Şair ve yazar (D. 1902, Çatalca /
İstanbul - Ö. 17 Ağustos 1968, İstanbul). Koska
Mahalle Mektebinde başladığı ilkokulu
Çatalca’da tamamladı. Bakırköy Numune Rüştiyesini (ortaokul) bitirdi. Öğrenimi
sırasında Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Fakültesinde açılan giriş sınavını kazanarak
(1919) Türk Dili ve Edebiyatı Bölümüne kaydoldu. Burada Cenap Şahabettin, Fuat
Köprülü, Ferit Kam, Yahya Kemal gibi değerli hocalardan dersler aldı.
İstanbul’un işgali üzerine Darülfünûn kapatılınca Kurtuluş Savaşına destek
vermek amacıyla Anadolu’ya geçti ve Ankara Talimgâhında zabit (subay) vekili
oldu. Kurtuluş Savaşından sonra öğrenimine devam ederek Dârülfünûnu bitirdi
(1925). Üniversite öğrenciliği sırasında geceleri Anadolu Ajansında çalıştı;
gündüzleri çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. Daha sonra özel okullarda ve
İzmir, Adana, Ankara liselerinde edebiyat öğretmenliği ve müdürlük (1927-39)
görevlerinde bulundu. Ardından Milli Eğitim müfettişliği (1939), Yüksek
Öğretmen Genel Müdür Vekilliği (1942), Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih
Coğrafya Fakültesinde eski Türk edebiyatı profesörlüğü (1943-59), kısa bir süre
dekan vekilliği, Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü Başkanlığı görevlerinde bulundu.
1959 yılında Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesindeki görevinden emekliye ayrıldı.
İstanbul Kandilli’de toprağa verildi.
Edebiyata
Mütareke yıllarında Nedim dergisinde (1919) çıkan aruzla yazılmış
şiirleriyle girdi. Millî Edebiyat akımını benimsedikten sonra hece ölçüsüyle
yazdığı şiirlerini Dergâh (1921-22), Hayat (1926-28) dergilerinde
yayımladı. Şiirlerinde millî duyguları dile getirmeye özen gösterdi. Daha çok
doğa, sevgi, yurtseverlik gibi konuları işledi. 1932 yılından sonra yazdığı
şiirler kitaplaşmadı. Şairliğinin yanı sıra, yaptığı edebiyat tarihi
araştırmalarıyla da tanındı.
ESERLERİ:
Şiir:
Çakıl Taşları (1927), Bir Yudum Daha (1931).
Roman: İşleyen Yara (roman, Vakit gazetesinde tefrika edildi,
1931).
Araştırma-İnceleme: İzahlı Divan Şiiri Antolojisi (1940), Namık
Kemal’in Talim-i Edebiyat Üzerine Bir Risalesi (1950),
Leyla ile Mecnun (Fuzulî’nin ünlü mesnevisi, 1955; tenkitli basımı, 1958).
Dilbilgisi: Dilbilgisi (Gramer) (2 cilt, 1928), Dilbilgisi (Ahter
Onan ile, 1934), Dilbilgisi (Avni Başman, Tahir Nejat Gencan, Mithat Sadullah Sander ile, 1966).
Hakkında Yazılan Kitaplar:
Abdulkadir Hayber / Necmettin Halil
Onan (1988).
KAYNAK: Mehmet
Behçet Yazar / Edebiyatçılarımız ve Türk Edebiyatı (1938, s. 314-321),
Mustafa Nihat Özön / Son Asır Türk Edebiyatı Tarihi (1945, s. 99), Afşin
Oktay-Kemal Bağlum / Biyografiler Ansiklopedisi (1959), Vehbi Cem Aslan / Milli
Edebiyatımızın Büyük Kaybı Necmettin Halil Onan (Ulus gazetesi, 1968), Hasibe Mazıoğlu / Necmettin Halil
Onan’ın Kişiliği ve Şairliği - Necmettin Halil Onan’ın Ardından (Türk Dili,
sayı: 208, 1968), Kenan Akyüz / Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1970), Hasibe Mazıoğlu - İsmail Ali Sarar
/ Profesör Necmettin Halil Onan’dan Anılar
(Emre dergisi, sayı: 71, Mart 1970), Müjgan
Cunbur / Yeni Bir Kaybımız Necmettin Halil Onan (Hisar dergisi, sayı: 57, Eylül
1968) - Profesör Necmettin Halil Onan Bibliyografyası (Türkoloji dergisi, sayı: 1, 1972), Zeynep
Korkmaz / Necmettin Halil Onan ve Türk
Diline Hizmeti(Türkoloji dergisi, sayı: l, 1972), Abdülkadir Hayber / Necmettin Halil Onan (1988),
Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 10.9.1998), Mehmet Behçet Yazar /
Edebiyatçılar Alemi - Edebiyatımızın Unutulan Simaları (yay. haz. Mustafa
Everdi, 1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas.
1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), İhsan
Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish
Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür
Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007), Prof. Dr. Şerif Aktaş /
Necmettin Halil Onan (Büyük Türk Klâsikleri, c.14, 2002).
Dur yolcu!
Bilmeden gelip bastığın
Bu toprak bir
devrin battığı yerdir.
İğil de kulak
ver bu sessiz yığın
Bir vatan
kalbinin attığı yerdir.
Bu ıssız,
gölgesiz yolun solunda
Gördüğün bu
tümsek Anadolunda
İstiklâl
uğrunda, namus yolunda
Can veren Mehmedin
yattığı yerdir.
Bu tümsek,
koparken büyük zelzele,
Son vatan
parçası geçerken ele
Mehmedin
düşmanı boğduğu sele
Mübarek kanını
kattığı yerdir.
Düşün ki,
haşrolan kan, kemik, etin
Yaptığı bu
tümsek, amansız, çetin
Bir harbin
sonunda bütün milletin
Hürriyet zevkini
tattığı yerdir.
(Vasfi Mahir
Kocatürk, Şiir Defteri)
Şimal Türklerine mahsus step
rüzgârları ile yanıp sararmış esmer bir ten. Kemikli, geniş bir yüz, bu derin
akan sular gibi dalgasız, kırışıksız, durgun yüzde tertemiz bir ruhun, müsterih
bir vicdanın huzuru okunur. Küçük rüzgârlardan engin denizler nasıl sarsılmaz
ve köpürmezlerse, o da kolay kolay heyecanlanmaz. Sinirlerinin akordu
sağlamdır. Biraz büyükçe ağzı, dolgun dudakları, sert çizgili çenesi ilk
bakışta yalçın ihtiraslardan haber veriyor sanırsınız. Fakat beraberliğiniz
eskidikçe, bu ilk tahminlerinizde yanıldığınızı anlarsınız.
Açık solgun alnı, donuk saçları,
çıkıntılı kaşları adamı hiç de yumuşak bir yaradılışa hazırlamaz. Sanırsınız ki
bu hırçın, kavgacı ve yalçın zarfın içinde zorba bir ruh vardır. Ama, gözlerini
görünce, fikriniz değişir. Bu kumral elâ gözler, bu dürüst ve iyi bakışlar,
bütün o evvelki intibaları bir hızda siler. Orta boylu, geniş göğüslü ve sağlam
yapılıdır. Tıklım tıklım dolu çantası ile, biraz öne doğru eğik yürür. Dümdüz
yollarda bitmez tükenmez bir merdivenden iniyor gibidir.
Ben, onu nerede ve ne zaman
tanıdım? Şimdi pek kestiremiyorum. Ama herhalde matbaada görüşmüş olacağız.
Aramızda derin bir dostluk kuracak vesilelere eremedik. Ne mektep arkadaşlığı,
ne gazete yoldaşlığı, ne de herhangi bir beraber yaşayış imkânı bulamadık.
Bütün bu hep ayrı geçen ömürlerimize rağmen, öyle sanırım ki Necmettin Halil,
bana bir dost kadar yakındı.
Sevilen haller, beğenilen ruh
tezahürleri karşısında, zaten sevginin doğup taşması için, uzun bir zaman
zincirine pek de lüzum yoktur.
Yalnız, şimdi yazarken, kalemime
bir tereddüdün prangasını takan bir şey var. Onunla beraber yaşamadığım
hâdiseler, vak'alar karşısında onu tartmak, müşahede altına almak imkânını
bulamadığım için ruhî hükümlerimde yanılmaktan korkuyorum.
Evet, mutlaka Vakit'in herhangi bir odasında görüşmüşüzdür.
Onunla uzunca temasım Ankara'da oldu. Bir komisyonda bir hafta kadar birlikte
çalıştık. Bu komisyon, öyle bir çalışma çerçevesi içinde idi ki âzâların bir
yandan bilgi tarafları meydana çıkıyor, bir taraftan da iç âlemlerinin sırrına
yarıyacak pencereler açıyordu. Benlik, gurur, kıskançlık, çekememek, hırs gibi
küçük duyguların hiçbirini onda görmedim.
Bilgisini söylerken, sesi
yumuşuyor, tevazu onda canlanır gibi oluyordu. Ağırbaşlı sükûnundan, temkinli
münakaşalarından hoşlanmıştım. Başkalarının kırdıkları potlardan bile kızaracak
kadar, içi duyguıyla dolu görünüyordu. Onu bilen tanıdıklarımın hepsi, bu
noktada benimle birleştiler.
Necmettin Halil, Dergâh Mecmuası'ndaki yazılarıyla tanınmış bir
şairdir. Edebiyat tarihi kitaplarında Dergâh Şairi diye anılır.
Fakat Dergah, edebî bir bayrak değildi. Bir fikir, bir
nazariye, bir ideal için çıkmıyordu ki şairleri adıyla damgalıyabilsin. Onun
için bu nisbeti, ben, kendi kendime izah edemiyorum.
Necmettin Halil, daha ilk
manzumelerinde, ince ve örselenmiş ruhundan haberler getirmişti. Tevazuu, sıcak
ve tatlı bir gönül kabında sunuyor, kendi parıltısını kendi eliyle
gölgeliyordu.
Sonra, bunları toplayarak kitap
yaptığı vakit de aynı tevazuun biraz daha büyüdüğünü gördük. Eserine, Çakıl Taşları adını vermişti. Fakat:
"Ben ki bin ızdıraba
katlanarak, ilham denizinin dibine kadar inmiş, inci aramıştım. İşte bütün bu
gayretten elimde nihayet şu çakıl taşları kaldı."
Diye başlıyan adamın tevazuu
kadar büyük bir kendisine inanışı da var demektir.
Çünkü hiç kimse, gerçekten çakıl
taşı olduğuna kani olduğu şeyleri mısra diye ortaya atmaz.
Necmettin Halil'in, radyoda
verdiği edebî konferanslar, şiiri ne geniş anlayışlı bir baş ve ne derin
sezişli bir ruhla süzdüğünü gösterir. Şu halde o çakıl taşlarında eğer sihirli
birer inci bulamıyorsak, kabahat kendimizindir.
Son zamanlarda yeni şiirler
verdiğini görmedim. Fakat susan şairin yerine, konuşan şair var ve olgun
kafasıyla çalışan bir hoca var.
Divan Edebiyatı'nın metinleri
üstünde hayli yorularak çalıştığını gösteren büyük bir eseri çıkalı daha bir ay
bile olmadı.
Müsteşrik işaretlerine benziyen
ve bir bakıma, onlardan daha mütekâmil bir ikaa sahip olan bir takım remizler
kullanmış. Bunlarla en acemi çocuk, hiç hata yapmadan, en çetin bir kasideyi,
en çetrefil bir rubaiyi bütün vezni ikaı ile okuyabilir. Metinlerin izahında da
eski şerhlerden ayrılan daha sağlam bir yolun tutulduğu görülüyor.
Şair Necmettin Halil, çakıl
taşlarında, çiçeğe yalnız güzelliği için yaklaşan, yalnız rengi uğrunda kanat
çırpan bir kelebek gibi çalışmıştı. Son eserinde onun kelebeğe arıyı da yoldaş
ettiğini gördük. Altın sanat peteği artık muhtaç olduğu balla beraber mumu da
buldu demektir.
(Edebi
Portreler, 1997)