Şair, eğitimci (D. 14 Şubat 1962, Bursa - Ö. 14 Mart 2017, Bursa). Murat Günışığı ve Salih Çınar Han adlarını da kullandı. Elmasbahçeler İlkokulu, Yıldırım Beyazıt Ortaokulu ve Bursa Ticaret Lisesi’nde okudu. Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi (2001) ve aynı yıl edebiyat öğretmeni olarak çalışmaya başladı. Bursa Devlet Tiyatrosu’nda oyunculuk yaptı. Bursa Büyükşehir Belediyesi Türk Sanat Musikisi Bölümü ve Muğla İşletmecilik Yüksek Okulu’nda da bir süre öğrenim gördü. İstanbul ve Bursa’da çeşitli liselerde öğretmenlik yaptı.
“Şiir kelamın en yoğun, en keskin halidir” diyen Demirtaş’ın “Hüzün Güzeli Hazan” başlıklı ilk şiiri 1995
yılında Öner (Bursa) dergisinde
çıktı. Şiirleri daha sonra; Erciyes,
Bizim Külliye, Edebiyat Otağı, Aşkın
(e) Hali, Şiir Vakti, Dergâh, Yedi İklim, Öner Sanat, Akatalpa, Eliz, Aykırı
Sanat, Berceste, Türk Edebiyatı. Türk Dili (TDK), Çağdaş Türk Dili, Üslûp,
Tuti, Şehrengiz, Edep, Kurgan, Tömer Çeviri (Bursa), Düşlem, Bir Nokta, Hayal
Bilgisi, İnsan Saati, Kuyudaki Koro, Esin Sanat, İkindi Yağmuru, Sincan
İstasyonu, Yüce Devlet, Müsvedde, Ay Vakti, Değirmen, Kuşluk Vakti, Mavi-Yeşil,
Ortanca, Antalya Sanat Dergisi, Elif, Berfin-Bahar, Edebiyat Ortamı, Haber
Ajanda, İnsancıl, Dil ve Edebiyat Dergisi, Aşkar, Afrodisyas, Edepdağ, Kurşun
Kalem, Kuyu, Otuzuncu Harf, Koridor, Bir Ünlem, Papirüs, Öküz, Yalnız Ardıç,
Kültür Çağlayanı, Patika, Bireylikler, Hayal, Akpınar, Kasaba Sanat, Lacivert,
Yeni Toprak, Beyaz Bulut, Mahalle Mektebi, Fayrap, Yağmur, Bursa’da Yaşam,
Dörtkalem, Tasfiye, Tmolos, Nisyan, Sükût, Çıtlık, Silgi, Şehir Edebiyat, İmge,
Uçarı, Sancı dergileri ve Edebiyat Bahçesi, Edebiyat Ufku, Türk Edebiyatı,
Edebiyat Defteri, Şiir Feneri, Kirpi, Süje, Çaçaron, Kayıp Mürekkep internet
dergileri gibi çok sayıda dergide yayımlandı.
Rasim Demirtaş; İnsan Saati (Bursa), Esin
Sanat (Ankara), İkindi Yağmuru
(İstanbul) dergilerinin kurucuları arasında yer aldı. Flaş Tv’de yayımlanan “Gerçek
Kesit” dizisinde oyunculuk yaptı. Kimi şiirleri İngilizce, Arapça ve
İspanyolcaya çevrildi.
“Şairler, dünyaya saldırmaz. Aksine bu dünyayı daha yaşanır bir yere dönüştürmek için vardırlar. Geleneğin şairi de dünyayı olumsuzlarken kullandığı “denî” (alçak) tanımına rağmen dünyaya yeni bir şekil vermeye çalışır. Çünkü her saldırıda bir tedhiş, bir yıkıcılık vardır. Oysa şair, yıkıcı değil yapıcıdır. Yukarıdaki düşüncelere bağlı olarak çocukluk bu bağlamda dünyanın naif ve renkli bir yansımasıdır. Rasim Demirtaş da şiirlerinde bu nitelikleriyle ön plana çıkar. Ustalığını naifliğinden gelen bu yalınlık perçinler.” (Hayrettin Orhanoğlu)
ESERLERİ (Şiir):
İnsan Saati (Bursa 1996), Duygu Sayacı (1999), Güneşli Gölge (2007).
SEÇİLMİŞ
KAYNAKÇA: Nahit
Kayabaşı / Cumhuriyetten Yarına Bursa Şiirleri (1997), Prof .Dr.
Olcay Önertoy - Doç. Dr. Nurullah Çetin / Duygu Sayacı Üzerine (Duygu Sayacı,
kitap içi,1999), Can Şen / Üç Çağdaş Şairden Üç Mevlana Şiiri (Mavi
Yeşil, Sayı: 64), Arif Ay / Türk Edebiyatında Çocuklara Şiirler (2001), Eyüp
Tosun / Rasim Demirtaş’
Afrikalı çocuk sana
Oynayacak su yok
Benim su tabancama
Susuzluğun kadar çok
Afrikalı çocuk sana
Kanka diyebilir miyim?
İstanbul çeşmelerinden
Kana kana
Su veririm
Afrikalı çocuk sana
Yamyam diyen kara
Ve barbar diyen bana
Vahşi kara öcü kara
(Üslup Dergisi, Mayıs
Haziran 2014, Sayı 33.)
şekerli sütte tarçın kız
gözleri rengî kedi
kâh damada göz kırpar
kâh oynatır gelini
(Dergâh Dergisi, Sayı: 191)
gözyaşların inerken
yanaklarına
senin acılarına efekt
olacak müzik
daha yapılamadı çocuk
bütün ana babaların
sevinçleri
aynıyken çocuklarına
senin duygularına ana
babalar
bulunamadı çocuk
sen harpten çıkmış
canlıyken binaların
arasında
bütün yaşayan çocuklar
sende öldü çocuk
(Ay Vakti Dergisi 119.
Sayı/ Temmuz - Ağustos / 2010)
Güneşe saklanan çocuk
Bütün oyuncaklar
hayâllerine dar
Annen varsa her şeyin
var
Güneşe saklanan çocuk
Gece öcüleri bir bir
kaçar
Su tabancan tarih yazar
Güneşe saklanan çocuk
Bütün oyunların aşikâr
Ellerin kar yüzün kar
(Beyaz Bulut Dergisi,
Sayı 4, Mayıs Haziran 2014.)
leğende yüzen kâğıttan
gemi
aşar gider bütün
dalgaları
uğrar afrika'ya sütliman
ekmek götürür zencilere
leğende yüzen kâğıttan
gemi
topa tutulur beyaz adamı
kurtarır kızıl
derilileri
yerleştirir yerlerine
leğende yüzen kâğıttan
gemi
uçurur uçakları eski
dünyaya
bombalar vahşi kapital
batı'yı
hayat hakkı verir tüm
insanlara
leğende yüzen kâğıttan
gemi
çeker öcüleri
karanlıklardan
sürer taa hind'e maçin'e
çocuklarda bir sevinç,
bir neşe
coşar küçük kaptan gül
gülücüklerle
(Yedi İklim Dergisi,
Sayı 244, Yıl 2010.)
çay bardağının sıcak
mührü vurulu
belgelendirilmiş
yaşanmış anlara
onlar devlet ve
bayraklardır oysa
veya emlak ve arsa
senetleri arasında
ne ki
sadece bir hatırlama
kıpırtılı ve heyecanlı
bir soluyuştur;
geleceğe doğru bir
uçuştur oysa
deniz ve gök
mavilerinden ibaret
servet...
bakan bunlara ne der ki
deli
oysa bilmez yüzlerce
cumhuriyetleri
yitirdiğini: kalmış tel
örgülerle çevrili
arsalar arasında.
elinde kalmış yapıp
bozduğu tarih,
uçurduğu rüzgarda ölü
dil kelebekleri.
teselli olamaz ulusallar
açlığına.
başkalarını karalar,
kendine veli.
(Dergâh Dergisi, Sayı:
173)
Şiir, çocukluk imgelerinin yurdudur çoğu zaman. Türlü görünümleriyle bize öylesine kapılar açar ki geçmişin mutluluk sayfalarını resmeden bu şiirleri dönüp dönüp okuruz. Bunun sebebi bize verdikleri yanında bizden bir şeyler (ç)almadığı içindir belki. Her biri farklı görünümdeki hatıralar da bizzat çocukluğa dair bir imge değil mi zaten?…
Çocuk, bir oyuncaktan diğerine elini uzatırken yüzündeki gülücükler çoğalır da biz ondaki mutluluğa ortak oluverir; trenle oynanırken, trenin köşelerden birdenbire dönüşünü, istasyona gelirken çaldığı düdüğe kaptırıveririz kendimizi. Biz de çocuk oluveririz farkında olmadan.
Çocukluk, bize türlü görünümlerle gelir ya çoğu kez de masal, oyuncaklar, annenin sıcak dokunuşu, sinemada uykuya dalış yahut otobüsle bir ormandan geçerken görülen bir ceylanla birlikte gelir… Bu hatıralar yahut imgeler, kimi zaman bir rüya halinde bize dokunurken bunların gerçekliği konusunda şüpheye düşmeyiz. Çünkü çocukluk bir rüya halidir. O yüzden olmalı ki çocukluğa her dönüşümüzde rüya imgeleri yanıbaşımızdadır.
Masal, zihnimizin gerçekliğe duyduğu ihtiyacın renkli ve hep iyiyi çağıran odaysa anne, karanlık bir çölde elimizi tutan güvendir. Her ikisi de öylesine bizi çağırır ki buna olumlu bir karşılık vermeden edemeyiz.
Bu şairler şiir aracılığıyla geçmişe, çocukluğun daha çok mutluluk bahsine çağırırlar bizi. Ahmet Haşim, Asaf Halet Çelebi, Adem Turan, Ahmet Sarı ilk aklımıza gelenler. Her biri kendi içinde türlü türlü pencereler açar içimizin karanlık odalarına.
Kimi zaman da şairler çocukluğu yahut genel anlamda geçmişin perdelerini kara, kapkara bir güneşe açarlar. Onlar için geçmiş, bulanık, belirsiz hatta kargaşa halidir. Oraya dönüş adeta zorunludur hatta oradan çıkılmamıştır bile. Ece Ayhan, Cemal Süreya, Edip Cansever, örtük semboller ve imgelerle şiirlerini örerlerken kaynağın bulanıklığını daha çok hissettirirler. Adeta hep çocuklukta kalınmış ve daha ötede bugünün kargaşasına da bu güçsüz çocuklukla cevap vermeye çalışılmıştır.
Sanatçıyı tanımlarken onu “İnsanın toplumsal ve evrensel duygu gerçeğini işleyen mutluluk dağıtıcısı…" diye nitelendiren Rasim Demirtaş da çocukluğun kapısını sık sık aralayan şairlerden biri. Birlikte okuduğumuz üniversite yıllarından beri şiirini yakından takip ettiğim Demirtaş, çocukluğu merkeze alarak dünyaya karşı bir şey “söyleme” telaşındadır.
sen en iyisi mi
güvence şereflerini çoğalt durmadan
su sesine kendini bırak
çünkü sen, çıkış gününden beri
sürekli çöldesin
ancak bu sesle
eski bahçelere
girebilirsin. (Vize)
İnsan, modern dünyanın bunalımını yaşarken hep bir mutluluk köşesi aranır durur. Bir çöl, bir bunaltıdır dünya. Ancak buradan kurtulmanın bir yolu olmalıdır. Bir eski bahçe bunaltının sürekliliğini kesintiye uğratarak yeni bir kapı açacaktır insana. Açmalıdır da. “Yanılsama” adlı şiirde olduğu gibi “dünya bir oyalanma yeri /ve karnaval duygulara kervan”dır.
Şairin şiirlerinde bu dünyanın diğer dünya algılarından farklı olarak İbrahim Altuncu’nun da altını çizdiği bir “minyatür”leştirme tavrı söz konusudur. Bir diğer deyişle dünya, bu şiirlerde tıpkı çocuğun oyun dünyasında minyatürleştirdiği dış dünya tasavvurunda olduğu gibi miniciktir. Ancak bu kez bu küçük dünya, birtakım kötü insanların elinde bir oyuncaktır. Şairse oyuncağı elinden alınıp hor kullanılan bu dünyanın daha iyi olması için onların elinden kurtarmaya çabalayan biridir.
Unutmamak gerekir ki “söylemek” de yalnızca bir şeyler söylemek için değildir onun şiirlerinde. Hemen her kelime, her imge, ardında onlarca olayı barındırır. Ancak Rasim Demirtaş’ın amacı olayları gün yüzüne çıkarıp bir olay şiiri yazmak değildir. Her usta şair gibi altını çizdiği düşünceyi daha da belirginleştirmek içindir.
Şairler, dünyaya saldırmaz. Aksine bu dünyayı daha yaşanır bir yere dönüştürmek için vardırlar. Geleneğin şairi de dünyayı olumsuzlarken kullandığı “denî” (alçak) tanımına rağmen dünyaya yeni bir şekil vermeye çalışır. Çünkü her saldırıda bir tedhiş, bir yıkıcılık vardır. Oysa şair, yıkıcı değil yapıcıdır. Yukarıdaki düşüncelere bağlı olarak çocukluk bu bağlamda dünyanın naif ve renkli bir yansımasıdır.
Rasim Demirtaş da şiirlerinde bu nitelikleriyle ön plana çıkar. Ustalığını naifliğinden gelen bu yalınlık perçinler.
roma'nın yandığını söylüyor roman
romanın yandığını söylüyor roman
şarkıları şarkıları...
ayrılmazlık, servet, sıkıntı
sonra kızışıyor savaşın yüzü
beyazıt'tan new york'a yolladım mesnevileri
artık bağdat filmleri seyretmeli (R)
Dış dünyaya ateşle cevap vermek yahut tedhişle bakmak, modern yaşayışın da sorunlu olduğunu ortaya koyar. Şairin ortaya koyduğu tavır, tam da bu anlamda belirleyicidir. Şair, bu dünyaya bir karşılık verilmesi gerektiğinin bilincindedir. Şiirlerde retorik bataklığına düşeceğini düşündüğümüz anda şairin naifliği imdadına yetişir ve onu didaktik bir yanılsamaya düşmekten kurtarır. Nurullah Çetin ve İbrahim Altuncu’nun da üzerinde ısrarla durduğu gibi şiirine inanan duyarlı bir şairle karşı karşıyayızdır çünkü. Kimi zaman gelenekselliğe açık kapı bırakan bu tavır, munis bir bakışla hayata bakar.
Düşünce, bu şiirlerde bir yeraltı ırmağı gibi derinden derine akar. Her bir imgeyle, düşünce Doğu’dan Batı’ya akışın bir hatırlatıcısıdır. Mevlana da bu şiirde ırmaklardan birisidir.
Rasim Demirtaş, aynı zamanda bir tiyatro emekçisi… Sahnelerin tozunu yutanlardan… Ama dış dünyaya yalnızca bir sahne gözüyle bakmıyor. Dahası yaşananların bir oyun olmadığının da farkında. Onun ısrarı, bir vur ve öldür oyununa değildir. Sahnede sergilediği gibi içten, saf bir çocuksuluktur. Bu dünyanın seyircileri, iyi ve özlü sözleri çabucak tüketecek kadar hızlı yaşarlar. Bu yüzden şiirleri kısa ve özdür. Yalındır.
Şairin Doğu’nun asıl yüzünü Batı’ya anlatma çabasının görüldüğü “R” şiirinde olduğu gibi Beyazıt’tan New York’a mesneviler yollanır. Doğu, hikmet, geniş görüşlülük, insaniyet tarafındadır. Oysa Batı, servet, sıkıntı ve kızışan savaşın yüzüyle birlikte anılır.
Doğu’nun da kendi içerisinde kendini anlamayan aydınlarına bir cevaptır bu şiirler. Artık Bağdat filmleri izlenmeli ve Doğu içinden tanınmalıdır.
Daha ilk kitabı İnsan Saati (Bursa,1996) ve ardından Duygu Sayacı(Ankara,1999), Güneşli Gölge(İstanbul,2007) adlı kitaplarıyla şiirin iç sesini yakalayan Rasim Demirtaş’ın Bursa’ya olan ilgisi de bir başka dikkat çekici yöndür. Bursa, bir Osmanlı başkenti. İstanbul’dan sonra kültürün en yoğun yaşandığı illerden biri. Buradan dünyaya bakıyor. Tarihten, tabiattan ve daha önemlisi kültürden. Onun için şiirlerinde dünya, bir medeniyetler haritasıdır onun şiirlerinde. Sanki düşünce aracılığıyla Evliya Çelebi ruhu gezinir dizelerinde. Ancak ayrıntılar yoktur imgelerinde. Bunun yerine düşüncenin naiflik imbiğinden geçirilerek elde edilmiş bir kuşbakışı rasatı vardır. Tarihin bilinmedik sayfalarına da bu rasathaneden bakılır. Hatta Hamlet de bu bakıştan payını alır:
Hamlet düşüncelerimi öldürdü babam
Kimden kime gideyim adımsız kaldım
Zincirlendi sularım meydanlarda
Öz meydanımda huzursuz kaldım. (Hamlet Düşüncelerimi Öldürdü Babam)
Sözün sonunda tekrar etmek gerekir ki naif duyarlılığıyla şair Rasim Demirtaş, okunmalı. Katı taraflarıyla dünyaya saldıran şiirlerden uzakta naif sözlerden vazgeçmemek için yeniden yeniden okunmalı.
(Türk Edebiyatı Dergisi, Aralık 2013,Sayı: 482)