Şair ve yazar, sunucu. 1 Ocak 1967, Diyarbakır doğumlu. Ziya Gökalp İlkokulu, Ali Emiri Ortaokulu ve Cumhuriyet Lisesini bitirdikten sonra, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun oldu.
Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Maliye Bakanlığı bünyesinde yoklama memuru olarak çalışıp 2003 yılında emekli oldu. Elif ve İrem adlarında iki çocuk annesidir. Hayatını ve çalışmalarını Diyarbakır'da devam ettirmektedir.
İlk şiiri 2011 yılında www.diyarinsesi.org sitesinde yer almıştı. Sonraki yıllarda ürünleri Diyarbakırhaber, Yeni Yurt, Diyar Realite, Güney, Amedin Sesi gazete ve dergilerinde yayımlandı. Ayrılık adlı şiiri Veysi Özkırtay tarafından bestelendi.
ESERLERİ:
Sessiz Çığlık (Şiir, 2013), Ve Bulutlar Ağladı (Şiir, 2014), Umut, Cesaret ve Gökyüzü (Anı - Öykü - Şiir, 2016)
KAYNAKÇA: Nesrin Erdoğmuş / Sessiz Çığlık (2013), Kendisinden alınan bilgiler (2014), İhsan Işık / Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).
Ne
muhteşemsin sen,
Mezopotamya’nın
nazlı gelini
Duvağını
çıkartmayacak mısın?
Hiçbir
engel tanımadan
Kıvrıla
kıvrıla ovayı geçen
Dicle’sin
Sen.
Uslanmadın
mı?
Kararlılığından...
Dağların
arasında
Sakin
ve sabırla
Umutlara
akarsın.
Söyle,
Yârine
ulaşmadın mı?
Kimler
geçti
Senin
sessiz yataklarından?
Kaç
âşık senin suyunda,
Yüreklerdeki
sevdalarına
Ölümüne
yemin etti.
Kaç
taze gelin senin suyunda
Elinin
kınasını yıkadı?
Kaç
kervan çevrende dizildi?
Kaç
komutan seni geçmek için çırpındı?
Heyhat…
Nafile!
Hiçbiri
akan yönünü değiştiremedi
Hiç
biri sabrını tüketmedi
Umudunu
kıramadı.
Ey
Dicle,
Senin
kadar sabırlı değilim ki,
Boğazlanan
sabileri unutup
Atımı
dörtnala şaha kaldırayım.
Senin
kadar bereketli değilim ki,
Mezr-a
Botanı baştan başa
Yeşile,
sarıya, mor menekşeye,
Kırmızı
güllerle leylaklara sereyim.
Yüz
yıllarca sürüne sürüne
Ellerimle,
Emeklerimle,
Umuduma
yürüyeyim…
Dicle!
Sessiz
ve karanlık
Hayat,
umut ve korku arasında
Gözlerime
asılır uzanır inceden inceye
Beyaz
ve siyah gibi ayrışır
Korku
ve ümitlerimle
İçeri
karanlık ve sessiz
Açtım
avuçlarımı semaya,
Üstünde
seccadenin
Sıraladım
isteklerimi tane tane
Hafif
aralanmış dudaklarımda
Mırıldanıyor
sessizce.
Gözlerimden
kristal yaşlar damlıyor
Seccadenin
başucuna Gecenin kasvetli gölge sesi
Sarmalıyor
ruhumu
Gece
vakit çok geç
Kimi
derin uykuda,
Kimi
sonsuz yolculukta
Ruhum
takılır hep hayaller peşine
Anladım
ki, iki kalp arasında en kısa yol
Sevgi
patikasından geçermiş
Hüzün
bakışlı gülüşün
Süslenmiş
bir hediye gibi
Ruhumu
okşuyor
Her
defasında aramızdaki duvar
Dikenli
bir karabasan olup
Yüzüme
çarpıyor
Hasret
ateşiyle bakma bana
Derinlerdeki
kapanmamış yaramı
Kanatırsa
hayallerin
İşte
o zaman tutar mısın ellerimden
Düşerken
yüksek uçurumdan
Artık
sona yaklaştık
Ağrının
acısı ölüme davet olur
Ölüm
sözcüğü dilimi ısırdı
Bir
keskin bıçak gibi gırtlağıma saplandı
Ben
acılarımı sükûtta saklarım
Son
perde, çağım geçti
Vakit
hazan, veda ettim.
Sensizlik
savurmuştu
Kanımı,
canımı gömmüştüm
Kara
topraklara.
Yetim
deseler de ahali
Doğuracaktım
seni
İlk
üç ayında depreşmiştin
Karnımda
Oysa
bekleyecektin
Dokuz
ay on gün daha…
Canıma
can katacaktın
Babanın
kocamın
Tüm
hatırasını sende bulacaktım
Yüzündeki
gülücüklere
Hüzünlendikçe
Kendimi
teselli edecektim
Gece
ayazında
Baktıkça
dalacak
Taa
başa dönecektim.
Sıcak
beşiğini salladıkça
Kalbim
titreyecekti
Sana
içinde aşk, tebessüm, umut
Ve
öfke olan
Ninniler
mırıldanacaktım.
Sen
büyüdükçe
Kaşını,
gözünü, bakışını
Büyük
dağa benzetecektim.
Sevgiyle
yoğurup
Umuda
sarıp
Öylece
Kulağına
fısıldayacaktım.
Kurt
bakışlı,
Tilki
yürekli insanları
Kısacası
Sana
hayatı anlatacaktım
Görünmez
tuzakları
Basit
tebessümleri...
Biliyordum
Oysa
sen
Büyüyüp
serpildikçe
Sorularınla
beni
Zorlayacaktın
Babanı
soracaktın
Her
çocuklarla oynadığında
Onlar
“ baba” diye
Seslenirken
Sen,
“Babam
kim?” diyecektin.
Kelimeler
boğazımda
Düğümlenecekti
Masum
gözlerine
Gözlerimi
dikecektim
Sana
kalbimdekini dilimle değil
Gözlerimle
anlatacaktım.
Diyemeyecektim
Belki
de kan davalısı
Cinayeti
diye…
Oysa
yüreğine
Kin
öfke serpiştirmeyecektim.
“Baban
alınyazısına gömüldü oğul”
Der
gibi
Kaçamak
bakışlar fırlatacaktım
Sen
bana ana
Ben
sana ciğerim yetimim
Diyecektim.
Ruhumu
ve bedenimi
Her
batan yeni günün ardından
Ufuklara
bölecektim
Evlat!
Sırdaştın,
kanımdan canımdan bir parçaydın.
Oğul
oğlum diyecektim…
NEDEN İNSANLAR
BOŞLUĞA DÜŞERLER?
NESRİN ERDOĞMUŞ
Neden
insanlar boşluğa düşerler?
Neden
yüreklerindeki enerjiyi hayata geçirmezler.
Neden
beyinlerindeki düşündükleri olayları yaşamın bir parçası olarak inşa etmezler.
Neden
kendilerine, ailelerine ve çevrelerine faydam olur düşüncesiyle hiçbir zaman
özgüvenlerinin bir parçasını gösteremeyip kimselere kimseciklere anlatamamanın
kaygılarını yüreklerinde taşırlar.
Bu
kaygıların asıl nedeni nedir diye, hiç düşündünüz mü dostlarım…
Sevgili
okuyucularım kadın gözüyle anne yüreğiyle sizlere sorduğum bu sorulara cevap
vermek istiyorum.
Yaşamın
bir parçası olarak geçmişten günümüze değin gelen bir bastırılma duygusudur.
Kurulmuş
çekirdek ailelerde anne ve babaların temel sorunu; her zaman için yaramaz,
enerji dolu çocuklarını azarlayıp bu çocukların içlerindeki potansiyeli
açığa çıkararak onları doğru yerlere
kanalize edecek basireti gösterememeleridir.
Sessiz
sakin, söz dinleyen, sessizliğini sükunetini koruyan, anne baba veya ailedeki
büyüklere karşı çıkmayan, söylenilen öğütleri harfi harfine uygulayan çocukları
beğenip övmeleri o küçücük beyinlerindeki çocuklarımızın kişilikleri henüz daha
gelişmemişken aslında bu çocukları koyun psikolojisine doğru kötü yönde
sürüklemektir.
Oysa
hayat böyle midir?
Yaşamak,
deneme yanılma yoluyla öğrenmek, az da olsa sadece büyüklerimizin hayata karşı
tecrübelerinden de faydalanıp düşüncelerimizde yapacağımız işlerde mantık
süzgecinden geçirmek değil midir?
Hayat
bir kavga değil midir?
Hayat
bir başkaldırma değil midir?
Sonucunu
göremediğimiz sonsuz bir coşku değil midir?
Bir
saniye sonramızın ne olacağını bilmediğimiz kocaman bir oyun değil midir?
Hayat
bir nefesten ibarettir.
Hiç
bitmeyecek gibi gördüğümüz bir nefes her harikulade son bulmayacak mıdır?
Benim
burada belirtmek istediğim yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesin.
Mesela
anne ve baba olarak tabiki çocuklarımız için yaşam kaygılarımız olacaktır.
Başarılı,
ne istediğini bilen, toplumda lider özelliği taşıyan fakat bunun yanında
vicdanlı, merhametli, ailesiyle çevresiyle uyumlu, araştıran gelişime açık,
modern düşüncelerini kendi kültürüyle her zaman için bağdaştıran nesiller
yetiştirmek ancak biz anne babaların bu çocuklarımızı iyiye, güzele, doğruya
yöneltmemizle olacaktır.
Çocuklarımızı
kötü insanlardan, kötü olaylardan, kötü çevreden korumamız şarttır.
Fakat
ta çocukluktan beri de öğretebileceğimizi düşünen, araştırmayı bilen, yer ve
zamana göre en pratik şekilde durum analizi yapabilen, çocuklar topluma faydalı
olacaklardır.
Yolda
düşen çocuğumuzu koşup kaldırmakla değil, bekleyip onun kendi kendine
kalkmasını sabretmemiz lazımdır.
Hayat
tecrübemiz öğretici olmakla beraber hazıra konmak olmamalıdır.
Çocuklarımızı
küçük yaşlardan beri sessizliğin girdaplarında boğmadan, içlerindeki enerjiyi
çıkartıp yaramazlığın o dayanılmaz coşkusuyla da mutlu olmalarını sağlamamız
gereklidir.
Tabi
ki bunun yanında coşkunun o heyecanında doğru yolu bulmasını sağlamamız lazım.
Erkek
ve kız çocuklarımızın içlerindeki enerjiyi, alt yapılarındaki potansiyeli
öğrenerek, sevdikleri alanlara yöneltirsek daha güzel sonuçlar elde edeceğiz.
Yarın
belki çok geç olabilir.
Nesrin
Erdoğmuş