Sadık Şendil

Senaryo Yazarı, Oyun Yazarı, Yazar

Doğum
Ölüm
26 Temmuz, 1986

Oyun ve senaryo yazarı (D. 1913, İstanbul - Ö. 26 Temmuz 1986, İstanbul). Galatasaray Lisesindeki öğrenimini yarıda bırakarak bir süre memurluk yaptı. İlk senaryosu Beklenen Şarkı’dan sonra, Altın Kafes, Berduş, Senede Bir Gün gibi eserlerle senaryo yazarlığını sürdürdü. Kalbimin Efendisi (1970), Tel Örgü (1971), Sev Kardeşim (1972) adlı filmlerle o yılların Antalya festivallerinde en başarılı senaryo yazarı ödüllerini aldı.

ESERLERİ:

Fuar Yıldızı, Festival, Kuyruklu Yıldız (tümü operet, 1944-48), Kart Horoz (1962), Kanlı Nigâr (1967), Yedi Kocalı Hürmüz (1969), Çılgın Yenge (1970), İhtilal Var (1971) vd.

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

 

KANLI NİGÂR

I. PERDE

 

TAKDİM KONUŞMASI

 

ABDİ — Efendim. Ben az sonra seyredeceğiniz oyunun kişilerinden biriyim.. Adım, neyse onu bıraka­lım.. Daha önce size söylemek istediğim başka birşey var.. Ama korkmayın öyle uzun uzun traş edecek değilim (başınızı ağrıtacak değilim).. Biliyor musunuz.. Kanlı Nigar oynuyoruz.. Ey, niye Kanlı Nigar da meselâ Şekspir, Molyer, Pirandello Breht falan değil. Onlar hep.oynandı, oynanıyor.. Bu sefer de bizden, hem de adamakıllı bizden birşey olsun dedik.. Baba yadigârı dededen miras birşey.. İçinde Karagöz olsun. Orta Oyunu olsun, tuluat olsun dedik.. Türü nedir diyeceksiniz yahut diyecekler.. (Dudak büker) dramatik değil, epik, Allah bilir, komik, trajik, yoo hiç biri değil. Ama ille de sonunda bir İK mi olması lâzım, oyun işte.. Kanlı Nigar'ı bu sefer günümüzün bir yazarı kaleme almış.. Ama bu oyun bundan çok seneler evvel ismini bilmediğimiz yazarlar hatta yazmayanlar tara­fından yüzlerce defa meydana getirilmiş.. Yaz­mayanlar diye acaip bir tabir kullandım.. Yani kaleme almayıp da ansızın sahne üzerinde yahut Karagöz perdesi arkasında söyleyi söyleyiveren o büyük sanatçıları, hayali kâtip Salihleri, Kel Haşarıları, Ahdileri, Naşitleri, Dümbüllüleri kasdettim. Hepsi de nur içinde yatsınlar, onlar ya­zıp söylemeseydi, bu gün de bir Kanlı Nigâr ya­zılamazdı. Kanlı Nigâr onların ortak malı, eseri.. Bizimki ise, onlardan ilham alınarak meydana getirilmiş hem o, hem değil bir şey. Piyesin yazarı bana işi şöyle tarif etti.. Siz oyuncular de­di, oyunlarda bir çeşit giysiler giyersiniz. Ben bu sefer yüklükte kalma eski bir samur kürk bul­dum.. Size onu giydireceğim, ama günümüzün modasına ve sizin üstünüze göre kesip biçtim bu eski güzel kürkü, dedi.. Biz de giydik.. Yakıştı mı diye sordum yazara, dudak büktü, aynaya hiç bakma, yakıştı mı yakışmadı mı, onu sen ben anlamayız, onu seyirci denen şaşmaz ayna tayin eder dedi.. Az sonra oyun başlayacak.. Gelmiş geçmiş karagözcülerin, Orta Oyunu ve tuluat sanatçılarının yeni çıraklarını seyrettirmeye çalışacağız size. Beğenirseniz, alkışlarsınız. Alkışlarınız asıl sahiplerine ulaşacaktır. Çünkü hepsini onlar yaptılar, biz mirasa konmuş ola­cağız. Ve onlara acık benzeyebilirsek ne mutlu bize.. Yazarın bahsettiği samur kürkü, vaktiyle giyen giymiş hem de öyle bir yakıştırmış ki, biz kim oluyoruz, öf, heyecanlandım, başlasın ar­tık, oyunumuz başlasın.

Oyuna Giriş-Üçüncü başlama zili çalıp seyirciler oturduktan sonra, müzisyenler yerlerini alıp kısa bir akort yapacaklar, sonra sahnedeki ışıklar yavaş yavaş kararırken, sokak feneri ağır ağır aydınlanacak.. (Daha iyisi, elinde meşhale bulunan sırıklı bir adam, sahneden geçerken hava gazı fenerini yakar),. Küçük evlerin pencerelerinde ışıklar be­lirmeye başlar.. Bu esnada saz takımı, orta oyu­nu ve karagöz oyunlarındaki gibi bir uvertür mü­ziği çalar, içerden sesi güzel olan sanatçılar bu müziğe refakat ederek şarkı söylerler..

(Şarkı: Ey serenler, serenler of, yar sevenler, vs,)..

Mahalle iyice aydınlanmıştır.. Gece..

ABDİ GİRER

(Abdi bekçi kılığında, sırtında gocuğu, başında abani  sarığı,   elinde ucu demirli kalın sopası)

-(Seslenerek yangını haber verir) Yangın vaaar.. Aksaray'da, Taşkasapta, Üftade mahallesinde, yangın vaaaaar.. Aksaray'da Taşkasap'ta.. (Sah­neden çıkarken sesi git gide kaybolur)

(Elinde mum fenerli bir adam, gecelikle ve hırka ile acele acele sahneden geçer, bir kapının ipini çeker, içeri girerken)

(Bir nara duyulur, İstinyeli'nin sesidir bu.. Az sonra kendisi de gelip geçer sahneden.. Ceketi omuzunda, elinde rakı şişesi..)

 

İSTİNYELİ 

— (Nara atarak) Aaaayt, havada uçan, karada ka­çan, anasının koynundan kız kaçıran, varrr mı lan bana yan bakan..

ABDİ

 — (Gelir, temenna eder) Efendim, cümleten sefalar geldiniz, sefalar getirdiniz.. (Müzisyene) Amma benim pehlivanım..

MÜZİSYEN      

Lebbeyk sultanım, nedir hesabın.

ABDİ

Burnunu ye kasabın...

MÜZİSYEN

Öyle mi derler.külhanî?

ABDİ

Ne derlerse desinler, o dilleri yesinler. Hele sen suss, ben söyleyim, dinleyen misafiranı kiraam sefayab olsunlar, işte ne imiş, işimizi meyla onara, yaaheyy,. Efendim, burası şehri şiyrini sitanbuulun, eski bir mahallesi. Bendeniz ben hakisare kulunuz Abdi.

Mahallenin bir garibiyim. Geceleri bekçilik, sa­bahları sakalık, öğleden sonra da surda kahve­cilik yaparım.. Sip sivri bir adamım.. Ne karım, ne bacım ne de dikili bir ağacım vardır, kimseye ne faydam ne de zararım dokunur kendime de Öyle.. Çok şey bilirim ama az söylerim.. Yemek gördüm mü yer, dayak gördüm mü kaçarım.. Namaza giderim dua bilmem, vaaza giderim ho­cayı anlamam.. Ama fesatlığım yoktur, tavşana kaç tazıya tut demem. Göz göre göre armuta dut demem.. Yüreğim yufkadır, içimde yetecek kadar merhamet vardır ama, isteyen olursa ona da veririm.. Sizin anlayacağınız, her zaman her yerde benzerine bol bol rastlanan adamcıklar­dan biriyim. Biraz da tatlı dilli olduğumu söy­lerler. Eh geçinip gidiyoruz işte.. (Agâh geçer. Ahdinin yüzü buruşur) Ayyy, bu mu.. Kendi anlatsın..

AGAH

—  Efendim, bendeniz  eşraf-ı beldeden, Agâh. Karanfilzade Agâh derler bana.. Oldukça ağni-yadan..

ABDİ

—  Yani, para babası..

AGAH

—  (Devamla) Kâru kisbi yerinde, dünya ve ahireti mamuur bir kişizadeyim. Bu mahallenin hem ayanı, hem eşrafı, hem muhtan, hem azâsıyım..

Ve hem de...

ABDİ

—  Ukalâ dömbeleği!

AGAH

—  Bendenizim efendim.. Bu mahalle bendenizden sorulur, o kadar ki, bendeniz hükmünü verip mührümü basmadıkça..                             

ABDİ

—Şu ağaçlardaki kuşlar bile ötüşemezLer. (Agah lehavle çeker).

AGAH

—"İstikametime", "hüsnü ahlakıma", diynime, iymanIma, elhaak, diyecek yoktur.

ABDİ

— (Patlayarak güler kendi kendine).

AGAH

  —Abdiii...

ABDİ

—Lebbeeyk efendibaba!

AGAH

  —  Ne var, ne yok.. Mahallede inşallah asayiş ber-kemal..

ABDİ

  —  Hı..

AGAH

  —  Asayiş berkemal mı derim..

ABDİ

  —  Ayyaş Kemali görmedim, meyhanededir..        

AGAH

  —  Hayır efendim.. Yani ahvalve icmal ne merkez­de, de..

ABDİ

  —  İclâl merkezde mi? Vah zavallı karı..

AGAH

  —  ÖÖÖf, amma cahilsin be oğlum, aklın hiç erik değil.

ABDİ

—  Ha?

AGAH

  —  Aklın erik değil..

ABDİ

—  Erik değildir şeftalidir.

AGAH

  —  Ne şeftalisi?

ABDİ

  —  Bursa.

AGAH

  —  Ne lâf anlamaz adamsın be.. Oğlum sen hiç mü­rekkep yalamadın mı?

ABDİ

  —  Merkebi   yalamadım,   sıpayı   kokladım  biraz.

AGAH

  —  Hayır efendim.. îlmü irfan görmedin mi derim?

ABDİ

  —  İrfan'ı   görmedim,   babası   burdaydı   demin.

AGAH

  —  Hadi ilmü irfan görmedin, ya babanın metrukâı ne oldu?

ABDİ

  —  Babamın nesi?                                  

AGAH

     Canım, babandan sana serveti saman kalmadı mı?

                                                                                      (Kanlı Nigâr, 1967)

 

 

 

Tiyatro ve Sinemanın Sadık Abi’si

Tiyatro ve Sinemanın Sadık Abi’si

Posted on by Duygu'nun Yeri


Onunki gizemli hayatlardan. Hüznünü içine gömmek için neşesini fitilleyen; pek çok şeyi içine attığından, içinde taşıdıkları pek bilinmeyip tahmin edilenlerden… Her ne kadar perde önüne çıkmamaya çalışsa da altına imzasını attığı eserler ve hakkında anlatılanlarla yakayı ele veriyor. Büyük özenle sırtına geçirdiği ceketi, çok sıcak havalar dışında boynundan eksik etmediği kravatı, boyalı ayakkabıları ve küçük bir çocuk gördüğünde dahi ayağa kalkıp, önünü ilikleyişi nasıl bir insan olduğuna dair önemli ipuçları. Az, çok tanıma şerefine nail olanlar bile ondan bahsederken, “Bir daha öylesi gelmez” diyor mesela. “Neden?” diyor insan; merak ediyor…

Söz konusu hikâye, Yedi Kocalı Hürmüz’den Kanlı Nigar’a pek çok önemli tiyatro oyununun, Hababam Sınıfı serilerinden Gırgıriye’ye hafızalara yer etmiş sinema filmlerinin ve Senede Bir Gün, Seven Ne Yapmaz gibi şarkıların yaratıcısı, rahle-i tedrisinden geçmiş birbirinden başarılı oyuncu ve yönetmenlerin Sadık Abi’si Sadık Şendil’in…

Şendil 1913’te İstanbul’da doğar. Lozan’da başarılı bir hariciye görevlisi olan babası sert bir adamdır, oğluna pek şefkat göstermez. Şendil de babasından göremediği sevgiyi ve ilgiyi, ileride oğlu Cem’e ziyadesiyle gösterecektir. Önce Saint- Mitchell Fransız Lisesi, ardından Galatasaray Lisesi… Liseden sonra Tütün Eksperliği Yüksekokulu’na giren Şendil, emekliliği gelene kadar Ziraat Bankası’nın başarılı tütün eksperlerinden biri olarak çalışır. Gelin görün ki serde, akla, bedene sığmayan bir yaratıcılık vardır. İlkokulda dahi Karagöz-Hacivat’tı, kuklaydı, ortaoyunuydu… Geleneksel Türk tiyatrosunun türlü dalına merak sarmış olan Şendil, bir yandan eğitimini aldığı işi sürdürürken bir yandan Bakırköy Halkevi’nde oyun yazıp, yönetmeye başlar. İlk evliliğini yaptığında yaşı 18’dir; uzun sürmez. İkinci evliliğini, işi gereği gittiği Bursa’da yapar; bu da uzun sürmez. Bursa Kız Lisesi’nde oyun sahneleyen Şendil, başrolü oynayan, güzel liseli kıza âşık oluverir. Lahut adındaki bu kızla evlenen Şendil’in bu evlilikten Cem adında bir oğlu olur. Şendil’in hayatı 1959 senesinde, körkütük âşık olduğu eşi Lahut Hanım’ın penisilin alerjisi nedeniyle ani ölümünden sonra tamamen değişir. İlacı içtikten kısa süre sonra, perde asarken ölen Lahut Şendil henüz 29 yaşındadır. O sırada sekiz yaşında olan oğlu Cem Şendil o dönemi şöyle anlatıyor: “Annem öldükten sonra babam kimseye belli etmemek için sessizce ağlardı geceleri. Bana daha çok bağlandı. Bir, iki sene senaryo yazamadı. Çok sık misafir çağırırdı. Hemen her gün evde en az beş, altı kişi olurdu. Öncesinde içki içmezken, akşamları eve gelir gelmez rakı içmeye başladı ama onun sınırını da bildi, ‘sapıtmadan içenler’dendi.” Şendil gizli gizli ağladığı gecelerden birinde eşi Lahut Hanım’a şöyle seslenir:

“… Beklerim yolunu aylar boyunca
Yeter ki gel bana senede bir gün!”

Türk müziğine de eşsiz bir katkı yapmış olur böylece. Ölümüne kadar sürecek olan meşhur Sadık Abi sofralarının ilki de bu yalnızlık dönemine tekabül eder. Evde yalnız kalmak istemeyen Şendil, Münir Özkul’dan Sırrı Gültekin’e, Savaş Dinçel’den Müjdat Gezen’e tüm yakın dostlarını her cumartesi evinde ağırlar. Yemekleri de mutlaka kendisi yapar. Sadık Şendil askere iki defa çağırılır; biri liseden sonra, ikincisi de 2. Dünya Savaşı sırasında. Uzun yıllar sonra, arkadaşım ve ikinci oğlum dediği Müjdat Gezen, kendisine askerlik ve memuriyet yıllarını kitaplaştırması konusunda ısrar edince, “Memlekete ayıp olur evladım” diyerek fikre uzak durur. O eşsiz anılar yalnızca dost sohbetlerinde kalır. 1967’de son eşi Fatoş Hanım’la evlenir ve ölene dek onunla evli kalır. İnsanları güldürmeye adadığı yaşamına sayısız eser sığdıran İstanbul Beyefendisi, Türk sinemasının ve tiyatrosunun Sadık Abi’sini ölüm, yatağında bulur. Öncesinde iki kez kalp krizi geçiren Şendil, uyurken bir kalp krizi daha geçirdiğinde yıl 1986’dır.

Kanlı Nigar’dan Hababam Sınıfı’na sayısız eser
Şendil sanat dünyasında da onu diğerlerinden üstte tutan yaratıcılığının yanı sıra iyi niyeti ve beyefendiliğiyle tanınır, sevilir. Bir yandan tütün eksperliği yapan Şendil, Bakırköy Halk Evi’nde oyun yazıp yönetmekle başlar işe. İlk tiyatro oyunu 1940’larda Fuar Yıldızı olur. 1964’te Bulvar Tiyatrosu’nda Kart Horoz oynar. Sonra sırasıyla Kanlı Nigar, Yedi Kocalı Hürmüz, Çılgın Yenge, İhtilal Var… Oyunların çoğu, kadın merkezli vodvillerdir. Kanlı Nigar, Çılgın Yenge ve Yedi Kocalı Hürmüz dahil çoğu eserinde kadının zekâsına alttan alta bir övgü vardır. “Bizim memlekette adamlar tiyatroya gitmez ki” der, “kadın kocasını tiyatroya götürür. Onun için kadını merkez almalı.” Kadının fendi erkeği yendi temalı oyunları olumsuz tepki almaz. Aksine, insanların tiyatroya pek yüz vermediği bir dönemde hepsi kapalı gişe oynar. Hürmüz’ün yedi kocası vardır ama hiçbirinin koynuna girmez mesela. Ya da “ev” işleten Kanlı Nigar en sonunda seyircinin karşısına geçip, “Ben mi istedim böyle olmayı” der, “sizin hiç mi suçunuz yok yani?”… Yufka yürekli seyirci de haliyle fettan kadını sahiplenir. Bunda şüphesiz Şendil’in Türk toplumunun nabzını ölçen müthiş gözlem yeteneğinin de payı vardır. Bu gözlem yeteneği Şendil’i elini attığı her alanda başarıya ulaştırır. Piyes, mizah yazıları…

Şendil’in senaristlik macerası 1951’de, Cahide Sonku’lu, Zeki Müren’li “Beklenen Şarkı”yla başlar. Şendil’in bir oyununu izleyen Cahide Sonku, filmin senaryosunu onun yazmasını ister. Film çok ses getirince Şendil’in şansı açılır. Ardından pek çok film gelir. Bunlardan en akıllara kazınanıysa ekran başına büyük bir hevesle kilitlenip, seyrine doyamadığımız Kemal Sunal’dan Şener Şen’e, Münir Özkul’dan Adile Naşit’e, şu kalabalık kadrolu Yeşilçam filmleridir: Şabanoğlu Şaban, Neşeli Günler, Tatlı Dillim, Gülen Gözler, Hababam Sınıfı ve Gırgıriye serileri… Sev Kardeşim, Dikkat Kan Aranıyor ve Bir Millet Uyanıyor filmleriyle üç kez Altın Portakal alır. İlginçtir; Şendil, kendi filmlerini dahi izlememeyi tercih eder. Yakın çevresindekilere de şöyle der: “Evladım, Türk filmine gitmeyin, bunlardan bir halt olmaz.” Bunu söylerken Türk sinemasının teknik problemlerinin yanında, senaristin elini bağlayan sansür sorunundan da mustariptir. Dönemin Kültür Bakanlığı tüm senaristler gibi onun filmlerini de kesmeye kalkar: “Genç adam birini bıçaklamasın, kötü örnek olur”, “Burada kadın flörtünü bırakıp başkasına gidiyor, olmaz”… Şendil çözümü bulur; her filme biri sansür kurulu, biri de çekim için ikişer senaryo yazar.

“Estağfurullah, siz bilirsiniz”
Şendil, 40 yılı aşkın sanat hayatı boyunca çok defa parasız kalır ama beş parasız kaldığında bile kimseye “Elimde şöyle bir senaryo var, piyes var” demez. “Sadık Abi bir senaryo istiyoruz, kaça yazarsınız?” diyene, “Estağfurullah, siz bilirsiniz” der. Tüm bu iyi niyetine karşın, çok defa istismar edilir, kandırılır: Senaryoyu okumak için alıp, bir daha dönmeyenler; filmi çekip parayı vermeyenler… Çoğu zaman paraya ihtiyacı olmasına rağmen, hepsini sükûnetle karşılar. “Olmaz, ayıptır” diyerek kimseyi mahkemeye vermez ama senaryoyu vaktinden geç teslim ettiği için çok defa mahkemelik olur. Genç senaristlere diyalog yazmada yardımcı olup, eserlere kendi imzasını koydurmaz. Maksat, “Gençler ön plana çıksın”…

Yakın çevresinde pek sitemkâr bilinmeyen Sadık Şendil’in sanat hayatı boyunca içerlediği tek bir şey olur: Egemen Bostancı, Yedi Kocalı Hürmüz’ü müzikal olarak sahneye koyarken, Şendil çok önemli bir şarkı sözü yazarı olmasına rağmen, oyunun şarkı sözlerini başkasına yazdırır. Bunun üzerine Şendil, Müjdat Gezen’e vasiyet eder: “Bu oyun tekrar oynanırsa, o şarkıları asla istemiyorum!”

MÜJDAT GEZEN, yakın arkadaşı

“Eşcinsele ‘ibne’ denir ya, o ‘iğne’ derdi”
“Sene 1963. Ben 19 yaşındayım. Yedi Kocalı Hürmüz’ün ilk çekileceği yıl. Odaya girdim benden yaşça çok büyük bir adam ayağa kalktı beni görünce. Ben, ‘Estağfurullah beyefendi’ dedim, ‘niye ayağa kalkıyorsunuz?’… Ben Sadık Abi’yle böyle tanıştım. Ölene kadar da birlikte olduk. Yıllar sonra, benim 10 yaşındaki kızım Elif’i görünce de ayağa kalktı. Öyle saygılı, öyle beyefendi bir adamdı işte. Yahu nasıl anlatayım? Ben askerden döndüm, işsizim. İhtiyacı olmadığı halde asistanı yaptı beni. Hiç küfür etmezdi. Eşcinsele ibne denir ya afedersin; o ‘iğne’ derdi. Siz Sadık Şendil’i senaryolarıyla, şarkı sözleriyle tanıyorsunuz ama onu Sadık Abi olarak tanımanın lezzeti başkadır. Cumartesi geceleri meşhur Sadık Abi sofraları vardı. Sırrı Gültekin, Savaş Dinçel, Yaman Tüzcan, Münir Özkul, ben, bazen başkaları da katılırdı, toplanırdık onun evinde. İnanılmaz mayonezli levrek, rus salatası yapardı. Çerkez tavuğunu ondan daha iyi yapanını görmedim. Ben 40’ıma basıyordum. ‘Allaah sen yaşlanıyorsun! Seninle arkadaşlık edemem artık’ dedi. Niye dedim, ‘Oğlum, genç adamla arkadaşlık edersen fikirlerin genç kalır’ dedi. Bir de sigara tütünüyle oynardı. Oturduğu koltuğun yanı tütün dolardı. Dedim ki, ‘Sadık Abi, içtiğinden çok döküyorsun’. ‘Daha iyi’ dedi, ‘bunu ne kadar az içersen, o kadar iyi’. Onca yıl içinde bir kere ağladığına tanık oldum. Arabada gidiyoruz. 12 Eylül olmuş. Arabayı durdurdular. Genç bir yüzbaşı ‘İnin!’ dedi. Bizi arabaya yaslayıp, üzerimizi aradılar. Sadık Abi arabaya binince ağladı, ‘Çok gücüme gitti evladım, bu ülke bu hâle mi geldi?’ dedi. Ustamdır. Onsuz tek günüm geçmez biliyor musun? Hâlâ anarım. Konservatuarlarda ders olarak okutulması gereken bir dehadır Sadık Şendil.”

SADIK ŞENDİL’Lİ ANILAR:

-Sinema sanatçısı Bediha Muvahhit Sadık Şendil’i genç eşi Fatoş Hanım’la görünce şaka yapar: “Ooo Sadık, torunun mu?” Şendil bunu bir kenara yazmış olacak, Muhsin Ertuğrul’un 50. yıl jübilesinde yine dönemin ünlü oyuncularından Tevfik Bilge, 85’indeki Bediha Muvahhit için “Sadık Abi, Bediha Hanım ne kadar çökmüş” deyince, Muvahhit’in bunu duyduğunu fark edip, lafı gediğine oturtur: “Sorma Tevfik, Fatih’in ölümünden sonra kendini toparlayamadı!”

-Dönemin meşhur assolistlerinden Suzan Hanım’ın kocası vefat etmiştir. Suzan Hanım’ı baştan aşağı siyahlara bürünmüş yürürken gören Şendil dayanamaz, “Suzan bu ne hâl ya! Delirdin mi? Genç kadınsın, yine evlenirsin” der. Suzan Hanım, “Yok Sadık Abi” der, “Ben çoktan malûm yeri kilitledim. Anahtarı da denize attım.” Aradan bir ay geçer. Suzan Hanım Adnan Şenses’le evlenmiştir. Yeni eşiyle kol kola yürürken yine Sadık Şendil’e rastlayan Suzan Hanım ikiliyi tanıştırır, “Aa tanıştırayım canım, Sadık Şendil; yazar”. Şendil’in cevabı gecikmez: “Beyefendi de ya çilingir ya dalgıçtır herhalde!”

-Müjdat Gezen yine bir cumartesi sofrasında Sadık Şendil’e sorar: “Abi ben Safiye Ayla’yı pek severim. Çok mu yaşlıdır?” Şendil büyük bir ciddiyetle anlatmaya başlar: “Yok evladım, Safiye yaşlı olur mu, genç. Mısır’a turneye çıkmışlardı, konser vermeye. Safiye piramitleri gezerken Sfenks’i görüp, Allah’ım bu ne muhteşem şey! demiş. Sfenks de Safiye’ye sitem etmiş: ‘Anne, beni tanımadın mı?’”

Kaynak: Tiyatro ve Sinemanın Sadık Abi’si (duygununyeri.wordpress.com, 6 Nisan 2011).

Yazar: Duygunun yeri
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör