Kıbrıs Türk edebiyatının en üretken sanatçılarındandır. 1930’lu
yıllardan itibaren roman, oyun, gazete yazarlığı gibi birçok sahada çok sayıda
eser verdi. Eserlerinde yerli dokulara yönelmeye özel bir önem verdi ve Kıbrıs
Türk edebiyatında bu durumun eksikliğine dikkat çekti. Yayıncılık yoluyla da
Kıbrıs Türk kültürüne hizmet etti. Bu amaçla Çardak dergisini çıkardı.
ESERLERİ:
HİKÂYE: Toprak Aşkı (1943), Kahve Fincanındaki Aşk (1943).
OYUN: Duman (1938), Meş’ale (1942), Altın Şehir
(1943).
ROMAN: Son Damla (1937), Diken Çiçeği (1938), Son
Çıldırış (1939), Kendime Dönüyorum (1943), Mermer Kadın (1948),
Kök Nal (1952), Üçümüz (1954), Beyaz Gül (1962).
KAYNAK: Harid Fedai / Hikmet Afif Mapolar
(1997), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999),
İslâmî Edebiyat dergisi (sayı: 40, Temmuz-Ağustos-Eylül 2004), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları
Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Cengizzade
Mehmet Rifat beyin -Jön Türkler yanlısı olduğu için halk arasında ona Con Rifat
derlerdi- çıkarmakta olduğu “Masum Millet” gazetesinde, haber türünde olmak
üzere ilk yazılarım çıkmağa başlamıştı. Bu haber yazılar “Muzaffer Kasapoğlu”
ve “Muzaffer Yılmaz” diye gönderilirdi gazeteye. Gazete önemli bulduğu haber
yazılarına ad koyar, önemli bulmadıklarını da adsız olarak yayımlayarak,
gazeteye mal ederdi.
Cengizzade
Mehmet Rifat bey, kunduracı çıraklığından, avukatlığa kadar yükselen, devrinin
büyük fikir adamlarındandı. “Masum Millet” gazetesindeki tüm yazılar kendisine
aittir. Ve savaşımı sömürge idaresine karşıydı. Sağ, sol ayırımı yoktu o
zamanlar. Sömürge idaresine karşı korkunç bir muhalifti ve bu karşıtlığı
yüzünden İngilizlerin “Siyah Kitabına” alınmıştı. Bunu kendisi de biliyordu,
fakat umurunda bile değildi. “Masum Millet” İngiliz aleyhtarlığı ile yayıma
başlamış, İngiliz aleyhtarlığı ile sona ermiştir.
İyi
bir okuyucusu vardı gazetenin. Mehmet Fikri Yağmur beyin matbaası olan M. Fikri
Matbaasında önceleri eski harflerle yayımlanırdı. Harf devriminden sonra “Masum
Miilet”in bir yüzü yeni Türk harfleriyle, öbür yüzü de gene eski şekliyle, Arap
harfleriyle yayımlanıyordu. Zaman zaman gazetede İngilizce makaleler de
yayımlanırdı.
Cengizzade
Mehmet Rifat beyle, “Söz” gazetesi sahibi Mehmet Remzi Okan arasında uzunca
süren ve yıllara ulaşan çetin tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar yapılmıştır.
“Söz” gazetesi sahibi Remzi Okan bey, Cengizzade Mehmet Rifat beye “Sir John
Simon” diye hitap ederdi. Rifat bey ise Remzi beye “Karpazlı Remzi” derdi.
Hatta Rifat bey “Karpazlı” kelimesi üzerinde ısrarla duruşundan Remzi beyin
canı sıkılmış olacak ki, gazetesinin sahip ve neşriyat müdürü hizasına adını
şöyle sıralardı: Karpazlı Mehmet Remzi Okan.
Cengizzade
Mehmet Rifat bey, kayıtsız şartsız Evkaf İdaresi'nin Türk toplumuna verilmesi
için amansız bir savaşım vermiş, fakat yaşamında bu arzusunu görememişti. Bir
noktaya burada dokunmadan geçemeyeceğim. Yıllar yılı sonra, Vakıflar idaresi
Türk toplumuna kayıtsız şartsız devredilirken, bayramlar yapıldı. Bu
bayramlarda o günün liderleri tarafından nutuklar çekildi, fakat ne acı bir
gerçektir ki, Cengizzade Mehmet Rifat beyden ve onun gazetesi “Masum Milllet'ten
bir tek söz bile edilmedi.
Değer
ölçüsüz insanlarız ve değerlendirici liderlerden yoksunuz. Yalnız bu konuda
değil. Hemen hemen her konuda böyle olmuştur. Bu tutum, yeteneksizliğin ve
kıymet ölçümüzün bir sonucudur. Herkes, her yapılanı kendine mal etmek ister.
Bunun içindir ki, gerçek mimarlardan söz edilmez. Daha doğrusu onlardan
korkulur ve kıymetler her zaman unutturulmak istenir. Bizim toplumumuzun da
görüş açısındaki değer ölçüsü maalesef budur.
Cengizzade
Mehmet Rifat bey, ceketsiz dolaşmasını severdi. Çoğunlukla haki bir pantolon,
haki bir gömlek ve başında da haki bir şapka ile dolaşırdı. Sabahları
Girne'deki evinden çıkar, sahildeki kahvelerden birine oturur, kahvesini
içtikten sonra tomar tomar gazete ve kitapları incelemeye koyulurdu. Önce yerli
Türkçe, Rumca gazeteleri gözden geçirirdi. Dünya ahvaline bir göz atardı. Sonra
yanındaki İngilizce kitapları okumaya başlar ve saatlerce baş kaldırmadan dalar
giderdi.
Böyle
zamanlarda biz yanına sokulur, onunla konuşmak imkânı arar, beklerdik, beklerdik.
Dünyasının dağıtılmasına çok kızardı. Onun için de beklemek zorundaydık.
Okuduğu gazeteyse makale bitmeliydi. Okuduğu kitapsa, fasıl tamamlanmalıydı.
Ondan sonra başını kaldırır ve bizlere seslenirdi.
-
Karpazlıya verdiğim cevabı okudunuz mu? Herif uslanmıyor. Yıkanıp, temizlenmesi
lazım. Bu sabunlarla da olmuyor galiba. Ona “Monkey Soap” gerek der ve
kahkahalarla gülerdi.
Ciddi
yazıları yanında, mizah yazılarının da ağır bastığını görüyordum.
Sözleşmiştik.
Cebimde hikâyemle bir gün yanına gittim. Sessiz sedasız bir sandalyeye oturdum.
Gazeteleri okuyordu. Tamamladıktan sonra, beni yanında görünce:
- Ha, geldin mi? Diye sordu.
- Evet efendim. Dedim.
- Getirdin mi?
- Getirdim efendim.
- Okuyabilirsin.
“Ayrılan Yol” adında, uzunca bir hikâye idi
bu. Bir nefeste okudum. Gözlerim, gözlerindeydi, heyecanla yanıtını
bekliyordum. Sanıyordum ki, ver de bunu gazetede yayımlayalım diyecekti. Hiç de
öyle olmadı. Verdiği yanıtı aynen anımsıyordum. Şöyle diyordu Rifat bey:
- Romantik bir hikâye. Eh ne olmasa daha
gençsiniz. Başka türlüsünü yazamazsınız. Aşk, genç kızlar, genç adamlar. Bizim
ülkemizde böyle aşklar yok. Hele bizim toplumumuzda hiç yok. Ya böyle kız da
yok. Böyle oğlan da yok.
Bu hikâyem daha sonraları Mr. Pusey'in
İngilizce, Türkçe, Rumca olarak çıkardığı “Embros” adlı haftalık dergide
yayımlanmıştı. Hikâyeyi oradan Kostas Kalisperas adında bir Rum arkadaş okumuş,
beğenmiş. Tapu ve Mesaha Dairesi'nde memurdu Kalisperas. İyi Türkçe biliyordu.
Kesik kesik konuşurdu Türkçe'yi ama, iyi konuşurdu. Benimle karşılaştığı bir
gün:
- Hikâyeni okudum, dedi. beğendim.
- Hangisini? Diye sordum.
-
Embros'ta çıkan “Ayrılan Yol” adlı hikâyeni.
Sevindirmişti
beni Kostas Kalisperas'ın görüşü. Çünkü o, hikâyeye başka açıdan bakıyordu.
Demek ki, benim hikâyemin Rum toplumu arasında gerçekçi bir yönü vardı. Bu gibi
olaylar onlarda olabilirdi.
- Müsaade edersen “Ayrılan Yol”u Rumca'ya
çevirmek istiyorum dedi Kostas Kalisperas.
Memnun
olmuştum. Hikâyem Kalisperas tarafından Rumcaya çevrilmiş ve Rumca olarak, o
zamanlarda yayımlanmakta olan “Kipriaki Grammada” adlı dergide çıkmıştı.
“Köpek Avcıları” adlı bir hikâyemin çevirisini
de yaptı Kostas Kalisperas. Atina'da çıkan bir sanat ve edebiyat dergisinde
yayımlanacağını öğrenmiştim kendisinden. Fakat yayımlanıp, yayımlanmadığını
görmedim.
Rifat
bey o gün hikâyemi dinledikten sonra:
- Hikmet oğlum, dedi, bizim gazetede yazmağa
başlasan, fena olmaz sanırım.
Fakat
ne yazacaktım? Fıkra, makale yazabileceğimi hiç de sanmıyordum. Hikâyeden başka
bir şey beceremeyeceğim gibime geliyordu. Haberle işe başladım. Girne ile
ilgili haberleri derleyip, topluyor “Masum Millet”e ulaştırıyordum.
Düzeltilerek, beğenilenler yayımlanıyor, beğenilmeyenler de sepete atılıyordu.
Atılan yazılarımdan ötürü üzüldüğüm oluyordu ama, ses çıkaramıyordum.
Girne'de
bazan imamlık, bazan da müezzinlik yapan Hacı Mehmet Efendi adında büyük bir
ailenin reisi, çok dürüst ve çok çalışkan bir zat vardı. Halk arasında,
nedenini bilmediğim ve bugüne kadar da öğrenemediğim “Hacı Kurrak” derlerdi
ona.
İmamlık
ve müezzinlikten aldığı maaşla ailesini geçindiremeyecek olacak ki, hurma dallarından
rengârenk yelpazeler örer ve bunları toptan ve perakende satarak, aşına katkıda
bulunurdu.
Çok
gıdıklanan bir kişiydi. Parmağına dokunsan, vücudunun her yanı elektriklenmiş
gibi
oynardı. Devrin halk
ozanlardan birisi olacak -ama kim olduğunu anımsamıyorum- Hacı Mehmet Efendi
üzerine bir halk şiiri işlemişti:
Hacı Kurrak Kurrak
Ne ötersin
Kurrak kurrak?
vs.
Habersizlikten
mi, konu kıtlığından mı? Pek kestirmeyeceğim ama, bir gün Hacı Kurrak'ı
işlemeye karar verdim. Ve uzunca sayılmayacak bir yazı yazdım. O ünlü şiiri de
yayımladım. Fiskos gazetesi başlayıverdi kahvelerde, kulüplerde “Hacı Kurrak
Muhtarın oğlunu dava etti” diye.
Fiskos
gazetesi doğru söylüyordu. Alttan girdik, üstten çıktık, aracı koyduk ve
nihayet Hacı Mehmet Efendi'ye davasını geri çektirdik. Öyle rahatlamıştım ki,
bundan böyle kimseyi eleştirmeyeceğime, kimsenin aleyhine bir şey yazmayacağıma
dair kendi kendime söz veriyor, yemin ediyordum. Meğer hepsi yalanmış, hepsi
boşmuş. Hamurumuz baş kaldırmakla yoğrulmuş. O gündür bu gündür, haksızlığa
dayanamıyor, sesimi yükseltiyorum. İster etkili olsun, ister olmasın. Görevimi
yaptığıma inanıyor ve böylece rahatlıyorum artık.
(Kıbrıs Güncesi-Kırk Yılın Anıları,
2002)