Araştırmacı-yazar, senarist. 1946, Ortaköy /
Uşak doğumlu. İlkokulu doğduğu köyde, ortaöğrenimini Uşak Lisesini bitirerek
tamamladı. Ankara Üniversitesi Ziraat Fakültesinden Ziraat Yüksek Mühendisi
olarak mezun oldu. 1977’de yüksek lisans çalışmasını tamamladı. Tarım
Bakanlığının muhtelif birimlerinde teknik eleman, idareci ve bürokrat olarak
çalıştı. Tarımsal Araştırmalar Genel Müdür Yardımcılığı vazifesinde bulundu.
Bir süre de Altındağ Belediyesinde (1994-95) çalıştı. Türkiye Yazarlar Birliği
üyesidir.
Edebiyata Bizim Anadolu gazetesinde
Eren Pınarı adlı romanının tefrika edilmesiyle başladı (1971). Aynı yıldan
itibaren çeşitli türlerde yazıları Bizim Anadolu, Millî Gazete, Vahdet
(1994), Gençlik, Kıvılcım, Rahmet dergi ve gazetelerinde yer aldı. Aylık Yeni
Odak dergisinin sahipliği ve yazı işleri müdürlüğünü yaptı. 1994’te
Kombassan’ın açtığı senaryo yarışmasında Bizler Gurbet Kuşlarıyız adlı
çalışmasıyla ödüle layık görüldü.
Satı Gelin’in Türküsü romanının sinopsisi ile Esra Filmin açtığı
yarışmada üçüncülük alarak mansiyona layık görüldü. Gönül Dağı adlı
romanı ile İstanbul-Tuzla Belediyesinin açtığı roman yarışmasında yedinci
olarak mansiyon aldı. Merih’ten Münih’e ve Gurbet Çiçeği adlı
romanlarını birleştirerek Gurbet Çiçeği adıyla film senaryosu haline
getirdi. Gönül Kemendi ve Gurbet Çiçeği adlı kitapları Almancaya
çevrildi.
“Yazar bu eserinde çok başarılı. Tarihin
derinliklerine inmiş. Bugünün anlaşılmaz gibi görünen bazı olaylarının
köklerini oralarda arıyor. Bulduklarını akıl, mantık, ilim ve irfan ölçülerine
vuruyor. Bugünlere ışık tutuyor. Yahûdi dâvâ adamlarını, onların gönüllü
destekçisi olan Masonları, dünyadaki ve bizdeki uşaklarını, bazılarının feci
akıbetlerini fotoğraflar ve belgelerle dile getiriyor. Geçmişteki ibret verici
olaylarla geleceğe ışık tutuyor. Hiç ummadığımız kişileri, Mason localarında,
Siyonist listelerinde gördükçe, tüyleriniz diken diken oluyor. O zaman iyice
anlıyorsunuz ki 70 yıldır savaş yüzü görmediğimiz halde, bir türlü sürünmekten
kurtulamayaşımız tesadüf değildir.” (Hüseyin Üzmez, Yahudinin Tahta Kılıcı
için)
ESERLERİ:
ROMAN: Merih’ten Münih’e (1990),
Köln Diye Bir Yer (1992), Satı Gelinin Türküsü (1994), Gönül
Kemendi (1994), Kürdün Gelini (1998), Gönül Kulübü (1999), Hayat
Değirmendir Döner (2001), Ağrı’da İki Mevsim (2004), Gönül Dağı
(2004).
ARAŞTIRMA: Yahûdinin Tahta Kılıcı
(1992), Tasavvufun Özü - Gönül Bayramı (1994), Mahmud Sami
Ramazanoğlu (1995), Asrın Hastalığı Stres (2006), Bir Sosyal Derin
Yara: Boşanma (2006), Tarih Boyunca İki Yüzlüler (2006), Horasan
Erenlerinden Günümüze Sesleniş (2006).
ŞİİR: Pınar (1996).
PİYES: Bu Köle Başka Köle (1993), Bizler
Gurbet Kuşlarıyız (1993), Es’ad Erbilî (1993).
ÇOCUK HİKÂYESİ: Her Yüreğe Nakış Gerek
(2000), Sekiz Elmaslı Kolye (2001).
ÇOCUK ROMANI: Gurbet Çiçeği (1997), Yayla
Gülü (2002).
HAKKINDA: Hüseyin Üzmez / Yahudinin Tahta
Kılıcı (Akit, 15 Mart 1996).
Tamar
ve İsa’nın düğün günü gelmişti. Hem Türk hem de Ermeni pek çok davetli düğüne
katılmışlardı.
Tamar,
Türk usulü gelinlik giymişti. Çok mutlu görünüyordu. İsa da damatlık elbise
içinde çok mutluydu.
Nubar,
Aram, Meryem, Zekeriya, Eliza, Yahya Hoca, Hatice de sevinç ve mutluluk içinde
idiler.
Düğün
salonu mübalâğalı şekilde süslenmişti. Hem Türk hem de Ermeni geleneklerine
göre eğlence tertip edilmişti.
Müzik
grubu Sarı Gelin türküsünün melodisini çalıyordu. Tamar ve İsa kol kola
davetliler arasında dolaşmaya başladılar.
Yahya
Hoca, Nubar’la beraber oturmaktaydı. Herkes sevinç içinde yiyip içiyor,
eğleniyordu.
Yahya
Hoca:
“Acıyla
tatlı birbirine ne kadar yakın Nubar amca”, dedi. “Kızınızı kaybettiniz. Ama
şimdi de torununuzun mürüvvetini görüyorsunuz.”
“Öyle
Yahyâ Hoca”, dedi Nubar. “İçimde hüzün ve sevinç dalgaları birbirlerini
kovalayıp duruyorlar. Kızım Silva sağ olsaydı da şu manzarayı görseydi, ne
kadar mutlu olurdu. Türkleri severdi Silva.”
“Biz
de onları hoş tutardık Nubar amca. Şu semtte çok uzun yıllar komşuluk yaptık.
Acılı günlerimiz oldu, üzüntülü günlerimiz oldu. Hep birbirimize destek olduk.”
“Öyle
tabi. Araya bu düşmanlıkları sokanların Allah belâsını versin.”
Tamar
ve İsa, dedesinin oturduğu masaya kadar geldiler. Sevinç içinde kucaklaşıp
öpüştüler.
“Allah
mesut etsin kızım. Allah mesut etsin oğlum.”
Nubar,
Tamar’ın boynuna bir kolye taktı. İsa’ya da bir altın saat hediye etti.
Tamar
ve İsa:
“Sağ
ol dedeciğim” diyerek teşekkür ettiler.
Yahya
Hoca:
“Allah
sizleri mesut etsin” dedi.
Sonra
da gülümseyerek şu sözleri ilâve etti.
“Size
bir şey hatırlatmak istiyorum sevgili gelin hanım ve damat bey.”
Tamar
ve İsa sevinç içinde:
“Ne
hatırlatacaksınız hocam?” dediler.
“Hatırlarsanız
bizim eve geldiğiniz gün size bir şey söylemiştim.”
“Biz
heyecandan hatırlayamıyoruz”, dedi Tamar. “Lütfen siz hatırlatın hocam.”
“Günün
birinde sizin nikâhınızı zevk alarak ben kıymak isterim demiştim.
İkisi
de sevinç içinde cevap verdiler.
“Evet
hatırladık.”
“Tabi
tabi, hatırladık.”
“Düğünden
sonra bizim evde sizin dinî nikâhınızı kıyacağım. Sizi nikâh için
bekleyeceğim.”
“Seve
seve”, dedi İsa.
“Bundan
büyük bir gurur duyarız”, diye ilâve etti Tamar.
Yahya
Hoca:
“Çam
sakızı çoban armağanı derler. Ayrıca size bir hediyede bulunmak isterim.”
Sarı
Gelin türküsünün melodisi devam ediyordu.
Nubar,
Yahya Hoca’ya duygularını ifade ediyordu.
“Biliyor
musun Yahyâ hoca. Öyle bir duygular kumkuması yaşıyorum ki...”
“Elbette
Nubar amca. Başından geçen hadiseler
herkesin dayanabileceği hadiseler
değil.”
Nubar,
derinden gelen bir sesle derin mânâlar ifade eden şu sözleri söyledi:
“Sanki
Ararat dağı bir ayna. İki yüzü olan bir ayna. Bir yüzünde kalbi kötü olanlar
kendilerini görüyorlar. Kötü duygular ve
fiiller içinde boğuluyorlar. Onların işleri, nefret, cinayet... Ararat’ın bu
yüzü, bilim adamımız David’i aldı. Kızım Silva’yı aldı. Nice kimselere kirli
işler yaptırdı. Geçmişte de çok kimse almıştı. Kim bilir bundan sonra da
alacak.”
Yahya
Hoca çok üzüntülü bir sesle:
“Artık
bu can alma işi bitmeli.”
“Evet”,
dedi Nubar ve devam etti. “Ararat’ın diğer yüzü de bana saadet yaşatıyor.
Torunum Tamar bir Türkle evlendi. Mutluluğa adım attı. Ağrı’nın bu yüzü pek çok
Ermeni’ye mutluluk yaşattı. Sevgi atmosferi meydana getirdi. Ağrı’nın iki yüzü.
Nefret ve sevgi...”
Yahya
Hoca’yı elinden sıkı sıkı tuttu Nubar. Onun gözlerinde gözlerini sabitleştirdi.
“Yahya
Hoca”, dedi. “Sanki Ağrı’da iki mevsim var. Bir tarafta donduran soğuğuyla,
karıyla, buzuyla kış. Esip savuran fırtına, bora, kasırga… Diğer tarafta ışıl
ışıl güneşiyle bahar. Ilık ılık yeliyle gönülleri yumuşatıyor. Baharla Ağrı,
üzerine rengârenk çiçeklerden nakışlar işlenmiş yemyeşil elbise giyiyor.
(Ağrı’da İki Mevsim)