Yazar. 1 Eylül 1955,
Gaziantep doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini Gaziantep’te tamamladı. Hacettepe
Üniversitesi İngiliz Dil Bilimi Bölümü (1979) mezunu. ODTÜ Lisan Okulunda
öğretim görevlisi olarak çalıştı. ODTÜ bursuyla İngiltere’de eğitimine devam
etti. “Language Teaching” konusunda ODTÜ’de yüksek lisans
yaptı. YÖK’ün kurulmasından hemen sonra ODTÜ’deki görevinden istifa etti. Bir
süre Gaziantep’te İngilizce öğretmenliği yaptı, bilgisayar ve İngilizce kursu
açıp yönetti. Gaziantep’te ve ülke genelinde radyo ve televizyon programlarına
katıldı.
Özyaycı, yazılarını
Varlık, Berfin Bahar, Kum Edebiyat dergilerinde
yayımladı. 2005 Sabit İnce Edebiyat Ödüllerinde Kanka adlı kitabı
ikincilik ödülü aldı. Kum dergisi ile Edebiyatçılar
Derneğinin Gaziantep temsilcisidir.
“Nesrin
Hanım ‘Kanka’(Arkadaş) adını verdiği bu kitapta, olağanüstü cesur bir
yüreklilikle kendisini yazmış: Çocukluğunu, gençliğini, öğrencilik yıllarını;
arkadaşlarını, eşini, çocuklarını; iş kadınlığını; bu süreçte gördüğü
ihanetleri, vefaları, dostlukları, acıları, sevinçleri tüm çıplaklığıyla ortaya
sermiş.” (Lütfi Kaleli)
ESERLERİ:
ŞİİR: Işık (2002).
ANI:
Kanka (2003).
ORTAK
KİTAP: İzdüşüm I (Anafilya dergisinin seçkisi, 2003).
ÖYKÜ:
Alleben’de Boğulmak (2005).
KAYNAK: Ahmet Ayaz / Gaziantep’te
Kültür Sanat ve Edebiyat’ta İz Bırakanlar (Şahinbey Belediyesi Kültür Yayını,
25.6.2003), Lütfi Kaleli / Nesrin Özyaycı’yı Tanımak (2003, Kanka İçinde,
s.138), Mesut Yavuz / İki Kitaba Sığdırılan Yaşam (Gaziantep Life, 2.2.2004),
Enver Ercan / Yeni İmzalar (Varlık, Şubat 2005), Fevzi Günenç / Benim Güzel
Gazianteplilerim (Gaziantep Zafer Gazetesi Kültür Sanat Eki, 12.1.2005), Hülya
Soyşekerci / Alleben’de Yeniden Doğmak (Radikal Kitap, 29.4.2005),
www.nesrinozyayci.com, İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Toprak
ıslak. Havada nem kokusu. Yağmur çiselemiş sabaha karşı, belli. Çimenler bir
karış. Her taraf burcu burcu ot kokuyor . Gün ha doğdu ha doğacak. Topraktan
evlerde yaşam telaşı çoktan başlamış. Cennet uyanmış, azığını hazırlamış,
tarlaya gitmek üzere hazır.
“Hadi
çocuklar uyanın!”
Yer
yataklarında dokuz baş horanta. Şıho’ nun acelesi var belli. Sol elinde tütün
tabakası; sağ elinin iki parmağı örümcek ağını anımsatan incecik sigara
kağıdına tütün sarıyor. Kaşla göz arasında sarıyor, diliyle yapıştırıp tabakanın
iç kapağına bir bir sıralıyor. Sonra birini dudağının kıyısına iliştirip
yakıyor; derin derin tüttürüyor. Kaçak tütün odayı yoğun bir dumana boğuyor.
Cennet,
kocasının sigarasından yine rahatsız oluyor ama kocasını sevdiği için ses
etmiyor. Ancak gizli öfkesini çocuğuna boşaltıyor:
-Gidiyoruz
Gelincik. Hadi! Dedi Kadın.
