Türkolog,
psikolog, yazar, gelecekbilimci (fütürist), tarihçi (D. 3 Mayıs 1920, İstanbul
– Ö. 18 Ocak 2010, İstanbul). Babası Halid Ziya Bey, annesi Saibe Hanım’dır.
Kastamonu / Taşköprü’de Hacıkadızâdeler olarak bilinen bir aileye mensuptur. Medine
müdafii olarak tanınan Ömer Fahrettin (Türkkan) Paşa'nın kardeşinin torunudur. Reha
Oğuz Türkkan, Kastamonu/Taşköprü’de Hacıkadızadeler olarak bilinen bir aileye
mensuptur. Hacıkadızadeler, ulaşılabildiği kadarı ile altı göbektir kadılık
yapan bir ailedir. Reha Oğuz’un Tire’de doğan babası Halid Ziya Bey ise,
haritalara olan merakı yüzünden Tapu Kadastro Genel Müdürü olmuş, kadastroyu
Türkiye’ye getirmiş bir kişidir. Reha Oğuz Türkkan, babasının amcaları kolundan
Medine Müdafii Ömer Fahrettin Paşa ve Sıdıka Hanım’ın oğulları olan ve 27
Mayıs’tan sonra Adnan Menderes’çi diye emekli edilen Orhan Türkkan (13. Dönem
Kırklareli milletvekilliği yaptı) ve Selim Türkkan paşalarla da, akrabadır.
Kavala Holding’in kurucusu Mehmet Kavala ile bacanak olan Selim Türkkan
Paşa’nın, Kavala Holding’de üst düzey yöneticilik yapan çocukları Ömer ve Zeki
Türkkan ise Osman Kavala ile kuzendirler.
Reha
Oğuz, büyük amcası Ziya Paşa’nın Erenköy’deki köşkünde dünyaya geldi. İyi bir
eğitim gördü. St. Joseph, Galatasaray ve Kabataş liselerinde okudu. Ankara
Üniversitesi Hukuk Fakültesini bitirdi. İstanbul Üniversitesi’nde yüksek lisans
yaptı. Tarih ve Türkoloji dallarında Sorbonne Üniversitesi’nde, deneysel
psikoloji dalında ise Columbia Üniversitesi’nde ihtisas yaptı. Uzmanlık dalları
arasında psikoloji, fütürizm (gelecekbilimcilik), hukuk, tarih, yazarlık ve
yayıncılık, sosyo-etnografya yer alır.
1947-72
yılları arasında ABD’de Columbia ve The City College of New York (CCNY)
üniversitelerinde, 1975-76 yıllarında İstanbul Üniversitesi’nde ve daha sonra
Ahmet Yesevî Üniversitesi’nde (1996) öğretim üyesi olarak çalıştı. “Sorularla
Programlı Öğrenim” metodunun üç kurucusundan biri olarak kabul edildi. ABD
hükümeti tarafından dört eyaletin eğitim planlaması ve Sunrise Açık Üniversitesi’nin
kuruluşunda eğitim teknolojisi danışmanı olarak görev aldı. 124 okul (dördü
hızlı okuma ve bilgisayar üzerine) açtı. Türkiye’de Yay-Kur Açık Öğretim
Üniversitesi’ni kurdu. 1976 yılında NASA danışmanı olup Hindistan’daki uydulu
eğitim çalışmalarını inceledi.
Reha
Oğuz Türkkan’ın, yerli ve yabancı basında binlerce makale, dizi ve araştırması
yayımlandı. Atatürk'ün ölümünden bir gün sonra Ergenekon dergisini
çıkardı. "Faşizm Tehlikedir" başlıklı yazısı nedeniyle bu dergi
kapatılınca, Kitap Sevenler Kurumu'nu kurdu. Bu kurum Halkevleri'ne
ilhak edilince Bozkurt dergisini
çıkardı. Hüseyin Nihal Atsız'ın yazılarının da
yayımlandığı bu dergide, Atsız başta olmak üzere önde gelen Türkçüler ile
polemik yaşanınca ayrılarak Gök Börü dergisini
çıkardı. İstanbul Ticaret Odası gazetesinde “Amerika ve Türkiye’de İş Dünyası”
konularında iki yıl köşe yazarlığı yaptı.
ABD’de
bulunduğu süre içinde, “Psikolojinin İş Dünyasında Başarıya Etkisi ve
Uygulanışı”, “İkna Psikolojisi ve Satış
Teknikleri” konularında iş dünyasına yönelik eğitimler verdi. Çeşitli şirket ve
kuruluşlara danışmanlık ve yönetim kurulu başkanlığı yaptı. Türkçülük alanında
çeşitli sosyal faaliyetlerde bulundu. Bu konuda yazarlık ve yayıncılık yaptı. Yurt
dışında yaşayan Türk ailelerin çocukları için ABD’de Atatürk Okulu adıyla bir
okul açtı. 1997’de Orta Asya ve Kafkas Türkleriyle ilgili olarak “Türk Dünyası
Parkı” ve “Türkler” adlarıyla ABD’de ve Türkiye’de resim sergileri açtı.
Türkiye’de Çevrecilik Eğitimi Kampları’nın kurucusu oldu. ABD’de Human Value
Vakfı başkanlığı yaptıktan sonra, NEA (Eğitim Sendikası), IPA (Konferansçılar
Derneği), Gazeteciler Derneği, Aydınlar Ocağı’nda üye ve Türk 2000 Vakfında
başkan oldu.
1944
- 1945 arasında Irkçılık-Turancılık davasında yargılandı. Beraat ettikten sonra
1947-1972 yılları arasında Columbia üniversitesinde, 1975-1976 yıllarında
İstanbul Üniversitesi'nde ve daha sonra da 1996 yılında Ahmet Yesevi
Üniversitesi'nde öğretim üyeliği yaptı.
Pek
çok makale, dizi ve araştırmaları yayımlandı. Türkçülük alanında çeşitli sosyal
faaliyetlerin yanı sıra yazarlık ve yayıncılık yaptı. 1997 yılında Orta Asya ve
Kafkas Türkleriyle ilgili olarak "Türk Dünyası Parkı" ve
"Türkler" adlarıyla ABD'de ve Türkiye'de resim sergileri açtı.
İngilizce, Fransızca ve Türkçe olarak yayımlanmış 41 kitap, 9 film ve 6
televizyon senaryosu vardır.
Türkkan,
önce Reşat Nuri Güntekin’in baldızı Emire Hanım’la, daha sonra da Ece Zübeyde
Hanım ile evlendi. Aslıhan (ABD’de arkeoloji profesörü), Ceylan, Tuğrul ve
Alptunga adlarında dört çocuğu vardır. Basın şeref ve sürekli basın kartı
sahibiydi.
ESERLERİ:
Türkçülüğe
Giriş (1940), Milliyetçiliğe Doğru
(1943), One America (1954), Talking Turkey (1955), Turkish
Literature (1956), Turkish National Character (1971), Tabutluktan
Gurbete (1975), Yenilenmiş Türk Destanları ve Hikâyeler (1977), Biz
Kimiz (1987), 21. Yüzyıla Doğru Dünya ve Türkiye (1989), Türk
Milliyetçiliğinin Kısa Tarihi (1992), Yükselen Milliyetçilik, 21. Yüzyıl
Milliyetçiliği (1995), Kolay ve İyi Öğrenme Teknikleri / Ayrıca... Çok
Hızlı Okuma, Yabancı Dil Öğrenmenin En Pratik ve Hızlı Teknikleri (1996), Kızılderililer
ve Türkler / Bir Tarihin, Bir Dramın Hikâyesi (1998), Anlayarak Çok
Hızlı Okuma/ Photo Reading (1998), İkna ve Uzlaşma Sanatı (2. bas.,
1998), Krimonoloji (1999), Uyuyan
Dev Türk Dünyası (2005).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990,
1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish
Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür
Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 3, 2013) - Encyclopedia of
Turkey’s Famous People (2013), Nail Tan - Özdemir Tan / Gurur Kaynağımız
Kastamonulular V (2005),
Reha Oğuz Türkkan / “Türkeş’in tırnakları çekilmedi”
(Cemal A. Kalyoncu’nun röportajı, Aksiyon dergisi, Sayı: 405).
1944 yılıydı. O tarihlerde Türkiye'de uçağa binebilen pek azdı ve ben
de o azınlıklardandım. Toplama (montaj) şeklinde de olsa, Türkiye'de uçak imalâtında
öncülüğe soyunan bir dostum vardı: Nuri Demirağ. Şimdiki Yeşilköy
Hava Alanının çoğu onun emlâkıydı ve bu işe orada girişmişti.
Ben o sırada Türkçe
GÖK-BÖRÜ dergisini çıkarıyordum. Bir gün bana, "Uçak projelerimin tanıtımını
yaparsan
dergiye malî destekte bulunurum" demiş ve anlaşmıştık. Böylelikle Gök-Börü 9. sayıdan
itibaren inanılmaz bir traj olan 10 bin
nüsha basma imkânını buldu ve hemen hemen hepsi satıldı! Çünkü -o da o
dönem için inanılmaz bir şey- belediyeleri değil, hükûmeti tenkit ediyorduk!
Konu Millî Eğitim
Bakanı Maarif Vekili Hasan Ali Yücel'di. Sebep de, komünist yayınları, Köy
Enstitülerinden başlayıp, bütün okul kütüphanelerine yaymasıydı.
Hasan Âli komünist
miydi?
Değildi. Hatta benim
lise son sınıfta okul dergisinde yazdığım ve Türkçü fikirlerle dolu “Ülkü
ve Hayat” başlıklı yazımı Ulus gazetesinde başyazısında övmüş, göklere
çıkarmıştı! Yıllarca, yaş farkımıza rağmen, ahbap da olmuştuk (oğlu
Can Yücel o sırada ayaklarımızın altında dolaşan bir veletti}.
Ama 1944’te hava
değişmişti. Başbakan Şükrü Saraçoğlu'nun “Biz Türkçüyüz…” le başlayan demeci rafa kaldırılmıştı ve Hasan Âli Yücel bakan olmuştu.
Sovyet Rusya'nın muzaffer Kızılordusu
Doğu Avrupa'da ilerliyor, Romanya'da,
Bulgaristan'da komünistler darbe yapıyor, hükümetlerini deviriyor, Kızılorduyu
ülkelerini işgale çağırıyordu.
Komünist olmayan
İsmet İnönü'nün rejimi çark etmeyi daha akıllıca buluyordu. Batılı Müttefikler,
Polonya'yı nasıl Sovyetlere terk etmişlerse, Türkiye'yi de onlara peşkeş çekeceğini
zannediyordu iş başındakiler. Böyle bir durumda bile dört ayak üstüne düşmek,
mevkilerini kaybetmemek için en -"haince" mi desem, kurnazca" mı
desem- siyaset, Türkiye'de komünistlerle barışmak, onları memnun etmek
şeklindeydi.
Buna isyan eden biz
Türk milliyetçileri -ben "Gök-Börü"de, Nihal Atsız "Orhun"
dergisinde- bu tehfikeli siyasete veryansın ediyorduk.
İlk Uçak Kaçırma Olayı
1944 Mayısı girdiğinde Türkiye'de
hava çok
gergindi. İsmet İnönü'yü, Yalova Termal Oteli'nde, 130 küsur Azerî Türkü
mültecilerini Sovyetlere geri vermek üzere olduğu için, ona göre "haddimi bilmeyerek" herkesin
önünde tenkit
etmiş, herhâlde sonraki işkencelerime sebep olacak kadar kızdırmıştım.
İşte o sıralarda, başka türlü bir Azerî mülteci bana telefon
etmişti: Mehmet Altunbay.
Sovyetlerde
pilotluk yapmış biri.
Beni
buluşuna hayret etmiş, bir araya gelmiştik. Hikâyesini anlattı: Birkaç ay önce
bir Sovyet uçağını kaçırmış (sanırım tarihte ilk uçak kaçırma olayı*), direnen Rus pilotu öldürmüş,
direksiyonu eline alıncaya kadar uçak hoplayıp sıçrayınca sınır güçleri şüphelenip
ateş açmışlar. Vurulan uçağı İran'da yere çakılmadan indirmeyi başarmış,
fakat İran polisi onu tutuklayıp hapsetmiş. Az sonra İran, güneyden İngiliz,
kuzeyden Sovyet ordularınca işgale başlanınca ecel teri dökmeye başlamış,
çünkü hapsedildiği yer Kızılorduya bırakılan bölgedeymiş! Allahtan
gardiyanlardan biri İranlı Azerî Türküymüş, onu salıvermiş. Altunbay da,
dağları yaya aşarak Türkiye'ye sığınmış!
Tam filmlik
bir macera!
Önceleri
Aîtunbay'dan doğrusu şüphe ettim. Beni nerden bilmiş de telefon etmişti?
Sonra, Sovyetlerde dergilerimizin bazı kimselerce gizlice sokulup okunduğunu
öğrendim ve hayret ettim.
Altunbay
macerasını yazdırıp Gök-Börü'de tefrika ettim.
Nuri
Demirağ okumuş, beni aradı.
İlk uçağı
fabrikadan çıkmak üzereymiş, Mehmet Altunbay onun ilk pilotu olur muymuş.
Tanıştırdım; imalât işlerinde de çok işlerine yaradı.
Tepetaklak
Uçuş!
Derken, ilk
Türk malı uçağın ilk tanıtımını yapma günü geldi. Bana, iltifat olarak da, bu
uçağın ilk havalanışında yolcu olmam istendi. Uçağa bir göz attım. 1. Dünya
Savaşı'nın çift kanatlı uçaklarına benziyordu ve zaten pilottan başka bir
yolcuya yer yoktu. O tek yolcu da ben olacaktım (pilot da tabi Altunbay!)
Gençtik
işte, hiç uçağa binmemiş olduğum hâlde "peki" dedim ve o tek kişilik
yere oturdum. Yeşilköy, basın mensuplarıyla ve misafirlerle doluydu. Bir
alkıştır koptu ve pervane dönmeye başladı. Havalandık.
İstanbul'u
ilk defa havadan seyrediyordum. Tam havadan, çünkü üstümde cam filân yoktu,
açıktı! Manzaranın tadını tam çıkarıyordum ki birden tepetaklak olduk ve yeri
değil, bulutları seyereder oldum. Meğer Altunbay, gözü kara pilotluğunu ispata
kalkmış, uçağı ters çevirip öyle uçmaya başlamış! Bu da yetmiyormuş gibi, yere
doğru pike yaptı. Seyirciler kaçışmaya, yere yatmaya başladılar. Saçlarım yeri
süpürüyordu desem az abartmış olurum.
İşte o
zaman doğrusu korktum.
Gösteri bitti, "nasılsınız?" diye
soranlara, "artık bundan sonra uçak yolculuğundan hiç korkmam. İlk
vaftizim böyle yapıldığına göre!" dedim.
(Türk
Edebiyatı, sayı: 367, Mayıs 2004)