Öykü yazarı. 18 Haziran 1944, Ankara doğumlu.
Tam adı Osman Necati Tosuner’dir. Ankara Demirlibahçe İlkokulu, Cebeci
Ortaokulu, Pertevniyal Lisesi (1966) mezunu. İstanbul Üniversitesi Felsefe
Bölümüne başladığı yükseköğrenimini bitirmeden bıraktı. Bir süre Basın İlan
Kurumunda (1968-71) çalıştı. Kurduğu Derinlik Yayınlarını (1977) yönetti.
Yayınevini kapattıktan sonra reklam şirketlerinde metin yazarlığı yaptı.
Reklamcılık sektöründen emekli olduktan sonra yazı çalışmalarına daha fazla
zaman ayırdı.
İlk hikâyeleri 1963 yılından itibaren Ankara
gazetelerinde çıkmıştı. Sonraki ürünleri Papirüs, Soyut, Varlık, Yeni
Edebiyat, Türk Dili vd. dergilerde yer aldı. “İki Gün” adlı
hikâyesiyle TRT 1970 Sanat Ödülleri Yarışmasında başarı ödülünü, Sancı Sancı
romanıyla Türk Dil Kurumu 1978 Roman Ödülünü, “Armağan” adlı öyküsüyle
1997 Haldun Taner Öykü Ödülünü aldı. Romanlarında çağdaş insan ilişkilerinin
aldığı biçimi, bu biçimin yarattığı travmaları duyarlıklı bir dille işledi.
“Sisli ve Sonrası’ hüznün, garipliğin, terk
edilmişliğin, kederle dolu yaşamların aynasıdır. Biraz buruk, biraz acı, biraz
öfkeli (…) ‘Bir Tutkunun Dile
Getirilme Biçimi’nde yer alan öykülerde hakim unsur, ayrılıklar, boşanmalar ve
bunların getirdiği sıkıntılar ile düşündürdükleridir. Yalnızlık, yaşama yeni
baştan başlayış, bazı alışkanlıkların terk edilmesi veya yeni alışkanlıklar
kazanma gibi olgular aktarılır. Bu öykülerde ağırlık noktasını tutkular
oluşturur.
“Yaşamın Sonbaharında, mutluluğu yakalama
telaşı içindeki insanların öyküsüdür ‘Güneş Giderken’. Bu öykülerde, her şeye
rağmen aşk yaşanmalıdır tezi ileri sürülürken yaşamın son demlerini yalnız
geçirmek istemeyen, gönülleri genç insanlar anlatılır. Duygular ve aşk ön
plandadır.” (Tülin Arseven)
ESERLERİ:
HİKÂYE: Özgürlük Masalı (1965),
Çıkmazda (1969), Kambur (1972), Sisli (1977), Necati
Tosuner Sokağı (1983), Çılgınsı (1990), Kambur ve Öncesi (bütün
öyküleri, 1994), Sisli ve Sonrası (1996), Bir Tutkunun Dile Getirilme
Biçimi (1997), Güneş Giderken (1998).
ROMAN: Sancı.. Sancı... (1977),
Yalnızlıktan Devren Kiralık (2000), Bana Sen Söyle (2002).
ÇOCUK KİTABI: Keleş Osman Evden Kaçıyor (1977),
Keleş Osman’ın Tarihle Başı Dertte (1977), Dayım Balon Olmuş (1977).
OYUN: Fareli Sokağın Kızı (1991).
KAYNAK: Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında
Öykü - 3 (1999), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 7.1.1999), Osman Serhat
Erkekeli / Necati Tosuner’le “Güneş Giderken”den Yola Çıkarak… (Cumhuriyet
Kitap, 25.3.1999), Can Belge / Giden Güneş Olsun... (Virgül, sayı: 19, Mayıs 1999),
Berihan Toprak / 50 Kısım Tekmili Birden (Virgül, sayı: 36, Aralık 2000),
Fahrettin Demir / Yalnızlıktan Devren Kiralık (Cumhuriyet Kitap,
20.12.2001),Gamze Akdemir / Yaşamın Bitmeyen Öykülerinin Yazarı: Necati Tosuner
- M. Sadık Aslankara / Necati Tosuner’in Romancılığına Yeniden Bakmak-Fahrettin
Demir / Tosuner’in Öykücülüğü - Mustafa Şerif Onaran / Bana Sen Söyle
(Cumhuriyet Kitap, 21.2.2002), Behçet Çelik / Bana Sen Söyle (Virgül, sayı: 52,
Haziran 2002), Yüksel Pazarkaya / Necati Tosuner’den Bir Olgunluk Dönemi
Romanı: Bana Sen Söyle (Cumhuriyet Kitap, 25.7.2002), Ferda İzbudak Akıncı /
Söyleşi (Varlık Kitap, Nisan 2002), Tülin Arseven / Necati Tosuner’in
Öykücülüğü (Hece Öykü, Haziran-Temmuz 2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar
ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Evi güzün yaptık.
Güzdü. Ağaçların yaprakları yoktu. Artık, hep soğuktu. Yerler kütür
kütürdü. Tutsan, kopmazdı. Güçlükle kopardı. Kesekler taş gibiydi. Taştan
yumuşak mıydı, değildi. Beni okula göndermediler. Gündüzleri herkes okuldaydı.
Geceleri oyun moyun yoktu. Bahçelerde bir şey kalmamıştı. Büyükler hırsızlığa
çıkmıyordu. Biz de gözcülüklerine çıkmıyorduk. Onlar tavla oynuyordu kahvede,
biz küçüktük, içeri alınmıyorduk. Camdan bile seyredemezdik. Arif efendi
bırakmazdı, durur durur kovalardı. Soğuktu ve hemen de karanlık olurdu. Elim
sende yapar, evlere kaçışırdık. Elleri bende kalırdı. Hep bende kalırdı.
Hayriye öğretmeni seviyordum. Bayramda elini öpmeğe gittim. "Hiç
üzülme..." dedi, saçlarımı sevdi. "Akıllı çocuksun sen, hemen
yetişirsin arkadaşlarına." Kalem ve mendil verdi bana. Evleri çok güzel.
Sıcacık.
Sonra taşındık. Bir gece, eşyamız yüklendi, gittik. İzzet orda kaldı.
Aydın orda kaldı. Tahsin ağbi orda... İyi mi oldu, anlamadım.
Önce dayımlara yerleştik. Sıkıştık da sıkıştık. Babam pek sinirliydi.
Annemle hep kavga ediyordu. Kızdı mı gözleri kanlanıyordu babamın. Korkuyordum.
"Anne, sus kız..." diyordum. Annem susuyordu, -susmuyor, yaşmak çözüp
yaşmak bağlayıp, söyleniyordu. O söylendi mi babam köpürüyordu k... Onu
şeytanlar kandırmıştı. Ev diye, para diye, borç diye aklını oynatmıştı annem.
Annem öyle diyordu.
"Aman, soyka! Bu ev de nerden çıktı başımıza, sanki..."
diyordu.
Babam daha da sövüyordu.
Korkuyordum. Annemi yine dövecek diye korkuyordum.
Evi güzün yaptık.
Ben Emel'le oynadım. Emel dayımın kızı. Ne olsa hemen küserdi. Onunla
oynanmazdı ya, başka kimse yoktu. Kerim daha bebekti. Kerim hem bebekti, hem
hastaydı. Hiç sevmiyordum onu. Anneme söylemiyordum. "Kardeş sevilmez
mi?..." diyecekti yine, söylemiyordum. Ben Emel'i seviyordum. Annem
Kerim'i seviyordu. Babam "ev" diyordu da, "ev" diyordu.
Ağbim de ne zamandır ortalıkta yoktu. Arkadaşlarıyla bir şey mi yapıyordu? Ne
yapıyordu? Annem öyle diyordu. Hep bekliyordum Emel okuldan dönsün diye, hemen
de bir şey bulup küsüyordu. Sonra...
Bizi bırakıp gittiler. Annemle teyzem de gitti. Emel ha ağladı, ha
ağlayacaktı. Korktum. Geceydi.
Devanası orda oturur. Bir dudağı yere sarkmış, bir dudağı göğe kalkmış.
Soludu mu, her yer titrer mi titrer. Ağzında sakız gibi, zift gibi bir şeyi
çiğner mi çiğner. Bir memeğini bir omzuna, ötekini öteki omzuna atmıştır,
kirmen eğerir. Emel'i öğretirim. Kerim'in kundağını kapıp, gizlice arkasından
dolaşırız. Bir memeğine ben, bir memeğine Emel, sarılırız. Emeriz. Hemen Kerim'
de emdiriveririm. Devanası homurdanır:
"İnsanoğlu .. insanoğlu..." der.
"Devana .. devana..." derim. "Biz senin çocukların
olduk. Memeğinden emdik, sütünden içtik. Bizi yeme devana."
Devanası:
"Vah, benim kuzularım..." der. "Şimdi oğlum gelirse, ben
ne yapayım sizi?.."
Alır bizi dolaba saklar. Emel susar oturur, ben susar otururum.
Devanasının oğlu da gelir mi gelir.
"Ana .. ana, insan kokuyor burnuma .." der.
Der de, her yeri zangır zangır titretir. Titretir de, köşe bucak
bırakmaz. Devanası kızar:
"Oğlan .. oğlan, ne diyon? İnsan bulsa, anan senden niye
saklasın?"
Oğlan inanır mı, inanmaz.
"Burnuma insan kokuyor." der.
Der de, başka şeycik bilmez ki... Emel titrer durur, ben titrer
dururum. Kerim de bulmuş ağlayacak zamanı: "Viyyaaak!.." diye
viyaklamaz mı, oğlan gelir dikilir:
"Ana .. ana, aç dolabı, bakayım."
"Oğlan .. oğlan, deli oğlan. İnsan bulsa, ana senden niye
saklasın?.."
Oğlan inanır mı, inanmaz. Kırar mı kırar dolabın kapağını. Bir görür
bizi, gözleri olur ateş ateş. Gözleri yakar gözlerimizi. Emel titrer, ben
titrerim. Oğlan sevinçten kudurur:
"Ana .. ana, insan yoktu, bu nedir?.."
"Ah, oğlan .. deli oğlan, onlar insan değil ki .. Memeğimden
emdiler, sütümden içtiler. Onlar senin kardeşin."
Geceydi. Emel başladı ağlamağa. "Sus kız..." dedim ona.
"Ben varım ya..." İnsan, karanlık olunca korkuyor. Erkekler korkmaz.
Ama, çok karanlıktı. Annelik babalık oynadık Emel'le güldük.
Sabahleyin teyzem, annem ve ağbim geldiler. Ağbim yatakları yüklendi
gitti. Annem Kerim'i aldı, biz de gittik. Ev bitmişti. Babam, dayım ve bir
amcam daha, çatıdaydı. Elleri yüzleri çamur içindeydi. Girdik, küçük bir evdi.
Oraya yatakları serdik, yattık. Annem, Kerim, ben yattık. Babam: "Dışarı
çıkmak yok." Dedi. Sıva yapılıyordu, ben uyudum.
Evi güzün yaptık.
Dayımlara komşuyduk. Bayır aşağı indin mi, yol başladı mı, git git,
sondaki dayımgilin evi. Emel'le oynarız, dayımlardan çıktın, yol bitti
mi,bayıra geldin mi, çık çık, bizim ev. Sonra, birden kış oldu. Evimizi
yıkacaklarmış. Öyle bir söz geçti. "Bu kışta kıyamette nereye gideriz?"
diye döğündü annem. Babamın yüzü iyice asıldı. Kerim çok hastaymış. Dayımlarla
küsüştük. "Aman, ne çok da gelirler..." demiş teyzem. "Kıza
hastalık getirecekler." "Biz size küsülüyüz." Diyordu Emel.
"Küsersen küs, aman..." diyordum ben de.
Kış bitti. Evimizi yıkamadılar. Ama hep korktuk. Beni okula hiç
göndermediler. Ben de pek zayıfmışım. Annem öyle diyor. Ne yapsam, hemen
kızıyor: "Bırak, sen hastasın..." Çember de çeviremiyorum. Koşsam iyi
gelmezmiş, doktor öyle demiş. Dediyse dedi... Sanki evden bile çıkarmayacak.
Ben de buna kızıyorum. Hastaysam hastayım işte... Ne varmış?
Kışın hep hasta yattım. Kerim de ağladı durdu. Sonra öldü Kerim.
Dayımlarla barıştık. Geldiler, teyzemle annem ağlaştı. Babam sustu, dayım
sustu. Kerim'i gömmüşler. Ağbim içmiş. Babam kızacak diye korktu annem, babam
kızmadı. Artık Kerim'i konuşmuyoruz. Kimse duymasın, Emel anlatıyor, ben
dinliyorum. Kerim'in yüzünü unuttum. (Biliyorum, saçı pek yoktu.) Ağlayışını
unutmadım. (…)
(Sisli, 1977)