Halil İnalcık

Profesör, Akademisyen, Tarihçi

Doğum
26 Mayıs, 1916
Ölüm
25 Temmuz, 2016
Eğitim
Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümü
Burç

Tarihçi, akademisyen, profesör, yazar (D. 26 Mayıs 1916, İstanbul - Ö. 25 Temmuz 2016, Ankara). Kırım göçmenlerinden olan tüccar Seyit Osman Nuri Bey’in oğludur. Çocukluğu hep savaş yıllarında geçen İnalcık, 1924 yılında, ailesiyle birlikte Ankara’ya yerleşti ve ilkokulu burada, Gazi İlkokulunda bitirdi. Babası Seyit bey ailesini bırakıp Mısır’a yerleştiği için Halil İnalcık’ı annesi büyüttü.

Sivas Ortaokulunda yatılı olarak bir süre öğrenim gördükten sonra, 1932’de Balıkesir Öğretmen Okuluna girdi ve 1935’de, öğretmen okulundan mezun olduktan sonra, Atatürk’ün tarih tezini bilimsel temellere dayandırmak için kurduğu Dil Tarih Coğrafya Fakültesi’ne başladı. Burada, fizik dalında Nusret Kürkçüoğlu, edebiyat dalında ise edebiyat tarihçisi Abdülbaki Gölpınarlı ile Mehmet Fuat Köprülü, Şemsettin Günaltay, Muzaffer Göker, Yusuf Hikmet Bayur gibi ünlü hocalardan ders aldı. Ortaçağ tarihi derslerini aldığı Köprülü, İnalcık üzerinde büyük bir etki bıraktı ve meslek yaşamı boyunca kendisine örnek oldu.

1940 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Tarih Bölümünü bitirdi. Aynı yıl Yakınçağ Tarihi Bölümünde asistan olarak bu fakültenin öğretim kadrosunda yer alarak, Yakınçağ Tarihi Bölümünde çalışmaya başladı. Bu arada Şevkiye Hanımla evlendi ve 1948 yılında Günhan adlı çocukları dünyaya geldi.

 “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” konulu teziyle doktora çalışmasını tamamladı. 1943’te doçent, 1952’de profesör oldu ve Osmanlı müesseseleri tarihi dersini okuttu. Bir buçuk yıl İngiltere’de British Museum ve Londra Üniversitesi Doğu Dilleri Okulu’nda araştırmalar yaptı. 1949-50 yılları arasında Prof. Paul Wittek’in derslerine devam etti. 1957 yılından itibaren AÜ Siyasal Bilgiler Fakültesi’ndeki idari teşkilat derslerinin yanı sıra, ABD’nin çeşitli üniversitelerinde konuk profesör olarak dersler verdi. 1953-54 yıllarında Columbia Üniversitesi, 1967-68 yıllarında Princeton Üniversitesi ve 1968’de Pennsylvania Üniversitesinde Osmanlı tarihi dersi okuttu.

Halil İnalcık, 1936’da Cumhuriyetin ilk üniversitesinin nüvesini oluşturacak olan Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nin kurulmasından sonra, beş yüz başvurudan seçilen kırk öğrenci arasında sınavı birincilikle kazanmıştı. Fakülteye ilk girdiğinde Sinoloji (Çin dili ve edebiyatını konu alan filoloji)’ye yönelmeyi düşünmüş, ancak el değmemiş Osmanlı Arşivleri’ndeki belgeler, uygarlık tarihi, kurumlar tarihi daha fazla ilgisini çekmiştir. 1940 yılında fakülteyi bitirdikten sonra asistan olarak bitirdiği fakültenin öğretim kadrosuna katıldı. “Tanzimat ve Bulgar Meselesi” konulu doktora tezi yurt dışında da yankı uyandırdı.

İnalcık’ın tarihçiliği üzerinde, üniversitede Ortaçağ tarihi derslerini aldığı Fuat Köprülü ile Ömer Lütfi Barkan hocaların ekonomi tarihi üzerindeki çalışmaları etkili olmuştur. 1930’larda Fransız Annales okulu ile toplumsal tarihin ön plana çıkması, Braudel’in Akdeniz dünyasına ilişkin yorumları İnalcık’ın eserlerinde yankı buldu ve tarihçiliğine yeni boyutlar kazandırdı.  

Farsça, Arapça gibi kaynak dillerinden başka Fransızca, İngilizce, Almanca gibi modern dilleri de bilmesi Osmanlı Arşiv belgelerinin dışında Batı tarihçiliğini de yakından izlemesini sağlamıştır. Bütün bu birikimleri ve olayları dönemlerinin değer yargılarıyla ele alarak, eleştirel yaklaşımı ve kuvvetli bir mantık süzgecinden geçirmesi onu uluslararası düzleme taşıyarak Osmanlı tarihçiliğinin önde gelen tarihçilerinden en önemlisi yapmıştır.

1971-74 yılları arasında Uluslararası Güney Doğu Avrupa Araştırmaları Kurumunun başkanlığına, 1978’de Royal Asiatic Society’nin şeref üyeliğine seçilen İnalcık, Archivum Ottomanicum’un yayımcısı ve Encyclopedia of Islam, Turcica ile Harvard Ukranian Studies başta olmak üzere çeşitli yayınların yayın kurulu üyeliklerini yaptı. 1972 yılında Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesinden emekli olunca Chicago Üniversitesi Tarih Bölümü’ne davet edildi. Burada uzun süre tarih profesörlüğü görevini sürdürdü ve 1982’de ikinci kez emekli oldu. 1993 yılından sonra Bilkent Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak görev aldı.

İnalcık’ın, kitaplarının yanı sıra yerli ve yabancı birçok yayın organında yüz elliden fazla makalesi yer aldı. Cambridge History of Islam (1970)’da Osmanlı tarihi bölümü ile Encyclopedia of Islam ve Encyclopedia Britannica’ya pek çok madde yazdı. Osmanlı tarihini evrensel gelişmelerin içinde açıklamaya çalışan İnalcık, bu tarihi sürecin hemen her dönemiyle ilgili yazılar yazdı. Türk Tarih Kurumu, Türk Dil Kurumu, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, 1983’ten itibaren Amerikan Sanat ve Bilim Akademisi üyesi, İngiltere Kraliyet Tarih Cemiyeti muhabir üyesiydi. Avrupa ve ABD’de Osmanlı tarihi çalışmalarının tanınmasını, yaygınlık kazanmasını ve birçok yanlış görüşün düzeltilmesini sağladı; bu çalışmalar Cambridge International Biographical Center’ın hazırladığı ansiklopedide yer aldı. Kendisine; Boğaziçi, Uludağ, Selçuk, Atina, Kudüs İbrani ve Bükreş üniversitelerinden doktora payeleri verildi. Yerli yabancı daha pek çok kurum ve kuruluştan şeref üyelikleri, ödüller ve fahri doktora unvanı aldı.

Dünya çapında ünlü tarihçimiz Prof. Dr. Halil İnalcık, Ankara'da tedavi gördüğü Güven Hastanesinde 25 Temmuz 2016 Pazartesi günü saat 19.10'da hayatını kaybetti. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ının talimatı ve Bakanlar Kurulu kararı ile cenazesinin Fatih Camii Haziresinde toprağa verilmesi kararlaştırıldı. Geride 72 eser bıraktı. Hayattayken, "yaşayan en büyük tarihçimiz" olarak kabul edilen dünyaca ünlü tarihçi Prof. Dr. Halil İnalcık, daha önce yerli ve yabancı dergilerde yayımlanmış olan Atatürk, Cumhuriyet, Atatürk Devrimleri, Modernleşme ve Türkler, Modern Türkiye gibi konularla ilgili makalelerini son yayını olan “Atatürk ve Demokratik Türkiye” (2007) adlı kitapta topladı. İnalcık’ın güncel sorunlara da değindiği bu kitabındaki yazılarda küreselleşme, Türkiye’de siyaset, Kıbrıs sorunu gibi konular ayrıca dikkat çekmektedir.

ESERLERİ:

Tanzimat ve Bulgar Meselesi (1943), Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve Vesikalar (1954), Kanunname-i Sultanî Ber Muceb-i Örfi Osmanî 2. Mehmed ve 2. Beyazid Devirlerine Ait Yasakname ve Kanunnameler (1956), The Ottoman Empire. The Classical Age 1300-1600 (Londra 1973) / Osmanlı İmparatorluğu Klasik Çağ 1300-1600 (Çev. Ruşen Sezer, 2003), Gazavat-ı Sultan Murad b. Mehemmed Han, İzladi ve Varan Savaşları (1443-1444) Üzerinde Anonim Gazâvatnâme (1978), The Ottoman Empire: Conquest Organization, and Economy (Londra 1979), Studies in Ottoman Social and Economic History (Londra, 1985) / Osmanlı İmparatorluğunun Ekonomik ve Sosyal Tarihi, 1300-1600 (Çev. Halil Berktay, 2001), The Middle East and the Balkans under the Ottoman Empire: Essays on Economy and Society (Bloomington, 1993), From Empire to Republic: Essays on Ottoman and Turkish Social History (1995), Osmanlı İmparatorluğu Toplum ve Ekonomi (1996), Sources and Studies on the Ottoman Black Sea: The Customs Register of Caffa, 1487-1490 (Cambridge, 1996), Essays in Ottoman History (1998), Osmanlı’da Devlet - Hukuk - Adalet (2000), Şair ve Patron: Patrimonyal Devlet ve Sanat Üzerine Sosyolojik Bir İnceleme (2003), Doğu Batı (Makaleler 1, 2005), Atatürk ve Demokratik Türkiye (2007).

KAYNAKÇA: Ayşe Karabat / Dünya Tarihi Türk’e Emanet (söyleşi, Radikal, 10.8.1995), Dünyaca Tanınmış Tarihçimiz Halil İnalcık (Bilim ve Teknik, Ağustos 1997), Özer Ergenç / Halil İnalcık Neden Büyük? (Doğu Batı, 3 /12, s. 121-142), Halil İnalcık: “İstanbul İşgal Edilmedi” (29.6.2000), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007) – Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 2, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Emre Kongar / Halil İnalcık İslâm Şeriatçılığı ve Türkler İçin Ne Diyor? (Cumhuriyet, 26.11.2001), Taha Akyol / Türkiye’de Modern Tarihçiler (Milliyet, 6.1.2003), Can Siirt / İnalcık’tan “Patron”cuk (Lika, sayı: 41, Ağustos 2003), Remzi Demir - Doğan Atılgan, Elli Portre (Ankara, 2008), 100 yaşındaki bilge Halil İnalcık: Bu sıkıntılı devir Geçecek (Röportaj: Güliz Arslan - Fotoğraflar: Selahattin Sönmez, Hurriyet.Com.Tr, 12 Eylül 2015),  Ünlü tarihçi Halil İnalcık hayatını kaybetti (hurriyet.com.tr, 25.07.2016), Prof. Dr. Halil İnalcık son yolculuğuna uğurlanıyor (hurriyet.com.tr, 27.07.2016),  Prof. Dr. Mehmet Öz yazdı: İnalcık’a bakılmadan Osmanlı yazılamaz (karar.com, 29.07.2016).

 

2015'TEKİ BİR RÖPORTAJINDAN

2015'TEKİ BİR RÖPORTAJINDAN

 

100 YAŞINDAKİ BİLGE HALİL İNALCIK:

 

"BU SIKINTILI DEVİR GEÇECEK"

 

‘Tarihçilerin şeyhi’ olarak anılan Halil İnalcık 100 yaşında. Hocanın evine konuk olduk, doğum gününü kutladık. İnalcık “Sıkıntılı bir devir yaşıyoruz ama geçecektir” diyor.

 

 “Bu ev taştan, tuğladan değil, kitaptan inşa edilmiş olmalı.” ‘Şeyhül Müverrihin’ (tarihçilerin şeyhi) ya da ‘tarihçilerin kutbu’ olarak anılan Halil İnalcık’ın 100’üncü yaşını kutlamak üzere Bilkent Lojmanları’ndaki evinin kapısını çalıyorum ve içeri girdiğimde aklımdan ilk bu geçiyor. Kitaplar, kitaplar, notlar, ödüller, dergiler, dosyalar, sonra yine kitaplar, kitaplar...

Ailesi, öğrencileri, meslektaşları geçen hafta onun için bir doğum günü kutlaması düzenledi. Biz de şimdi bir pastayla dahil oluyoruz kutlamalara. İnalcık mumları üflerken tuttuğu dileği paylaşmakta sakınca görmüyor. Röportaj sırasında sık sık karşılaşacağım o muzip gülümsemesiyle, “Bir 100 yıl daha” diyor.

 

100 yaşında bir tarihçi olarak Türkiye’nin bugününe bakınca ne hissediyorsunuz?

Sıkıntılı bir devir yaşıyoruz. Ama geçecektir. Tarihimizde bu dalgalanmalar olmuştur. Günlük siyasetle ilgili bir şey söylemek istemiyorum çünkü ben siyasetin üzerindeyim, bilim adamıyım. Kehanette bulunmaya girişmem. Yanlış yerlere çekilebilir. Ama bir sosyal tarihçi olarak durumu görüyorum. Reaksiyon halindeki gençliğin görüşlerini tespit ediyorum.

 

“Tarih bilmek bugünü ve geleceği doğru yorumlamakta bize yardım eder” derler. Ama sanki biz geçmişten hiç ders almıyoruz, hep aynı şeyi yaşıyoruz...

Türkiye şimdi bir dönüm noktasında. Sadece Türkiye de değil, bence insaniyet son asırda istikametini kaybetti. Kendi rahatı için düşmanını nükleer silahlarla ezmek gibi yollara sapıyorlar. Ama bunlara bakıp yılmamalı. Bu memlekete ve geleceğine güvenerek çok çalışmalı. Esas mesele fikir zenginliğidir. O yüzden ne olursa olsun fikir hürriyetini muhafaza etmek gerekiyor.

 

Yaşananlara bakıp “Bu ülkede yaşanmaz artık” diyen çokça genç var. Siz uzun yıllar yurtdışında yaşadınız. Ama sonra döndünüz. Onlara ne demek istersiniz?

 

Karamsarlık korkaklıktır. Türkiye büyüktür. 1500 yıllık bir tarihimiz var. Canımızla, başımızla bu büyüklüğü devam ettirmeliyiz. Bırakıp kaçmak ihanettir bence. Eğer noksanlar varsa gidermeye uğraşmalıyız. Bu devletin tarihine yakışır şekilde yaşamalı ve çok çalışmalıyız.

 

Her şeye rağmen?

 

Her şeye rağmen!

 

BİR KEŞİŞ GİBİ ÇALIŞTIM

 

 

Peki, insanın çok çalışabilmesi için ne çalışması gerektiğini iyi bilmesi lazım herhalde. Siz ne çalışacağınıza çok küçük yaşta karar vermişsiniz. Nasıl emin oldunuz ömrünüzü adayacağınız alanın sizin için en doğrusu olduğundan?

 

1935’ti sanıyorum, Balıkesir Muallim Mektebi’nde okurken kütüphaneden bir kitap aldım; Hasan Âli Yücel’in ‘Goethe’si. O bana çok tesir etti. Ben de bir misyon benimsedim. Arkadaşlarım Hititoloji, Sümeroloji gibi ilimlere önem veriyordu. Ben eskiçağa girmedim. “Bizim asıl tarihimiz Osmanlı’dır, kendimi Osmanlı tarihine vereceğim” dedim.

 

Ve çok çalıştınız değil mi?

 

Bir keşiş gibi... İdealimi gerçekleştirmek için en iyi şekilde hazırlandım. Birinci sınıf âlimlerden ders aldım. Eşim de benimle işbirliği yaptı. Biz Şevkiye’yle, benim hanım, nerede tanıştık biliyor musunuz? Arapça dersinde. Yan yana oturmuşuz. O da Arap edebiyatının mütehassısı oldu. Arap kaynaklarında çözemediğim şeylere yardım ederdi. Kendisiyle günlerce ilgilenemediğim olurdu, davetlere gidemezdik. Hiç şikâyet etmezdi.

 

Ne mutlu ki çalışmalarınızın karşılığını aldınız...

 

Evet, eserlerimi Çinceye, Rusçaya, Lehçeye, Arapçaya, Yunancaya, Bulgarcaya, Romenceye, Sırpçaya, Hırvatçaya, Farsçaya çevirdiler. 1432 tarihli, Arnavutluk nüfusunu anlatan bir defter bulmuştum arşivlerde. 1950’lerde onu neşrettim. Bu Balkanlar’da büyük akis yaptı. Osmanlı’nın kılıçla değil, uzlaşmayla geldiğini orada gördüler. Sırp Akademisi beni üye seçti; akademiye giderseniz görürsünüz, büyük âlimlerin fotoğrafının yanında bir de bir Türk âliminin fotoğrafı vardır. Sonra, UNESCO’nun dünya tarihi kitabında 18’inci asra ayrılan beşinci cildin editörlerinden biri de bendim. Uluslararası tarih ilminde bir otorite olarak tanındığımı bu kitap ispat eder. ‘Klasik Çağ’ kitabım ders kitabım olarak pek çok üniversitede okutulur. Bunlar büyük mutluluklar benim için.

 

72 KİTABIM VAR, ÇOĞUNU 80 YAŞINDAN SONRA YAZDIM

 

Türkiye’de kıymetiniz biliniyor mu?

 

Maalesef. Ben Osmanlı Beyliği’nin kuruluşu “1302, Bafeus Zaferi’dir” diyorum. Bizans kayıtlarında ilk defa o zaman geçiyor Osmanlı. İlk defa o zaman Bizans ordusu denize dökülüyor. Ama hâlâ bütün tarihçiler 1299’da, Bilecik’in alınmasını kabul ediyor. Çünkü ilk mektepte öyle öğrenmişler! Efendim, ondan önce onun gibi daha kaç kale fethedildi. Defalarca yazdım ama okumuyorlar. Tembellik tembellik... …)

 

Hayatınızda bir gün olsun tembellik ettiniz mi? “Bugün yataktan çıkmayacağım” dediniz mi mesela hasta olmadığınız halde?

Hayır. 72 kitabım var, çoğunu 80 yaşından sonra yazdım. Hâlâ hoca olarak faalim; yedi doktora öğrencim var. Geçen sene bazı yeni makalelerim çıktı. Bir şeye âşık oldunuz mu her şeyi unutursunuz işte. Uykunuzu, sıhhatinizi... Ama hedefe varmak için ömür, onun için de iyi sıhhat lazım. Doktorlarımıza çok şey borçluyum. 100’e vardımsa modern tababette yapılan keşifler sayesinde vardım.

 

 

 

 

 

(…)

 

Günlük hayatta tarihle ilgili en sık yapılan hata nedir?

 

‘Osmanlı İmparatorluğu’ uydurma bir laftır. Osmanlı kendine imparatorluk demedi, ‘Devlet-i Aliye-yi Osmaniye’ dedi. Yani; Yüce Osmanlı Devleti. Aliye’nin a’sını da uzatmadan söyleyeceksiniz.

 

HALİL İNALCIK'TAN HAYAT DERSLERİ 

 

Çalışma: Manalı bir hayat için kendinize uzak, büyük bir gaye koyun. Sonra da onu gerçekleştirmek için çok çalışın.

Para: Yetecek kadar olsun. Kendinizi servet yığma hırsına kaptırmayın. Ama bir eviniz olmalı.

Aşk: Çalışma uğruna yalnızlığı seçmeyin, hayatınız noksan kalır. Tanrı bizi çift yaratmış. Kadınsız hayat yarım hayattır.

Aile: Ben öyle çok çocuklu bir hayat kuramadım, bir kızım oldu. Ama çocuk sahibi olmak ilim yapmaya engel değildir.

KAYNAK: 100 yaşındaki bilge Halil İnalcık: Bu sıkıntılı devir Geçecek (Röportaj: Güliz Arslan - Fotoğraflar: Selahattin Sönmez, Hurriyet.Com.Tr, 12 Eylül 2015).

 

İNALCIK’A BAKILMADAN OSMANLI YAZILAMAZ

İNALCIK’A BAKILMADAN OSMANLI YAZILAMAZ

 

Prof. Dr. Mehmet ÖZ

 

“O, eserleriyle ve öğrencileriyle yaşamaya devam edecek...” Hacettepe Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü Öğretim Üyesi Prof. Dr. Mehmet Öz, 100 yaşında hayatını kaybeden ‘Tarihçilerin Kutbu’ Prof. Dr. Halil İnalcık’ı anlattı.

 

Bilkent Tarih Bölümü Başkanı Mehmet Kalpaklı’nın Türk Ocakları Bursa Şubesi’nce düzenlenen ‘Her Yıl Bir Büyük Türk Bilgi Şölenleri’ toplantılarının ikincisinde -ilki, yine bir Kırım Türkü olan İsmail Bey Gaspıralı hakkındaydı- sunduğu bildirinin başlığı “Biyografisine Sığmayan Bir Bilim Adamı” idi. Bu gerçekten de ziyadesiyle isabetli bir tanımlama. Tarihçilerin Kutbu olarak andığımız Halil Hoca, gerçekten de yüz yıllık ömrüne büyük başarıları sığdırmış, 20. yüzyıldan 21. yüzyıla uzanan tarihimizin uluslararası alanda şöhret kazanmış en önde gelen tarihçisi, en önde gelen birkaç sosyal bilimcisinden biridir. (Bu vesileyle belirteyim ki, Hoca’nın bu unvanının patenti, kendisinden “şeyhülmüverrihîn” yani tarihçilerin şeyhi diye bahsedilince “Hocam siz şeyhülmüverrihîn değilsiniz” diyerek onu bir an şaşırtan sonra da “şeyh çoktur siz kutupsunuz, “kutbülmüverrihîn”siniz” diyen Hocam Ahmet Yaşar Ocak’a aittir.)

1977 yılında başlayan lisans öğrenciliğimden önce eserleriyle tanıştığım, özellikle Bilkent Üniversitesi’ne gelişinden sonra şahsen de yakından tanımak ve dostluğunu kazanmak fırsatını bulduğum Halil İnalcık, bilim adamı kimliğiyle tam manasıyla örnek alınacak ama erişilmesi güç bir başarının adıdır. 1916 yılında Kırım göçmeni bir ailenin çocuğu olarak İstanbul’da doğan Halil İbrahim, ilk öğrenimini Ankara’da Gazi mektebinde aldı. Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi’nden 1940’da mezun olan İnalcık, 1942’de Tanzimat ve Bulgar Meselesi adlı teziyle doktora, 1943’te Viyana’dan Büyük Ricat’e Osmanlı İmparatorluğu ve Kırım Hanlığı başlıklı teziyle doçent oldu. (Hoca’nın biyografisi, görüşleri ve tarihçiliği konusunda bkz. Emine Çaykara, Tarihçilerin Kutbu-Halil İnalcık Kitabı adlı söyleşi kitabı).

Bundan sonrası, sürekli üreten, 1940’larda, 1950’lerde yazıldıkları halde bugün hâlâ değerlerini koruyan araştırma makaleleri, metin neşirleri, kitaplar, uluslararası bilimsel organizasyonların kurulması, toplantılar, pek çok değişik milletten yetiştirdiği tarihçiler, sayısız fahri doktora ve ödüllerle dolu bilime adanmış bir ömür. Hem bilime hem de mensubu olmakla iftihar ettiği Türk milletine hizmet aşkıydı bu. En büyük hedefi de Türk ve bilhassa Osmanlı tarihini bütün dünyaya doğru olarak öğretmek. Eserlerinin muhtelif dillere çevrilip ders kitabı olarak okutulması onu ziyadesiyle sevindirirdi. Osmanlı İmparatorluğu-Klasik Çağ adlı kitabı gerçekten de bütün dünyada Osmanlı klasik çağını, siyasî, kurumsal, sosyal, ekonomik ve kültürel boyutlarıyla en iyi şekilde açıklayan bir başucu kitabıdır.

Halil İnalcık’ın eserleri olmadan, onun katkıları dikkate alınmadan Osmanlı tarihinin yazılamayacağı herkesin mutabık olduğu bir husustur. Gerçekten de O, kariyerinin farklı aşamalarında, dönemin eğilimlerini de dikkate alarak Osmanlı tarihinin pek çok yönüne eğilmiştir. Ancak çok çeşitli konuları işlemesine rağmen bunların hiçbirinde yüzeysellik görülemez. Meslektaşlarında en çok dikkat ettiği ve eleştirdiği hususların başında yüzeysellik gelirdi. Doktora için İngiltere’deyken yeni çıkan yürüklerle ilgili makalesini değerlendirirken Metin Kunt Hoca’nın O’nun hakkındaki hükmünü hiç unutmam: Halil Hoca ele aldığı konuyu en ince ayrıntısına kadar inceler ve yeni bir görüş getirir. O makalede de yaptığı buydu: Konar-göçerlerin sosyal ve ekonomik hayata katkılarını arşiv malzemesi ışığında somut verilerle göstermek.

Bilkent Üniversitesi’nde birlikte bulunduğumuz jüriler ve tez komitelerinde en çok dikkatimi çeken yönlerinden biri, adayların konularını somut tarihi verilere dayandırıp dayandırmadığını, konuya dair literatürü tetkik edip etmediğini kontrol etmesiydi. Nazik bir üslupla aslında bir şekilde komitelerdeki meslektaşlarını adeta sorgularken çok şey de öğretirdi. Hocalığı ve yol göstericiliği mükemmeldi.

Halil Hoca’nın ilerleyen yaşı hiç şüphesiz bedenen bir şeyleri alıp götürüyordu ama ruhu bazen bir çocuk gibi çoğunlukla da genç bir delikanlı gibiydi. Dünya tarih camiasının tanıdığı büyük bir şöhrete sahip olmasına rağmen yüksek lisans veya doktoraya yeni başlayan bir öğrencinin, eserlerinde ortaya koyduğu görüşlerden haberdar olduğunu öğrenmek ona büyük mutluluk verirdi. Yani kibirli değildi, büyük tarihçiydi. Sürekli bir araştırma ve yazma şevki vardı. Toplantılar bitip ayrılırken “benim için dua edin” diye uğurlardı bizi. Çünkü yazmayı planladığı, üzerinde çalıştığı kitapları vardı.

Tam 100 yaşında vefat eden Hocamızı şubat ayı sonlarında Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü Başkanı Prof. Dr. Dursun Yıldırım ve Türk Ocakları Genel Sekreteri Doç. Dr. Emrah Şenel’le birlikte ziyaret etmiştik. Ziyaretin iki sebebi vardı: İlki, Genel Başkanı olduğum Türk Ocakları Derneği’nin 2015 yılı ödüllerinden Prof. Dr. Osman Turan Türk Ocakları Türklük Araştırmaları armağanının kendisine verildiğini bildirmek, ikincisi ise Hoca’nın kurucuları arasında bulunduğu TKAE’nin kendisi için hazırlama kararı aldığı ve editörlüğü de tarafıma tevdi edilen armağan kitap konusunda kendisini bilgilendirmekti. Hoca her iki haberden de çok mutlu olmuştu. Bakıldığında artık ayakta gezemez bir haldeydi ama ilmî çalışmalarına devam etmek için kendisine yardımcı olan öğrencisi Tayfun Ulaş ile o hiç eksilmeyen heyecanı ile çalışmalarına devam etmekteydi.

Hoca’nın yıllar içinde en çok dikkatimi çeken yönü, ilerleyen yaşına rağmen ilmî araştırmaya, yeni şeyler keşfetmeye, yeni görüşler ortaya atmaya karşı duyduğu bitmek tükenmek bilmeyen heyecanıdır. O’nun, 80’li yaşlarında Osmanlı Beyliği’nin temellerinin atıldığı coğrafyayı karış karış gezerek, toponomik verilerle arşiv belgelerini ve kronikleri karşılaştırmak suretiyle Bafeus Savaşı, Pelekanon Savaşı vb. pek çok hadiseye yeni açılımlar getirmesi işte bu yeni şeyler keşfetme iştiyakının sadece bir örneğidir.

Halil Hoca tarihin arşivlere ve birincil kaynaklara dayanılarak, bu kaynaklara hakkıyla nüfuz edilerek yazılacağını savunurdu. Ancak O, sadece belgelere göre tarih yazan biri değildi. Teorik tartışmalardan haberdar olmakla kalmamış, Osmanlı sisteminin siyasî ve sosyo-ekonomik boyutlarına dair kendi görüşlerini sistemleştirmiştir. O’nun Osmanlı tarım ve toprak düzenine dair çift-hane sistemi yaklaşımı bunun tipik bir örneğidir. Böylece, Osmanlı tarihinin gerçeklerini bilmeyen ama teorik modellerle her şeyi açıklayanlara(!) karşı onların anladığı dilden konuştuğunu da göstermek isterdi.

O, Türkiye’ye kaybedilen topraklardan gelmiş Osmanlı bir ailenin Cumhuriyet’in değerleriyle yetişmiş bir çocuğuydu. Atatürk’le ilgili hatıralarını büyük bir heyecanla anlatan Hoca, milliyetçi idi ama ilmî çalışmalarında nesnelliğe ve bilim ahlâkına titizlikle dikkat ederdi. Bu bakımdan popüler algılara göre değil bilimsel gerçekler doğrultusunda yazardı. Hoca aslında yaşayan Osmanlı tarihi idi, kendisini idarî işlerden uzak tutmuş, hep ilmî çalışmalara yoğunlaşmıştır. Toplumu, siyaseti ve dünyayı takip etmiş ama siyasî tartışma ve çekişmelerin dışında kalmaya özen göstermiştir.

Hoca’nın az bilinen ve özellikle de son yıllardaki eserlerinde ortaya çıkan bir yönü de şiire ve edebiyata düşkünlüğüdür. Şair ve Patron kitabı bu bakımdan mühimdir. İlber Ortaylı’nın Bernard Lewis’ten naklettiği şu hüküm O’nun bizim tarihçiliğimizdeki yerini hakkıyla belirtir: “Köprülü ve Barkan zamanlarının büyük alimleriydiler, Halil İnalcık tüm zamanların büyük alimi..” Ancak Hoca kendi ilmî şeceresinde Ziya Gökalp ve Fuad Köprülü’nün yerini hakkıyla teslim eder, Ömer Lütfi Barkan’ı hep derin bir saygı ve takdirle anardı.

Tarihimizle ilgili o kadar çeşitli ve değişik konularda zamana karşı dayanıklı ve değerli o kadar çok kitap ve makale yazdı ki, Amy Singer’ın Bursa’daki toplantıda çok yerinde bir şekilde ve edebî bir üslupla belirttiği üzere, bunların belki onda hatta yirmide biri bile Türk tarihçiliğine adını altın harflerle yazması için yeterli olurdu. Sadece birkaç misal: Osmanlı Hukuku, Osmanlı Padişahı, Osmanlılar’da Saltanat Veraseti Usulü hakkında 1958-60 yıllarında yayınladığı makaleler Türk ve İslam siyaset ve hukuk tarihine vukufunun örnekleri olarak hâlâ temel metinler olarak okunuyor; 1954’te yayınlanan Osmanlı Fetih Yöntemleri hakkındaki analitik makalesindeki tespit ve tahliller geçerliliğini koruyor. Kırım Hanlığı, Don-Volga Kanalı Projesi, Osmanlılar’da Raiyyet Rüsumu, Adalet-nameler vb. sayılamayacak konudaki katkıları klasikleşmiştir. Osmanlı klasik sisteminin değişmesi üzerine yazdıkları, Osmanlı Devleti’nin kuruluş sürecine dair yorum ve tahlilleri bize yol göstermeye devam ediyor. O, eserleriyle ve öğrencileriyle yaşamaya devam edecek.

Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun.

 

KAYNAK: Prof. Dr. Mehmet Öz yazdı: İnalcık’a bakılmadan Osmanlı yazılamaz (karar.com, 29.07.2016).

 

 

Yazar: Prof. Dr. Mehmet ÖZ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör