Şair ve yazar. 7 Temmuz 1946, Kırıkkale
doğumlu. Âşık tarzı şiirlerinde Kemaloğlu mahlasını kullandı. S. Tural ve Sadık
Tural Kemaloğlu imzalarını da kullandı. İlk ve ortaöğrenimini Kırıkkale’de
yaptı. Ankara Üniversitesi DTCF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde başladığı
üniversite eğitimini Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde tamamladı
(1966). Bir süre öğretmenlik (1964-67, 1971-72), Türk Ansiklopedisi’nde
düzeltmenlik ve redaktör yardımcılığı (1968-71) yaptı. 1972’de Hacettepe Üniversitesinde
Türkçe öğretim görevlisi, 1973’te asistan oldu. Uzun yıllar görev yaptığı bu
üniversitede edebiyat doktoru (1978), yardımcı doçent (1982), doçent (1983) ve
profesör (1988) oldu, bir süre de sonra Gazi Üniversitesine (1989) geçti,
1996’da görevden çekildi. DPT’de kültür plânlamacısı (1984), Atatürk Kültür
Merkezi Başkanı (1993-2002) olarak görev yaptı. UNESCO Millî Komisyonu Yönetim
Kurulu, İLESAM, Türk Kültürünü Araştırma Enstitüsü, Türk Kültürü ve Hacı
Bektaş-ı Velî Araştırma Merkezi üyesidir.
Yazı ve şiirlerini Arış, Töre, Türk
Kültürü, Türk Yurdu, Türk Kültürü Araştırmaları, Millî Kültür, Millî Eğitim ve
Kültür, Millî Folklor, Ayyıldız, Dergâh, Divan, Yeni Divan, Erdem, Yeni Sözcü,
Konevî, Yeni Hamle Dergisi, Yeni Türkiye, Bizim Ocak, Türk Dili, Defne dergilerinde
yayımladı. Çeşitli bilgi şölenleri ve
sempozyumların düzenlenmesine, buralarda sunulan bildirilerin
kitaplaştırılmasına yardımcı oldu. Zamanın Elinden Tutmak ile 1982 TMKV
Ödülü, 1995 Kırgızistan Devlet Ödülü, Türk Ocakları Genel Merkezinden 1996
Prof. Dr. Osman Turan Türklük Araştırmaları Armağanı, Kazakistan Bilimler
Akademisinden 1996 Akademiker Kültür Profesörü Ödülü gibi çeşitli ödüller aldı.
Çeşitli vakıf ve üniversiteler tarafından verilmiş fahrî doktorluk, şeref
üyelikleri ve akademik profesörlük unvanları vardır.
“Elinin ulaştığı her yere
ulaşmak onun felsefesidir... Kazakistan’dan Sa-panca’ya, Azerbaycan’dan
Hazar’a... sanat adına tüten her
ocağa yaklaşır, yüreğini ısıtır. Yanan veya küllenmek üzere olan ateşe bir odun
da kendisi atar. Kaygısı sahneye çıkmak değil, çıkarmak, çıkanları ise
indirmemektir. Edibin derdi ile dertlenmeyi dert edinmiştir kendisine. Aslında
zor zanaattır icra ve ifa ettiği görev. Devlet damlığı kimliği ile duyarlılığı,
bilim adamlığı ile şüpheciliği ve dipliği ile duygusallığı bütünleştiren Sadık
Hoca coğrafyası bir ‘Taptuk’ kapısıdır.” (Mustafa Yağbasan)
ESERLERİ:
TELİF: Zamanın Elinden Tutmak (1982),
Sorulara Cevaplarla Kültür-Edebiyat-Dil (1991), Kültürel Kimlik Üzerine
Denemeler (1988; 2.bas. Kültürel Kimlik Üzerine Düşünceler adıyla, 1992),
Şahsiyetler ve Eserler (1992), Edebiyat Bilimine Katkılar I (1993),
Kültür Edebiyat Dil (1993), Kılavuz: Türk Dünyası Edebiyatı Tarihi (1996),
Tarihten Destana Akan Duyarlılık (1998), Bilgelerin Yolunda Türk
Kültüründen Görüntüler Dizisi (1999), İlmek’e Yansıyan Şiir: Halı Kilim (1999),
Kazak Türklüğünü Aydınlatanlara Nisanbayevin Bakışı (1999), Ermeni
Meselesine Dair (2001).
ORTAK KİTAPLAR: Hikâyeciliğimizin 100.
Yılında 100 Örnek (Zeynep Kerman, M. Kayahan Özgül, 1987), Ölümünün
Yirmi Beşinci Yılında Yahya Kemal Beyatlı (Şükrü Elçin, Muhtar Tevfikoğlu
ile, 1993), Şükrü Elçin’e Armağan (Haz. Sadık Tural, 1993), Nevruz,
Türk Kültüründe Nevruz (Uluslar Arası Bilgi Şöleni (Sempozyumu) Bildirileri,
1995), Türk Dünyasında Renkler ve Nevruz (Elmas Kılıç’la, 1996), Türk
Dünyası Edebiyatçıları Ansiklopedisi (2000-2001, c. 1, 2), Türk Dünyası
Edebiyat Terimleri ve Kavramları Ansiklopedik Sözlüğü (2001, c.1), Türk
Dünyası Ortak Edebiyatı Ansiklopedisi (2001, c.1), Türk Dünyası Ortak
Edebiyatı Tarihi (2001, c.1), Türk Dünyası Fikir ve Edebiyat Metinleri
Antolojisi (2001, c.1).
KAYNAK: Taha Akyol / Zamanın Elinden Tutmak
(Türk Edebiyatı, s: 112, Şubat 1983), Alemdar Yalçın / Zamanın Elinden Tutmak
mı Çağın Aynası Olmak mı? (Töre, sayı: 148, Eylül 1983), Ramazan Kaplan /
Edebiyat Bilimine Katkılar (Bilge, s: 4, 1995), Arslan Tekin / Edebiyatımızda
İsimler ve Terimler (2.bas. 1999), Mehmet Tekin / Yenises (sayı: 71, Kasım
2001), Saim Keskin / Ermeni Meselesi (Bilge, sayı: 30, Güz 2001), İdris Karakuş
/ Prof.Dr. Sadık Kemal Tural Armağanı (2002), Mustafa Yağbasan / İsmi ile
Müsemma Sadık Kemal Tural (Bizim Külliye, Nisan 2003), İhsan
Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi
(2. bas., 2009).
Sınırlar.. zincirler.. duvarlar... İnsan
denilen varlık, ten ve zaman kafesine mahkûm bir kuş...Ten ve
zaman, kafesin çıldırtan iki aslî duvarı, yahut kilidi... Bu kuşu kafesten
bırakırsanız, dışarıda onu yemeye hazır, en azından yaratılışına uygun
yapısından uzaklaştırılmaya yol açacak bir dünya var. ‘Kafese razı olsun,
kafese mahkûm olsun, aşamasın kendini, kalakalsın öylece mi’ diyeceksiniz?
İnsan, idrâkiyle kainatın efendisi, Allah’ın
halifesi...Bu kafesten
kurtulabildiği
ölçüde halifesi bir gün gelecek, bugün rüyasını bile görmediğimiz bilgileniş
türleri insanın hayatına girecek. Bilgileniş türleri çeşitlendikçe, iyi niyetli
boyut aşma denemeleri olumlu sonuç verdikçe ruhun bedene mahkûmiyeti azalacak.
Şimdilik Öte’nin kapısına varabilen imkânlardan şimdilik şiir ve rüya ile
bunların hazırlayıcısı ilham’dan yararlanabiliriz.
Şiir ve rüya, ten ve zaman
duvarlarını aşan iki imkân...
Rüya, beynin büyük ölçüde devreden çıktığı,
klasik mantığın işleyişini yitirdiği, iradenin işlevsiz kaldığı bir bilgilenme
türü. Rüya, ötelere (geçmiş’in, hal’in ve geleceğin bizim için ötede olanına)
ait bilginin, teşbih ve istiarelerle verilmesidir. Rüya, bir bilgilenme türü
olmakla birlikte, görenin, görülme zamanının önemli olduğu bilgilenme. Rüya ,
hülyadan ve ilhamdan farklı.
Şiir, iradenin devreden çıkmadığı bir uyanıklık
hâlinin, yarı rüya durumunun sonucunda oluşuyor; yarım rüya konumundaki bazı
kişilerin, kendi özüne, başka özlere ve ilişkilere ait bilgilenişin doğurduğu,
anlamlı, ahenkli, sözlü tepkisidir.
İnsan denilen ve sınırlar içinde
yaşayan özel varlığın, vahy ile cinnet arasındaki koşuşturması sırasında, ten
ve zaman duvarlarının ötesinden gelen uyarımlara, ahenkli bir çığlıkla cevap
verişinin adıdır şiir.
Şiir, beşinci mevsim, on üçüncü ay,
368’İnci gün... Şiir, ana rahmindeki dokuz ayı hatırlayabilmek...Şiir, rahme
inmeden önceki nizama dâir ürpertilerle sarsılmak...Şiir, tanınan
bilgilenmelerin dışında bir bilgileniş...Şiir, bilgilerin ötesine uzanan yüksek
bir idrâk...Şiir, hâlin çirkinliklerine anlamlı bir karşı çıkış,
güzelliklerine, hoşluklarına alkış tutuş, her türlü duyarsızlığa karşı ise,
yüksek bir duyarlılıkla sitem ediştir. Şiir, geleceğin çocukları adına
sorumluluk duygusu; şiir, yaratılış hikmeti adına savcılıktır.
Şiirin ilk aslî özelliği duyarlılık;
yüksek, anlamlı ve ölçüler üstü bir duyarlılık...Seçilmiş ve ayıklanmış
kelimelerle kurulmuş özel bir bütünlük yoluyla başkasıyla paylaşılan yoğun
duygu veya duyarlılık...Dolayısıyla aslî
unsur, duyarlılığın ifadesi olan bir dildir, demek doğru olur. Dil,
şiiri fethe çıkan şâirin kanatlı atı...
“Çamlığın başında tüter
bir tütün,
Acı çekmeyenin yüreği
bütün.”
Yozgatlı çığlığa Apşeron’dan şâir
Nebi Hazri’den bir cevap: “Acı çekenler
yarım peygamber/ Acı çekmeyenler yarım insandır.”
Çığlık çığlığa karışıyor, Bakü’den
gelen çığlığın Soğluk önündeki çığlığa, Yozgat semâlarına, yaradanın katma
doğru ağır ağır yükselişin adıdır, şiir.
Hindistan’da bir şarkı dinlemiştim;
tercüme edilmesini istedim. Agra’da, bir otelde, insanın içine işleyen bir
kadın, sesini titreterek, hani o Raj Kapor filmlerdeki görüntüleri hatırlatarak
söylüyordu:
“Ey sevilen, sevilen...
Hak etmesen de seni
seveceğim.
Ne kadar yanarsam
yanayım,
Ben bu çileye razı
olduktan sonra... “
Tamı tamına çeviri bu muydu? Asıl
metin bu kadar basit miydi bilmem! Ama, o kadının, insanın içine işleyen
sesinde, müziği taçlandıran, müziğe ruh katan, bir aşk yangınını anlatan bir
şiir vardı ki, işte o, bir dilden bir dile ancak
bu kadar
aktarılabilir.
“Gönül” kelimesini nasıl tercüme edeceksiniz?
“Yüzünde göz izi var,
Sana kim baktı yarim?”
Bu iki mısraın hangi dile
aktarılması mümkün? Örnekleri çoğaltmak değil niyetim. Kısadan söyleyeyim,
anlaşılması gereken şu: Milletlerin varlık alanındaki tefekkür ve davranış
nizamının göstergesi dil...Bu dilin felsefî ve edebî boyutunu sırtında taşıyan
mecaz... Mecazı zenginleştiren derinleştiren ilham...İlham, herkese rastgele
sunulmayan özel bilgi...İlham ile öğrenileni, üst dil, derin dil, bekâreti
korunmuş dil İle vermek gerek. Bir dilin derinliğini ve bekâretini temsil eden
şiir...Nasıl bir başka dile tercüme edersiniz? Bir dilin bekâreti saydığınız
şiir, o dilin sahipleri İçin, ezelden ebede giden, basit gibi görünen mukaddes
bir varlık olan dilin bekâreti...
(Prof. Dr. Sadık
Tural Armağanı, 2002)
Tanzimat döneminin ünlü devlet adamlarından Sadrazam
Yusuf Kamil Paşa'nın mühürdarı Mehmed Emin Paşa'nın üç oğlu vardı.
İbnülemin Mahmud Kemal Bey, İbnülemin Ahmet Tevfik Bey
ve İbnülemin Mehmed Selim Bey. İşte bu üç kardeşin üçü de paşa babalarının
Mercan'daki konağında tam bir Osmanlı terbiyesiyle yetiştiler. Özel hocalardan
ders almak ve kendi kendilerini yetiştirmek suretiyle alim, şair ve tarihçi
zatlar olarak temâyüz ettiler. Bunlardan Ahmet Tevfik Bey genç yaşında vefat
etti. Merkezefendi Kabristanı'na defnedildi. Mahmud Kemal Bey ise 87 yıllık
bereketli bir ömür yaşadıktan ve arkasında Son Sadrazamlar, Son Asır Türk
Şairleri, Son Hattatlar ve Hoş Sada gibi âbide eserler bıraktıktan sonra 1957
yılının mayıs ayında Rahmet-i Rahman'a kavuştu. O da Merkezefendi'de babasının
ve anasının yanına gömüldü. Hassas bir insan ve içli bir şair olan küçük
kardeşi Mehmed Selim İnal da erken bir yaşta Yakacık'ta irtihal-i dâr-ı beka
eyledi.
İşte bu üç kardeşten sadece Selim Bey evliydi. Selim
Bey'le Mihriban Hanım'ın 6 Nisan 1923'te Selma adında bir kız çocukları dünyaya
geldi. Dedesi Mehmed Emin Paşa ile amcası İbnülemin Mahmud Kemal Bey'in
konağında doğup büyüyen ve bu "Dârülkemal"de tam bir Osmanlı
geleneğiyle yetişen Selma Hanım, edebiyat fakültesini bitirir bitirmez
öğretmenliğe başladı. 1952 yılında çekilen kura sonucu Urfa Lisesi'ne tayin
edildi. İdeal bir muallime, Türk kültürüne aşık bir eğitimci olarak görevini
sürdürdü. Gittiği her yerde çevresinden büyük bir sevgi ve saygı gördü.
Selma Hanım, kendisi gibi ideal bir eğitimci olan ve
daha sonra Çanakkale Milletvekili seçilen nazik, kibar, efendi insan Ahmet
Nihat Akay Bey ile evlendi. Bu izdivaçtan Fırat ve Dicle adında iki çocukları
dünyaya geldi. Mutlu evlilik sürüp giderken -ne yazık ki- kader hükmünü icra
etti ve 3 Ekim 1972'de Selma Hanım genç yaşta vefat etti. Cenazesi 4 Ekim'de
Ankara'dan İstanbul'a getirildi ve Yakacık'ta, sevenlerinin göz yaşları arasında
ebedi yolculuğuna uğurlandı.
Merhum Ahmet Nihat Akay ve Selma Akay ailesinin damadı
olan Prof. Dr. Sadık Kemal Tural, Atatürk Kültür Merkezi Başkanı olarak önemli
bir görevde bulunuyor. Konuşmalarıyla, yazılarıyla ve kitaplarıyla kültür
dünyamıza büyük bir katkıda bulunuyor. Başkanlığını yaptığı kurumun yayınladığı
eserler, ilim aleminde yankı buluyor. Lütfedip bize de gönderdiği
"Şahsiyetler ve Eserler", "Sorulara Cevaplar",
"Zamanın Elinden Tutmak" adlarındaki kitapları, yazarın geniş ufkuna,
güçlü kalemine, şahitlik ediyor.
Benim ilgimi daha çok "Eserler ve
Şahsiyetler" çektiği için okumaya ondan başladım. Yazarımızın özellikle
Halide Nusret Zorlutuna, Arif Nihat Asya, Ahmet Kabaklı, Nihat Sami Banarlı,
Erol Güngör ve Fethi Gemuhluoğlu gibi kalem erbabı hakkında yazdıklarını büyük
bir merakla gözden geçirdim. Necip Fazıl'ın tabiriyle, "Fikir sakası"
Fethi Ağabey'in, aynı zamanda, yazarın kayınpederi merhum Ahmet Nihat Akay'ın
da yakın dostu olduğunu bu vesileyle öğrendim. Fethi Bey gerçekten de kelimenin
tam anlamıyla "dost insan"dı. Onun "Dostluk Üzerine
Sohbetler"inden bizler neler öğrenmedik ki?
Fethi Gemuhluoğlu gibi, daha başka sohbet erlerinin,
ilim ve edebiyat adamlarının, merkezi şahsiyetlerin kimler olduklarını, onların
bu milletin evlatlarına faydalı olmak için ne çileler çektiklerini daha
yakından öğrenmek istiyorsanız, Sadık Kemal Tural Bey'in eserlerini dikkatli
bir gözle okumanız gerekiyor.
İbnülemin ailesine damat olma şerefini üzerinde
taşıyan Prof. Dr. Sadık Kemal Tural dostumuza nice sağlıklı yıllar diliyor,
daha bir çok esere imza atmasını temenni ediyorum.
(Tercüman,
22.6.2006)