Şair ve yazar (D. 14
Şubat 1920, İstanbul - Ö. 20 Ağustos 1979). Babası İlâhiyat Fakültesi
hocalarından, Mehmet Akif Ersoy’un da arkadaşı olan İsmail Hakkı Bey’dir. Ömer
Faruk Toprak; Gönen İlkokulu (1933), Kumkapı Ortaokulu (1937) ve Kütahya Lisesi
(1941) mezunudur. İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesindeki öğrenimini
tamamlamadı. Kısa bir süre Millî Eğitim Bakanlığı Yayınlar Müdürlüğünde (1943)
çalıştı. Daha sonra Petrol Ofisi kuruluşlarında (1947-72) çalışarak emekliye
ayrıldı. Öldüğünde Karacaahmet Mezarlığında toprağa verildi.
Ömer Faruk Toprak’ın hece
ölçüsüyle yazmış olduğu ilk şiirleri Servet-i Fünûn-Uyanış dergisinde
çıkmıştı (1937-38). Toplumcu dünya görüşünü benimseyerek, 1940 Kuşağı toplumcu
gerçekçi şairleri içinde yerdi. Bu anlayıştaki şiirleri sonraki yıllarda
yönetime katıldığı Yürüyüş (1942-43, 18 sayı), Ant, Fikir ve Sanat,
Kaynak, Şairler Yaprağı, Yeni Ufuklar, Ataç, Yansıma gibi dergilerde
yayımlandı. İnkılâpçı Gençlik dergisini yönetti (1941-42). Ölümünden
sonra eşi Füruzan Toprak tarafından adına şiir ödülü düzenlendi. Basılmamış
eserleri ile kitaplarının yeni basımları yine eşi Füruzan Toprak tarafından
yayına hazırlandı.
“Ömer Faruk Toprak,
şiirindeki lirik eda ve imge dünyasıyla olduğu kadar, kuşağının sanat görüşünü
açıkladığı, bu sanat görüşüyle kuşağına yapılan saldırıları göğüslediği, dahası
karşı olduğu sanat tavırlarını eleştirdiği yazılarıyla da 1940 kuşağının en
aykırı üyesidir. Serinkanlı bir sesle yaptığı eleştiriler, sağlam
dayanaklarıyla yazıldıkları tarihi aşarak günümüzde de benzer durumları
kapsarlar: ‘Ben şiiri, sözcüklerle yeni bir dünya kurmak, yeni bir yaşam kurmak
biçiminde anlıyorum. Toplumcu gerçekçi yazarların ‘ruh mühendisi’ deyimini
benimsiyorum. Daha iyi bir dünyaya varmak için, dünyayı değiştirmek çabası,
ozanın birinci amacı olmalı diyorum. Ozan ya da yazar, bu değişime gözlerini
kaparsa ne olur? Avâre olur, bohem olur. Büyük yapıtlar verecek yerde yitiklere
karışır.” (Sennur Sezer)
“Ömer Faruk Toprak, bütün
öykülerinde, yalın bir anlatımı yeğlemiştir. Dili pürüzsüz ve akıcıdır. Bütün
öykülerinde usta bir betimlemeci olarak karşımıza çıkar. Sözcükleri seçerek
kullanır. Benzetmeleri imgelerle yüklüdür. Bu yüzden bütün öykülerinde şiirli
bir hava estirir…” (Adnan Özyalçıner)
“Onun öyküsü, yalnız
kendinin değil, bir bakıma bir dönemin, o dönemi yaratan koşulların ve o
koşullara yenik düşmeyip yüreğini diri tutanların, sözünü ortak kullanımın
dışına taşırarak, benzer temaları ele aldığı zaman bile ona kendi bakışını,
isteklerini, beklentilerini, kısaca kendi özgün soluğunu katabilenlerin,
dolayısıyla yalnız kendi yazdıklarıyla değil kendinden sonra yazılanlara
kattıklarıyla da yaşama serüvenini sürdürenlerin, bu bakımdan her vakit
anılmaya değer bulunanların öyküsü.” (Kemal Özer)
ESERLERİ:
ŞİİR: İnsanlar (1943),
Hürriyet (Suat Taşer ile, 1945), Dağda Ateş Yakanlar (1955),
Susan Anadolu (1966), Ay Işığı (1973), Ömer Faruk Toprak - Tüm
Şiirleri (eşi Füruzan Toprak tar. hazırlandı, 1983).
ANI: Duman ve Alev (1968).
ROMAN: Tuz ve Ekmek (1973).
HİKÂYE: Karşı Pencere (1975),
Gönen Öyküleri (çocuk hikâyeleri, 1979).
GEZİ: Bir Geziden
Kalanlar - Sosyalist Ülkelere Yolculuk (yay. haz. Füruzan Toprak, 2000).
DENEME: Ömer Faruk
Toprak’ın Düzyazıları (haz. Füruzan Toprak, 1994), Ömer Faruk Toprak’ın
Kaleminden Portreler (haz. F. Toprak, 1999).
Ayrıca Sosyalist
Kültür Ansiklopedisi’ne (1980) madde yazmıştır.
HAKKINDA: Fahri Kaya /
Geleceğe İnanan Değerli Bir Yazardı (Sesler, Eylül 1979), Hasan Hüseyin Korkmazgil
/ Yürek Dolusu Sevgi: Ömer Faruk Toprak (Sesimiz, Kasım 1979), Hasan Hüseyin /
Erken Gidene (17.3.1980), Oktay Abdal / Her Kuşak Yeni Baştan (Cumhuriyet,
14.7.1988), Füruzan Toprak / Ömer Faruk Toprak’ın Düzyazıları (1994), Sennur
Sezer / Yapıtları Yeniden Yayımlanan Bir 40 Kuşağı Ustası Ömer Faruk Toprak
(Cumhuriyet Kitap, 24.2.2000).
ben her gece kurşuna diziliyorum
bir gelincik tarlasında başlıyor
serüvenimiz
bir karanlıktan çıkıp bir
karanlığa giriyorum
sonra içimde gün batıyor ışıklar
yanıyor
dilim kilometrelerce süren bir
çöl
zehir olsa bir yudum su diyorum
camların kırık yerindeki akdeniz
durmadan çağırıyor alto sesiyle
yüreğimi
orada sabır taşına düşüyor
gözlerimiz
sonra dört saat camlara vuruyor yağmur
bilirsiniz nasıl sürer sabaha kadar
kurşuna dizildiğim her gece ağaçların hali işte böyle
kumları çıtırdatarak kayıyor denize kayık
mavi gömleğim keten pantolonum ayağımda
dolu buluyorum silahımı dağlardayım
nasıl olduğunu anlatamam
işte böyle hiç ölmüyor yaşıyorum
usandım
artık hazin mısralar okumaktan
neyleyim
akşam yaklaşıyor dostum
kuşların
cıvıltısı dinecek birazdan
yitecek
yeşil yapraklar taze güller
ağır
bir makamla başlayacak şarkısına
afyon
çekmiş zavallı mısır radyosu
sen
kütahya sen samsun sen istanbul
sırtını
dayayıp o bereketli toprağa
dinliyorsun
çukurova’nın sesini
sürüyor
tarlaları traktör kardeşim
avuçlar
serpmeyecek artık tohumu
kaç
yıldır özlüyor bu topraklar bilir misin
ağır
uykusundan uyanmış kalkıyor
bafralı
tütüncüler haliç kıyıları ve toroslar
benim
insanlarım öğrenmişlerdir yeryüzünü
ilk
kurşunu atan antepli şahin’e kadar
dağlarda
bellerde onları tek tek tanımışım
yamalı
mintanları ve ağızlarını örten bıyıkları
öfkeyi
cesareti bilen gözleriyle
taş
taşımışlar ekmeği bölerek yemişler
yıllar
var ki hüznü kederi sevmiyorum
yalnız
insanlar için şiir yazdığımı bilirler
sen
kütahya sen samsun sen istanbul
asfalt
yollara çıkan dar sokakları
köprüleri
ambarları ve akarsularıyla
düşünmüşümdür
on sekiz saat yol boyunca
bir
sabah erken yola çıktım.
gâvur
dağlarında bıraktım türkümü avuçlarım delik deşik dudaklarım çatlak
yağmurda
ıslanmış saçlarım
yıllardır
görmediğim ak saçlı anam
özlem
türkülerini ezberler olmuş
bilirim
çamaşırdan delinmiş parmakları
saçlarımı
okşar her gece uykumda
“gurbet
gurbet” diye dizlerini dövme
onu
çoktandır kardeş bilmişim ben
mektuplarımda
adı torbamda ekmeği var