Tarihçi, hattat, şair ve devlet adamı (D. 1536, İstanbul – Ö. 2 Ekim 1599, İstanbul). Asıl adı Mehmed Sadeddin’dir. Hace-i Sultanî unvanı, Hoca Çelebi ya da Koca Hoca Efendi adlarıyla tanındı. Yavuz Sultan Selim’in nedimi (sohbet arkadaşı) olan İsfahanlı Hasan Çan’ın oğludur. İlköğrenimini, Sahn-ı Seman müderrisi (hocası) Karanlı Mehmet Efendi ile devrin diğer bilginlerinden aldı. 1555’te Ebussuud Efendi’nin yanında ders gördükten sonra İstanbul Murat Paşa Medresesi müderrisliğine atandı. 1564’te Erbain payesiyle Bursa Yıldırım Medresesi’ne müderris oldu. Bir yıl sonra Hariç rütbesine yükseltildi. Mayıs 1570’te Bursa Sultanı payesi aldı. 1571’de Sahn müderrisliğine, Mayıs 1573’te Şehzade Murad’ın öğretmenliğine getirildi ve Manisa’ya gitti. Manisa’da sekiz yıl Şehzade’nin hocalığını yaparak güven ve saygısını kazandı. Onunla birlikte İstanbul’a döndükten sonra, III. Murad 1574’te tahta çıkınca da Hace-i Sultanî unvanıyla padişah hocalığına getirildi.
Sadeddin
Efendi, III.
Murad’ın saltanatı döneminde sarayda çok seçkin bir konum kazandı. Padişaha
yakınlıkları ile tanınan Şemsî Ahmed ve Kara Oveys paşalarla Şeyh Şüca Gazanfer
Ağa ve Canfedâ Hatun gibi devlet yönetiminde etkili kişiler arasında yer aldı.
Konumunu daha da güçlendirmek için Sokullu Mehmet Paşa’nın muhalifleriyle iş
birliği yapmaktan çekinmedi. Hoca Çelebi’nin devletin dış siyasetine dair
konularda en büyük etkisi, İngiltere ile diplomatik ilişkilerin kurulması ve
bir ticaret antlaşmasının imzalanmasında görüldü. Kraliçe Elizabeth’in 1578
yılından itibaren İstanbul’a gönderdiği temsilciler ve elçiler Babıâli (hükümet
merkezi) ve Sarayla ilişki kurmaya çalışırken hep Hoca Sadeddin’den destek gördüler.
Bunların ilki olan Harborne ve ikincisi Barton, raporlarında Hoca Efendi’nin
kendilerine her türlü kolaylığı gösterdiğini belirtmektedirler.
İngiltere
bir yandan Osmanlı Devleti ile ticaret antlaşması yapmaya, öte yandan da savaş
halinde olduğu İspanya ile Osmanlılar arasında bir iş birliğini önlemeye çalışıyordu.
Harborne’un anlattığına göre, Hoca Sadeddin Efendi kendisinden bu konuyla
ilgili bir dilekçe vermesini istemiş ve onun
hazırladığı metni düzelterek Sultan III. Murat’a sunmuştur.
Böylece Hoca Sadedin, dönemin Akdeniz siyasetinin mahiyetini, İngiltere ile ilişkilerin
kapsamını ve önemini lâyıkıyla kavrayamamış olsa da Türk-İngiliz resmî
ilişkilerinin kurulmasında büyük rol oynamıştır.
Sadeddin
Efendi’nin Sarayda ve yönetimdeki yeri III. Murad’ın ölümünden sonra da sarsılmamıştı.
Murat’tan sonra tahta geçen (1595) III. Mehmed’in de hocası oldu ve tahta çıktığında
ona bağlılığını bildiren ilk kişi olmuştur. Asıl önemlisi, yeni padişahın
şehzadeliği sırasında hocası olan Molla Nasuh, padişahın tahta çıkmasından iki
gün önce öldüğü için Sadeddin Efendi Hace-i Sultanî unvanını kullanmaya devam
etti. Bu arada Valide Safiye Sultan’ın desteğini alarak, eskiden beri araları
açık olan Şeyhülislâm Bostanzade Mehmed Efendi’yi gözden düşürmeye çalıştı.
Çok geçmeden Sultan III. Mehmed vezirliklere ve ilmiye rütbelerine atanacak
kişiler için Hoca Sadeddin’le görüşme emrini verince mevkisi iyice sağlamlaştı.
Artık Koca Sinan ve Damat İbrahim paşalar gibi birbiri arkasına iş başına geçen
veziriazamlar (başbakan) da onunla iş birliği yapmak zorunda kaldılar. Gücünün doruk
noktasına ulaşan Hoca Sadeddin Efendi, III. Mehmed’in Avusturya seferine bizzat
çıkmasını sağlamış ve onunla birlikte giderek padişahı yönlendirmede çok
olumlu hizmet görmüş, Haçova zaferinin kazanılmasında etkili oldu.
Bu arada Avusturya Arşidükü Maximilian
ile asi Erdel Voyvodası
Bathory komutasındaki orduya karşı gönderilen Osmanlı kuvvetlerinin başarı
kazanamadıkları haberi gelmişti. Bunun üzerine, Otağ-ı Hümayun’da toplanan
meşveret (danışma) meclisinde devlet ileri gelenlerinin çoğu düşmanla karşılaşmayıp
geri dönülmesini önerdi. Hoca Sâdeddin, savaşın kabul edilmeyip başka tarafa yönelme
durumunda düşmanın kendilerini izleyeceğini ve tuzağa düşülebileceklerini,
üstelik şimdiye kadar hiçbir Osmanlı padişahının çok zorunlu bir neden olmadan
savaştan yüz çevirmediğini belirterek, şehit oluncaya kadar savaşılması
gerektiğini savundu. Padişahın huzuruna girildiğinde de aynı ısrarla III.
Mehmed’i düşmanı karşılayıp
savaşa girmeye ikna etti.
Bununla
da yetinmeyen Sadeddin Efendi, ordunun savaşta alacağı düzenle de ilgilendi.
Haçova’ya varıldığında padişahla birlikte ordunun merkezinde yer aldı ve üç gün
süren savaşı hünkâr ve sadrazamla birlikte yönetti. Savaşın ikinci günü (26
Ekim 1596) Osmanlı safları çözülünce Habsburg kuvvetleri hazine sandıklarının
bulunduğu yere kadar ilerleyip sancaklarını diktiler. Hemen yanı başında
beliren bu tehlike karşısında III. Mehmet
ne yapacağını şaşırdı. Sadrazam İbrahim Paşa’nın telkiniyle savaş meydanından
kaçma hazırlıkları yapılırken Hoca Sadeddin Efendi padişaha yerinde kalması
gerektiğini, aksi takdirde ordunun dağılacağını belirterek onu yatıştırdı ve
Hırka-i Saadet’i giydirerek yerinde kalmasını sağladı. Böylece Haçova’da
kazanılan zafer Hoca Sadeddin’in ününü ve etkisini daha da arttırdı. Ancak bu
durum çok sürmedi. Giderek Sadedin Efendi’nin Saraydaki etkisi azaldı, 1597’de
görevden alındı. 1598’de “Hace-i Sultanî” unvanı üzerinde kalmak koşuluyla, Şeyhülislâmlığa
atandı. Ölünceye kadar da bu makamda kaldı, vefat edince İstanbul / Eyüp’te toprağa
verildi. Hoca Sa’deddin’in türbesi, Eyüp
Camiinin karşısındaki Darü’l Kurra bahçesinde, Saçlı Abdülkadir Mescidinin
yanıbaşındadır
Şair ve hattat olan Sadeddin Efendi, özellikle tarihçiliği ile tanınmıştı. “Tâcü’t-Tevârîh” adlı telif eserinde kendisinden önceki tarihçilerden Aşıkpaşazade, İdris-i Bitlisî, Neşrî, Hadidî ve Ahmedî’nin eserlerinden de yararlanarak, kendi döneminin sonuna kadar geçen olayları anlattı. Babası Hasan Çan’dan duyduklarına dayanarak yazdığı Yavuz Sultan Selim’in saltanatı ve hayatı ile ilgili bilgileri içeren “Selimnâme”yi kitabının sonuna ekledi. “Tâcü’t-Tevârîh”e 1554’e kadar çeşitli zeyller (ekler) yazıldı. Eserin tamamı, İtalyanca, Fransızca ve Almancaya, kimi bölümleri de İngilizce, Macarca ve Rusçaya çevrildi.
“Osmanlı tarihleri üçüncü Mehmed’e (Eğri Fatihi) derler ki bu unvan, zaferin müsebbibi olan Hoca Efendi’ye daha çok yakışır. (…) Hem tarihçi bir âlim, hem de zamanına göre üslûp sahibi bir edip ve şairdir. Eserlerinden en meşhuru olan Tac-üt-Tevarih Osmanlılığın başından ikinci Selim zamanına kadar olan vakaları ihtiva eden iki ciltlik bir eserdir, üslûbu özenilmiş ve hayli çetindir.” (İbrahim Alaaddin Gövsa)
ESERLERİ:
Tâcü’t-Tevârîh (‘Hoca Târihi’ diye de bilinir, İsmet Parmaksızoğlu tarafından sadeleştirildi), Mirâtü’l-Edvâr ve Mirkaatü’l-Ahbâr (Muslihiddin Larî’den çeviri, aslı Farsça genel dünya tarihi), Risâletü’l-Kuşeyriye (çeviri), Behcetü’l-Esrâr (Eş-Şettenûfî’den çeviri).
KAYNAKÇA:
Ahmet Refik / Âlimler ve Sanatkârlar (1924), İbrahim Alâeddin Gövsa / Türk
Meşhurları (1946), Münir Aktepe / Hoca Sadeddîn Efendi’nin Tâcü’t-Tevârih’i ve
Bunun Zeyli Hakkında (Türkiyat Mecmuası, sayı: 3, 1958), Hasan Çelebi / Tezkire
(Haz: İbrahim Kutluk, 2 cilt, 1978-1981), F. Babinger / Osmanlı Tarih Yazarları
ve Eserleri (1982), Şerafettin Turan / “Hoca Sâdeddin Efendi” (TDV İslâm
Ansiklopedisi, c. 18, s. 196-198, 1998), Büyük Türk Klâsikleri (c. 4, s.
212-213, 2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye
Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People
(2013).