Elektrik
yüksek mühendisi, yazar (D. 1 Mart 1951, Çermik / Diyarbakır – Ö. 28 Mart 2019,
Mezitli / Mersin). Fahri bey ile Şevkiye hanımın altıncı çocuğudur. Çermikte
Atatürk İlkokulu ve Çermik Ortaokulunu bitirdikten sonra ailesiyle birlikte
Ankara'ya gitti. Burada Gazi Lisesini bitirdikten (1968) sonra girdiği İTÜ
Elektrik Fakültesinden 1975 yılında elektrik yüksek mühendisi olarak mezun
oldu.
1976'dan
itibaren üç yıl TRT Vericiler Dairesinde (Ankara) çalıştıktan sonra askerlik
görevini yerine getirdi. Deniz Kuvvetlerinde yedek-subay olarak tamamladığı
askerlikten sonra 1981-1991 arası değişik uluslararası firmalarda çalıştı,
1992'de kendi işyerini açtı. 1981 yılında öğretmen Süreyya Yeşilkuşak ile
evlendi. Cem ve Ceren adlarında iki çocuk babasıdır.
Nurettin
değirmenci, 28 Mart 2019, günü Mersin’de hayatını kaybetti, aynı ilde toprağa
verildi.
ESERLERİ:
Eleştirel
Düşünce ve İslam (1996), Rüşvetin Adı (2001), 1960'lı Yıllardan Bir Kesit Çermik (2002),
2002’de Gördüklerim Düşündüklerim (2002).
KAYNAKÇA:
İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı
İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (C. 12, 2019).
BEN SEVGİLİ
DAYIMI TÜRKİYE ÖNEMLİ BİR DEĞERİNİ YİTİRDİ
Müslüm ÜZÜLMEZ
Ölüm;
hayatın ötesi, ayrılığın ebediliğidir. Sevgili Dayım Nurettin Değirmenci
ardında iz bırakarak aramızdan ayrılıp gökyüzündeki yıldızlara katıldı.
Ölenin
ardından yazı yazmak zor. Ölen yakın bir tanıdığın, hele bir de çok sevdiğin
biri olunca bu daha da zor. Ama zoru aşıp dayımı yâd etmeye çalışacağım.
8
Martta kendisiyle yaptığım telefon görüşmede nasıl olduğunu sormuş ve “İyiyim
desem yalan söylemiş olurum yeğenim” cevabını almıştım. Doktorların kemoterapi
önerdiğini, kendisinin ise kabul etmediğini söylemişti. Çok sürmedi, 28 Mart
2019 günü amansız dert onu hayattan koparıp aldı.
Vefatını
duyunca kardeşim Ali Haydar’la birlikte hemen İstanbul’dan Mersin’e hareket
ettik. Mersin’e vardığımızda Mezitli’de Dayımın evinin bulunduğu sitenin
içerisinde yer alan cafe’de birçok il ve ilçeden gelen akraba ve tanıdıklarla
buluştuk. Karşılıklı başsağlığı dileklerinde bulunduk. Acılarımızı paylaştık.
Öğlen vakti sitenin yakınındaki camide cenaze namazı kılındı. Kadın erkek hep
birlikte saf tutuldu. Ardından cenaze arabasıyla mezarlığa varılıp omuzlarda
çiseleyen yağmur altında sevenlerinin gözyaşlarıyla son yolculuğuna uğurladı.
Mezarına iki kürek toprak atmaktan başka elimizden bir şey gelmedi. Hayatın
ötesine gidişinin burukluğu karşısında çaresiz kaldık. Taziyesinde kadın erkek
hep birlikte cafe’de oturup yasını tuttuk.
Nurettin
Değirmenci resmi kayıtlara göre 1951’de “tarihin hüküm sürdüğü, zamanın
durduğu, tabiatın konuştuğu yer” Çermik (Diyarbakır)’te doğdu. İlk ve ortaokulu
Çermik’te okudu. Dicle Köy Enstitüsü mezunlarından olan öğretmeni Aydın Önal’ın
iyi bir okulda okuması gerektiğini aile büyüklerine önermesi üzerine Ankara’da
kahvecilik yapan ağabeyi Veyis’in yanına giderek Gazi Lisesi’ne kayıt yaptırdı.
Devamında İTÜ Elektrik Fakültesi’nde okumaya başladı. 12 Mart 1971 askeri darbesi
sonrası devrimci düşüncelerinden dolayı bir dönem Selimiye Kışlasında tutuklu
kaldı. Ben Ankara’da okurken, tutuklu kaldığı bu dönemde Niyazı Dayımla Şevkiye
Nenemin kendisini ziyarete gittiklerini dün gibi hatırlıyorum. Bırakıldıktan
bir süre sonra birlikte 1972 yılı yazında Çermik’e gidişimizi, üç dört gün
Çermikli öğretmen ve gençlerle işçi köylü iktidarı, ulusal kurtuluş
hareketleri, emperyalizm ve sosyalizm üzerine yaptığımız sohbetleri de çok iyi
hatırlıyorum. Gidişimiz o zaman Çermik’te var olan devrimci hareketliliğe hız
kazandırmıştı, çünkü o yüksekokul okumada ve devrimcilikte Çermik’te idoldü. Bu
gidişimizin o günkü tanığı Kamil Sümbül vefatının ardından yazığı anma
yazısında: “1972 yaz ayları böylece Çermikte gençlik, öğretmenler ve memurlar arasında
sol ve sosyalizmle tanışma dönemi olmuştu” diye yazmaktadır.
Nurettin
Dayım 1975’te okulu bitirdikten sonra 1976’te Elektrik Yüksek Mühendisi olarak
İsmail Cem’in Genel Müdür olduğu dönemde TRT’de Vericiler Dairesi’nde (Ankara)
üç yıl görev yaptı. Daha sonra buradan ayrılıp birçok yerli ve yabancı firmada
çalıştı ve son olarak kendi firmasını kurdu, taşeron firma olarak çalışmalarını
yürüttü. 1990’lı yıllarda çatışmalar nedeniyle çoğu firmanın çalışmayı göze
alamadığı Doğu ve Güneydoğu Anadolu’da dağlarda gece gündüz çalışarak GSM
operatörlerinin baz istasyonlarını ve televizyon verici kulelerini dikme
işlerini yaptı. Bazı insanların dünyası “paranın patron olup insanları köle
ettiği bir dünyadır.” Dayım her şeyin parayla ölçüldüğü böylesi bir dünyanın
renksiz, kıskanç ve bencil fertlerinden olmadı. 2000 yılında oğlum Ozan’la
birlikte taşeron firma olarak Türkmenistan’a gittiğinde yüklenici firma
yetkilisi kendisinden rüşvet isteyince vermeyip, iflas pahasına geri döndü.
Paraya köle olmadı, rüşvet verip dünyalığını arttırmadığı gibi, kalktı
sayılarla, yüzdelerle Rüşvetin Adı Matematiğin Dili adında bir kitap yazdı
(Bulut Yayınları, 2001, İstanbul). Sonrasında rüşvetin boyut ve biçimlerini
sürekli dile getirmeye çalıştı hep. Bir yıl önce bana yazdığı bir mektubunda:
“Günümüz Türkiye’sinde, haraç, örgütlü biçim almıştır. Her yönetici, kendisini
ilgilendiren konuda toplanan haraçtan payını bekliyor” diye yazmıştı.
(19/5/2018)
Türkmenistan’ın
ardından sarsılan maddi durumunu birazcık düzeltmek için 15/7/2005 tarihinde
ABD’nin işgali altında bulunan Felluce ve Ramadi’de elektrik santrallarını
yeniden kurmak için Irak’a gitti. Irak’tan döndükten sonra yaptığımız
sohbetlerde; “Amerikalı askerlere asker demek için bin şahit ister; bunların
hepsi, bir mühendis, bir sağlıkçı, bir öğretmen, her türlü yetenekleri var”
deyip, ABD’yi iyi tanımadan ona karşı verilen mücadelenin başarı şansının
olmadığını söylüyordu.
Irak’ta
bulunduğu zaman diliminde yaşadığı ve gördüğü şeyleri günlük tutarak kayıt
altına aldı ve bu günlüklerin bir kısmını da internet üzerinden benimle
paylaştı. Irak’tan bana gönderdiği ilk günlüğünde: “Saat 13’de rehberim geldi.
Kendisi, insanlarla barışık güler yüzlü kibar bir insan. Onunla Bağdat’ı
dolaşmaya çıktık. Rehberim, ‘Amerikan devriyeleri geliyor’ dedi, kenara çekildi
ve yavaşladı. ‘Devriyeler, 100 metre yaklaşanı vururlar’ diye açıklama yaptı.
Önce, Saddam’ın, görkemli törenler düzenlediği alanı ve tesislerini izledik.
Kocaman çapraz kılıçlar gözüküyor. Bu çapraz kılıçlar altından önce kahraman,
yenilmez ve ortalıkta gözükmez Cumhuriyet Muhafızları geçerdi. Hey gidi günler
hey! Sonra, yapay göller ortasına kondurulmuş Saddam saraylarını uzaktan
izledik. Ne görkemli saraylar! Saddam’ın, şu anda bu saraylardan birinin
mahzeninde turşusu kuruluyor. Saddam, bu dünyadaki lüks saltanatı ve sarayları
kaybetti, benzerlerine öte dünyada sahip olsun!” (16/7/2005)
Dayım,
okuma ve yazmayı seven biriydi. Gezdiği, gördüğü yerleri, karşılaştığı önemli
olay ve şeyleri günlük notlar tutarak hep yazıya dökerdi. Gezerken çantasından
kitabını ve bilgisayarını hiç eksik etmezdi. 15/72005 - 6/12/2005 tarihleri
arasında tuttuğu Irak Günlükleri ilginç ve esaslı bilgiler içermektedir. Bu
günlüklerin kitap olarak basılması halinde Ortadoğu üzerine yazılmış çok önemli
bir kaynak eser gün yüzüne çıkmış olacaktır. Cem ve Ceren’e bu kitap olayını
düşünmelerini öneririm.
Günümüzde,
“ezber” olayı Batı’da bilinmeyen; İslam ülkelerinde ise tartışılmayan bir konu
olduğu için, bilimsel, sağlam bir temele oturtulmadan anlaşılacağına da pek
inanmadığından bu konuda yaptığı bir çalışmayı 1996 yılında kendi imkânlarıyla
Eleştirel Düşünce ve İslam adıyla kitaplaştırdı. Kitap basılmadan önce dosyayı
okumuş ve düşüncelerimi bir mektupla kendisine iletmiştim.
Yerel
tarih ve yaşadığımız bölgenin sosyolojik durumu hakkında araştırma yapmamı
isterdi benden. Kendisi bu istemine uygun davranarak; “İnsanların, yaşadıkları
topraklardaki nesne ve hareketleri kaleme almaları gerekir” deyip, 1960’lı
Yıllardan Bir Kesit: ÇERMİK adlı kitabını yazdı (Bulut Yayınları, 2002,
İstanbul). Ardından da, 2002’de Gördüklerim Düşündüklerim adlı kitaba imza attı
(Bulut Yayınları, 2002, İstanbul).
Kitaplarının
bazılarının düzeltme işini ben yaptım. Kitapları yayınlanmadan önce içerik ve
biçimine dair tartışmalarımız ve yazışmalarımız da oldu. Örneğin, kitaplarında
eski Yunan düşünürlerinden fazla alıntı yaptığını, bunun yerine kendi özgün
düşüncelerinin yazmasının daha iyi olacağını söylerdim. Dayım, “Müslüman
ülkelerden düşünür çıkmaz” düşüncesindeydi ve Müslüman ülkelerin geri kalışının
nedeni de “ezber” bilgilerden ve dinden kaynaklandığını düşünürdü. Ben, bu
düşüncelerine katılmaz, geri kalmışlık olayının çok boyutlu bir olay olduğunu
söylemeye çalışırdım. Hatta tartıştığımız bu konu ile ilgili düşüncelerimi özetleyen
“Müslüman Ülkelerden Neden Düşünür Çıkmıyor?” başlıklı bir yazımı sonradan
Bilim ve Gelecek Dergisine gönderdim (Ocak 2006, Sayı: 23).
Dayım
kendisine özgü bir insandı. Yetenekleri ölçüsünde doğayı, insanları anlamaya ve
anladıklarını da anlatmaya çalıştı hep. Davranışları ölçülü ve tutarlıydı. Bir
mühendis olarak sayılarla ifade edilmeyen şeylerin tartışmaya açık olduğunu,
tanımlı kavramlarla düşünülmesi gerektiğini, topluma doğrudan bir yararı
dokunmayan şeylerle uğraşmanın faydasız şeyler olduğunu söylerdi. İyi bir
mühendisti. Çalışkandı. Evrimci bir devrimciydi. Bilgi, üretim araçlarının
gelişimi ve buna paralel üretimin artışı ile sermayenin oluşumuna önem verirdi.
Az yer çok okur, az konuşur çok düşünürdü. Şimdi hepsi yalan oldu. Herkes
ömrünce yaşar, herkes kendi acısını taşır, herkes kendi yasını tutar demekten
başka ne diyebilirim ki… Ben sevgili Dayımı, Türkiye önemli bir değerini
yitirdi.
Sevgili
Süreyya, Ceren ve Cem başta olmak üzere tüm akrabaların, dostlarının,
sevenlerinin başı sağ olsun. Başımız sağ olsun. Dayım, Kutup yıldızına yoldaş
olsun.
KAYNAK:
Müslüm Üzülmez / Ben Sevgili Dayımı Türkiye Önemli Bir Değerini Yitirdi
(erganihaber.com, insanokur.org, ruhanews.com, gaphaberleri.com,
avrupaforum.org, karikaturistik.com, 30.04.2019).