Nurettin Artam

Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
26 Ekim, 1958
Diğer İsimler
Mehmet Nurettin Artam

Şair ve yazar (D. 1900, İstanbul - Ö. 26 Ekim 1958, Ankara). Tam adı Mehmet Nurettin Artam. İstanbul Sultanisini bitirdikten sonra Birinci Dünya Savaşına katıldı. İstanbul ve Ankara liselerinde edebiyat ve İngilizce öğretmenliği yaptı. Basın Yayın Genel Müdürlüğünde İkinci Dünya Savaşı dolayısıyla propaganda, deneme ve kitaplık bölümlerinde çalıştı.

Vakit ve Ulus gazetelerinde Toplu İğne imzasıyla fıkralar yazdı. Ankara Radyosunda hükümetin resmî görüşlerini, hazırladığı “Radyo Gazetesi” programında sundu. İngilizceden çeviriler yaptı. Mistik bir havanın sezildiği şiirlerini hece ölçüsüyle yazdı.

ESERLERİ:

Eski Yazıdan Yeni Yazıya (1928), Baş Saatlerde (mensur şiirler, 1933), Varım Yoğum (şiirler, 1933), Öz Dilimizde Sınangılar (1934), Hayır Paşa Hazretleri (günlük fıkralardan seçmeler, 1945), Seccade (1945).

HAKKINDA: Afşin Oktay - Kemal Bağlum / Biyografiler Ansiklopedisi (1959), Mehmet Behçet Yazar / Edebiyatçılar Alemi – Edebiyatımızın Unutulan Simaları (yay. haz. Mustafa Everdi, 1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Mehmet Nuri Yardım / Edebiyatımızın Güleryüzü (2002).

 

HAKKINDA


 

Esmerin akında bir renk. Kabarık, gür saçlar. Yüksek bir alın. Şakaklara doğru vakitsiz ağarmış teller, gittikçe çoğalmaktadır. Kalın, sert kaşları sizi aldatır. Sanırsınız ki o kaşların arkasında ciddi ve durgun bir karakter saklıdır. Fakat akları pembe damar ağları ile örülü parlak, iri siyah gözleri, hemen bu zannınızdan sizi uzaklaştırır.

Bu gözler, keskin bir zekânın, şen bir ruhun, tatlı bir tevekkülün aynasıdır. Hendesî, ağır bir tefekkürden haber veren kaşlardan sonra, bu gözler, hoş bir karar sarsıntısı uyandırır.

Burnu dümdüz iner. Yanağındaki iri benin pek hususi bir duruşu vardır. Bazen bıyıklı, bazen bıyıksız olduğu için bu noktayı ben de geçiyorum. Fakat ağzında biraz durmak, o güzel sözlerin çıktığı yeri tarife çalışmaktan kendimi alamıyacagım. Eski bir şair sanat Züleyha'sında o güzelin ağzını:

Deheni sığmadı onun sühane

Bir sühan sığmaz iken ol dehene

beytiyle anlatır. Bunun ağzındaki güzellik, gözle değil, ruhla görülür. Etli dudaklarında istek kuvveti hissolunur. Pek az insan ağzında gülüş, ondaki kadar canlı, ondaki kadar ferahlıdır. Gülerken, biraz arkaya doğru devrilir. Çünkü kahkahası bir gülle hızıyla uçar ve gövdeye bu geri tepişi verir. Orta boylu, geniş göğüslüdür. Konuşurken, ufacık elleri, vücudunun etrafında kelebeklenir.

Coşkun ve heyecanlıdır. En küçük vesilelerle, hem neş'esi, hem hiddeti parlar. Yüreği sevgi kumkuması, evi dost oteli, kesesi imaret sofrasıdır. Rindler'in diyarında doğmuş, olgun bir kalenderlikle beslenerek bu hale gelmiştir.

İşte Nurettin Artam-Topluiğne'nin birkaç sözlük çerçevesi.

Ben, onu Vakit'te tanıdım. Mütareke yıllarında esaretten geldiği sıralarda idi. Bir gün yazı odasında karşılaştık. Halinde yabancılara mahsus tutukluk yoktu. Nâşit'le şakalaşıyor, kendi evinde bir adam huzuruyla gülüp söylüyordu.

Meğer Tarık'ın talebesi imiş. Görüştük ve hemen seviştik. Çok geçmeden gazetenin de kadrosuna girdi. Yıllarca karşı karşıya çalıştık. İlkin ciddi şeyler yazıyor, İngiliz gazetelerinden tercümeler yapıyordu. Sonra esaret hâtıralarını neşretti. Hemen her yazısında çakıntılı bir zekâ hamlesi, ince bir nükte, biberli bir dokunuş vardı. O da ruhunun bu temayülünü göstermekte gecikmedi ve bir gün Mehmet Nurettin'in Topluiğne oluverdiğini gördük.

Nurettin'in hayatında bu, mes'ut bir dönüm noktasıdır. Gelişigüzel gibi mütevazı bir başlık altında, sık sık güzel şeyler verdi. Nükte, mazmun tehlikeli şeylerdir. Herkes, bunların kıvamını bulamaz. Çukur aynalarda hayal, nasıl bir mesafeye kadar düz gider, ondan sonra tepetaklak olursa Nükte de öyledir. İyi ayarlanırsa, karşısındakine, meyanesi kaçırılırsa insanın kendine çarpar.

Topluiğne, bu narin silâhı daima iyi kullandı. Hiçbir zaman kabalaştırmadı. Hattâ kızdığı vakitlerde bile...

Yukarıda onun iç varlığını tahlile çalışırken, yufka yürekli, heyecanlı, alıngan ve içli teşhislerini koymuştum. Hiciv ve mizah, bu türlü ruhlarla pek seyrek anlaşır. Hassasiyeti, derin, teessür kabiliyeti çok olanlar, hicve, ancak hiddet zamanlarında ısınabilirler.

Nurettin'in, Topluiğne'ye yaptırdığı şey, ne hiciv, ne de gelişigüzel bir mizahtır. Hayır, o bunların ikisinden de başka bir şey yaptı. Zarif, narin belki biraz kaşındırıcı, fakat asla incitici olmayan bir şey...

Ondaki kalender tevazua bakınız ki daha on sene evvel, bir avuçluk Mensure'ye Varım Yoğum adını koydu. Bu küçük mahfazalardaki değerli fikirler, derin duygular, insana rubai okuyorum zannını veriyor.

Dağılan bir tesbihin tanelerinde sanatkâr bir düşünüş, neler sezmiyor ki... Onu, yalnız şen cephesi, şakrak kahkahası ve kıvrak nükteleriyle tanıyanlara bu içli ve hıçkırık âhenkli parçalar biraz bayağı gelir. Okudukça şaşarlar. Halbuki Nurettin'de asıl olan budur. Nükteyi çok defa bir iç yarasının merhemi diye kullanır. Kahkahalarını da içindeki fağfûr sarayın kırılan bir saçağındaki iniltiyi boğmak için atar.

Onu tek başına görsek, belki hiçbirimiz tanıyamıyacağız. Öyle tahmin ediyorum ki uzlet içinde Nurettin'in bambaşka bir siması, bambaşka bakışları olacak.

Evini dost oteli yapışının sebeplerinden biri de bu yalnızlıktan kurtuluş gayretidir.

Her gün yazmak, hele her gün yazmaya değer bir nükte, ince bir fikir bulmak ne güç şey! O, bunu yıllarca yıllarca yaptı. Şunu da biliniz ki, Topluiğne'nin nükte sarfiyatı iki başlıdır. Gazetede yazdıklarından başka, dost meclislerinde, tanıdıkların salonlarında, arkadaş topluluklarında da -ki bunlar da her günlük davadır- zekâ harcar, mazmun savurur. Biraz dalgın dursa, azıcık kendi gönlüyle başbaşa kalmak istese, etrafındakiler yadırgarlar. Sataşarak, dokunarak kızdırırlar ve mutlaka onu söyletmenin yolunu bulurlar. Tabiî bu ısrarların bazıları, lâyık olduğu karşılığı alır. Fakat küfrün de sevimlisinin onun hiddet potasından çıkacağını bilenler, hiç aldırmazlar.

Nurettin Artam, bazen kendi buluşlarını, kendi fıkralarını şuna buna, bilhassa Bektaşî fıkarasına bağışlar. Sırası gelince:

- Bektaşî dervişi demiş ki...

Diyerek zekâsının altın oklarını savurur. Bektaşî Dervişi de onun üçüncü adıdır. Zengin bir fikir ve ruh hazinesini bazan işte böyle üç musluk da tüketemiyor. Ne mutlu ona. (Edebi Portreler)

Yazar: Hakkı Süha Gezgin
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör