Şair ve
yazar. 1 Ocak 1966, Göçebe köyü / Kavak / Samsun doğumlu. İlk ve ortaöğrenimini
Samsun’da tamamladı. Samsun İmam Hatip Lisesini
bitirdikten sonra AÖF "Halkla İlişkiler" Bölümünden mezun oldu. Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Halkla İlişkiler Bölümünden mezun
oldu. Çeşitli işler ve memurluk yaptıktan sonra, 2005’te Samsun İl Kültür
Müdürlüğü bünyesinde müze memuru oldu.
İlk
şiirleri ve yazıları, öğrencilik yıllarında okulun duvar gazetesinde çıktı. Yeni
Devir gazetesinde yayımlanan “Bekleyiş” başlıklı denemesiyle imzası
basında ilk defa (1984) yer aldı. Gürses gazetesinde kültür ve sanat
sayfası (1985) hazırladı. Daha sonra Zaman gazetesinin “Genç Kalemler”
ve “Misafir Kalemler” köşesinde yazıları (1987) çıktı. Hakses gazetesinde
yazı ve şiirleri, Sur-Mektep dergilerinde şiirleri yer aldı. Vahdet
gazetesinde temsilcilik ve yazarlık (1989) yaptı. Ribat dergisinin
sürekli yazarlarından (1987) oldu. Samsun’da yayımlanan Halk gazetesinde
de yazılar yayımlamayı sürdürdü. Kendi çıkardığı 19 Mayıs Haber
(1989-93) gazetesi başta olmak üzere Yeni Devir, Vahdet, Zaman, Altınova
gazetelerinde yazıları yayımlandı.
Samsun’un kültür,
sanat ve edebiyat içerikli “Yeldeğirmeni" ve "Yol Haritası "
isimli TV. programlarında yapım ve sunuculuk yaptı. Ayrıca radyolarında kültür sanat programları hazırlayıp
sundu. 1999’dan itibaren Kanal S televizyonunda “Yel Değirmeni” adlı bir
program hazırlayıp sundu. Eğitimle ilgili konularda çok sayıda panellere
katıldı. Yazılarında eğitim konuları ağırlık kazanırken şiirlerinde daha çok
toplumsal ve mistik temalara yer verdiği görülür. Samsun Eğitim ve Kültür
Derneğinin kurucuları arasında yer aldı, başkanlığını yürüttü. Türkiye Yazarlar
Birliği ve İLESAM üyesi (Samsun Temsilcisi) oldu. Ayrıca, kurucusu
olduğu "Samsun Yazarlar Derneği" (SAY-DER) Başkanlığı görevini
yapmaktadır.
ESERLERİ:
ŞİİR: Söz
Açılınca (1994).
DERLEME-İNCELEME:
Meşhûr Sözler Antolojisi (1996), Tarihin Anlattıkları (1997),
Altın Sözler (1999), Sözün Özü (1999, 2016), Edebiyat Dünyamızdan
Seçme Şiirler (1999), Türk Güreşinin Sembolü Yaşar Doğu (2016, 2017), Milli Mücadele Kahramanı Dağköylü Fatma
Çavuş (2017), Cihan Pehlivanı Yaşar
Doğu (2017), Tarihten Bir Demet (2017).
KAYNAKÇA: 19 Mayıs Belediyesi Kültür ve Sanat Bülteni (Aralık
1999), Ali Kayıkçı / Mahalleden Bölgeye Samsun (c. 2, 2001), Yeni Şafak
(13.8.1999), Melih Köksal / Yel Değirmeni Programı (Demokrasi gazetesi,
28.2.2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli
Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009), Yaşar Doğu’nun Hayatı Kitaplaştı (İHA;
Milliyet.com.tr, 6 Ocak 2016).
İnsanların yetimi olduğu gibi toplumların da yetimi vardır.
Gerçek ilim adamlarından mahrum toplumlar yetim toplumlardır. Bir ülkenin
geleceği için çıkarılmış fermanda ilim adamlarının mührü yoksa o ülkenin
geleceği için aydınlık söz konusu olamaz. İlim adamları bitkilerin kökleri
gibidir. Bitkilerde görünenler meyveleridir, kök gizlidir. Köklere gerekli
bakım ve ilgiyi göstermeyenler meyveye kavuşamazlar. Dünya öyle iddia edildiği
gibi öküzün boynuzları üstünde durmuyor ama belki alimlerin kalemlerinin
üzerinde duruyor. Çünkü kalem yanlış yazsa dünya sallanıyor. Tarih boyunca ilim
ve fikir adamlarına değer veren milletlerin medeniyet düzeylerini yüksek
olduğunu görüyoruz. Hem medeni millet ilim adamlarına gerekli kıymetini vermiştir.biliyor
musunuz? Tarih boyunca milletlerin hak sultanları düğünde döktükleri
gözyaşları, halk sultanları öldüklerinde döktükleri gözyaşlarından daha fazla
olmuştur. Hak sultanı halkın gönüllerine, halk sultanları da memleketin en
güzel yerlerine mekan tutarlar.
Bir memleketin müreffeh zamanı ilim adamları ile devlet
adamlarının yan yana oldukları dönemlerdir. Öğretmensiz bir sınıf düşünülemezse
ilim adamları olmayan bir ülke de düşünülemez. Ruhumuzu yoğuran o tılsımlı
eller olmasaydı, bize daima ilerileri işaret eden parmaklardan mahrum
kalacaktık. Dikkat ediniz: Tarih bize mütefekkirine değer veren milletlerin
medeniyet dağının zirvesine ulaştığını gösterirken, mütefekkirine kıymet vermeyenlerin
de aşağıların aşağısına düştüklerini göstermektedir.
Tarihe bakınız; Mütefekkirini tokatlayan idarelerin ayakta,
toplumların da hayatta kalmadıklarını göreceksiniz. Yaşadığımız zaman ne olursa
olsun o çağın ışıkları ilim adamlarıdır. Bugün bizler binlerce yıl evvel
yaşamış millet ve medeniyetler hakkında bilgi ve birikime sahip isek bunu o
çağın ışıklarına yani ilim adamlarına borçluyuz. Öyleyse bugüne ve yarına
ışığımız ulaşsın diyorsak çağımızın ışıklarını çoğaltmalı. Onlara layık
oldukları değeri kazandırmalıyız. Onlar ki bizim geleceğe uzanan yolumuzun
işaret taşlarıdır. Yüzlerce yıl evvelinden bize ulaşan o ışık saçan işaret
taşları aydınlığında daha binlerce yıl sonrasına başlattığımız tarihi koşu
devam edecektir. Ancak eskiyen ışık vermeyen taşların yerine yenisini eklemek
şartını da unutmamalı. Size yabancı olmadığımız bir gerçeği yeniden hatırlatmak
istiyoruz. Unutmayınız ki 21. asırda geçit merasimi ilim, fikir ve eğitimci
şahsiyetlerin ayak esleriyle başlayacaktır. Dünya yeni bir devreye
hazırlanıyor. Zaman gömlek değiştiriyor. Bu geçit merasimine ayak
uyduramayanların yaşadıkları zamanı gerisinde kaldıkları kesindir. Beyaz Samsun, Ocak - 1999
Ruhumda gördüğüm,
İlmek ilmek kördüğüm.
Kurtaracak beni ağlardan,
Bu köhne çağlardan
Bir kaynak aksın ruhuna
Başı yüce dağlardan.
Çözmek için çıksın yoluna,
İki kutlu el giriversin koluna.
Çözülsün bu düğüm,
Günahlarımla ördüğüm.
Çıkış başlasın yükseğe,
Takılmadan tümseğe.
Kollarımı açayım,
Sonsuzluğa uçayım.
(1993)
Ahmet Seven
Yatak – yorgan dür gitsin,
Uyan Mehmedim uyan.
Uyku – gaflet sür gitsin
Dayan Mehmedim dayan.
Mevsimin kışındayız,
Suyun akışındayız,
Yolun yokuşundayız,
Dayan Mehmedim dayan
Bahar nasılsa gelir,
Sular hergün yükselir,
Böyle gitmez ya devir,
Dayan Mehmedim dayan.
Yürüyüp yorulmalı,
Geceden yol almalı,
Sabaha tez varmalı,
Dayan Mehmedim dayan.
Haydi bak atlar hazır,
Sen İlyas ben de Hızır,
Tek hedefimiz Huzur,
Dayan Mehmedim dayan.
1998
(Yedi Beyza Dergisinde yayınlandı)
Uzaklar yakın olur birgün,
Yakında kavuşuruz sevdam.
Özyurda akın olur birgün,
Akında kavuşuruz sevdam.
Açılır birgün meçhul perde
Perdenin ardındaki yerde
Olmazsa da bile makberde,
Mahşerde Kavuşuruz sevdam.
(1987)
(Sızıntı Dergisinde
Yayınlandı)
Son zamanlarda türkülerimize karşı artan ilgiye sevinmemek
elde değil. İnsanımız kırsal alandan büyük kentlere göç edince, asırlardır
söyleyene gelen türküler de ihmal edildi diye düşünüyorum. Kentlerin
acımasızlığına arabeskle cevap veren yeni bir toplumun doğmuş olması acının
dilini de değiştirmişti.
Türkülerimiz bu aşamada ya Anadolu’da kalmış, ya da buralar
bize göre değil deyip büyük kentleri terk etmiş, bağlamalar kılıfında beklemeye
başlamıştı. Yıllar sonra kent rüyalarında uyananlar hasret kaldıkları gerçek
sese doğru yöneldiler. Bu ses Anadolu’nun kırlarından tadını yitirmemiş
pınarlarından geliyordu. Memleket tadında bir sesti bu. Sonrası, bağlamalar
kılıfından çıkarıldı, teller silindi, mızrap tele değdi.
Oysa türkülerimiz yıllarca bize ekmek olmuş, aş olmuştu. Biz
türkülerde gülmüş türkülerde ağlamıştık. Sılaya dönenlere türkülerle hoş geldin
demiş, gurbete türkülerle yolcu etmiştik.
Sevdamız onda, sitemimiz onda, kavuşmamız, ayrılığımız hep
onda olmuştu. Acımızı sevincimizi türkülere yüklemiştik. Çok kahrımızı
çekmişti, türkülerimiz bu güne değin.
Dadaloğlu’nda meydan okumaydı, Aşık Veysel’de dostluğa çağrı,
Karacaoğlan’da aşk, Köroğlu’nda kavgaydı türkü. Biz onda saflığı, yürekliliği,
yiğitliği gördük. Türk’ün sesiydi türkü. Yüreğimizin dili, bizden biriydi.
Türkülerimizde “Urfa’nın etrafı dumanlıdır” Erzincan’da
analar ağlamaktadır. Samsun’da Çarşamba’yı sel almış, Ordu’da yar ellere
verilmemiş. Çayeli’nde çay sepetine hamal olunmuştur. Kızılırmak sorguya çekilmekte,
Fırat delice akmaktadır. Kimi kavuştuğunda, kimi de ayrıldığında türkü
yakmaktadır. Bir an deli dolu ağlatır insanı, bir anda gelir ki yerinde
duramayıp oynatır türkülerimiz. Biz onları dinledik. Ağlayışımızı da
türkülerimiz gördü, gülüşümüzü de. Sırrımızı ona verdik, sırdaş olduk. Yola
düştük yoldaş olduk…
Ozan gitti, sazı kaldı dünyada. Aldığı vasiyet üzere
sırlarını aşikar etmeyecek. Dertlendik sazın teline vurduk, sevindik yine tele
vurduk. Fakat o kusurumuzu yüzümüze vurmadı. Dedik ya biz ondan çok şey
öğrendik. Daha öğreneceklerimiz var. Türküler bizi söylüyor. Bizi söyleten
türkü dostlarına selam…
Halk
Gazetesi, 12 Şubat 2002 Salı
Samsunlu Yazar Ahmet Seven, efsanevi güreşçi Yaşar Doğu’nun hayatını Kitaplaştırıldı.
Türk güreşinin sembolü, dünya ve olimpiyat şampiyonu Yaşar Doğu’nun vefatının 55. yılında hayatı ilk kez kitaplaştırıldı. Yazar Ahmet Seven tarafından kaleme alınan kitap 400 sayfadan oluşuyor.
Yaşar Doğu’nun bugüne kadar hayatının kitaplaştırılmadığını belirten Samsunlu Yazar Ahmet Sever, “Yaşar Doğu’nun hayatının kitaplaştırılamamasının sebebi ise, vefatının ilk günlerinde albüm yapma maksadıyla evlerine gelen bir kişinin Yaşar Doğu’ya ait ne kadar hatırat varsa alıp götürmesi ve bir daha o kişi hakkında haber alınamaması olarak görülüyor. Çıkardığım bu kitaptan Yaşar Doğu’nun mücadele dolu hayatından yalnız güreşçilerin değil, hayatın bütün kesiminde rol alan her insanın faydalanacağını ümit ediyorum. Bu kitap benim sekizinci kitabım. Bu kitaptan bin tane bastırdım” dedi.
Yaşar Doğu’nun güreş hayatı boyunca sırtının hiç yere değmediğini ifade eden Sever, “Yaşar Doğu, Türk güreşine çok sayıda şampiyon isimler kazandırmıştır. Bunların bir tanesi de Mustafa Dağıstanlı’dır. Yaşar Doğu 1913 yılında Kavak ilçesi Karlı köyünde dünyaya gelmiş ve 5 yaşlarında iken dedesinin desteği ile güreşe başlamış ve hayatı boyunca da görüşten kopmamıştır. Doğu 8 Ocak 1961 yılında da geçirdiği kalp krizi nedeniyle hayatını kaybetmiştir. Doğu’nun kabristanlığı da Ankara’daki Cebeci Askeri Şehitliği’nde bulunmaktadır” diye konuştu.
KAYNAK: Yaşar Doğu’nun Hayatı Kitaplaştı (İHA; Milliyet.com.tr, 6 Ocak 2016).