Sadri Sema

Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
23 Ocak, 1964
Eğitim
Mülkiye İdadîsi (Mülkiye Lisesi)
Diğer İsimler
Sadri Sema Aydoğmuş, Namık Sadri, Sadrî

Şair ve yazar (D. 1880, Üsküdar / İstanbul - Ö. 23 Ocak 1964, İstanbul). 1934’te soyadı yasası çıkınca Aydoğmuş soyadını aldı. Namık Sadri ve Sadrî imzalarını da kullandı. İlköğrenimini Üsküdar Yenicami Mahalle Mektebinde aldı. 1890’da Üsküdar Ravza-i Terakki Mektebini,  1894’te rüştiyeyi (ortaokul) ve 1898’de Mülkiye İdadîsini (lise) bitirdi. Şehremaneti (Belediye) Evrak Kaleminde kısa bir süre çalıştıktan sonra Dahiliye Nezareti Mektûbî Kaleminde (İşişleri Bakanlığı Özel Kalem Müdürlüğü) göreve başladı. Daha sonra Beyoğlu Sancağı Meclis-i İdare Başkâtipliği, İstanbul Vilâyeti Mektûbî Kalemi Mümeyyizliği, İstanbul vali vekilliği, azınlık okullarından birinde öğretmenlik, Ankara’nın Çubuk, Sivas’ın Gürün, Diyarbakır’ın Ergani ilçelerinde kaymakamlık yaptı. Bu arada Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesinden (1925) mezun oldu. 1933’te emekliye ayrıldı.

Mülkiye Lisesinde okurken arkadaşlarıyla Kız Kulesi adlı bir okul gazetesi çıkardı. İlk şiirleri, Musavver Fen ve Edeb dergisinde çıktı. Bu dergide Fransızcadan yaptığı düzyazı çevirileri de yayımladı. Şiirleri daha sonra Malumat ve İrtikâ dergilerinde de yayımlandı. Eserlerinde Servet-i Fününcuların etkisi görülür. Adını Vakit gazetesinde tefrika ettiği yazılarla duyurdu. Özellikle Vakit’te yayımlanan “İstibdatta İstanbul” (10 Haziran-23 Kasım 1955) ve “Meşrutiyette İstanbul” (24 Kasım 1955-1 Nisan 1956) tefrikaları geniş ilgi gördü. Vakit’te dizi olarak hikâye ve romanları da çıktı. Tefrika yazıları ve anıları Ali Şükrü Çoruk tarafından bir araya getirilerek yayımlandı.

ESERLERİ:

TEFRİKA ROMAN: Canavar (1956), Kara Yazı (1956), Batan Güneş (1956), Affetme Beni (1958), Bir Mektup Arkadaşı (1958), Kargınlı Mahmut (1958), Yalnız Sen (1959), Koruk Ahmet (1959), Kopuk Ali (1959), Dicle Yıldızı (1959), Anadolu’da Elli Yıl (Yarım kalmış bir tefrika, 1959).

ANI: Eski İstanbul Hatıraları (yay. haz. Ali Şükrü Çoruk, 2002).

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

 

ATLI TRAMVAYLAR

Elli altmış yıl önce (1900-1910), Eminönü'nde Bahçekapı'dayız. Caddeden atlı tramvaylar geçerdi.  Kemikleri çıkmış, avurtları çökmüş, bacakları armut sapına dönmüş,  canlı cenaze zavallı beygirler tarafından çekilen tramvaylar. Bu arabaların, önünde keçe külâhlı bir adam. Elinde sarı bir boru, öttürerek koşar, gûya kalabalığın içinden tramvaya yol açar, yahut tramvayın yolundan gelip geçenleri uyanık bulundurmaya çalışırdı. Kimse ezilmesin, çiğnenmesin diye. O çağlardaki İstanbul sokakları bugünkü gibi otobüs, otomobil, kamyon, kaptıkaçtı, motosiklet... ordularının hücumundan şaşkına dönmemiş. Yollar eğri büğrü, dar, kaldırımlar tufanla yaşıt. Bugünkü kadar ecel-i kaza mezarlığı değil... Her ne ise tramvayların önünde tabanıyla yarışan bu keçe külâhlı, sarı borulu adam vardacıydı, tramvay vardacısı.

Bu, görülecek bir şeydi. Tramvay köşeden döner, yahut görünür, yahut yüzünü gösterir, veyahut endamını arz eder, artık siz hangisini beğenirseniz onu alınız. Ağır ezgi fıstıkî makam, nazlı nazlı salınarak ilerlemeye başlar

Arabacının elinde, tramvaycının elinde dallı budaklı, salkım saçak düğümlü, meşin püsküllü uzun bir kamçı. Herif bunu cakalı cakalı şaklatır, hayvanlar bir iki adım atıp dururlar. Mahzun mahzun birbirlerinin yüzlerine bakarlar.

Tramvay durdu mu? Durdu! Köşede, bucakta, caddede, sokakta ne kadar satıcı varsa, havanın karlı, yağmurlu, güneşli, bulutlu...olmasına göre: Salepçi, sütçü, börekçi, lokmacı, susama, çorbacı, kuskus pilavcı, dondurmacı, muhallebici, fındıkçı, fıstıkçı, leblebici, kâğıt helvacı, gezgin basmacı,

- Kazanan altı yüz bin frank alıyor! Piyangocusu,

- Ne alırsan yirmişer paraya! Aynalarım, taraklarım, makaslarım, sabunlarım,  düdüklerim!.. Yirmişer paraya!..

Mezad malları.

Bastoncu, çorapçı, şemsiyeci, terlikçi, eşekli sirkeci, develi kömürcü, katırlı oduncu, şerbetçi, tütüncü, yumurtacı, tavukçu, elindeki mecidiyeleri şıkırdatarak köşe sarrafı... Tramvayı muhasara ederler, kuşatırlar. Bir hengâmedir, bir şamatadır, bir gürültüdür kopar. Tramvayın etrafında mahşer gibi bir pazar kurulur. Bir pazar ki bir örneğini dünyanın gözü görmemiş ola. Tramvayın emekli hayvanları istirahate varır. Tramvaya cigarasını yakar. Bir alışveriştir başlar. Bir alışveriş ki dokunma keyfine!

- Dondurmacı, dondurmacı, iki tabak!

- Fıstıkçı elli dirhem!

- Bu ne iş be! On paraya yumurta olur mu? Malta'da mıyız?

- İki börek getir.

- Hanım, paranın üstünü al!

- Mecidiye bozamam. Onluk ver ağa!

- Muhallebici, muhallebici. Al tabağını!

- Kokana! Bu çeyrek silik!

Soldan bir yaygara. İki soytarı mezad mala bir ağızdan, cırtlak seslerle:

- Ne alırsan yirmişer paraya da yirmişer paraya!..

- Anne, düdük isterim! İsteriiimmm! Öteden piyangocunun feryadı:

.- Kazanan alıyor, altı yüz bin frank! Pazartesi günü! Çekiliyor!..

Beriden simitçi:

- Teze simit!

Tramvayın penceresinden bir kadın:

-  Helvacı, helvacı, paranın üstünü... Ayol tramvay kalkıyor!

Arkadan bir ses, tütüncü:

- Hemşeri, tütünün parasını!

Derken tramvay bekçisinin, vardacının düdüğü öter. Tramvaycımn kamçısı şaklar, iskelet beygirler:

- Haydi arkadaş, yine yol göründü, ne yapalım?

Der gibi melül melül birbirlerinin yüzlerine bakarlar, kımıldamaya çalışırlar. Araba türlü türlü gıcırtılarla güç belâ sarsılır, yerinden oynar. Sirkeci'ye doğru aheste aheste, şikeste beste gitmeye başlar. Tramvayı kuşatan gürültülü, patırtılı pazar da beraber. Çünkü kırk elli adım ileride hayvanlar yine duracak, tramvay mola verecek. Arabacı, tramvaycı, yahut vatman tabakasını çıkarıp bir cigara saracak, yakacak, tüttürecek, istirahate varacak. Yoldan geçen ahbablariyle yârenlik edecek. Pazar, mezad, alışveriş devam edecek.

Bu, bir âlemdi ki temaşasına doyulmazdı. Ne Babil kulesinde, ne Nuh'un gemisinde, ne Çin-i Maçin'in kargacık burgacık harflerine benzeyen eski çaştak çuştak sokaklarında, ne de Ye'cuc-u Me'cuc diyarının binbir renkli çarşılarında seyrüseferinde, alışverişinde bu çeşidine ve bu kadar çeşitlisine rastlamak imkân ve ihtimali yoktu.

Atlı tramvaylar Galata, Beşiktaş taraflarında iki katlı idi. Daraçalı, dönemeçli merdivenden çık üst kata. Kanapeye kurul, çubuğunu yak keyfine bak! Ama Dolmabahçe gibi yerlere yaklaştıkça gözlerini kapa. Saraylara bakmak tehlikeli. Hele Hasan Paşa Karakolu, Çırağan önlerinden geçerken başını öbür tarafa çevir.

- Ben gözümü kapamam. Başımı da çevirmem. Dersen artık iş kadere bağlı. Hafiyelerden biri senin için:

- Bu herif saray-i hümayuna! dik dik baktı, karakolu dikiz etti.

Filân diye jurnali dayadı mı? Vakit geçirmeye gelmez. Eşle dostla, çoluk çocukla helâllaşmaya bak. Zira soluğu Fizan'da, Yemen'de aldığının resmidir.

Atlı tramvayların en eğlenceli revüsü eski Soğukçeşme, yeni Alemdar yokuşundaydı. Burası bugünkü gibi geniş değil, yukarıya doğru ortadaki çınarın sol tarafı genişliğinde. Bu dik yokuştan tramvayları iki hayvanla çıkarmak müşkül. Salkımsöğüt'teki ayazmanın yanında o günkü tramvay şirketinin ahırları vardı. Burada yedek hayvanlar bulundurulurdu. Yedek hayvan diyorum ' ama bunlar öteden beriden iskartaya çıkmış, kadro harici edilmiş canlı cenaze iskeletlerdi. Her ne ise, tramvaylar bu ahırların  önüne gelince  hayvanlar durur. Tramvay istop eder. Arabacı, biletçi ahırdaki kapı yoldaşlariyle çene yansına girişirler. Şakalaşırlar. Müşteriler şekerleme yaparlar. Bu arada tramvayı buraya kadar türlü zorluklarla sürüklemiş olan hayvancıklara iki hayvan daha eklenir. Tramvay olur dört atlı!

Fakat suyu sıkılmış limondan daha bitkin, daha ezgin, daha bezgin olan bu dört hayvan da yokuşun başına gelince birbirlerinin kulaklarına eğilerek ne yapacaklarını, ne edeceklerini, bayın nasıl tırmanacaklarını müzakereye başlarlar. Duraklarlar. Kamçı saklayınca bütün kuvvet ve kudretlerini bacaklara verip arabayı beş on adım çekerler. Sendelerler, kapaklanırlar. Sonra oldukları yerde mıhlanırlar, vatmanın kamçısı şimşekler çakar ama yıldırım indirse nafile. Hayvanlar bitik.

Ey her zaman hayvanlar tramvayı çekmez a, bazan da tramvaylar, hayvanları çekerse ne olur? Bu sırada araba tersine yokuş aşağı inmeye başlar, hayvanları da beraber sürükler. Arabadaki kadınlar, erkekler korkarlar, haykırışmaya başlarlar. Biletçi, arabacı atlarlar aşağıya. Tramvayın tekerleklerine tahtadan birer tokaç koyarlar. Tramvayın geriye inmesini, bir kaza çıkmasını önlemeye çalışırlar. Hayvancıklar yoldan gelip geçenlere, tramvay müşterilerine melûl nazarlarla bakarak yalvarırlar. Meded isterler. (…)

                                                                          (Eski İstanbul Hatıraları, 1991)

FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör