Nesrin Erdoğmuş

Radyo Sunucusu, Şair

Doğum
01 Ocak, 1967
Eğitim
Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi
Burç

Şair ve yazar, sunucu. 1 Ocak 1967, Diyarbakır doğumlu. Ziya Gökalp İlkokulu, Ali Emiri Ortaokulu ve Cumhuriyet Lisesini bitirdikten sonra, Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesinden mezun oldu.

Yüksek öğrenimini tamamladıktan sonra Maliye Bakanlığı bünyesinde yoklama memuru olarak çalışıp 2003 yılında emekli oldu. Elif ve İrem adlarında iki çocuk annesidir. Hayatını ve çalışmalarını Diyarbakır'da devam ettirmektedir.

İlk şiiri 2011 yılında www.diyarinsesi.org sitesinde yer almıştı. Sonraki yıllarda ürünleri Diyarbakırhaber, Yeni Yurt, Diyar Realite, Güney, Amedin Sesi gazete ve dergilerinde yayımlandı. Ayrılık adlı şiiri Veysi Özkırtay tarafından bestelendi.

ESERLERİ:

Sessiz Çığlık (Şiir, 2013), Ve Bulutlar Ağladı (Şiir, 2014), Umut, Cesaret ve Gökyüzü (Anı - Öykü - Şiir, 2016)

KAYNAKÇA: Nesrin Erdoğmuş / Sessiz Çığlık (2013), Kendisinden alınan bilgiler (2014), İhsan Işık / Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2017).

DİCLE

Ne muhteşemsin sen,

Mezopotamya’nın nazlı gelini

Duvağını çıkartmayacak mısın?

Hiçbir engel tanımadan

Kıvrıla kıvrıla ovayı geçen

Dicle’sin Sen.

Uslanmadın mı?

Kararlılığından...

Dağların arasında

Sakin ve sabırla

Umutlara akarsın.

Söyle,

Yârine ulaşmadın mı?

Kimler geçti

Senin sessiz yataklarından?

Kaç âşık senin suyunda,

Yüreklerdeki sevdalarına

Ölümüne yemin etti.

Kaç taze gelin senin suyunda

Elinin kınasını yıkadı?

Kaç kervan  çevrende dizildi?

Kaç komutan seni geçmek için çırpındı?

Heyhat…

Nafile!

Hiçbiri akan yönünü değiştiremedi

Hiç biri sabrını tüketmedi

Umudunu kıramadı.

Ey Dicle,

Senin kadar sabırlı değilim ki,

Boğazlanan sabileri unutup

Atımı dörtnala şaha kaldırayım.

Senin kadar bereketli değilim ki,

Mezr-a Botanı baştan başa

Yeşile, sarıya, mor menekşeye,

Kırmızı güllerle leylaklara sereyim.

Yüz yıllarca sürüne sürüne

Ellerimle,

Emeklerimle,

Umuduma yürüyeyim…

Dicle!

GECE

Sessiz ve karanlık

Hayat, umut ve korku arasında

Gözlerime asılır uzanır inceden inceye

Beyaz ve siyah gibi ayrışır

Korku ve ümitlerimle

İçeri karanlık ve sessiz

Açtım avuçlarımı semaya,

Üstünde seccadenin

Sıraladım isteklerimi tane tane

Hafif aralanmış dudaklarımda

Mırıldanıyor sessizce.

Gözlerimden kristal yaşlar damlıyor

Seccadenin başucuna Gecenin kasvetli gölge sesi

Sarmalıyor ruhumu

Gece vakit çok geç

Kimi derin uykuda,

Kimi sonsuz yolculukta

Ruhum takılır hep hayaller peşine

Anladım ki, iki kalp arasında en kısa yol

Sevgi patikasından geçermiş

Hüzün bakışlı gülüşün

Süslenmiş bir hediye gibi

Ruhumu okşuyor

Her defasında aramızdaki duvar

Dikenli bir karabasan olup

Yüzüme çarpıyor

Hasret ateşiyle bakma bana

Derinlerdeki kapanmamış yaramı

Kanatırsa hayallerin

İşte o zaman tutar mısın ellerimden

Düşerken yüksek uçurumdan

Artık sona yaklaştık

Ağrının acısı ölüme davet olur

Ölüm sözcüğü dilimi ısırdı

Bir keskin bıçak gibi gırtlağıma saplandı

Ben acılarımı sükûtta saklarım

Son perde, çağım geçti

Vakit hazan, veda ettim.            

OĞUL

Sensizlik savurmuştu

Kanımı, canımı gömmüştüm

Kara topraklara.

Yetim deseler de ahali

Doğuracaktım seni

İlk üç ayında depreşmiştin

Karnımda

Oysa bekleyecektin

Dokuz ay on gün daha…

Canıma can katacaktın

Babanın kocamın

Tüm hatırasını sende bulacaktım

Yüzündeki gülücüklere

Hüzünlendikçe

Kendimi teselli edecektim

Gece ayazında

Baktıkça dalacak

Taa başa dönecektim.

Sıcak beşiğini salladıkça

Kalbim titreyecekti

Sana içinde aşk, tebessüm, umut

Ve öfke olan

Ninniler mırıldanacaktım.

Sen büyüdükçe

Kaşını, gözünü, bakışını

Büyük dağa benzetecektim.

Sevgiyle yoğurup

Umuda sarıp

Öylece

Kulağına fısıldayacaktım.

Kurt bakışlı,

Tilki yürekli  insanları

Kısacası

Sana hayatı anlatacaktım

Görünmez tuzakları

Basit tebessümleri...

Biliyordum

Oysa sen

Büyüyüp serpildikçe

Sorularınla beni

Zorlayacaktın

Babanı soracaktın

Her çocuklarla oynadığında

Onlar “ baba” diye

Seslenirken

Sen,

“Babam kim?” diyecektin.

Kelimeler boğazımda

Düğümlenecekti

Masum gözlerine

Gözlerimi dikecektim

Sana kalbimdekini dilimle değil

Gözlerimle anlatacaktım.

Diyemeyecektim

Belki de kan davalısı

Cinayeti diye…

Oysa yüreğine

Kin öfke serpiştirmeyecektim.

“Baban alınyazısına gömüldü oğul”

Der gibi

Kaçamak bakışlar fırlatacaktım

Sen bana ana

Ben sana ciğerim yetimim

Diyecektim.

Ruhumu ve bedenimi

Her batan yeni günün ardından

Ufuklara bölecektim

Evlat!

Sırdaştın, kanımdan canımdan bir parçaydın.

Oğul oğlum diyecektim…

NEDEN İNSANLAR BOŞLUĞA DÜŞERLER?

 

NEDEN İNSANLAR BOŞLUĞA DÜŞERLER?   

 

NESRİN ERDOĞMUŞ

 

Neden insanlar boşluğa düşerler?

Neden yüreklerindeki enerjiyi hayata geçirmezler.

Neden beyinlerindeki düşündükleri olayları yaşamın bir parçası olarak inşa etmezler.

Neden kendilerine, ailelerine ve çevrelerine faydam olur düşüncesiyle hiçbir zaman özgüvenlerinin bir parçasını gösteremeyip kimselere kimseciklere anlatamamanın kaygılarını yüreklerinde taşırlar.

Bu kaygıların asıl nedeni nedir diye, hiç düşündünüz mü dostlarım…

Sevgili okuyucularım kadın gözüyle anne yüreğiyle sizlere sorduğum bu sorulara cevap vermek istiyorum.

Yaşamın bir parçası olarak geçmişten günümüze değin gelen bir bastırılma duygusudur.

Kurulmuş çekirdek ailelerde anne ve babaların temel sorunu; her zaman için yaramaz, enerji dolu çocuklarını azarlayıp bu çocukların içlerindeki potansiyeli açığa  çıkararak onları doğru yerlere kanalize edecek basireti gösterememeleridir.

Sessiz sakin, söz dinleyen, sessizliğini sükunetini koruyan, anne baba veya ailedeki büyüklere karşı çıkmayan, söylenilen öğütleri harfi harfine uygulayan çocukları beğenip övmeleri o küçücük beyinlerindeki çocuklarımızın kişilikleri henüz daha gelişmemişken aslında bu çocukları koyun psikolojisine doğru kötü yönde sürüklemektir.

Oysa hayat böyle midir?

Yaşamak, deneme yanılma yoluyla öğrenmek, az da olsa sadece büyüklerimizin hayata karşı tecrübelerinden de faydalanıp düşüncelerimizde yapacağımız işlerde mantık süzgecinden geçirmek değil midir?

Hayat bir kavga değil midir?

Hayat bir başkaldırma değil midir?

Sonucunu göremediğimiz sonsuz bir coşku değil midir?

Bir saniye sonramızın ne olacağını bilmediğimiz kocaman bir oyun değil midir?

Hayat bir nefesten ibarettir.

Hiç bitmeyecek gibi gördüğümüz bir nefes her harikulade son bulmayacak mıdır?

Benim burada belirtmek istediğim yanlış anlaşılmalara sebebiyet vermesin.

Mesela anne ve baba olarak tabiki çocuklarımız için yaşam kaygılarımız olacaktır.

Başarılı, ne istediğini bilen, toplumda lider özelliği taşıyan fakat bunun yanında vicdanlı, merhametli, ailesiyle çevresiyle uyumlu, araştıran gelişime açık, modern düşüncelerini kendi kültürüyle her zaman için bağdaştıran nesiller yetiştirmek ancak biz anne babaların bu çocuklarımızı iyiye, güzele, doğruya yöneltmemizle olacaktır.

Çocuklarımızı kötü insanlardan, kötü olaylardan, kötü çevreden korumamız şarttır.

Fakat ta çocukluktan beri de öğretebileceğimizi düşünen, araştırmayı bilen, yer ve zamana göre en pratik şekilde durum analizi yapabilen, çocuklar topluma faydalı olacaklardır.

Yolda düşen çocuğumuzu koşup kaldırmakla değil, bekleyip onun kendi kendine kalkmasını sabretmemiz lazımdır.

Hayat tecrübemiz öğretici olmakla beraber hazıra konmak olmamalıdır.

Çocuklarımızı küçük yaşlardan beri sessizliğin girdaplarında boğmadan, içlerindeki enerjiyi çıkartıp yaramazlığın o dayanılmaz coşkusuyla da mutlu olmalarını sağlamamız gereklidir.

Tabi ki bunun yanında coşkunun o heyecanında doğru yolu bulmasını sağlamamız lazım.

Erkek ve kız çocuklarımızın içlerindeki enerjiyi, alt yapılarındaki potansiyeli öğrenerek, sevdikleri alanlara yöneltirsek daha güzel sonuçlar elde edeceğiz.

Yarın belki çok geç olabilir.

Nesrin Erdoğmuş

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör