayı da bu bölgede meydana gelen ağız ve yazı dilleri belli oranda Orta Asya çevresine has hususiyetleri bir oranda da Anadolu’ya has ağız ve özellikleri taşımıştır. Bugün folklorumuzun, klasik metinlerimizin, ağızlarımızın ve yazı dilimizin yayılma alanları sağlıklı haritalara dönüştürülebilse bu söylediklerimin orada kalın çizgiler halinde ortaya çıkabileceği kanaatindeyim.

 

Tezkire-i Şuara-yı Amid

 

Yavuz Sultan Selim’in Çaldıran Savaşı (1517) sonrasında Osmanlı topraklarına katılan şehir, bir süreden beri iç çekişmelere tanık olduğu için harap bir konumdaydı. Osmanlı yönetimi sırasında Diyarbakır, uzun bir süre iç ve dış tehlikelerden uzak kalması, devletin en büyük ve en önemli eyaletlerinden birinin merkezi yapılması, savaşlarda üst ve kışlak olması dolayısıyla çok kısa süre içinde toparlanıp eski ihtişamını elde etti. Bu konumuna denk olarak mimari ve kültürel altyapısını ait eksiklikler de süratle giderildi. 1660 yılında burayı ziyaret ederek eden seyyah Poullet, Diyarbakır’ı gördüğü şehirlerin hepsinden daha güzel bulmaktadır. Poullet’e göre şehrin pazarları ülkedeki başka şehirlerde gördüklerinden daha büyük ve daha güzeldir. İran, Mısır, Kafkasya, Polonya ve Rusyalı tüccarlar buraya gelip ipek, pamuk, tiftik ve sahtiyan alarak memleketlerine götürmektedirler. Bütün bu gayretler Diyarbakır’ı kültürel bakımdan da siyasi konumuna paralel bir noktaya getirdi. Diyarbakır, yukarıda sözünü ettiğim tabloyu doğurdu ve Osmanlı şairleri sıralamasında da bu yüzden beşinci sırayı elde etti. Şehrin bu konumu eski devirlerden beri araştırmacıların dikkatini çekmiş bu potansiyelini gözler önüne seren çalışmalar yapılmıştır. Bunların en önemlilerinden biri Ali Emiri tarafından Diyarbakırlı şairler için hazırladığı Tezkire-i Şuara-yı Amid adlı eserdir. Ali Emiri Efendi’yi izleyen bir başka değerli araştırmacı ise bir diğer Diyarbakırlı araştırmacı Şevket Beysanoğlu’dur. Bunu yine bir başka hemşehri olarak İhsan Işık izler.

 

Edebi birikiminin ötesinde Unesco tarafından da kültürel miras olarak tescil edilen kalesi, Hevsel Bahçeleri, çok kültürlü yapısından doğan zengin mutfak kültürü, yine farklı kültürlerin ürünü olan ve her birinin arkasında heyecan verici hikayelere sahip mimari abideleri, içkalesi, folkloru ve bunlara eklenecek yüzlerce başka birikimi ile Diyarbakır bir potansiyel hazine olarak bizleri bekliyor. Eğer bu şehir güncel ve konjonktürel etkilerden sıyrılır, üzerindeki güvenlik algısın atabilir, tarihi kimliği üzerinden kendini inşa ederse yeniden bir dünya şehri olarak ortaya çıkar. O zaman biz de başlığı Diyarbakır, İşte bu diye düzeltiriz.

KAYNAK: Mustafa İsen / Diyarbakır bu mudur? (star.com.tr, 14.03.2020).

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör