Ahmet Sezgin (Şair)

Eğitimci, Yazar, Şair

Doğum
15 Mart, 1966
Eğitim
Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Şair, yazar ve eğitimci. 15 Mart 1966, Samsun’un Terme ilçesine Bağsaray köyünde doğdu. Evci / Miliç İlkokulu (1977)’nu, Terme İmam Hatip Lisesi (1984)’ni ve Samsun Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü (1988)’nü bitirdi. İstanbul (1989-92) ile Samsun / Terme’de (1992-98) Türkçe ve edebiyat öğretmenliği, öğretmenlik olarak çalıştı. Bu tarihten itibaren Terme’de dershane öğretmenliği ile dershanesi şirket müdürlüğü ve kurucu temsilciliği (2005-10) yaptı. Dana sonra Terme Teknik ve Endüstri Meslek Lisesi (2010-13) ile 2013’ten itibaren Terme / Mehmet Akif Ersoy Anadolu Lisesi’nde edebiyat öğretmenliği yaptı.

Sezgin’in şiir ve yazıları 1985 yılından itibaren Gürses (Samsun) gazetesi ve arkadaşlarıyla çıkardığı Mesaj dergisi dışında Güneysu, Mavera, Mektup, Ribat, Türk Edebiyatı, İslâmi Edebiyat, Kırağı, Kültür Dünyası, Seviye, Hasret, Yeni Dünya, Simav Anadolu, Sevgi Yolu, Cuma dergileri ile Millî Gazete, Zaman, Akit, Gündüz, Vahdet, Anadolu gibi gazetelerde yayımlandı. Mefkûre gazetesinde köşe yazarlığı yaptı. Mesaj dergisinin yayın kurulu üyeliğini, Bilgi Pınarı dergisinin kuruculuğunu ve genel sanat danışmanlığını yürüttü. Simav’da Anadolu Kültür ve Sanat Dergisi tarafından düzenlenen şiir yarışmasında 2001 yılında hece şiiri dalında seçici kurul özel ödülünü, 2002 yılında serbest dalda mansiyon kazandı. Eğitim-Bir-Sen’in düzenlemiş olduğu Ödenmiş Bedeller Unutulmasın konulu 2012 yılı Hatıra Yarışması’nda dereceye girdi. Yerel bir radyoda “Gönül Penceresi” adlı bir şiir programı hazırlayıp sundu. Birçok antolojide şiirlerine yer verildi. Türkiye Yazarlar Birliği üyesidir.

 

Ahmet Sezgin İçin Ne Dediler?

 

“Şiirlerinde Divan ve Halk Edebiyatı geleneğiyle modern şiiri meczetme çabasında olan Ahmet Sezgin, bazen vezinli ve kafiyeli, bazen de serbest tarzda şiirleriyle dikkat çekiyor.” (Bünyamin Yılmaz)

 

ESERLERİ:

 

Şiir: Güllerimi Ver Anne (1999), Hüzün Yağmurları (2020).

 

Seçki: Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi (Cengiz Yalçın ile, 1993).

 

Deneme: Aşk Medeniyetine Yolculuk (Samsun 2014).

 

Biyografi: Termeli Yazarlar ve Şairler Ansiklopedisi (Samsun, 2012).

 

KAYNAKÇA: Gürbüz Azak / Kitaplarla Aranız Nasıl V (Türkiye, 6.2.1994), Ölüm Şiirleri Antolojisi (Millî Gazete, 12.3.1994), Özcan Ünlü / Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi (Türkiye, 27.5.1994), Aziz Karaca / Azrail Serime Çöktüğü Zaman Kırılır Kolum Kanadım Yavaş Yavaş (Mesaj, 23.5.1995), Ölüm Şiirleri Antolojisi (Yeni Şafak, 25.5.1996), Durdu Şahin / Ahmet Sezgin’le Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi Üzerine (söyleşi, Akit, 03.08.1997), Bünyamin Yılmaz / Güllerimi Ver Anne (Millî Gazete, 28.10.1999), Yusuf Dursun / Güllerimi Ver Anne (Türk Edebiyatı, Ocak 2000), Yılmaz İmanlık / Güllerimi Ver Anne (Yeni Dünya, Eylül 2000), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) –- Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), M. Halistin Kukul / Güllerimi Ver Anne ve Ölüm Şiir1eri Antolojisi (Mefkure, 15.5.2003), Ali Kayıkçı / Samsunlu Şairler ve Yazarlar Ansiklopedisi (Say-Der, Ocak 2013), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2006), M. Hâlistin Kukul / Aşk Medeniyetine Yolculuk (Divanyolu, Ağustos 2014), Ali Özkanlı / Aşk Medeniyetine Yolculuk (Kayseri/Gündem, 15.08.2014).

  

AŞK GAZELİ

Yalnızlık, yüreğimizde büyüyen çıban oldu!
Gönlümüzde ak sevdamız, yaralı ceylan oldu.

Kezzap döktüler kalbimize sevgi cellâtları!
Ruhumu akrepler soktu; yüreğim sûzan oldu!

Biz, Kaf Dağı’ndaki Simurg’a ulaşmak istedik;
Aşk mangalında pişince gönlümüz, pişman oldu.

Karanlıkları aydınlatan bir ışıktı sevgi;
Şehvet pazarında ayağa düştü, ziyan oldu.

Yok artık şimdi, şerha şerha yarılmış yürekler!
Yunuslar, Mecnunlar, Ferhatlar kadim destan oldu.

Üşüdü gönüller, aşksız, merhametsiz dünyada!
Hüzün yağmurları, yüreğimize yorgan oldu.

GÜLLERİMİ VER ANNE

Gül yetiştirirdi annem bahçemizde

Kırmızı renkli, Muhammed kokulu güller.

Gülü her koklayışımızda

Salâvat getirirdik gül Peygambere

Güller, mazot kokmadan önce.

 

Gül masalları anlatırdı geceleri annem bize.

Gül ile bülbülün aşkını dinlerdik heyecanla.

Bülbülle ağlar, gülle çağlardır!

Ferhat ile dağı deler, Şirin ile yanardık!

Gül desenli yastıklarda uyurduk

Rüyalarımızı çalan televizyon olmadan önce.

 

Gönüllerimizde güller açardı bir zamanlar;

Sabaha kadar güle göz kırpan

Ayı ve yıldızları kıskanırdık.

Hilâle bakıp gonca gülümüzü düşünürdük.

Sabah ezanıyla uyandığımızda

Güneşten önce biz öperdik gülümüzü

Peygamber kokulu güller solmadan önce.

 

Güllerimiz vardı bir zamanlar anne!

Peygamber yüzlü, tertemiz kokulu güller…

Gül kokulu, gül yüzlü, gül insanlar vardı

Yaban gülleri, ayrık otları

Gönül bahçemizi sarmadan önce.

 

Gül kokulu Peygamberimizi severdik

Gül dudaklardan okunan mevlidlerde.

Gül suyu dökerdik gül insanlara.

Unuttun mu yoksa anne?

Küçük evimizde gül kokardı

Egzoz kokulu güller olmadan önce.

 

Artık Muhammed kokulu güller açmıyor.

Güllerimi ver anne, lâlelerimi!

Lâl oldu dilimiz, hâzan oldu baharımız!

Petrol kokulu yapma gülleri sevmiyorum.

Muhammed kokulu güllerimi ver anne!

Özledim âsûde bahçende açan güllerini

Bana gül yüreğinden güller der anne!

 

Gülsüz bahçenin neşesi de yok anne.

Toprağa, suya düşen cemreler,

Gönülleri ısıtmıyor artık anne.

Gönüllerde zakkumlar yetişiyor gül yerine.

Unutuldu ilahî aşkla yanan Yunus Emreler.

Yüreğimizde eylül hüzünleri var anne!

HÜZÜN YAĞMURLARI

Yüreğine kezzap dökülmüş bir çağda

Yaşıyoruz hayat ile ölüm kıskacında.

Akrebin deldiği hicap elbisesinden

Zehirli kanlar akıyor ruhlara.

Nefretin ırmağında köpüren hayat ırmağından

Kıpkızıl alevler saçılıyor bu çağa.

 

Utanç ve kin uygarlığında

Yolumuza kandil tutan erenler de gitti.

Yok artık kainat kitabını aşkla okuyanlar!

Çözüldü ayaklarımızın bağı.

İnsancıklar kör kuyuda oynuyor körebe,

Bu kirli çağ , şimdi felakete gebe.

 

Kirli yağmurla dökülüyor ülkeme.

Nefret kokuları geliyor toprağın burnuna.

Hüzün çığlıkları atıyor kardelenler!

Zehirli sularda yüzüyor zambaklar.

Kezzap dökülmüş yürekler kan kusuyor!

Rotasını şaşırmış kalabalıklar susuyor…

 

Bir çöl yalnızlığında mahzun kalbim

Rehberlik ediyor zıpkın yemiş aklıma.

Hicret ediyor ak yüreğim kara acılara.

Beyaz dualar yükseliyor

Sigara küllerimin arasından.

Sararmış aşklar dökülüyor baharlardan.

 

Zulme râm olanlarla

Acının künhüne eremeyenler içinde

Hüznün adresi oluyor gönlüm.

Yalnız sarı bir hüzün

Ve siyah bir öfke sağıyorum

Yürek memelerinden bu çağın!

 

Bengisu arıyorum karanlık ruhlar içinde.

Pusulası şaşkın ozanlar arasında

Acının güldestesi oluyor kalbim.

Sevda tutsak oluyor canevinde

Baharı arıyorum kör ve sağır yüreklerde.

Hüzün yağmurları dökülüyor bütün hücrelerime!

KELİMELERİN İSRAFI VE BOZULAN DENGESİ

Hakikat ve aşk medeniyetini kaybettikten sonra lisan ve edebiyat sahasında da bir fukaralaşma ve ruhsuzlaşma meydana gelmiştir.

     Kutlu medeniyetimizin güzel ve zengin değerlerini bir bir yitiren, ruhu yok edilmeye çalışılan bugünkü toplum, hakiki lisan ve edebiyatının da ruhunu kaybetmiştir.

     Medeniyetimizin akıl, yürek, duyarlılık, kültür ve inanç hazinelerini tüketen cemiyetimiz, kelimelerimizi de israf ederek , “geveze bir toplum” olmaya başlamıştır.

  “Kalabalık ağızlı” ideolojilerin tesiriyle edebiyatımız da edebini ve güzelliğini kaybederek “yazın” oldu. Böylece o  zengin sanatımıza da  “yazık” oldu! Düşünceler, maverayla bağlarını koparmaya başlayınca, dil ve söz de ayağa düştü.

   Gönül lisanını da kaybettik. İş, yalnıza kelimelere kaldı. Ancak, sözler ruhlara tesir etmez oldu, ruhsuz olduğu için. Duygu ve fikirler, keyfiyetsizleştikçe, kelimeler de kifayetsizleşti. Bir zamanlar aşk medeniyetinde yaşayıp “yürek devleti”ni kuranlar, birbirleriyle hal lisanıyla da anlaşabilmekteydi. Bir gönül bakışı, bir sevgi tebessümü, bir hüzünlü çehre, bir edepli davranış, “sükût suretinde”ki o hal ehline yüzlerce kelimeden daha anlamlı şeyler ifade ediyordu.

    Edep ehli insanların sözleri, “Üslub-u beyan, aynıyla insandır.” özdeyişi gereğince tam bir belagat ve fesahat misaliydi bir zamanlar. “Dost bağının şen bülbülleri” olan şairlerin sözleri, su gibi berrak, anne sütü gibi ak ve helaldi. Söz

sultanlarının sözleri, tam bir sehl-i mümteni abidesiydi. Onlar, Yüknekli Edip Ahmed’in de veciz bir şekilde terennüm ettiği “Gözet dilini, az söyle sözünü/ Gözetse dil, gözetirsin özünü.” ifadesindeki hakikati idrak ederek, az ve öz söylüyorlardı. Eskilerin “mısra-ı berceste” diye tanımlayıp söyledikleri hikmetli ve seçkin sözler, bu geleneğin tam bir tecellisiydi. Çünkü o zamanlar “hakikatin ağzı” kalabalık değildi.

    Atalarımız, “Söz gümüşse, sükût altındır.” demişler. Biz, altın denilen bu sükût hazinesini kaybettik. Sözlerimiz, soğuk, yavan ve kaypak olmaya başladı. Susmak değil, çok konuşmak sanat ve marifet sayıldı. O gümüş hazineyi de israf ettik. Hikmeti kaybettikten sonra, sözdeki dengeyi de bozduk. Kelimelerin mahremiyetini, iffetini koruyamadık. Söz dünyasında da gayrimeşruya kaydık. İçi boş, dışı süslü kelimeler “moda” oldu. Kelimelerin hakkını veremedik. Çünkü biz, kelimeleri, hikmet eleğinde süzüp sevgi ve rahmet pınarında yıkamadan konuştuk. Çünkü biz, insan ve kâinat kitabını aşkla okumadan kitap okuduk, gazel okuduk. Sağduyu ve gönül terazisinde tartmadan söylediğimiz sözlerle, yalnızca kelimelerin değil, insanların da canına okuduk.

    İşte o hikmet, edep ve sevgi hazinesini kaybettikten sonra, az ve öz değil, çok konuşmak marifet sayıldı. Konuşan ve yazanların sayısı arttı ama sözün kalitesi düştü. Söz ve edebiyatla birlikte söz sahipleri de ayağa düştü. Dudaktan kalbe, kelime dağarcığından gönle giden yollar tıkanınca sözler, kelimeler ruhlara tesir etmez oldu.

   Biz de sözü uzatmadan, gönül eri ve Hak âşığı Yunus Emre’nin şu hikmetli dörtlüğüyle yazımızı bitirelim:

    “Az söz erin yüküdür./ Çok söz, hayvan yüküdür./ Bilene bu söz yeter./ Sende gevher var ise.”

ÖYLESİNE BİR SEVGİ

İşitirim sesini yüreğimden kopan sesten!

Duyarım sıcağını canımdan çıkan nefesten!

Yazdım aşk için şiir, nerde yürek yakan besten? 

Gönül kuşu, çıkmaz artık “yürek” denen kafesten.

 

(Güllerimi Ver Anne, 1999)

RESÛL'E HASRET

Her an seni anıyor dudağımız.

Hep seni arıyor dertli çağımız.

Hep seni örüyor kader ağımız.

Yetim kaldı sensiz gönül bağımız!

 

(Güllerimi Ver Anne, 1999)

“AŞK MEDENİYETİNE YOLCULUK” KİTABI HAKKINDA

“Deneme türünde enfes bir üslupla kaleme alınan 160 sayfalık bu eser, beni söz burcunun zirvelerine götürüp hasretini duyduğum “Aşk Medeniyetine Yolculuk” ettirdi.

Öncelikle söyleyeyim ki Ahmet Sezgin rehberliğindeki bu yolculuktan büyük keyif aldım.

Bizi Aşk Medeniyetine Yolculuk’a çıkaran Ahmet Sezgin’in her satırı gönül telimize

dokunuyor. Çöplüğe dönen gönüllerimize şifa reçetesi sunuyor. Kanayan yaramıza merhem

oluyor. Bizi, labirente dönüşen ruhumuzda, yitiğimizi arayıp bulmaya çağırıyor.

Usta kalem Ahmet Sezgin, Türkçeyi bir kuyumcu titizliğiyle ve eski bir İstanbul hanımefendisinin zarafetiyle, özenle kullanıyor. Cümleler kusursuz ve sağlam yapılarıyla dikkat çekiyor. Dilin bütün imkânlarına başvuruyor. Dilimizin en güzel örnekleri arasında yer almaya namzet bu güzel denemeleri okuduktan sonra “Türkçe, ağzımda annemin sütüdür.” diyen Yahya Kemal’e hak vermemek mümkün değil. Zaman zaman kanat seslerini duyduğumuz kelimeler yerli yerinde, ne bir eksik ne bir fazla. Katıksız, saf, samimi, su misali.”

 (M.Nihat Malkoç, “A.Sezgin’le Aşk Medeniyetine Yolculuk”, Ay Vakti, Sayı:158, Eylül-Ekim 2015)

 

 “Yazar adayı genç kalemler için satır aralarında ipuçlarına yer verilmiş,  adeta bir kılavuz ve başucu eseri niteliği kazanmış. Allah (c.c) dostlarının, gönül erenlerinin hayatlarından örnekler sunularak konular zenginleştirilmiş. Eserde kırk bir deneme yer alıyor. Özgün, akıcı, duru ve şiirsel bir üslupla kaleme alınan eserde; kaybettiğimiz aşk medeniyetinin kültürel ve ahlâki değerleriyle bizleri hüzünlendirirken, diğer taraftan da umut dolu güzel bir yolculuğa çıkarıyor. Sabırla işlenmiş konular,  sohbet havasında okurlarıyla buluşuyor. Eser; yaralı gönüllere şifa sunan bir ab-ı hayat oluyor, kana kana içilerek yanık yüreklere şifa sunuyor.

 (Ali Özkanlı, “Aşk Medeniyetine Yolculuk”, Kayseri/Gündem Gazetesi, 15.08.2014)

 

"Aşk Medeniyetine Yolculuk’ta, kırk deneme yer alıyor. Her biri, sabırla işlenmiş mevzûlar, birer sohbet havasında okurla buluşuyor. Yazar; ele alıp işlediği konulara hâkim ve Türkçeyi de güzel kullanıyor.

Yazar Ahmet Sezgin; eserinde, en çok, bozulan kültür değerlerimiz üzerinde duruyor. Başta Türk dili olmak üzere, gerek ananevî -örfî ve gerekse dînî kıymetlerimizin tahrip edilmesi, yabancı unsurların bunlar üzerindeki menfî tesirleri, yaşadığımız cemiyeti her yönden rahatsız etmektedir. Yazar; bunlara karşı kayıtsız kalınışın ve gerekli tedbirlerin alınmayışının, haklı olarak endişesini taşımaktadır.  Bunda; sadece şikâyetçi olarak değil, aynı zamanda çâre arayıcı ve zaman zaman da yol gösterici olarak durmasını bilmektedir.

 (M. Hâlistin Kukul, "Aşk Medeniyetine Yolculuk" Divanyolu, Ağustos 2014)

 

 “Sözü ve kalemiyle, kendine emanet edilen çağdaş gençliğin ruhunu dokuyor. Yazan, okuyan, düşünen bir yürek adamı… Terme'de onun ve onun gibilerinin öğrencisi olmak bir nimet, olamamak büyük bir kayıptır. ‘Aşk Medeniyetine Yolculuk' adlı bir kitabı çıktı Sezgin Hocanın. Çeşitli gazete ve dergilerde yayınladığı denemelerini toplamış kitabında. Zevkle okudum. Bugün Anadolu kıtasında sayısı sekiz yüz bini aşmış öğretmen meslektaşlarımın çok azı onun gibi yazma çilesi çekenlerden olduğu için bir kez daha kutlamak gerekir Sezgin Hocayı.
   Yazmak bir çile işidir sevgili okuyucularım! Millî ve manevî davaların adamı olmak ondan da öte bir çile…Sayın Sezgin'in; 'Aşk Medeniyetine Yolculuk' adlı eserinde hem sevdasını, hem davasını, hem özlemini, hem yüreğini gördüm. Yeni yetişen neslimize ve bilhassa lise ve üniversite çağındaki gençliğimize en has ibrişimden becit becit dokunmuş bir beyin ve yürek libası gibi buldum eseri. Eser, baştan sona tarih şuuru, özgürlük, kimlik ve kişilik bilinciyle donatılmış bir fikir ve aksiyon mesajı.”

(B.Rahmi Özen, Bilgi Gazetesi, Aşk Medeniyetine Yolculuk, 8 Ekim 2014)

Yazar: Çeşitli Yazarlar

AHMET SEZGİN HAKKINDA

“Ahmet Sezgin ile Cengiz Yalçın’ın birlikte hazırladıkları Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi isimli eserde bizim edebiyatımızda bu konunun değişik meşreplere sahip şairler tarafından nasıl ele alındığını gösteren bir çalışma. Bu çalışma, bizde az sayıda olan tematik antoloji türünün de iyi bir örneği.”(Yeni Şafak, “Ölüm Şiirleri Antolojisi”,  25 Mayıs 1996)

 

 “Türk Edebiyatı, didik didik edilip Ölüm Şiirleri Antolojisi isimli enteresan bir kitap hazırlanmış.”

(Gürbüz Azak, “Kitaplarla Aranız Nasıl?”, Türkiye Gazetesi, 6 Şubat 1994)

 

“Önsöz veya takdiminde mesele bütün yönleriyle ele alınıp değerlendirilmiş. Sonra da hiçbir ayrım yapmadan hemen herkesten örnekler koymuşlar. Şiirimizin bir yönü işlenmiş ve İslam dışı bir tavra da yer verilmemiş olmasıyla takdire şayan bir tarama ve emek sonucu…”

(Kâtip Sezer, “Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi”, İslamî Edebiyat, Sayı: 24, Mayıs 1994)

 

  “Şiirlerinde Divan ve Halk edebiyatı geleneğiyle modern şiiri mezcetme çabasında olan Ahmet Sezgin, bazen vezinli ve kafiyeli, bazen de serbest tarzda şiirleriyle dikkat çekiyor. Samimi bir sesle yakarışa, hüzne, sevince kapı aralayan şiirleri var Ahmet Sezgin’in.(…)Çeşitli şiir iklimlerinden kokular taşıyan şiirler bunlar. Edebiyattan, dizelerden kopmadan yol alan bir öğretmenin edası; düşünen, anlayan, yorumlayan mütefekkir edasıyla bütünleşiyor şiirlerde Bireyin sancısını inancın süzgecinden geçiriyor ve gözyaşlarına hasret insanların portresini sunuyor okura. Okudukça anlamlanıyor mısralar ve umut taşıyor mısralar. Gül Medeniyeti şiirinde olduğu gibi: Kokuları geliyor gül medeniyetinin/Şimdi sevdayı ve sabrı kuşanıp bekleyin!”

(Bünyamin Yılmaz, “Güllerimi Ver Anne”, Milli Gazete, 28 Ekim 1999)

 

“Sevgili Ahmet Sezgin’de yanık bozkırın çığlığı gibi bir avaz gördüm. Sevdasına, sevdalısına seslenirken Türkçemizi imbikten süzer gibi kullanıyor. Kimi kez yârin dudağında, kimi kez gönül odağında, kimi kez şehidimizin bağrında, kimi kez Terme’nin verimli toprağında açtırıyor güllerini. Bozkırın sarı sıcağında şavkıyan ateş gibi mısralar gördüm onun şiirinde. Gençliğimizin ve geleceğimizin gül kokulu yamaçlarına doğru yüreği yaralı bir serçe gibi tek başına yol alıyor Terme topraklarında.”

(Baha Rahmi Özen, “Güllerimi Ver Anne”,  Terme Bilgi Gazetesi, 18 Temmuz 2007)

 

   "Termeli Eğitimci-Şair ve Yazar Ahmet Sezgin Bey kardeşimiz; örnek mi örnek, güzel mi güzel bir çalışmayla yıllarca kaynak olabilecek bir eser ortaya koymuşlar. Adı da “Termeli Yazarlar ve Şairler Ansiklopedisi”.

(Araştırmacı- Yazar Ali Kayıkçı (Derebahçeli),  “Terme, 16-0 Önde”,  Samsun/ Manşet Gazetesi, 24 Aralık 2012)

 

“Kalemi ve dili oldukça kuvvetlidir. Türkçeyi ana sütü kokusunu yayarak temizce kullanmada bir üstattır.(…) Kalemine, yüreğine sağlık…Yolunuz açık olsun. Bu ülkeye çok daha hizmetler vereceğinize olan inancım tam ve kuvvetlidir.”

(İsa Abanoz, “Ahmet Sezgin ve Termeli Yazarlar”, Samsun/ Olay Gazetesi )

 

 “Eseri okuyunca; kendi konusunda Terme tarihini, Terme'nin edebiyat ve sanatla ilgisini, bu güzel toprakların nice güzel ve tatlı dilli insanlar yetiştirdiğini gördüm. Ne güzel, ne yiğit, ne erdemli, ne üretken insanlarımız varmış bilmiyormuşuz. “Termeli Şairler ve Yazarlar Ansiklopedisi” isimli güzel eserinden öğrendim. Kalemine sağlık, sevgili Ahmet kardeşimin. Eser, edebiyat ve sanatla ilgilenenlere müthiş bir kaynak olduğu gibi güzel Terme'miz için, Termeli aydınlar için, sanat ve edebiyatla ilgilenenler için de bulunmaz bir kaynaktır.”

(Baha Rahmi Özen, “Ahmet Sezgin’in Yeni Kitabı Termeli Yazarlar ve Şairler Ansiklopedisi”, Bilgi Gazetesi, 19.09.2012)

Yazar: Çeşitli Yazarlar

AŞK MEDENİYETİNE YOLCULUK

Daha önce, "Türk Edebiyatında Ölüm Şiirleri Antolojisi", "Güllerimi Ver Anne" ve " Termeli Yazarlar Ve Şairler Ansiklopedisi" adlı kitaplarıyla tanıdığımız Ahmet Sezgin, bu defa da "Aşk Medeniyetine Yolculuk" adlı "deneme" kitabıyla okurla buluşuyor.

Deneme; bir mevzûyu, yumuşak bir üslûpla, sohbet havasında, yer yer îmâ, yer yer de görünümlü iddiasız bir sükûnet edâsıyla, hayatın herhangi bir sahasına dâir görüşleri, bediî bir hazla sunan edebî yazılardır. Peyami Safa, Nihad Sâmi Banarlı, Prof. Dr. Mehmet Kaplan, Suut Kemal Yetkin, Necip Fâzıl, Nurettin Topçu, Mehmet Çınarlı, S. Ahmet Arvasî, Yavuz Bülent Bâkiler, Cemil Meriç, Ahmet Kabaklı...son dönemin, bu türde güzel numûneler sunan yazarlarıdır.

Bilinmelidir ki, edebiyatın bütün türleri zorluklarla doludur. Başta şiir olmak üzere, tiyatronun, hikâye-romanın ve denemenin her birinin ayrı ayrı, kendilerine mahsus hususiyetleri, yazma zorlukları vardır. Bu bakımdan; Ahmet Sezgin'in 'deneme'lerinin başarılı örnekler olduğunu söyleyebilirim.

"Aşk Medeniyetine Yolculuk"ta, kırk deneme yer alıyor. Her biri, sabırla işlenmiş mevzûlar, birer sohbet havasında okurla buluşuyor. Yazar; ele alıp işlediği konulara hâkim ve Türkçeyi de güzel kullanıyor.

Yazar Ahmet Sezgin; eserinde, en çok, bozulan kültür değerlerimiz üzerinde duruyor. Başta Türk dili olmak üzere, gerek an'anevî -örfî ve gerekse dînî kıymetlerimizin tahrip edilmesi, yabancı unsurların bunlar üzerindeki menfî tesirleri, yaşadığımız cemiyeti her yönden rahatsız etmektedir. Yazar; bunlara karşı kayıtsız kalınışın ve gerekli tedbirlerin alınmayışının, haklı olarak endişesini taşımaktadır.  Bunda; sadece şikâyetçi olarak değil, aynı zamanda çâre arayıcı ve zaman zaman da yol gösterici olarak durmasını bilmektedir. Kopyecilikten, taklitçilikten, kozmopolitlikten uzak, kendi millî ve manevî değerlerimize sahip çıkarak fakat ilmin de her sahasında gayret göstermemizi arzulamaktadır.

Bunlarda başarılı olabilmemiz için hiçbir noksanımız olmadığı gibi, aksine, başta mukaddes kitabımız Kur'ân-ı Kerîm ve hadîs-i şerîfler olmak üzere, bize güç veren, yolumuzu aydınlatan İmâm-ı Gazalî, Ahmet Yesevî, Kâşgarlı Mahmut, Yusuf Has Hâcib, Hazret-i Mevlânâ, Yûnus Emre, Fuzulî, Süleyman Çelebi, Şeyh Galib, Necip Fâzıl gibi nice kıymetli ışıklandırıcılarımız mevcuttur.

Bu bakımdan; Ahmet Sezgin, en büyük görevin millî eğitime düştüğünü ısrarla belirtiyor. Şurasını açık olarak ifade etmeliyim ki, bizim, maalesef," millî maarif ve millî kültür dâvâmız", hiçbir dönemde arzu edilene yakın bir heyecan yaşayamamıştır. Sıkıntılarımızın başında, bu iki 'müessese'den gelen aksaklıklar yatmaktadır.

Bu hususta, Yazar Sezgin'in eserinden çok acı bir tespitini sunacağım.

 Diyor ki: "Bir yandan İslâm kültürüne özgü kavramlara sahip çıkmamak, diğer taraftan da kasıtlı olarak yapılan bu anlam sapmaları yüzünden günümüz Müslümanlarının birçoğu, Batı kökenli felsefî akımlara bile kendi keyfi anlayışına göre İslâmî (!) bir anlam vermeye çalışmaktadır. Hâlbuki her türlü sosyal, kültürel vb. kavramlara İslâm'ın kıstaslarıyla bakmak gerekmektedir. Bu sapma ve kaymalar, İslâm'ın özünü algılamaya yarayan "din, hak, adalet, fazilet, ihlâs, barış" gibi temel kavramlara kadar uzanmıştır. Meselâ: Kartel medyasında yer alan "Güzel ve cesur mankenimiz, moda defilesinde cömertçe soyundu." cümlesindeki "cesur" ve "cömert" kavramları, tamamıyla hakikî anlamlarının dışında " hayâsızlık, edepsizlik" mânâlarının yerini almaktadır. " (sy. 105)

Bu tespitleri yapabilmek bile, yazarı tebrik için yeterlidir. Anlaşılan o ki, yenilerini bekleyeceğiz!..

(Divanyolu, Ağustos 2014)

Yazar: M. HALİSTİN KUKUL

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör