Tasavvuf
şairi (D. 1339/1344, Diyarbekir - Ö. 1418?, Halep). Asıl adı İmadüddin’dir. Doğum
yerinin Diyarbekir olduğu yolundaki bilgiler daha güçlü olmakla birlikte,
Bağdat, Tebriz, Şiraz, Şirvan olduğu şeklinde farklı görüşler de vardır. Esnaf
teşkilatı içinde yetiştiği, ilköğrenimini o zamanın büyük kültür ve ticaret
merkezi olan Şirvan’da yaptığı sanılmaktadır.
Âşık
Çelebi ve Ali Emiri'ye göre Nesimî, Türkmenlerden olup Diyarbekirlidir. Faik
Reşat Bey de Tarih-i Edebiyat-ı Osmaniye adlı eserinde (s. 114), "Türkmen
cinsinden olduğunu ve Diyarbekir'de doğduğunu, bazı kimseler Bağdat'ta Nesim
namında bir karyeden olduğunu, bu münasebetle Nesimi tahallüs ettiğini beyan
ederlerse de sahihi yazdığımız gibidir" diyerek Âşık Çelebi ve Ali
Emîrî'nin görüşlerine katılmaktadır.
Nesimî,
gençlik yıllarında şiire ve tasavvufa büyük ilgi gösterdi. Hallac-ı Mansur’a duyduğu
sevgi ve ilgi dolayısıyla Hallac’ın asıl adıyla ilgili olarak
"Hüseynî" mahlasını kullanmıştır. İlk şiirlerinden Şiî-Caferî
görüşlerine bağlı olduğu anlaşılmaktadır. Rivayetlerin birleştiği bilgilere
göre Hurufîliğe bağlıdır. Hurufîliği benimseyişi ve bu düşünce sistemini
şiirlerinde başarıyla temsil edişi dolayısıyla Hurufîliğin kurucusu Fazlullah
tarafından halife (vekil) olarak ilan edildi. Kaynaklardan, Fazlullah’ın idam
edilmeden önce kızının Nesimî ile evlenmesini vasiyet ettiği bilinmekte, şairin
de bu vasiyete uyarak onun kızıyla evlendiği tahmin edilmektedir.
Ünlü bir
Hurufî şair olan Nesimî’nin bir süre Bağdat’ta bulunduğu, daha sonra Türkiye’ye
geçtiği, birçok yeri dolaşarak düşüncelerini yaymaya başladığı da bilinmektedir.
Hakkında verilen ölüm hükmünden anlaşıldığına göre Dulkadir beylerinden Ali
Bey’i ve Akkoyunlu Osman Bey’i etkisi altına almıştır. Şair Şeyhî ile görüştüğü
Meşairü’ş-Şuarâ’da zikredilmiştir. Kaynaklarda Hacı Bayram Veli ile de
görüşmek istediği; fakat bu isteğin şeyh tarafından kabul edilmediği
kaydedilmektedir. Nesimî, şeriata aykırı olduğu söylenen şiir ve görüşleri
nedeniyle Halep’te derisi yüzülerek öldürüldü. Şirvan (Şamahı)’da toprağa
verildi.
Arapça ve
Farsça şiirler de yazmış olan Nesimî, Türk edebiyatında vahdet-i vücût
(varlığın birliği) düşüncesini savunduğu ve Azerî lehçesiyle yazdığı
şiirleriyle tanındı. Tezkirelerde (şair biyografileri) belirtildiğine göre,
Anadolu’da Türkçe şiirleriyle şöhrete ulaşmış ilk şairlerdendir. Şiir yazmaya
âşıkane gazeller yazmakla başlayan Nesimî, daha sonra Caferîlik mezhebinin
düşünce tarzına uygun olarak Hz. Muhammed, Hz. Ali ve On İki İmam ile ilgili
methiyeler kaleme aldı. Şiirlerinde samimi ve lirik heyecanlar, vahdet-i vücut
inancına dayanan coşku, insan ve hayat sevgisi önemli yer tutar. Didaktik
(öğretici) ve ahlâkî yazıları, Sünnî muhitlerde de etkili olmuştur. Kendisinden
sonraki yüzyıllarda Nesimî, yolundan dönmeyen bir idealist ve ilâhî aşk kurbanı
olarak değerlendirilmiştir.
Şiirlerinde
dünyadan şikâyet önemli bir yer tutar. İnsanoğlunu yüceltirken zalim
hükümdarlar ve adaletsiz yöneticileri şiddetle eleştirir. Vezin ve kafiyeye çok
önem veren şairin, halk şiiri geleneğinden etkilenerek cinaslı kafiye kullanma
alışkanlığı kazandığı söylenir. Arap harflerinin alfabetik sırayla ve yukarıdan
aşağıya mısra başlarında dizilmesiyle oluşan “elifname”leriyle tanınan Nesimi,
Azerbaycan’da âşıklar tarafından sürdürülen bu geleneğin kurucusu oldu.
Mülemma, müstezat, murabba, terci-i bend gibi tarzları deneyen şair, rubai ve
tuyuğlarında daha başarılıdır. Rubailerinde daha çok, Hurufîliğin hayat
hakkındaki görüşlerini anlatmıştır.
Nesimî
hakkında Türkiye’de ilk bilimsel araştırmaları yapan kişi Prof. Fuad
Köprülü’dür. İsmail Hikmet, Abdülbaki Gölpınarlı ve İbrahim Olgun da onunla
ilgili önemli araştırmalar yapmıştır. Nesimî hakkında ilk ayrıntılı bilgiye ise
Latifî Tezkiresi’nde rastlanır. Emir Kemaleddin Hüseyin’in Mecaliü’l-Uşşak
adlı eserinde de öldürülüşü ile ilgili geniş bilgi yer almaktadır. Nesimî
hakkında değerli bilimsel çalışmalar yapan Hüseyin Ayan, şairin gazellerine
yazılan nazirelerin çokluğuna dikkat çekmiştir. Türkçe şiir söyleyen Ermeni
âşıklarının, Türkmen şairi Andelib, Çağatay-Özbek şairi Esirî ve yine Çağatay
şairleri Lütfî ve Nevaî’nin etkilediği Nesimi’den Fuzuli de etkilendi, fakat
onu taklide düşmedi. Nesimî için, İsa Hüseynof “Mahşer” adlı bir roman,
Bahtiyar Vahapzade de “Feryad” adlı bir manzum dram yazdı.
Farsça
Divan’ı birkaç kez basılan
Nesimî’nin Türkçe Divan’ı da 1841-81 yılları arasında dört defa basıldı.
Hemid Mehemmedzâde tarafından yayımlanan Farsça Divan’daki şiirler,
farklı kişiler tarafından Âzerî Türkçesine de çevrildi. Nesimî’nin şiirlerinden
seçmeler, Kemal Edip Kürkçüoğlu’nun Seyyid Nesimî Divanı’ndan Seçmeler
(1973) kitabında yer aldı. Şiirleri ayrıca Azerbaycan SSCB İlimler Akademisi
tarafından da üç cilt olarak (Bakü, 1973) yayımlandı. 1973’te UNESCO’nun kararıyla
Nesimî’nin ölüm yıldönümü uluslararası etkinliklerle kutlandı, hakkında
bilimsel toplantılar yapıldı ve hayat hikâyesi filme alındı.
“Daha
sağlığında Türkiye, Azerbaycan, Irak ve İran’da şöhret kazanmış, namı Orta Asya
Türklerine kadar uzanmıştı. Hatta Doğu Türkistan’daki Uygurlar arasında
tanınmış olduğu biliniyor. Bu bakımdan Fuzuli’den önce bütün Türk muhitlerine
tesir eden, ulaşan ilk Azerî şairi Nesimî’dir. Türkiye ve Azerbaycan’daki
tesiri daha sürekli ve canlı olmuştur. Türkiye’de Sünnî muhitlerde lirik bir
şair olarak takdir edilip şiirleri tanzir edilmiş, Alevî-Bektaşi zümrelerinde
ise kendisine büyük bir mürşid, tarikatlerin en büyük müessislerinden ve
şehitlerinden biri olarak bakılmıştır.” (Prof.
Yavuz Akpınar)
"Şiirlerini dikkatle incelediğimizde şairin zamanının sûrî ve batini
bütün bilimlerine vakıf olduğunu görebiliyoruz: Kur'an-ı ezber bildiğini,
tasavvufî, hurufî, batmî görüşlere göre tefsir ve tevilini rahatça yapabildiği
kanısına varıyoruz.
Ayrıca, şiirlerinde eski Yunandan gelen hükemâ felsefesini, orta çağın
doğuda modası olan ilm-i nucûmu çok iyi bildiğini gösteren örnekler var. Üstadı
Fazlullah'ı Hurufî'den, onun ulûm-ı garibe, cefr, simya gibi bilgileri iyice
öğrendiği anlaşılmaktadır.
Nesimi'nin şiirlerinde ticaret terimlerinden, satranç terimlerine del
geniş bir kültürün yansıdığı görülmektedir. Hazırlanacak bir Nesim sözlüğü ile
bütün bu özel nitelik taşıyan terimlerin yanında halk deyişleri, arasözleri ve
ağız özellikleri ortaya konmuş olacaktır.
Bu konuda Azerbaycan Bilimler Akademisi'nin yaptığı değerli bi inceleme bizim için iyi bir örnek olabilir. Bu yapıtta şairin divanında ki bütün sözler Arap alfabesine göre fişlenerek sıralanmıştır. Nesimi'nin dili ve lehçesi üzerinde varılabilecek olumlu bir yargıya ancak böyle bilimsel bir yapıtın çeşitli yönlerden incelenmesiyle ulaşılabilir kanısındayız." (Şevket Beysanoğlu)
ESERLERİ:
Divan (Bir kaç basması vardır. Fakat hepsi de yanlışlarla doludur), Farsça şiirleri (Bir kısmı Türkçe divanına alınmıştır. Fakat bütün Farşça şiirleri bir divan teşkil edecek çoğunluktadır), Mukaddimet-al hakaayik (Hurufilikten bahseden Türkçe ve mensur bir eserdir).
KAYNAKÇA:
Hüseyin Ayan / Nesimî Divanı, Cahit Öztelli / Kul
Nesimî (1969), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Cihangir Kahramanof / Nesimî Divanı'nın
Leksikası (Respublioa Elyazmaları (Fonı ELM Neşriyatı, Baku 1970), İbrahim
Olgun, Nesimi Üzerine Notlar (Türk Dili Araştırmaları Yıllığı, 1997, s. 195 -
207), Ahmet Kabaklı / Türk Edebiyatı (c. 2,
1978), Seyit Kemal Karaalioğlu / Türk Edebiyatçılar Sözlüğü (1982), Kemal Edip
Kürkçüoğlu / Seyyid Nesimî Divanı’ndan Seçmeler (1985), Nihad Sami Banarlı /
Resimli Türk Edebiyatı Tarihi I (1987), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990,
1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) - Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006) - Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) -
Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013) - Geçmişten
Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014).
Gerçek hadîs imiş bu ki hûbun vefâsı yoh
Kim sevdi hûbı kim didi hûbun cefâsı yoh
Aşkun belâsı yoh diyüben aşka düşme kim
Kim âşık oldı kim didi aşkun belâsı yoh
Anun ki hacc-ı ekberi ey cân sen olmadun
Beytü’l-Harâma varmamış anun Safâsı yoh
Şeytândur ol ki sûretine kılmadı sücûd
Bir renc ü derde düşdi ki hergiz devâsı yoh
Ol cân ki senden özge taleb itmedi murâd
Hecründe yahmağun anı her dem revâsı yoh
Yâ Rab ne şem’imiş bu mehün yüzi kim anun
Nûrı katında şems-i duhânun ziyâsı yoh
Bîmâr-ı aşka cân verür ey cân lebün müdâm
Münkir sanur ki lâ’l-i lebünün şifâsı yoh
Gel gel berü ki savm u salâtun kazâsı var
Sensüz geçen sabâh u mesânun kazâsı yoh
Aynun hatâsuz ey büt-i Çin dökdi kanumı
Türk-i Hıtâdur aslına varur hatâsı yoh
Fânî cihâna bahma geçen ömri sevme kim
Ömrün zevâli var u cihânun bekaası yoh
Yârun gelür hemîşe cefâsı Nesîmîye
Sen sanma kim Nesîmîye yârun atâsı yoh
KAYNAK: İhsan Işık / TEKAA (2. bas. 2009, s. 2620).
Senden ırağ ey sanem şâm u seher yanaram
Vaslını arzûlaram dahi beter yanaram
Aşk ile şevkın odu cânuma kâr eyledi
Gör nice tâbende uş şems ü kamer yanaram
Senden ırağ olduğum bağrımı kan eyledi
Oldu gözümden revân hûn-ı ciğer yanaram
Şem-i ruhun sûreti karşuma gelmişdürür
Şa’şaasından bana şule düşer yanaram
Sabr ile ârâm-ı dil kapdı elimden gamın
Bâd-ı hevâdan değil gamdan eğer yanaram
Çıkdı içimden tütün çerhi boyadı bütün
Gör ki ne âteşdeyem gör ne kadar yanaram
Yandığımı kâr içün gizlü değil ben dahi
Her ne kadar kim anın gönlü diler yanaram
Müdde’i yanar dimiş gamda Nesîmî belî
Gamda yanan yârı yâr çünkü sever yanaram
KAYNAK: İhsan
Işık / TEKAA (2. bas. 2009, s. 2620).
Nesîmî’nin şiirinde iki unsurun,
Sufilikle Hurufiliğin birleşip kaynaşması bakımından onun divanı Türk
edebiyatında tektir. Tasavvufî unsuru, yüzlerce şair dostuyla ortak olarak
kullanır; burada onu, diğerlerinden ayıran husus Mansur’a çok fazla imalar ve
atıflarda bulunması; Allah’ın mazharı olduğu iddiasıdır; sonuncusu bütün
mutasavvıf şiirinin temelini teşkil eder, ancak nadiren bu kadar küstahça ve
açık bir biçimde ifade edilmiştir.
Bununla birlikte Nesîmî’ye
edebiyattaki müstesna yerini sağlayan, eserindeki Hurufilik öğesidir. Gerçek
bir şair olarak şiirinde yalnızca Hurufiliğini göstermekte ve bunu işlemekte
ehildir. 28 ve 32 ile ilgili tasavvufî açıklamalarda bulunduğu birkaç mısra
özellikle de kıtaları hariç batınî tarafı tamamen ihmal etmiştir. Nesîmî’nin
hayal dünyasını zapteden ve eserindeki her şiirde büyük bir aşkla kendisini
verdiği yönü daha önce sıralamasını yaptığımız Hurufilik prensiplerinin üçüncü
ve dördüncü maddesindeki görüşlerle ilgilidir. Bu fikrin kökü, yani Allah’ın
insanda tezahürü meşhur bir tasavvufî görüştür. Fakat mutasavvıfa göre insan ilâhî
güzelliğin aksettiği bir aynadır, bu sebeple böyle bir aynanın ilham ettiği aşk
mecazî bir aşktır; aynı zamanda hakîkî aşka bir köprüdür. Diğer yandan Hurufiye
göre insan sadece bir ayna değil, Allah’ın insan suretinde tezahürüdür. Bu
sebeple o, hakîkî aşka bir köprü değil bir hedeftir.
Burada Nesîmî’nin şiirinin temel
düşüncesi bulunmaktadır. Allah’ı aynaya nüfuz etmiş, yerleşmiş olarak görür; bu
itibarla aşkın hedefi olan bu obje sadece Allah’ın tezahür ettiği bir yer değil
bizzat kendisidir.
“Sana kimdir diyen kim Hak
değilsin
Seni Hak bilmeyen haktan cüdadır”
diye avaz avaz bağırır ve bu çığlıklar baştan sona divanında yankılanır.
Bu şekilde sevgili tarafından
böyle telkin edilen, ilham edilen aşk, ondan daha yüce ve daha ilerde bir şey
olmadığı için bir sondur ve bir gayedir. Ayrıca sevgili olan Allah sadece
aşığın aşkına hedef değil aynı zamanda mabududur. Bütün insanların taptığı da
O’dur. Onun önünde secde etmeyi inkâr eden kişi şeytandır; zira Allah’ın,
Âdem’in önünde secde edin emrine itaat etmeyen şeytan değil midir?
Bu bizi, Nesîmî’nin şiirindeki bir
başka hususiyete getirir; Kur’an’dan ve Hadis-i Şerifl erden sık sık nakillerde
bulunarak bunların güya kendi yargılarını teyit ettiğini göstermeye
çalışmaktaki ince ustalığıdır. Mesela az önce zik rettiğimiz, İblis’in Adem’e
secdeyi reddetmesi meselesi
Kur’an’da yaratılışla ilgili
olarak geçer ve bu hadise Hurufilerce insanın önünde secde edilmesi gerektiği
şeklindeki esaslarına dayanak olarak sık sık kullanılır; bunu kabul etmeyen
şeytan gibi isyankar olacaktır. Yine Kur’an’daki: “...Allah’ın vechinden başka
her şey helak olur...” mealindeki ifadeyi Nesîmî ve diğer Hurufiler insan
yüzüne işaret ettiği şeklinde yorumlarlar ve buradan da ebediyyeti, netice
olarak beşerin ilahlığı fikrini istihraç ederler. (…)
Nesîmî’yi Batı Türk edebiyatının
bu ilk dönemlerinin sadık ve doğru tek şairi yapan da onun akkor haline gelmiş
aşkıyla samimiyetinin birleşmiş olmasıdır. Âlî, onun Türk edebiyatına ilk
parlaklığı, ihtişamı getiren kişi olduğundan bahsederken boşuna söylememiştir.
Onun şiirinde, şimdiye kadar incelediğimiz şairlerin şiirlerinde olduğundan
daha fazla bir biçimde ilhamının sesini duyar gibi oluruz. Onlar, başkalarında
gördükleri mevzuları kendi şiirlerine aktarma başarısını göstermişler; Nesîmî
ise kendisinden bir şeyler katmıştır, çünkü söyleyecek, tebliğ edecek bir
mesajı vardır. Aşk da onun dilindeki belagata uygundur. İfadesi zarif ve dili
de seleflerininkinden ve çağdaşlarınınkinden daha mükemmeldir. Bu sebeple onun
aşk dolu ve vecd heyecanıyla titreyen hoş ahenkli gazellerini okuduğumuz zaman
Hurufi lik esaslarıyla ilgili fantastik özelliklerini unuturuz ve bu kadîm
şairin kendi tarzında hakikaten Allah’a intizar ettiği hissine kapılırız.
Nesîmî’nin şiirlerinde elbette
Hurufilik esaslarının resmî bir açıklanması, izahı bulunmaz; bunlar kabul
edilmiş olarak görülür ve okuyucunun bunlarla ilgili önceden edindiği bir
bilgisi vardır ya da olmalıdır. Bu olmadan şiirlerin büyük çoğunluğunu anlamak
mümkün olmayacaktır ve esasların doğruluk derecesiyle ilgili açıklamalardan çok
Hurufiliğin umumî mahiyeti üzerinde durmuş olmamdan dolayı da mazur
görülmeliyim sanıyorum. Nesîmî, Hurufî terimini ne kendisi için ne de aynı
fırkaya mensup yoldaşları için kullanır; diğer mu tasavvıflar gibi onlar da
sadece birer aşıktır. Bununla birlikte Hurufiliğin kurucusu Fazlullah’tan sık
sık söz eder, ancak Arapça Fazlullah yerine Farsça karşılığı olan Fazl-ı Yezdan
ya da Fazl-ı Huda’yı istimal eder. Böyle kullanmasının muhtemelen iki sebebi vardır:
Birincisi bu Farsça tabirler “Fazlullah” tabiri gibi yaygın olarak
kullanılmadığı için doğulu şairlerin çok sevdiği kelime oyunlarıyla iki anlama
gelecek şekilde bir etki bırakmak; ikincisi Fazlullah’ın görüşlerine karşı olan
sünnîlerin, onun Fazlullah’ı sena ettiği şeklindeki itirazlarına kaçamak bir
cevap temin edebilmektir. Bu son özellik doğulu şairlerin özellikle de
Hurufîlerin çok kullandıkları bir ifade şekli olduğundan unutulmamalıdır; zira
kelimeler onlar için yüzeysel anlamlarından daha derin şeyler ihtiva etmektedir.
Bu itibarla Fazlullah’tan bahsederken bu kişinin şahsında Allah’ın tezahür
etmiş olduğu görüşünün de ifade edildiğini gözden uzak tutmamak gerekmektedir.
(…)
Hurufiliğin en parlak şahsiyeti
olarak görülen Nesîmî’nin şöhreti mensup olduğu ekolden daha uzun yaşamıştır.
Uzun yıllar Hurufî ismini bile duymayan vatandaşları onu bir aziz ve bir şehit
olarak görmüşlerdir. Yüzyıllarca onun bir şöhret olduğunu farklı kaynaklarda
görmemiz mümkündür. Eski Avrupalı seyyahlardan Nicholay ve Rycaut, birçok
karışıklıklar ve yanlışlıklar bulunmakla birlikte oldukça ilginç bilgiler
verirler. Türkiye’deki tarikatlardan bahsederken zamanın dervişlerinin
Nesîmî’ye büyük saygı ve itibar gösterdiğini kaydederler. (…)
KAYNAK:
E. J. Wilkinson Gibb / Osmanlı Şiir Tarihi (çev. Ali Çavuşoğlu, c. 1, 1999).