Cennet’
in sesiyle kız ok gibi sıçrayarak uyanıyor. Üzerindeki allı güllü yorganı
atarak çıktı yatağından. Kalan yedi çocuk uyanmadı. Anaları öfkelenerek
-Yatın
hele, dedi. Kavun karpuz yata yata büyürmüş.
Gelincik
hala uyku sersemi. Siyah pazen elbise üzerinde rengarenk puanlar. Ayağında uzun
kutnu kumaşından şalvarı. Saçları sayısız ince örgülü. Ayakta kısa bir süre iki
yanına bakındıktan sonra, yan taraftaki haznaya girdi. Kulplu yaldır yaldır
yanan tasla, bakır kalaylı satıldan su alıp çırpa çırpa yüzünü yıkadı, çıktı.
Geceden hazırlayıp sakladığı çıkını, yerinden aldı; şalvarın içine gizlice
yerleştirdi; anasıyla babası Şıho’nun ardına düştü.
Hepsi
kendi başının çaresine bakabilecek yaştaki çocuklar derin uykularını
sürdürüyordu.
Ahırın
önünde bekleşmeye başladılar. Şıho şalvarını dalgalandırarak içeri girdi.
Yağız’ı yularından tutup dışarı çıkardı. Ata önce Cennet atladı hışımla. At
yelesini savurdu, kişnedi. Şiho, Gelincik’i kucaklayıp oturttu; çocuk anasının
beline sarıldı.
Yağız
kuyruğunu salladı.
Karısıyla
kızını incitmeden, olanca dikkatiyle Şıho da bindi, yuları kavradı. Yola
koyuldular; az sonra tarlaya vardılar.
İnsanlar
vızır vızır, arı gibi çalışıyordu.
Yağız,
haymanın yanı başında durdu. Şiho atlayıp indi, kızını indirdi. Ardından
Cennet. Başındaki oyalı yazma uçtu gitti. Ardına düştü kadın baş örtüsünün.
Gelincik, ana
babasının yanından sessizce sıvıştı. Ceviz ağacının yanındaki minik elleriyle
dünden yaptığı evin yanından yürüyüp yaban gülleriyle karmakarışık çalıların
arkasına gitti. Bitişikteki üzüm bağını geçtikten sonra şalvarının içindeki çıkını alıp bir çaputa sardığı
bulguru saçalayıp parmaklarının ucuna basa basa döndü. Azarlanmak istemiyordu.
Kuşlar sürülerle
geliyordu bağa. Şiho toprağı sürerken için için öfkeleniyordu. Bulgura üşüşen
kuşların üzümleri talan etmesinden korkuyordu. Onca emek vermişti buraya.
Gelinciğe parmağını sallayarak kızgınlığını anlatmaya çalışıyordu uzaktan.
Küçük kız
elbisesinin eteğini şalvarının beline sokmuş oyuna dalmıştı. Eğiliyor, üzerine
yerdeki bulgur yapışmış çaputu alıyor. Etrafında çırpınan kanatların ortasında,
kendinden geçmiş halay çekiyordu. Kuşlar kümeler halinde parçalı bulutlu göğe
doğru yükseliyorken, örgüsünü çözdüğü saçları havada uçuşuyordu. Ellerini,
başını göğe kaldırıp veda mendiline dönüştürdüğü çaputla kuşlarına ‘güle güle…’
diyordu. Yüzünde dingin bir gülümseme... “Boşuna...”deyip iç geçirdi.
‘İşte gitti
kuşlarım.’
Boynu bükük
ağacın altına döndü. Kuşların nicedir unutturduğu bez bebeğine baktı, dalgın,
biraz mahzun. Derken, bir güvercin yanı başında. Yerdeki halay mendilini
gagalıyordu. Uzaklarda zevzirler dönüyordu. Havada, kumrular sürülerle...
Gelincik kara
üzüm gözleriyle güvercine bakıyordu. Bakıştılar. Hayvan ürktü. Uçtu göğe doğru.