Şair ve
yazar. 14 Nisan 1936 tarihinde İstanbul’da doğdu. Terme İlkokulu (1947), Siirt
Ortaokulu (1950) ve Kabataş Erkek Lisesi (1954)’ni bitirdi. İstanbul
Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ndeki öğrenimini yarıda bırakarak İngiltere’ye
gitti. BBC Türkçe Yayınlar Bölümünde (1964-69) çalıştı. 1969’da Londra
Üniversitesi (University College) Felsefe Bölümü’nü bitirdi. Gazeteci olarak “Vatan” (1957-62), “Cumhuriyet” (1962-64), “Milliyet” ve “Yeni Ortam” gazeteleri
ile “Meydan Larousse” ansiklopedisi
(1970-77) ve Gelişim Yayınları (1972-78)’nda çalıştı. 1969 yılında Londra’dan
dönünce Ali Hikmet takma adıyla “Cumhuriyet” gazetesinde yazılar yazdı.
Ayrıca Osman Şirvan, Yavuz Ömercanoğlu, İrfan Külyutmaz takma adlarını da
kullandı. Öğretim üyesi olarak Boğaziçi Üniversitesi (1974-90)’ndefelsefe,
Mimar Sinan Üniversitesi (1990)’nde uygarlık tarihi dersleri verdi. 1989-94
yılları arasında İstanbul Büyükşehir Belediyesi Kültür Dairesi Başkanlığı
yaptı. TRT İstanbul Radyosu’nda “Gecenin İçinden”, TRT 2 Televizyonu’nda “Ondan
Sonra” (1995), “Şiir Her Zaman”, CNN Türk Televizyonu’nda “Gökkubbemiz” (1999-2000)
adıyla programlar hazırlayıp sundu. Bir süre Can Yayınları’nın şiir dizisini
yönetti. Bilkent Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğretim görevlisi
olarak çalıştı. “Zaman” gazetesinde yazarlık yaptı.
İlk şiiri
“Sabahların Türküsü”, Kabataş
Erkek Lisesi’nde edebiyat öğretmeni olan şair Behçet Necatigil’in yönetiminde
yayımlanan “Dönüm” dergisinde
(1952) yayımlanmıştı. Sonraki yıllarda şiirleri, arkadaşlarıyla birlikte önce
el yazısıyla hazırladıkları “Sesimiz” dergisinde
(1952-53) yayımlandı. Bu dönemde daha çok İkinci Yeni akımının etkisinde
imgeyi önceleyen şiirler yazdı. İmgeci şiir anlayışını sonraki yıllarda da
sürdüren Yavuz, ancak İkinci Yeni anlayışından farklı, zaman zaman toplumcu,
zaman zaman mitolojik, zaman zaman mistik öğeler içeren ve Divan şiiri
geleneğinden etkilenen kendine özgü bir şiiri geliştirdi. Gelenek ile çağdaş
bir bakışı kaynaştıran, biçimle özün dengelendiği bir düzey sergiledi ve
tasavvuf felsefesinden yararlanarak kendine özgü bir sözcük ekonomisi oluşturdu…
İkinci şiir kitabı olan “Bedreddin
Üzerine Şiirler”den (1075) başlayarak, daha sonraki kitaplarının tümünde
bir izlek (konu) etrafında yazdığı şiirleri topladı. Daha doğrusu, her kitap
için bir konu belirleyerek şiirlerini o izlekte oluşturdu.
Hilmi
Yavuz, Hukuk Fakültesi öğrencisiyken Erdal Öz, Onat Kutlar, Adnan Özyalçıner,
Kemal Özer gibi şair ve yazar arkadaşlarıyla birlikte a dergisini
çıkardı. Cemal Süreya’nın Folklor
Şiire Düşman başlıklı ünlü yazası da ilk kez bu dergide yayımlanmıştı.
Çalıştığı gazetelerde eleştiri, deneme ve inceleme yazıları yayımlayan Yavuz’un
şiir ve edebi denemeleri ayrıca Yeditepe, yeni a, Varlık, Hürriyet Gösteri, Yeni
Ufuklar, Küçük Derg, Şiir Sanatı, Papirüs, Milliyet
Sanat gibi dergilerde yer aldı. Zaman gazetesinde haftalık
köşe yazıları yazdı. Şair olarak kendisini kabul ettirdiği kitaplarından biri
olan Doğu Şiirleri (1977) kitabıyla 1978 Yeditepe Şiir Ödülünü, Zaman
Şiirleri ile de 1987 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü; Modernleşme
Oryantalizm İslâm adlı eseriyle de 1999 yılı Türkiye Yazarlar Birliği Fikir
Ödülü’nü aldı. 1970’li yıllardan itibaren kendisiyle yapılan söyleşileri Şiir
Henüz ve Şiirim Gibi Yaşadım adlı iki kitapta derledi.
Şair ve yazar Talât Sait Halman
tarafından Hilmi Yavuz’a çağdaş “Şairi Azam” sıfatı verilmiştir. Mustafa Şerif
Onaran ve Talat Sait Halman ile birlikte TRT 2 Televizyonunda “Önce Şiir Vardı”
ve “Şiir Her Zaman” adlı yıllarca süren haftalık iki program yaptılar. Başka
televizyon kanallarında, özellikle Beşir Ayvazoğlu ile programlar yaptı.
Hilmi Yavuz İçin Ne Dediler?
“Hilmi
Yavuz, dili, sözü, sözcüğü arıtır, yeniden kurar ve Türkçeyi tarihi
coğrafyasıyla kuşatır, ama şiiri orada bırakmaz... ‘Hüzünle beslenen ve insani
olan hiçbir şeyi’ dışta bırakmayan bir duyarlık birikimiyle dokur şiirini.” (Füsun Akatlı)
***
“Her şeye rağmen Hilmi Yavuz şiiri Türk
şiirinin önemli halkalarından birisini oluşturuyor. Zira şiirin kaderini
bütünüyle şiirsel söylemler çizmiyor. Söylemine rağmen şiir veya şair kendi
yolunda gidebiliyor. Belki de, ne Entelektüel ne de Şair Hilmi Yavuz’un ne
dediğine bakmadan şiirine bakmak en doğrusu. Hem şiiri şairini dinlemiyorsa biz
ne yapabiliriz?” (Ali K. Metin)
***
“Hilmi
Yavuz ilk kitabı Bakış Kuşu’ndan itibaren kendi şiir poetikasından ödün
vermeden şiirler kaleme alabilen ender şâirlerdendir. Geleneği, ‘devam eden ve
değişen şeylerin içinden değişmeyeni çıkarmak’ olarak tanımlayıp geleneğin
takipçisi değil yeniden üreticisi olmuştur. O, insanlık tarihinin tüm
kalıtımını kendi şiirinde kullanmayı başarmıştır. Şiirleri her zaman çoğul
okumaya açık metinler olmuştur. Şiirlerinin anahtar sözcükleri; gül, erguvan,
simurg, ayna, çöl, yolculuk, dağ, teslis olmuştur. Şiirlerinde bir sözcüğü
farklı anlamlarda kullanarak anlamı değiştirmeyi başarır. Hilmi Yavuz , Yahya
Kemal gibi geçmişle gelecek arasında kopan halkanın birleştiricisidir.
Mısraları haysiyeti gibi algılayıp sesin kimyasının peşinde koşmuştur.
Felsefeci olmasına rağmen şiirle felsefeyi farklı disiplinler olarak tanımlayıp
şiirlerinde felsefe yapmaya çalışmaz. Şiirin her zaman ‘yapılan bir şey’
olduğunu savunmuştur. Edip Cansever; ‘İnsan yaşadığı yere benzer / O yerin
suyuna, o yerin toprağına benzer’ der. Walter G. Andrew’un belirttiği gibi
Hilmi Yavuz, sadece Anadolu topraklarının ve kültürünün şâiri değil, tüm
insanlığın kalıtını kullanabilmesi bakımından evrenselin şâiridir.” (Didem Ardalı Büyükarman)
ESERLERİ:
Şiir: Bakış Kuşu (1969), Bedreddin Üzerine Şiirler (1975), Doğu Şiirleri (1977), Yaz Şiirleri (1981), Gizemli Şiirler (1984), Zaman Şiirleri (1987), Söylen Şiirleri (1989), Hüzün ki En Çok Yakışandır Bize (Söylem
Şiirleri ve Ayna Şiirleri dışındaki kitaplarında yer alan şiirleri,1989), Ayna Şiirleri (1992), Gülün Ustası Yoktur (toplu şiirleri
1: 1993), Erguvan Sözler (toplu
şiirleri: 2, 1993), Çöl Şiirleri (1996), Akşam Şiirleri (1998), Yolculuk Şiirleri (2001), Hurufî Şiirler (2004), Büyü’sün Yaz! Toplu Şiirler 1969-2005
(2006), Kaybolmuş Şiirler (2007).
Deneme-İnceleme: Felsefe ve Ulusal Kültür (1975), Roman Kavramı ve Türk Romanı (1977), Felsefe Üzerine (1987), Kültür Üzerine (1987), Yazın Üzerine (1987), Denemeler Karşı Denemeler (1988), Dilin Dili (1991), İstanbul Yazıları (1991), Okuma Notları (1992), İstanbul’u Dinliyorum (1993), Yazın, Dil, Sanat (1995), Ah Kadınlar (1996), Osmanlılık Kültür Kimlik (1997), Denemeler (1997), Felsefe Yazıları (1997), Kendime İstanbul’a Kadınlara Dair
(1997), İnsanlar Mekânlar Yolculuklar (1997), İslâm ve Sivil Toplum Üzerine Yazılar (1998), Modernleşme Oryantalizm İslâm (1998), Geçmiş Yaz Defterleri (deneme-anı-günlük,1998), Özel Hayat’tan Küreselleşmeye (2000), Budalalığın Keşfi (2003), Kara Güneş (2003), Yüzler ve İzler (portreler, 2006), Batı
Uygarlık Tarihine Teorik Bir Giriş (Burcu Pelvanoğlu ile, 2008), İslam’ın Zihin
Tarihi (2009), Türkiye’nin Zihin Tarihi (2009), Alafrangalığın Tarihi (2009), Okuma
Biçimleri (2010), Belleğin Kuytularından (2010).
Anlatı: Taormina (1990), Fehmi K.’nın Acayip Serüvenleri (1991), Kuyu (1994), Üç Anlatı (üç anlatı birlikte, 1995).
Anı-Günce: Geçmiş
Yaz Defterleri (1998), Ceviz
Sandıktaki Anılar (2001), Bulanık
Defterler (2005).
Söyleşi: Şiir Henüz (1999), Doğu’ya ve Batı’ya Yolculuk
(2003), Şiirim Gibi
Yaşadım (2006).
Çeviri: Pablo Neruda’dan Seçme Şiirler (1971), Din ve Bilim (Bertrand Russel’dan,
1972).
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye
Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) -
Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi,
C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Adnan Binyazar /
Hilmi Yavuz’un Şiiri - Bir Ozan Nedir - Çöl Saatleri (Ozanlar Yazarlar
Kitaplar, 1998), Ali K. Metin / İki Hilmi Yavuz Olmak Sahih Mi? (Hece dergisi,
Ocak 1999), Beşir Ayvazoğlu / Nâmı Diğer “İrfan Külyutmaz”: Hilmi Yavuz
(Defterimde Kırk Sûret, 3. bas., 1999, s. 111-115), Feridun Andaç /
Edebiyatımızın Yol Haritası (2000), Sefa Kaplan / Kara Güneş - İlham Dil
Sürçmesi midir (Hürriyet Keyif Eki, 20.7.2003), Didem Ardalı Büyükarman /
Geçmişle Gelecek Arasında Kopan Bir Halkanın Birleştiricisi (Yasakmeyve,
Mart-Nisan 2004).
mübalâğa akşam olur
güz, nefti dolarlarını kuşanır da gelir
yaprağın fetrete düştüğü zaman
sen ey yaz günlerini
top topak çuhaya tehdit eyleyip
ve bir solgun gülümseme olarak
eğnine giyen şaman
buyur otur
şeyhim
samanyollarının ılık sedirine uzan
uzun, görklü ve sof
yüzünü bizden yana döndür
bize buğdayın ateşini
gözlerin timârını
ve hüznün vâridâtını anlat
elini elimize dokundurmadan
sen ki öldüğü yere
bir kök sümbül bırakır gibi
usulca sevdalar bırakan
ovaların ve kartalların musahibi
ne zaman diye sorma, ne zaman
yaprağın fetreti gülün kıyâmına
gülün kıyâmı ağacın isyanına
dönerse işte o zaman
mübâlağa akşam olur
güz, nefti dolaklarını çıkarır da gelir
elini elimize dokundurmadan
(Bedreddin Üzerine Şiirler, 1975)
biz üç güzel kardeştik ve ölüm,
ölüm en gencimizdi bizim
bize doğunun büyük şiiri kaldı
o bir nehir gibi ve kendimizin
nice ipek yollarına dökülüp
ve derin kollarına bir gonca
gül diye kapanıp ve tiftik,
safran ve kilim gibi onca
acılardan sonra, mağrur ve yitik
bir külliyeye benzer gurbetimizin
gide gide sonuna geldik
biz üç güzel kardeştik ve ölüm,
en gencimizdi bizim
bize doğunun büyük şiiri kaldı
sonra derviş defterimiz kapandı
gün kara koyun, gece oğlaktı
ve göçebe bir çeşme olan ikizim
şiiri bir oba gibi kaldırıp
dağ taş demeden, dizlerimizin
bir bir büküldüğü baharat yollarından
korkunç bir ağıt diye geçirip
bizi düzlüğe çıkardı
bize doğunun büyük şiiri kaldı
(Doğu Şiirleri, 1977)
ölüm bir aşirettir doğuda
ayışığı gülden hoyrat
gölleri güzelden talandır
ve asi, durak bilmez ağıtlarıyla
uçsuz bucaksız turnalarını
kat kat gurbete dürmüş evvelbaharla
sevdası göçer olandır
ve bu nasıl bir serencâmdır
sarılır umudu beye
hasreti bir meta gibi
ve alınandır
ve tuzdan, bozkırdan ninnilerini
bir çığlık gibi mengeneden mengeneye
sokup çürüten rüzgârdır
türküsü ki eşkıyaya geniş
ve bir kekliğe dardır
ovayı çelen bakışlı
ve bir fişekliğe dizilmiş
gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla
acıya pusu kurandır
ölüm bir aşirettir doğuda
(Doğu Şiirleri, 1977)
Cahit
Külebi’nin esmer yüzü, yağlanmış bir pehlivan sırtı gibi parlamıştı Hilmi Yavuz’un
“Mevlânâ Hayder” şiirini okuduğunda. Okudukça okuyor, şiirin sesi bir yürek
atışı oluyordu sanki. Öylesine sessizleştiriyordu ortalığı şiir. Külebi’nin
kendi deyimiyle, bostancının karpuzdan anladığı gibi, o da şiiri okuyup okuyup
tartıyordu. Yıllar önce, Bakış Kuşu yayımlandığında, “Hilmi Yavuz’u kıskanıyorum”
demişti. Sanırım bir ozanın başka bir ozanın şiiri karşısında duyduğu en yüce
duygu, kıskançlıktır. Anlamını genişletmiş, insancalaşmış, şiirleşmiş bir kıskançlık!
Böyle demiş, Önemli bir ödülde de oyunu Hilmi Yavuz’a vermişti Külebi. Oy’u tek
kalmıştı, ama en büyük ödülü gene de Hilmi Yavuz almıştı. Şiiri ta uzaktan,
kokusundan (Şiir kokar mı? Kokar, insanda şiirin kokusunu alacak yürek oldukça...)
anlayan Külebi’nin duyduğu bu kıskançlık bir ozandan bir ozana en büyük
ödüldür.
Hilmi Yavuz, şu dizeleriyle sessizleştiriyordu
ortalığı: “ölüm, uysal bir mesnevî gibi / aktı gider, döne döne”, “güneş de
batarken sararır”. Ama salt bu inceliklerle varlığını duyuruyor Hilmi Yavuz’un
şiiri? Aslında Yavuz bir hesaplaşmanın içindedir Bedreddin Üzerine Şiirler’de. “Mevlânâ
Hayder” şiirinde şu dizeleri de okuyoruz:
acılar
kaldıysa dünden bugüne
elbet
sorulacak bir hesap vardır
Yeryüzünde yazarlığın soylu
evrenine girmiş her ozan, her sanatçı, her romancı, her öykücü., bu
hesaplaşmayı yapmak istemiştir.
Aslında varoluşunun gerekçesi budur. On dördüncü yüzyıllarda boğulmuş
bir düşüncenin çağdaş ezgisini bir ozan söyleyecektir bir gün. Pir Sultan olup
söyleyecektir, Nâzım olup söyleyecektir. Yazarın işi, üstü örtük gerçekleri
bulup çıkarmaktır. Aradan yüzyıllar da geçse, bir hesap sonucudur o, çağıyla,
insanıyla, dünyasıyla, ülkesiyle, her şeyiyle, yeryüzünü onun kalemi
değerlendirebilir ancak. Paul Souday’nin deyimiyle, yazarın ürünü, “insanlığın
bilinci”dir. Bu bilinci kuşaktan kuşağa, çağdan çağa geçiren de gene yazarın,
ozanın ta kendisidir. O, bir bilinç ustasıdır. On dokuzuncu yüzyılın ünlü bir
ozanının, “ozan kardeşimiz” Petöfi’nin şu dizelerini okuyarak, sanatçının ne
denli bir bilinç ustası olduğunu görelim:
Hemen tellerini zımbırdatmasın
Herkes hoppaca bundan böyle
Büyük bir görev yüklenmekte artık
Eline bir lir alan kimse.
Kişisel acı ve sevinçlerinden
Başka bir şey dile getirmiyorsan
Hiç bir anlamın yok demektir dünya için
Bu kutsal çalgıyı bırak o zaman
Halk türkülerinden destanlara dek tüm halk birikimlerini çağdaş
boyutlara erdiren Petöfi’nin bu dizeleri bir yazar sorumluluğunun ne olduğunu
da çok iyi gösteriyor. Bu bilinçli sorumluluk nasıl bir görev yüklüyor ozana?
Tahsin Saraç’ın diliyle yüreğimize, ülkemize, dostluğumuza, şiirimize akan
Petöfi, yazarın bu çağdan çağa büyüyen görevini de şöyle türkülüyor:
İleri hep birden ozanlar, ileri
Halkla birlik ateşi ve suyu aşın
Lanet olsun artık düşürenlere
Elinden bayrağını halkın.
Lanet tembellik ya da korkudan
Dökülüp
yolda kalanlara
Halk
terlerken, savaşırken, acı çekerken
Gölgede
yan gelip yatanlara.
Yazarın, ozanın
yalnızca görevini değil, yerini de belirtiyor bu dizeler. Onun ezen’e karşı
ezilmişin yanında olduğunun, olması gerektiğinin bilincini de veriyor Petöfi.
Görülüyor
ki, bütün sorun, ozan olmaktadır. Öyleyse, bir ozan nedir? Baskıcıların bir
kahraman (!) kesildiği, şiir adına abuk sabuk sözlerin edildiği, yazar
sorumluluğunun çıkar ilişkileriyle yozlaştırıldığı dönemlerde bu sorunun yanıtı
daha da somutluk kazanır. Çağdaş bir yazar olmanın yanında özellikle çağdaş bir
okur da olan Sadun Tanju şu soruları soruyor bu önemli soru’yu yanıtlamak için:
“Bir ozan nedir ki, yaşamın dili, duygusu ve
aklı olmaktan başka? Bir ozan nedir ki, halk ve dünya kültürünün peteğinde
özgür yaşamın balını yapan bir arı olmaktan başka? Bir ozan nedir ki, halk bilincini
ve duygusunu çağdaş dertlerin örsünde döverek bilinçlendiren o işçiden başka?
...Bir ozan, halkının yaşadığı çağın gözü, yüreği, aklı, kulağı, dili olmadı
mı, dizeleri kimin için söylüyor? Onun için ozanlar hep sevilmiş ve
sayılmışlardır devirlerce ve halklarca. Bilinir ki, ozanlar mutluluğun
sevincini söylemeye hazırdırlar; acı ise şiirler, mutluluğun özlemi halkın
yüreğini yaktığındandır” (Daha Güzel Bir Dünya, s. 152).
Her gün
milyonlarca sayfa dolduruyor basım makineleri, şiir diye, roman diye, eleştiri
diye... Kaç sayfası yukarda nitelikleri sayılan soylu ozanların ürünüdür? Belki
de büyük büyük makineler, “halkla birlik ateşi ve suyu aşan” ozanları susturmak
için döndürürler çarklarını. Ama şiir her çağda yeniden dirilir. Şeyh
Bedreddinler kendi dilleriyle söylerler çağlarında. Gün gelir ki onunla
dillenir ozanlar. Her ozan, kendi çapında yenmiş bir hakkın gerçeğini söyler.
Onun için yaptığı önemlidir. Örneğin Hilmi yavuz,
şiirini oluştururken gerçeği aramak, bilinçlendirme görevini yerine
getirmek için o dönemin insanını, ezgisini, olayını araştırıyor. Nice
çağlardan aramıza geliveriyorlar. Bedreddin’ler, Börklüce Mustafa’lar, Torlak
Kemal’ler, Sarı Anastas’lar, Koç Salih’ler, Musa Çelebi’ler, Birinci Mehmed’ler,
Beyazıd Paşa’lar, Mevlânâ Hayder’ler... Onların dönemine, esprisine, dilsel beğenisine
inerek oluşturuyor şiirini Hilmi Yavuz. (…)
(Ozanlar, Yazarlar, Kitaplar, 1998)