Bahaeddin Sağlam

Araştırmacı, Yazar

Doğum
01 Kasım, 1960
Burç
Diğer İsimler
Bahaeddin Saldıran

Araştırmacı-yazar. 1 Kasım 1960, Verkanıs / Siirt doğumlu. Asıl soyadı Saldıran’dır. İlköğrenimini köyünde bitirdikten sonra klasik Osmanlı metoduyla üç yıl medrese eğitimi görüp icazet (yeterlilik, diploma) aldı. Türkiye’de dört yıl Arapça dersleri verdikten sonra Suriye’ye gitti. Bu ülkede kolej eğitimi gördükten sonra sekiz yıl lise ve üniversite öğrencilerine İslâmi ilimler alanında dersler verdi. 1985 yılından itibaren araştırmalarının yanı sıra yayıncılık yaptı. Makaleleri, Girişim dergisi ile Yeni Şafak, Zaman ve Yeni Asya gazetelerinde yayımlandı.

ESERLERİ:

ARAŞTIRMA-İNCELEME: İlmî ve Edebî Yönleriyle Kur’an Kıssaları (1985), Kur’an’da Evrim (1986), Kur’an’da Kadın (1986), Ruh Kavramı (1986), Turan Dursun ve Din (1991), 19 Meselesi (1996), İbadetlerin Mânâ ve Hakikatleri (1996), Kur’an-ı Kerim Meali (1996), Risale-i Nur’da Geçen Ayet, Hadis ve İbarelerin Mealleri (1996), Kur’an’ın Evrenselliği ve Kur’an Kur’an Sembollerinin Dili (1997), Geçmiş ve Gelecek Arasında Tevrat (1998), Yasin Tefsiri (1998), Vahy ve Medeniyet (1998), Yaratıcı Evrim ve Âdem Meselesi (2001).

SADELEŞTİRME-ÇEVİRİ: Kabir Alemi (İmam Suyutî’den, 1985), İşaratü’l İ’caz (B. Said Nursî’den, 2001).

KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

MARİFET ve VELAYET

Önsöz

 

Varlık, kâinat, hayat ve bunların içinde yer alan insanlık âlemi, maddi-manevi yönden donatılmış, mükemmel, düzenli bir sistem oluşturuyorlar. Bu sistem, soyut ve somut boyutları ile düzenli, bilinçli, süreklilik gösteren bir yapı arz ediyor. Bu yapı, bilimsel yasalar ile yaratılıyor. Bütün geçmiş ve geleceğiyle fizik ve metafizik boyutlarına egemen olan güçlü, belirgin sonsuz bir bilinç ile yönetildiği görünüyor. İslam dini bu bilinç ve güce (ilim ve kudrete) Allah ve Rahman diyor. Varlığın bu iki temel direği ile beraber bilinçli yönetim ve işlemek demek olan iradeyi de bildiğimizde Allah’ın üç temel ismini (tecellisini) anlamış oluruz..

Varlık bütünlük ve organizma olduğundan her şeyin içinde kendi yapısına göre bir benlik vardır. Allah en büyük ve sonsuz varlık olduğu için en büyük ben (kişi ve otorite) Allah’ındır.[1] Bu İlahî sonsuz benlik, her varlığa yoğunluğuna göre yansıyor. İnsan varlık ağacının özü, çiçeği ve çekirdeği olduğu için benlik onda en gelişmiş şekilde var olmuştur. Hatta İlahî benliğin gölgesi olduğu halde çoğu zaman kendini onun yerine ikame edip tanrılık iddiasında bulunuyor.

İnsanın bu ve benzeri davranışlarından anlıyoruz ki; insan diğer varlıklar gibi sabit, değişmeyen bir düzene tamamen bağlı bir robot değildir. Yani doğal sistem içinde her varlığın görevi belli ve sabittir; özgürlükleri yok denilecek kadar azdır. Fakat insan belli oranlarda özgürdür. Herkes vicdanında bu özgürlüğü hiseder. Demek insan, doğaya yüzde yüz bağlı bir durumda olmadığından onun görevi diğer bitkiler ve hayvanların görevleri gibi şeyler değildir.

Evet, insan belli oranlarda özgür olduğundan ve bütün soyut değerleri öğrenme yeteneğine (istidadına) sahip bulunduğundan; insanın asıl görevi bu varlık sistemini anlamak, eşyanın özelliklerini öğrenmek, onların benzerlerini yapmak, tabiata bir dereceye kadar yön vermek, manevi ve soyut değerleri öğrenip onlar sayesinde sisteme entegre olmak (ibadet) ve bu sayede gerçek varlık olan ebediliği, manevi güzelliği ve soyut değerleri yaşamaktır.

Evet, insanın sosyal konumundan ve zihinsel yeteneklerinden dolayı onun asıl görevinin soyut ve manevi değerleri öğrenip yaşamak olduğunu anlıyoruz. Dolayısıyla insanın varlığı, ancak varlığın ruhu ve gerçekliği olan Allah’ı bilmesi ve ona yaklaşması ile gerçekleşir diyebiliriz. Çünkü bütün manevi ve mücerred değerlerin başında bu hakikat yer alıyor. Din birinci görev olan Allah’ı bilmeye marifet, ikinci görev olan manevi ve mücerred değerlere yaklaşıp onları yaşamaya velayet diyor. Bu kitabın birinci kısmı, birinci görevin anlaşılmasını sağlıyor; ikinci kısmı ise, ikinci görevi gerçekleştiriyor.. Allah’a yaklaşmanın (velayetin) ne demek olduğunu izah ediyor ve onun elde edilmesini sağlıyor.

Allah’ın varlığını bilimsel olarak ispat ise, çağdaş ve göreceli bir ihtiyaçtır. Çünkü hiçbir çağ Allah’ın varlığını bu çağdaki gibi tartışmamıştır. Eskiden insanların tartıştığı konu, Allah’ın birliği ve nitelikleri idi. Fakat son iki asırda materyalizm, hayatın her alanına egemen olduğundan ve başta Allah’ın varlığı olmak üzere bütün dinî, ruhanî ve manevi değerler inkâr edildiğinden bu çağda Allah’ın varlığının ispatı gerekli oluyor.

İnsanın beyin ve bilinç katmanları denilen geniş hacimli dosyası, kendisinin yaşadığı çevre ve kültürden doldurulduğundan, isbat ve insanı Yaratıcıya inandırma ihtiyacı, bugün için insanlığın varlığı ve hayatı kadar önemlidir. Böyle bir şeye ihtiyaç yoktur diyenler, modern fenlerin ve modern hayatın materyalizm ve nihilizme nasıl araç yapıldığını bilmediklerinden bu hayatî sorunun üstünü örtmek istiyorlar; çağlarını tanımayan, çağın ihtiyacını bilmeyen cahiller olduklarını gösteriyorlar.

Biz bu çağdaş temel ihtiyaç için Arapça Mesnevi-i Nuriyeden Hubab Risalesinin Zeylini[2] (ekini) açıklamalı olarak tercüme edip buraya aldık. Bu çağdaş ihtiyacımızı Risale-i Nurdan alıyoruz, diyorum. Çünkü Risale-i Nur Allah’ın varlığının ve birliğinin isbatına üç bin sayfa yer vermiş; başka hiçbir kitapta olmayan delillere ve muhakeme tarzına sahiptir. Allah’ın varlığı ve birliğinin isbatı birinci derecede olmakla beraber Risalelerde Allah’ı tanımak ve velayet için de önemli bilgi, prensip ve deliller vardır.

Allah’ın varlığının isbatı gibi çağımızda önemli derecede bir ihtiyaç olan bir mesele için kısa bir ek yeterli midir, diye sorabilirsiniz. Cevaben deriz ki: Bu ekte çok temel isbat yöntemleri var olduğundan ve kitabımızın her iki kısmında velayet ve marifet işlenmekle beraber, Allah’ın varlığını dolaylı olarak isbat eden birçok delil ve muhakeme biçimleri bulunduğundan bu 350 sayfalık kitabın hacmi içinde bu yeterlidir diyebiliriz. Evet, bu Marifet ve Velayet kitabı, bilgi kaynağı ve fonksiyon olarak önemli olmakla ve beş önemli görevi görmekle beraber insanlarda özellikle halk kesiminde oluşan beş olumsuzluğu da gideriyor; şöyle ki:

1) İnsanlar istisnasız olarak kutsal bir varlığa tapınır. Kutsal bir varlığa inanmıyoruz, diyenler yine ideolojilere tapınıyorlar. Çünkü tapınma, insan için en temel ihtiyaçtır. Hiçbir şey tapınmanın yerini dolduramaz. Demek bu kitap sonsuz, aşkın ve ölümsüz bir varlığı tanıtmakla insanın en önemli ihtiyacını karşılamış oluyor. Geçici, fani şeylere ve ideolojilere tapanlar için de önemli bir hizmet görüyor. Çünkü onlara daha sağlıklı daha gerçekçi bir alternatif sunuyor.

2) Tarihteki kavgaların, sürtüşme ve savaşların ekonomi ve açlıktan sonra ikinci sebebi, dinî inanışların eksik, farklı ve birbirine zıt bilgiler içermesidir. Demek bu kitap sonsuz ve aşkın bir Yaratanı göstermekle dünya barışı için en ciddi ve temel bir hizmeti ifa etmiş oluyor.

3) İnsanoğlu, her şey ile ilişkili olduğundan ve her şeyden dolayı ya üzülür ya da korkar bir durumda bulunduğundan şahsî, ailevî ve sosyal hayatta sonsuz bir sıkıntı ve azap çekiyor.

Bu kitap, insan için en sağlam bir dayanak (nokta-i istinat) olan Allah’ı tanıtmakla ve insanı ona yaklaştırmakla insanın üzüntü ve korku denilen derin iki yarasına bir merhem ve ilaç oluyor. İnsanın ruh, aile ve sosyal hayatını düzenliyor.

4) İnsanoğlu, maddeten ve bedenen fani ve geçici olmakla beraber; onun asıl kişiliği soyut ve manevidir. Demek onun asıl rızkı, ekonomisi ve güvencesi; iman, marifet, velayet ve muhabbet gibi manevi değerlerdir. Bu kitap, son derece ilmî, gerçekçi, ikna edici delil ve muhakemelerle bu can alıcı değerleri insana temin ediyor; onu manen zengin ediyor.

5) Demek eğer insan bu dehşetli dört alanda başarılı olamazsa, inançlı da görünse imanını hayata ve ahlaka yansıtamaz. Onun için toplumda Falan kişi hacı-hocadır, neden böyle yanlış yapıyor diye tekrar ile soruluyor. Demek bu kitap iman, marifet ve velayeti en zirve ve çağımızın anlayabileceği bir tarzda izah ettiğinden bu sosyal çöküntü sorununu da çözüyor. Ayrıca tarihte hiç anlaşılmayan veya yanlış anlaşılan ayet, hadis ve başka dinî deyimlerin izahı ve tefsiri olarak da gayet güzel, ciddi, ilmî bir rehberdir. Onlarca insanda denendikten ve onlarca arkadaşımla paylaşılıp tahkik edildikten sonra size bir irfan sofrasını ve bir velayet bağını sunuyor.

Sakın, bu adam veli olduğunu iddia ediyor, sanmayın. Ben kesinlikle sıradan bir kişi olduğumu biliyorum. Yakın arkadaşlarım bunun farkındalar. Ben bu kitapta sadece bir teknisyen olarak bu konularla ilgili metinleri tahlil ettim..

Eğer denilse: İbn Sina, İbn Arabî ve çağdaş bir kısım önemli âlimlerin görüşlerine neden yer verilmemiştir?

Cevaben deriz ki: İrfan ekolleri içinde İbn Arabî müstesna bir makama sahip olduğu gibi; Ortaçağ felsefesinde İbn Sina, eşsiz, önemli bir şahsiyettir. Bununla beraber bu zirve iki zatın ve diğer düşünürlerin yazdıklarını, çağımıza hitap etmez kılan beş sebep var; şöyle ki:

1) İbn Arabî, varlığı tanıma ve irfan konusunda son derece özgür gittiği halde üç engel onu eksik veya anlaşılmaz kılmıştır:

a) Yer yer keşfi malumatını aşamıyor. Hâlbuki keşif, rüya gibi tabir ister. b) İslam ulemasına hitap etmek istediğinden ve son derece dindar olduğundan adeta bir zahiri gibi bütün rivayetleri esas alıyor. Birçok rivayeti tevil edebilmiş iken birçoğunu ise, tevil edememiştir. c) İbn Arabî zamanında, Aristo felsefesi bütün din ve ilim dünyasına egemen olduğundan bu felsefe bazı yerlerde onu yanlışa düşürmüştür. Mesela Ay Altı kavramı hakkında olduğu gibi.

2) İbn Sina ise, tamamen Aristo felsefesini esas aldı. O felsefenin ilkeleri ile birçok spekülatif düşünce ve yorumlarda bulundu. Aristo felsefesinde birçok yanlış var olduğu gibi; İbn Sinanın geliştirdiği düşünce ve yorumlarda da birçok eksik ve yanlış vardır. Bu eksiklik ile beraber bu bilgiler Ortaçağın bilim seviyesine göre olduğundan hali ile İbn Sina’nın külliyatı asrımıza hitap etmiyor. Ayrıca İbn Sina aklı, vahiy bilgilerine tercih ettiği için birçok konuda eksik kalmıştır. İrfanın en temel özelliği olan sonsuzluğu göremediği gibi bencilliği de aşamamıştır.

3) Bu iki maddede anlattığımız bu beş-altı arızadan dolayı ontoloji, irfan ve velayet konusunda son derece yüksek ve mucizevî bilgiler içeren Kur’anın söylemi, görünmez oldu.

4) Çağımızdaki diğer düşünürler ise, hem bu Ortaçağ spekülatif bilgilerini esas aldıklarından hem çağımızın materyalist ve somutçu algısı tesirinde olduklarından; ayrıca bu konulardaki dinî literatürün özgün manaları kaybolduğundan çağımız bu konuda yine aç kalmıştır. Nitekim bu çağımızda İbn Arabî ve İbn Sina’nın kitapları üzerine yazılan şerhler, onları açacağına daha çok anlaşılmaz kılmıştır.

5) Avrupa’da ilim adamları varlığı tanımak için çok çaba harcamalarına rağmen varlığa parçalı olarak baktıklarından; mesela kudret, ilim ve iradeyi bir ve tek bir gerçeklik olarak görmediklerinden insanın sorumluluk ihtiyacını doğuran hakikati bulabilmiş değillerdir.

Mesela; Batı eğer enerji, yazılım ve evrimi (gelişme sürecini) bir arada görebilseydi ve sibernetik teknoloji yetmişli yıllardan sonra değil de 19. asrın sonunda veya 20. yüzyılın başında bilinseydi sonuç biraz daha değişik olabilirdi.

Bu kardeşiniz, sırf kendi ihtiyacı için tarihin bütün bu birikimini gözden geçirdi; bilimsel bir mantık ile Kur’anın bu konudaki mucizevî ayetlerinin manalarını tesbit etmeye çalıştı. Değişik zamanlarda farklı ihtiyaçlar için bu kitabın her bir bölümü müstakil olarak yazıldı. Sonra öyle bir bütünlük oluştu ki; sanki kitap bir tek bölümden ibarettir. Bu kitabı Sartre ve Nietzsche gibi varoluşçuların tesirinde kalan beş-on arkadaşıma okuttum; aradığımızı burada tam olarak bulduk; her şey yerli yerine oturuyor, dediler.

Bu tesbitlere rağmen; bu kitapta çok önemli noktalarda yukarıda bahsi geçen büyük zatlardan çok önemli ve özet bilgiler alınmış; bu alıntılar, günümüzün anlayabileceği bir çerçeve içinde harika tesbitler olarak yazıya geçirilmiştir. Bütün insanların bu hakikat çeşmesinden içmeleri ve bununla varoluş ve hayat arkadaşları ve yoldaşlar olduklarını hissetmeleri için bu kitabı yayınlıyorum. Buna ayrı iki isim koyduk; yine yetmiyor; çünkü post modern Türkçede bu kitabın içindekilerine Varlık ve Tanrı Algısı denilir.

Bu bilgileri, umumun istifadesine özellikle üniversite dünyasına sunuyorum. Dinî metinlerin her konuda olduğu gibi bu konuda da mucize olduğunu göstermeye çalışıyorum. Bununla bilim ile dinin arasında açılan büyük fayın kapanmasını umuyorum. Bu kitabın bana bakan yönü ise, bunlarla imanımı kurtarmam oldu. Evet, ben bu asırda imanı kurtarmak yeter, diyenlerden biriyim.

Son bir ricam: Makalelerin bütünlüğü bozulmasın ve muhakeme gücü zayıflamasın diye 3-4 kısa bilgi, 4-5 makalede tekrar edilmiş. Okuyucularımızın bunu müsamaha nazarı ile karşılamalarını umuyorum.

Bütün okuyucularıma sonsuz selam ve hürmet ediyorum. Bu kitap ile varoluş kaygılarını bitirmelerini bekliyorum.

 

27. 05. 2014

Bahaeddin Sağlam

 



[1] Muhammed İkbal, İslam Düşüncesinin Yeniden Teşekkülü kitabında bu gerçeğin izahına 50-60 sayfa yer vermiştir.

[2] Daha önce Ankara’da 1923’te bu isimle basıldı. Fakat sonra Mesnevi-i Arabî derlenirken Habbe Risalesinin Zeylinin Zeyli yapılmıştır.

MEHDİ ve MESİH

Sunuş

 

Elinizdeki bu kitabın birinci amacı, semavî dinlerin özellikle İslam dininin Mehdi ve Mesih ile ilgili metinlerinin hurafe ve yanlış olmadığını göstermektir.

Burada siyasî manası ile veya bazı şarlatan ve modernistler tarafından manipüle edilen şekli ile mehdiyet ve mesihiyet asla anlatılmamıştır. Bu kitap tam aksine; mehdiyet ve mesihiyetin siyasî olarak ele alındığında asıl ve gerçek manalarını yitireceklerini gösteriyor. Kitap 17 bölümden oluşuyor. Her bölümü ayrı ayrı zamanlarda yazılmıştır. Fakat hepsinin de en önemli amacı dinî literatürün mucizeliğini göstermek olduğundan kitap, sanki bir günde yazılmış bir tek makale gibi duruyor.

Evet, varlık, varoluş ve hayat mucize oldukları gibi; bunlar ile ilgili dinin gerçek metinleri de mucizedirler. Fakat bu temel bilgiler, bu zamanda şahsî, nefsanî ve maddi çıkarlar için kullanıldığından, bazı insanlar bunları tamamen reddediyor; bazıları ise, bu metinlerin ancak derin analizler ile anlaşılabilen manalarını bilmediği için hayatta ve din ile ilgili konularda çok sıkıntılar çekiyor. Ya tarihî ve bilimsel verileri reddedip mutaassıp oluyor. Veya işte din hurafedir, deyip varlık ve hayatta saklı olan güzel gelişmeleri görmediğinden manen karanlıklara dalan bir nihilist oluyor.

Bu kitap, bu gibi sosyal ve fikrî tıkanıklıkları ve sıkıntıları gideriyor. Dinin manevî değerlerini siyasî kargaşalarda kullanmak isteyenlerin önüne bir sed çekiyor.

Demek mehdiyet ve mesihiyetin gerçek manalarının, siyasî ve dünyevî olmadığını; dinin özü ve ruhu olan iman ve irfanın en üstün değerler olduklarının anlaşılması ve yaşanılması olduğunu görmek isteyenler, bu kitabı mutlaka okumalı. Hepsini okumasa da her bir bölümünü müstakil bir kitap gibi ele alıp inceleyebilir.

Kitabın birinci ve onüçüncü bölümleri adeta müstakil bir kitab gibi oldukları için hem çok uzun oldu, hem iç içe çok konuları içeriyor. Elimden başka bir düzenleme gelmedi; çünkü bu iki bölümde anlatılan hakikatler hem çok derindirler, hem birçok konuyu birinci derecede ilgilendiriyorlar.

Önemli Bir Hatırlatma: Bu kitap, yüzyıllar boyunca Müslümanların hayalî ve her şeyi mucize olan bir mehdi beklentisinin yanlışlığını gösterdiği gibi; Hıristiyanların da Mesih’ın Armagedona gelip kendisine inanmayanları cehenneme atacağı inançlarının yanlış olduğunu gösteriyor. Mehdi ve Mesihın bir sefere mahsus somut birer tarihî şahsiyet olamadıklarını isbat ediyor.  Bin seneden fazla bir sürede sürdürülen bu gibi yanlış algıların aslını ve doğru manalarını bilimsel, sosyolojik ve literal yönleriyle gösteriyor. Özeti şudur:

Zamanların son dönemlerinde bilgi ve altyapı o kadar çok gelişir ki; başta statüko olmak üzere insanların sosyal, psikolojik ve siyasî sorunları kolay bir şekilde çözülür; insanlık bereket, huzur ve barış içinde yaşar. İnsanlığın en büyük sorunlarından biri olan dinin yanlış anlaşılmasının sebepleri ortadan kalkar. İnsanlık gerçek manada hakikat ve hukuk düzeni içinde yaşar. Deccal (sahtekârlık, yanıltma ve kaotik durumlar) dışlanmış olur.

İkinci Bir Hatırlatma: Mehdi ve Mesih meselesinin özü ve gerçeği, Zuhruf suresinde beyan edildiği gibi; eskimiş, donuk toplumların, durgunluğu, somut ve sınırlı düşünceyi bırakıp dinî meseleleri sonsuz, evrensel ve soyut (ölümsüz) hakikatler olarak algılamasıdır; çağ atlamasıdır, aydınlanmasıdır. Fakat maalesef, insanlar, bunu somut sarıklı, kılıçlı bir figür olaralk algıladıklarından bu mesele, yenilenmeye ve ilerlemeye sebep olacağına tam aksine gerilemeye ve karanlığa düşmeye başka bir tabir ile kilitlenmeye sebep olmuştur. Çünkü her güzelin su-i istimal edilebilecek bir yönü vardır.

Sağlıklı bir iman, sağlıklı bir hayat ve sağlıklı bir anlayış dileği ile..

 

14. 4. 2014

Bahaeddin Sağlam

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör