Hikmet Afif Mapolar

Yazar

Ölüm
05 Mart, 1989
Eğitim
Shakespeare Özel Lisesi

 Yazar (D. 1919, Girne / Kıbrıs, Ö. 05.03.1989, Lefkoşa / Kıbrıs). Lefkoşe Lisesinde başladığı ortaöğrenimini Shakespeare Özel Lisesinde tamamladı. Halkın Sesi’nde başladığı (1942) gazetecilik mesleğini Hürsöz, İkbal ve kendi çıkardığı Devrim gazetelerinde sürdürdü.

Kıbrıs Türk edebiyatının en üretken sanatçılarındandır. 1930’lu yıllardan itibaren roman, oyun, gazete yazarlığı gibi birçok sahada çok sayıda eser verdi. Eserlerinde yerli dokulara yönelmeye özel bir önem verdi ve Kıbrıs Türk edebiyatında bu durumun eksikliğine dikkat çekti. Yayıncılık yoluyla da Kıbrıs Türk kültürüne hizmet etti. Bu amaçla Çardak dergisini çıkardı.

ESERLERİ:

HİKÂYE: Toprak Aşkı (1943), Kahve Fincanındaki Aşk (1943).

OYUN: Duman (1938), Meş’ale (1942), Altın Şehir (1943).

ROMAN: Son Damla (1937), Diken Çiçeği (1938), Son Çıldırış (1939), Kendime Dönüyorum (1943), Mermer Kadın (1948), Kök Nal (1952), Üçümüz (1954), Beyaz Gül (1962).

KAYNAK: Harid Fedai / Hikmet Afif Mapolar (1997), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), İslâmî Edebiyat dergisi (sayı: 40, Temmuz-Ağustos-Eylül 2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

 

MASUM MİLLET, İLK YAZILARIM ve İLK DAVA

Cengizzade Mehmet Rifat beyin -Jön Türkler yanlısı olduğu için halk arasında ona Con Rifat derlerdi- çıkarmakta olduğu “Masum Millet” gazetesinde, haber türünde olmak üzere ilk yazılarım çıkmağa başlamıştı. Bu haber yazılar “Muzaffer Kasapoğlu” ve “Muzaffer Yılmaz” diye gönderilirdi gazeteye. Gazete önemli bulduğu haber yazılarına ad koyar, önemli bulmadıklarını da adsız olarak yayımlayarak, gazeteye mal ederdi.

Cengizzade Mehmet Rifat bey, kunduracı çıraklığından, avukatlığa kadar yükselen, devrinin büyük fikir adamlarındandı. “Masum Millet” gazetesindeki tüm yazılar kendisine aittir. Ve savaşımı sömürge idaresine karşıydı. Sağ, sol ayırımı yoktu o zamanlar. Sömürge idaresine karşı korkunç bir muhalifti ve bu karşıtlığı yüzünden İngilizlerin “Siyah Kitabına” alınmıştı. Bunu kendisi de biliyordu, fakat umurunda bile değildi. “Masum Millet” İngiliz aleyhtarlığı ile yayıma başlamış, İngiliz aleyhtarlığı ile sona ermiştir.

İyi bir okuyucusu vardı gazetenin. Mehmet Fikri Yağmur beyin matbaası olan M. Fikri Matbaasında önceleri eski harflerle yayımlanırdı. Harf devriminden sonra “Masum Miilet”in bir yüzü yeni Türk harfleriyle, öbür yüzü de gene eski şekliyle, Arap harfleriyle yayımlanıyordu. Zaman zaman gazetede İngilizce makaleler de yayımlanırdı.

Cengizzade Mehmet Rifat beyle, “Söz” gazetesi sahibi Mehmet Remzi Okan arasında uzunca süren ve yıllara ulaşan çetin tartışmalar ve karşılıklı suçlamalar yapılmıştır. “Söz” gazetesi sahibi Remzi Okan bey, Cengizzade Mehmet Rifat beye “Sir John Simon” diye hitap ederdi. Rifat bey ise Remzi beye “Karpazlı Remzi” derdi. Hatta Rifat bey “Karpazlı” kelimesi üzerinde ısrarla duruşundan Remzi beyin canı sıkılmış olacak ki, gazetesinin sahip ve neşriyat müdürü hizasına adını şöyle sıralardı: Karpazlı Mehmet Remzi Okan.

Cengizzade Mehmet Rifat bey, kayıtsız şartsız Evkaf İdaresi'nin Türk toplumuna verilmesi için amansız bir savaşım vermiş, fakat yaşamında bu arzusunu görememişti. Bir noktaya burada dokunmadan geçemeyeceğim. Yıllar yılı sonra, Vakıflar idaresi Türk toplumuna kayıtsız şartsız devredilirken, bayramlar yapıldı. Bu bayramlarda o günün liderleri tarafından nutuklar çekildi, fakat ne acı bir gerçektir ki, Cengizzade Mehmet Rifat beyden ve onun gazetesi “Masum Milllet'ten bir tek söz bile edilmedi.

Değer ölçüsüz insanlarız ve değerlendirici liderlerden yoksunuz. Yalnız bu konuda değil. Hemen hemen her konuda böyle olmuştur. Bu tutum, yeteneksizliğin ve kıymet ölçümüzün bir sonucudur. Herkes, her yapılanı kendine mal etmek ister. Bunun içindir ki, gerçek mimarlardan söz edilmez. Daha doğrusu onlardan korkulur ve kıymetler her zaman unutturulmak istenir. Bizim toplumumuzun da görüş açısındaki değer ölçüsü maalesef budur.

Cengizzade Mehmet Rifat bey, ceketsiz dolaşmasını severdi. Çoğunlukla haki bir pantolon, haki bir gömlek ve başında da haki bir şapka ile dolaşırdı. Sabahları Girne'deki evinden çıkar, sahildeki kahvelerden birine oturur, kahvesini içtikten sonra tomar tomar gazete ve kitapları incelemeye koyulurdu. Önce yerli Türkçe, Rumca gazeteleri gözden geçirirdi. Dünya ahvaline bir göz atardı. Sonra yanındaki İngilizce kitapları okumaya başlar ve saatlerce baş kaldırmadan dalar giderdi.

Böyle zamanlarda biz yanına sokulur, onunla konuşmak imkânı arar, beklerdik, beklerdik. Dünyasının dağıtılmasına çok kızardı. Onun için de beklemek zorundaydık. Okuduğu gazeteyse makale bitmeliydi. Okuduğu kitapsa, fasıl tamamlanmalıydı. Ondan sonra başını kaldırır ve bizlere seslenirdi.

- Karpazlıya verdiğim cevabı okudunuz mu? Herif uslanmıyor. Yıkanıp, temizlenmesi lazım. Bu sabunlarla da olmuyor galiba. Ona “Monkey Soap” gerek der ve kahkahalarla gülerdi.

Ciddi yazıları yanında, mizah yazılarının da ağır bastığını görüyordum.

Sözleşmiştik. Cebimde hikâyemle bir gün yanına gittim. Sessiz sedasız bir sandalyeye oturdum. Gazeteleri okuyordu. Tamamladıktan sonra, beni yanında görünce:

-  Ha, geldin mi? Diye sordu.

-  Evet efendim. Dedim.

-  Getirdin mi?

-  Getirdim efendim.

-  Okuyabilirsin.

   “Ayrılan Yol” adında, uzunca bir hikâye idi bu. Bir nefeste okudum. Gözlerim, gözlerindeydi, heyecanla yanıtını bekliyordum. Sanıyordum ki, ver de bunu gazetede yayımlayalım diyecekti. Hiç de öyle olmadı. Verdiği yanıtı aynen anımsıyordum. Şöyle diyordu Rifat bey:

  -  Romantik bir hikâye. Eh ne olmasa daha gençsiniz. Başka türlüsünü yazamazsınız. Aşk, genç kızlar, genç adamlar. Bizim ülkemizde böyle aşklar yok. Hele bizim toplumumuzda hiç yok. Ya böyle kız da yok. Böyle oğlan da yok.

 Bu hikâyem daha sonraları Mr. Pusey'in İngilizce, Türkçe, Rumca olarak çıkardığı “Embros” adlı haftalık dergide yayımlanmıştı. Hikâyeyi oradan Kostas Kalisperas adında bir Rum arkadaş okumuş, beğenmiş. Tapu ve Mesaha Dairesi'nde memurdu Kalisperas. İyi Türkçe biliyordu. Kesik kesik konuşurdu Türkçe'yi ama, iyi konuşurdu. Benimle karşılaştığı bir gün:

-  Hikâyeni okudum, dedi. beğendim.

-  Hangisini? Diye sordum.

 -  Embros'ta çıkan “Ayrılan Yol” adlı hikâyeni.

Sevindirmişti beni Kostas Kalisperas'ın görüşü. Çünkü o, hikâyeye başka açıdan bakıyordu. Demek ki, benim hikâyemin Rum toplumu arasında gerçekçi bir yönü vardı. Bu gibi olaylar onlarda olabilirdi.

-  Müsaade edersen “Ayrılan Yol”u Rumca'ya çevirmek istiyorum dedi Kostas Kalisperas.

Memnun olmuştum. Hikâyem Kalisperas tarafından Rumcaya çevrilmiş ve Rumca olarak, o zamanlarda yayımlanmakta olan “Kipriaki Grammada” adlı dergide çıkmıştı.

 “Köpek Avcıları” adlı bir hikâyemin çevirisini de yaptı Kostas Kalisperas. Atina'da çıkan bir sanat ve edebiyat dergisinde yayımlanacağını öğrenmiştim kendisinden. Fakat yayımlanıp, yayımlanmadığını görmedim.

Rifat bey o gün hikâyemi dinledikten sonra:

 - Hikmet oğlum, dedi, bizim gazetede yazmağa başlasan, fena olmaz sanırım.

Fakat ne yazacaktım? Fıkra, makale yazabileceğimi hiç de sanmıyordum. Hikâyeden başka bir şey beceremeyeceğim gibime geliyordu. Haberle işe başladım. Girne ile ilgili haberleri derleyip, topluyor “Masum Millet”e ulaştırıyordum. Düzeltilerek, beğenilenler yayımlanıyor, beğenilmeyenler de sepete atılıyordu. Atılan yazılarımdan ötürü üzüldüğüm oluyordu ama, ses çıkaramıyordum.

Girne'de bazan imamlık, bazan da müezzinlik yapan Hacı Mehmet Efendi adında büyük bir ailenin reisi, çok dürüst ve çok çalışkan bir zat vardı. Halk arasında, nedenini bilmediğim ve bugüne kadar da öğrenemediğim “Hacı Kurrak” derlerdi ona.

İmamlık ve müezzinlikten aldığı maaşla ailesini geçindiremeyecek olacak ki, hurma dallarından rengârenk yelpazeler örer ve bunları toptan ve perakende satarak, aşına katkıda bulunurdu.

Çok gıdıklanan bir kişiydi. Parmağına dokunsan, vücudunun her yanı elektriklenmiş gibi

oynardı. Devrin halk ozanlardan birisi olacak -ama kim olduğunu anımsamıyorum- Hacı Mehmet Efendi üzerine bir halk şiiri işlemişti:

 

Hacı Kurrak Kurrak

Ne ötersin

Kurrak kurrak?

vs.

Habersizlikten mi, konu kıtlığından mı? Pek kestirmeyeceğim ama, bir gün Hacı Kurrak'ı işlemeye karar verdim. Ve uzunca sayılmayacak bir yazı yazdım. O ünlü şiiri de yayımladım. Fiskos gazetesi başlayıverdi kahvelerde, kulüplerde “Hacı Kurrak Muhtarın oğlunu dava etti” diye.

Fiskos gazetesi doğru söylüyordu. Alttan girdik, üstten çıktık, aracı koyduk ve nihayet Hacı Mehmet Efendi'ye davasını geri çektirdik. Öyle rahatlamıştım ki, bundan böyle kimseyi eleştirmeyeceğime, kimsenin aleyhine bir şey yazmayacağıma dair kendi kendime söz veriyor, yemin ediyordum. Meğer hepsi yalanmış, hepsi boşmuş. Hamurumuz baş kaldırmakla yoğrulmuş. O gündür bu gündür, haksızlığa dayanamıyor, sesimi yükseltiyorum. İster etkili olsun, ister olmasın. Görevimi yaptığıma inanıyor ve böylece rahatlıyorum artık.

                                                                        (Kıbrıs Güncesi-Kırk Yılın Anıları, 2002)

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör