Halise Tekbaş

Gazeteci, Yazar, Şair

Doğum
14 Şubat, 1963
Eğitim
Çobanoğlu Ticaret Meslek Lisesi
Burç
Diğer İsimler
Eylül

Gazeteci, Şair ve Yazar. 14 Şubat 1963 tarihinde Adıyaman’da doğdu. Yazılarında Eylül Mahlasını kullanıyor. Çobanoğlu Ticaret Meslek Lisesini bitirdi. Gazetecilik mesleğine ilgi duyarak 1992 yılında Adana’da Doruk Gazetesine başladı. Bu gazetelerin haber müdürlüğü, genel yayın yönetmenliği, sorumlu yazı işleri müdürlüğü görevlerinde bulundu. 

2007 yılında Doruk Gazetesinden ayrıldı ve Gazete Evrim adında kendine ait gazeteyi kurdu.  2013 yılında Gazete Evrim’i Adana Haber Postası olarak isim değişikliğine gitti.  Bekar olup Malik, Meral ve Pınar Merih adlı üç çocuk annesi. Elisa Gizem ve İrem Aslınaz adlı iki torun sahibidir.

Halise Tekbaş, 2008 yılından bu güne kadar Başkanlığını yürüttüğü Çukurova Edebiyatçılar Derneği (Başkanı), Adıyamanlılar Derneği, Edebiyatçılar Derneği, Akdeniz Gazeteciler Cemiyeti  ve Spor Kulübü (Kurucu) üyesidir.

Yazdığı köşe yazılarında toplumsal gözlemlerini yansıttığı Bende ki Seni Yaşa (2009), Yine Hüzün Çöktü Gecelerime adlı kitapları ve Üşüyen Güneş) adlı şiir kitabı bulunmakta. Şairlerden Bir Demet Kitap Seçkisi’nin üçüncü cilt çalışması devam ediyor.

10. Uluslararası Orhan Kemal Öykü yarışması ve 8. Uluslararası Anne temalı Şiir yarışmasını başlatan Halise Tekbaş’ın, Adana Altın Koza üç ödül olmak üzere çok sayıda yurt içi ve yurt dışı ödülleri bulunmakta. Çok sayıda şiir programları ve 4’üncüsünü yaptığı Uluslararası Çukurova’da Türk Dünyası Şiir ve Müzik Festivalleri düzenledi. Şiir dinletileri ve festivallere davet edilerek kendisine teşekkür ve başarı plaketleri verilmiştir.

KAYNAKÇA: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (11. Cilt, s. 308-309), Halise Tekbaş (Bilgi teyidi, 03.04.2019).

 

DUYGULARIMIZI ANLATMAKTA ZORLANIRIZ...

Bugünkü yazım duygusallıkla ilgili olacak, çünkü hepimiz yaşarız bunu biliriz...

Duygulandığımız anlarda duygularımızı ifade etmekte genellikle çok zorlanırız. “Önce çok duygulandım, duygularımı ifade edecek sözcük bulamıyorum, fırtınalar esiyor kıyının ve yüreğimin derinliklerinde. Duygularımızı aktarmak, anlatmak gerçekten çok zordur, duygular yoğunlaşır...

Duyguların biçimi, sürekliliği ve o anı yoktur, olduğu gibi kendisini korur. Denizdeki frtınalı dalgalar gibi bazen sakin, bazen heyecanlı, bazen hırçın ve çoğu kez kabarıktır sabun köpüğü gibi. Birbirine benzer, ancak yakından bakınca hepsinin farklılığını görürüz...

Kaçınılmaz olan, mantık sürecinden bağımsız olarak belirir, kabarır, bazen taşar ve sonra kendince sakinleşir. Yani mantık duyguların önüne geçemiyor.

Bizleri harekete geçiren duygularımızdır, panik atak gibi ani tepkilerimiz hep duygusaldır, duygusallıktır ve hatta tüm duygular aniden harekete geçebiliyor.

Duygusallık bağını birçok şeye benzetiriz. Örneğin arabanın 1. vitesi gibi bizi harekete geçirir ancak sürekliliği yoktur. Vitesi değiştiren ya da frene basıp bizi durduran mantığımızdır. Mantıksa, akıcıdır. Kavramları mantığımızla aktarmak kolaydır, mantık şekilcidir, sürekliliği vardır yani değişken olabiliyor. Genellikle kişiyi harekete geçirmez hatta harekete geçmesine engel olduğu bile olur. Ancak bir şekilde eyleme kalkışan kişinin eylemini sürekliliğini ve tutarlılığını sağlayan mantığımızdır. Evet mantık şekilcidir, anlatılması, aktarılması, paylaşılması çok kolaydır. Evet mantığımıza hükmedebiliriz. Duygularımızla değil...

Duygularsa, şekilsizdir, anlatmak, aktarmak, insana göre değişkenlik gösterir.

Hayatsa, duygularımız ve mantığımız arasında ikilem içerisinde gitgellerle çarpışır. Dengenin nerede oluştuğuna bağlı olarak, şekilci, kuralcı ya da dağınık bir gelişim ortaya çıkarır.

Kimimiz mantığımızı hayatı yönlendirmede kullanırken, kimimizin yaşamı duyguların egemenliğinde şekillenir.

Bazılarımızdaysa, her iki uc arasında gidip gelmelerle, dalgalı bir görünüm vardır.

Mantık ve duygu birbirini etkileyip düşündürmeye de uğraşır. Bazen çıkılmaz bir hal alır.

Duygusal yanına kızıp, mantığıyla duygusal tepkilerini biçimlendirmeye uğraşmamız çoktur. Ancak duygusallık ne olursa olsun şekilsizdir. Sadece duygusal tepkilerimize mantıklı bir bloklama bulup kendimizce kabul edilir kılmaya çabalarız...

Duygularımız içimizdeki sorumsuz ve yaramaz çocuk gibidir, ona hükmedemeyiz. Ne kadar engellemek istesek de yaramazlığının önüne geçilemiyor. Mantığımız her şeyi frenleyebiliyor ama duygularımıza söz geçiremiyor...

Ancak duygular yukarıda da belirttiğim gibi şekilsizdir, ne zaman, nerede hangi biçimde, hangi saatte ve ortamda, ortaya çıkacağı belli değildir.

Bunun diğer adı ise aşktır. Aşkın yeri ve mekânı olmuyor, her an her yerde olabiliyor. Ama bunu aktarmakta ise zorluk çekiyoruz.

Duygular, duygular aşkı getirir ve yoğunlaşarak bütünleşirsiniz.

Duyguları harekete geçiren, duygusallık ve sevgidir.

Erdemse, duygularla mantık arasında kurulan dengedir, köprüdür, büyük bir önemdir. Duygusallık ve mantığımızla kişiliğimiz gelişir, kimi zaman bir uçta kimi zaman diğer uçta salınırız... Hatta batı toplumlarının daha akıcı, şekilci, mantık düşkünü olduğunu, doğu toplumlarınınsa daha duygusal, şekilsiz, kaypak olduğunu düşünürüz. Önemli olan dengenin nerede kurulduğudur bence...

Bu duyguları yaşarken, karşıya aktarmakta çok zorlanırız.

Halbuki duygular dalgalanmaya devam ederek ve rüzgar olduğu sürece dalgalarla hep olacaktır içimizde... Deniz fırtınalarının, tusinami koparcasına, duygularımız harekete geçer. Şekilsiz  bir biçimde... Gerçekten sürekliliği olan, var olan ise denizin kendisidir.

Denizi hissetmeden dalgalarda var olma çabasında olanlar için ise hayattaki tek gerçek rüzgârdır, engellenemez...

Ne ilginçtir ki o da bazen şekilsizdir.

Duygusallığın şekilsizliğini düşündüğümüz zaman mantık devreye girer, ama her zaman duygusallık karşısında mantık kendisini yitirir, diye düşünüyorum...

Örnek 1

Örnek 2

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör