Osman Şahin

Senaryo Yazarı, Roman Yazarı, Öykü Yazarı, Yazar

Doğum
03 Mart, 1940
Eğitim
Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü
Burç

Öykü, roman ve senaryo yazarı. 3 Mart 1940 (nüfusta 1938), Arslanköy / Mersin doğumlu. Arslanköy İlkokulu (1950), Diyarbakır Dicle Köy Enstitüsü (1956), Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Beden Eğitimi Bölümü (1961) mezunu. Bir süre Siverek’in Kalemli köyünde ilkokul öğretmenliği yaptı (1957-58). Malatya Lisesi (1961-67), İzmit Lisesi (1967-74), Kocaeli Karamürsel Lisesi, İstanbul Suadiye Lisesi (1974-77), Ellinci Yıl Tahran Lisesi (1977-79), Göztepe Ortaokulu (1979-81) ve Trabzon Arsin Lisesinde (1981-82) beden eğitimi öğretmeni olarak çalıştı. 12 Eylül 1980 askeri yönetimi döneminde son görev yerinde iken, emekliye sevk edildi. Osman Şahin, edebiyat çalışmalarının dışında aktif olarak sporla ilgilendi. Bu bağlamda lisanslı olarak futbol, voleybol, basketbol, atletizm, eskrim, dağcılık, yüzme, okçuluk, izcilik ve jimnastik sporları yaptı. Emekli edildikten sonra çalışmalarını İstanbul’da sürdürdü.

“Kırmızı Yel” adlı ilk öyküsü Nisan 1970’te Cumhuriyet gazetesinin kültür-sanat ekinde yayımlanmıştı. Diğer ürünleri Yeni Dergi, Aydınlık, Gösteri, Varlık, Anadolu Ekini, Papirüs, Cumhuriyet, Adam Öykü, 2000’e Doğru, Evrensel gazete ve dergilerinde yayımlandı. Türk sinemasına en çok öykü veren ve senaryo yazan yazarlarından biri oldu. Öykülerinden uyarlanan filmler yirmi altı ödül kazandı. Kızgın Toprak, Fıratın Cinleri, Kibar Feyzo, Derman, Aynı, Dönüş bu filmlerden bazılarıdır. Öykü ve romanlarında; çocukluğunun ve ilk gençlik yıllarının geçtiği Toroslar ve Fırat yöresinde gözlemlediklerini acılı ve acıklı bir olay örgüsü içinde kurgulayarak, toplumcu gerçekçi sanat anlayışı çerçevesinde anlattı. Bazı ürünleri Almanca, Macarca, Polonezce ve Fransızcaya çevrildi. “Kırmızı Yel” öykü dosyasıyla TRT 1970 Sanat Yarışmaları Öykü Ödülünü aldıktan ve Kırmızı Yel (1971) kitabı yayımlandıktan sonra dikkatleri çekti ve adını duyurdu. Ayrıca Ağız İçinde Dil Gibi eseri ile 1980 Nevzat Üstün Öykü Ödülünü, Selam Ateşleri ile 1992 Ömer Seyfettin Öykü Ödülünü aldı. Kırmızı Yel ile ayrıca 1992 İsveç Uluslararası Öykü İkincilik Ödülünü, Selam Ateşleri ile ayrıca 1993 Sait Faik Abasıyanık Hikâye Armağanını kazandı. Ölüm Oyunları adlı dosyası ile 2003 Yunus Nadi Öykü Ödülünü Deniz Topçu ile paylaştı. Türkiye Yazarlar Sendikası, Türk PEN Yazarlar Derneği, Dili Derneği ve Atatürkçü Düşünce Derneği üyesidir.

“Çatışma, Osman Şahin öyküsünde bir üst bakış, bir değerlendirme noktasıdır adeta. Öykülerinin bir çoğunda çatışma problemi hem toplumsal aktörlerin birbirleriyle ilişkilerinde kendini açığa vuru, hem de hayatın akışı içinde kendine it önemli konumunu bulur. Çatışma bu öykü dünyasında gerekli kabul edilir, merkezî bir yere oturur. Çünkü çatışma toplumsallığın temel dinamiği ve mekanizmasıdır. Sanki toplumsal hayat ancak çatışma ile var olmakta, varlığını sürdürmektedir. Toplumsal birlik, toplumsal tiplere bağlı olarak çatışma nedenleri de değişir.” (Köksal Alver)

Lirizmin doruğuna ulaşan diliyle yaşamı öyküleştirip dünü bugüne, bugünü yarına taşırken, insan derdinin sanatçısı olduğu gerçeğinden hiç uzaklaşmayan bir yaratıcılığın; insanın doğayla ve toplumla ilişkilerindeki trajik halkaları yakalamasını bilen bir ustalığın öyküleridir Osman Şahin’in öyküleri...” (Öner Yağcı)

“Yarattığı mahşeri, yalnız öykülerinde değil; öykülerinin okurla buluşma düzleminde de görebilmek olanaklı Osman Şahin’in. Binlerle, on binlerle okuru var belki ama; yüz binlerle, hatta milyonlarla sayılabilecek bir izleyicisi de söz konusu. Yurtdışındaki okurla izleyiciyi de bu hesaba kattınız mı, Osman Şahin öykücülüğünün kazandığı boyut daha iyi anlaşılacaktır.” (M. Sadık Aslankara)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Kırmızı Yel (1971), Acenta Mirza (1974), Kıral Eli (çocuk öyküleri, 1979), Ağız İçinde Dil Gibi (1980), Acı Duman (1983), Kolları Bağlı Doğan (1988), Mahşer (1988), Ay Bazen Mavidir (1989), Başaklar Gece Doğar (1992), Selam Ateşleri (1993), Güneş Harfleri (çocuk öyküleri, 1995), Yeraltında Uçan Kuş (1998), Kanatları Yamalı Kuş (1999), Bütün Öyküleri (I ve II, 1999), Ölüm Oyunları (2002).

ROMAN: Fıratın Sırtındaki Kan / Bucaklar (1995), Geloş Dağı Efsanesi (1996).

DENEME-İNCELEME: Son Yörük (röportaj, 1992), Geniş Bir Nehrin Akışı: Yaşar Kemal (2004), Ateş Yukarı Doğru Yanar (2004).

SENARYO: Ayna (1984), Kan (1986).

DERLEME: Anadolu Bilmeceleri: Su Kurusu (1996).

KAYNAK: Yurt Ansiklopedisi (c. V, 1982), Mehmet Cimi / O Yıllar Dile Gelse (1997), Adnan Binyazar / Osman Şahin’in Öykücülüğü (Ozanlar Yazarlar Kitaplar, 1998), Ali F. Bilir / Bir Dil Senfonisi: Mahşer (Cumhuriyet Kitap, 25.6.1998), Feridun Andaç / Söyleşi (Cumhuriyet Kitap, 10.12.1998), M. Sadık Aslankara / Bir Öykü ‘Mahşer’i (Cumhuriyet Kitap, 9.9.1999), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), Öner Yağcı / Bilgelerin Sözcüsü Bir Usta (Cumhuriyet Kitap, 28.10.1999), Ömer Lekesiz / Yeni Türk Edebiyatında Öykü - 4 (2001), TBE Ansiklopedisi (2001), Varlık Dergisi (Ekim 2002), Abdullah Tekin / Ölüm Oyunları (Cumhuriyet Kitap, 7.11. 2002), Vitrindekiler (Cumhuriyet Kitap, 6.1.2005), Köksal Alver / Osman Şahin Öyküsüne Dair (Hece Öykü, Şubat-Mart 2005),  İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).

FIRAT'IN CİNLERİ

Azık çıkınından bir lokma tandır ekmeği kırıp, ağzına attı. Daha şimdiden birkaç dişi çürüyüp, erimişti. Doğan her çocuk, kemiklerini, anasının ağzından söküp aldığı dişlerle yapıyordu sanki. Lokmayı geveleyip sulandırdı. Eliyle gevişim alıp, yavrusunun kuş götü ağzına "meh" diye tıkıverdi.
Kucağında yavrusu, geri-aşağı, Fırat'a doğru inmeye çalıştı. Ama, onlar üç kişi sayılırlardı. ilk doğumunun kırkı çıkmadan döllenen rahmi, yükünü dokuzuncu ayına ulaştırmıştı hile. Kabarmış karnı, kadının belini ileri çekiyor, yürüyüşünü dağıtıyordu. Fırat'a canını zor attı. Bulamaç gibi yoğun ve pis suda basını, göğsünü yudu. Sonra, bebesini suladı.
Damarlarına yorgunluk dizili Yağda, yürüdü. Damına varıp bir dürüm keçe açtı yere. Bebeğini yatırdı. Yanma, yüklü bedeniyle kendisi de kıvrıldı; kalın bir uyku umarak...
Yağda, uykuya dalmadan kabarmış karnı, dar nefesini yukarı basmaya başladı, tik çocuğunun doğumunda çektiği korku dolu eziyeti, şimdi yeniden duyuyordu. Teni, tere kabarmaya, saçları ise, tel olup dikleşmeye başladı.

"Uy aneey," diye söylendi.

Sonra kıvrana kıvrana doğruldu. Güçlükle kapı ağzına geldi.

"Kız Sultanoo," diye bağırdı komşusuna. "Hele beri gelesin Anam!.."

Sultano, pürtelaş geldi. O, doğuma usta bir kadındı. Yağda'nın debelenişinden, durumu tez kavradı.

"Dür bakam, eğer yakınsa, çekip alam,," diye söylenerek eğilip yokladı.
Sonra geri dama girip, bir leğenle döndü.

Bu ara başkaları da geldi.

Belini, yanlarını ovarak, Yağda'yı doğuma hazırlamanın gayretine girdiler. Yağda'nın karnı, sık dürülmüş bir lahana kadar pekti ama. Yeni başlayan sancıların gücü, bebeyi rahmin elinden söküp almaya yetmiyordu.

Yağda'nın bedeni, başlı ayaklı tutuldu. Sağa sola sallandı; süt tuluğu çalkalar gibi... Ardından Fırat'ın kumluğunda kaldırıp kaldırıp beli üstüne bırakıldı. Gene de kalça yumuşamıyor, bebek yerinden kopmuyordu.

Kadınlar sızlanmaya, tek tük söz söylemeye başladılar.

"Biraz beklesek mi, nedir?" dedi biri. "Fukarayı çifte canıyla eziyete germiyek?.."

"Viş bacım," dedi bir diğer avrat "Sakın iki sıpa taşımıya karnında?.."

Yağda'ya çıkışanlar da oldu.

"Kız orosbu, mademkine sende doğurmaya göt yok, nedir erinin sidiğim kapiysen? Daha şurda bir kış geçti. İlk kuzulamanda da kalçan salmıyordu çocuğu... Hem kanındaki eniğin eğer depmiyorsa bil ki ölü doğacak!.."

"Ağzını hayır aç kız!.. Üzerli avradın yüzüne kel söz söylenmez. Bu gelenin inadı erkek damarlı, hemin yallah, hemin billah!.."

Sonunda, dalga dalga yığılan sancıların emeği, Yağda'da hayır komadı. Suya girmişçesine tere battı. Battı ama, karnındaki yükü de alınıp, kucağına verildi.

Kanaması birkaç gün durmadı Yağda'nın. Siyim siyim alttan sızan kanlar, her gün biraz daha canını alıp azar azar dışarıya taşıdı. Çare olarak, bol tezek külü döküldü. İnce kül kanı iyi emiyordu anlaşılan...

Yağda, doğumunu; haftasına taşımıştı. Canının ayarı düzelmemiş, kanı, eski yerini doyurmamıştı. Bedeninde, yeni yeni sezdiği bir başkalaşım vardı. Bir uğultu yumağı, kafasında büyüyor, gözleri körlenip, sanki yanıyordu. Hele Fırat kenarına bulaşık ya da bez yumaya indiğinde, kanında gizli ifriti, kendini iyiden iyi açığa vuruyordu.

Yağda'nın bakışlarına gene tuhaf çizgiler çarptı. Sanki ufak bulutçuklar uçuyordu önünde. Sonra, büyük bir dağın doruğunda toplanarak kafasının içinde patladı bu bulutçuklar. Birden silkinmek istedi. Olmadı. Sular gözünü vermedi. Geriye kaykıldı. Her yan doluydu. Bir ara gözlerinin emir almadığını, istediği yöne dönmediğim de fark etti. Çaresiz başını yukarıya kaldırdı. Şimdi bir de boylu boyunca güneş yatmış, serilmişti beynine.

Soluğu, canı gevilmiş gibi çıktı birden. Beyni daha bir burgulandı. Ağzı da kaygana gönüllü. Ardından, çakıl taşlarının üstüne kapandı, Yere yapışışı namaz kılar gibiydi.

"Uy aneey," diye uludu. "Ne haller gelmiş başıma!.. Sultano, bacım. Gel, beni apar damıma..."
Sultano bir dut ağacının dibinde yün atıyordu. Duymadı. Yardıma, çamaşır yumaya inen öteki kadınlar geldi. Yağda, kapandığı yerden bir türlü kalkamıyor, hep yüzünü saklıyordu.

"Güneşten korkuyorum, sudan korkuyorum, bacılar," diye söylendi. "Allahasen, hele söyleyin ki, siz de korkuyor musunuz? Yoksama, canım mı unutmuş beni?.."

Gelenler bu sözlere hiçbir anlam veremediler. Fırat da, güneş de yerli yerindeydi. Yüzlerinden soğuk bir ürperti geçti.

"Kız, doğrul hele," dedi biri. "Al mı bastı seni, nedir?"

"Bu kızcağızın da keçesi hiç sudan çıkmıyor," dedi bir diğeri. (…)

                                                                            (Sarı Sessizlik, Bütün Öyküleri 1, 1999) 

OSMAN ŞAHİN’İN ÖYKÜCÜLÜĞÜ

Osman Şahin’in öykülerinde, olayın can damarını kurgulayan ki­şiler, etiyle kemiğiyle, giysisi ve tavrıyla birden beliriverir. O, kişiyi işlemez; kişi, onun kafasında mayalanmış, öyküsel bir kıvama ermiş­tir. Osman, bir önbilici (kâhin) gibi, daha Öykünün ilk sözcüklerinde kişinin yazgısını belirlemiştir. Onun iyi adamlığı, kötülüğü, doğa ve dünya karşısındaki gücü hemen anlaşılır. Osman Şahin, öykülerinde, beynindeki insan dünyasını anlatıya dönüştürür. Bu yazgı bağlamın­da, kişi, umudu umutsuzluklara bağlayan bir düşüşü yaşayarak sürek­li kan kaybeder. Sonu önceden belli kınalanmış kurban koyunlardır Osman Şahin’in öykü kişileri, “içimize sayısız korku düğümleri atan” töre, çocuğunu kurban etmeyi, gepegenç insanı kurşunlamayı, aşiret­lerin kırışa girmelerini, ağanın öldürülmesini, kadının güç doğumu sırasında “cindar”lar eline bırakılmasını gerektirir. Sevgisini özgür­ce seçen kadın, baba ya da kardeş eliyle öldürülmelidir. Başkasının elinde ölmesi töreye aykırıdır. Töre, namusun kendi eliyle temizlen­mesini buyurur. Kadının var olması (!) için iki seçenek vardır: ya ken­di eliyle canına kıyacak ya da en yakınının kurşunları canını alacak! Bu, sevgi ve coşku yüklü Doğu duyarlığının, törelerin katı kuralları karşısında yenilgiye uğraması demektir. İlk öykülerinde Osman Şa­hin, bu yenilginin insan boyutunu işledi. Ağası, topraksızı, kadını, kı­zı, çocuğu ile bir toprak üzerine çokuşmuş insan (insanoğlu) törele­rin biçimlediği bu yazgının kurbanıdır. Hangi düzeyde olursa olsun, kurban olan insanoğlu zavallıdır. Osman Şahin, ağasından kuluna, ge­lininden kızına, çoluğundan çocuğuna, bu töresel zavallılığı öykülemiştir; kişilerinin en gaddarına bile kin duymadan, insanın törel se­rüveninin özündeki gerçeği kavrayarak yazmıştır öykülerini.

Son Yörük’ten anlaşıldığı üzere, Osman Şahin Toros yörüklerinden gelir. Kültürel birikimlerinin ve anlatı yaratılarının kaynağı Toros’tur; Toros’un dorukları, gürleyen ırmakları, esen yeli, küre küre uçan kartallarıdır. Doğa, Osman Şahin’in öykülerinde en az kişiler ka­dar canlıdır. Yellerin sürüklediği bir kır dikeni bile o ölçüde canlıdır. Son on, on beş yıldır yazdıklarında bu birikimler artık iyice egemen­dir anlatısına. Ancak, kurduğu anlatı bir yana, ilk öykülerini ise, Urfa dolaylarının, bir ayağı sonsuz çöl ülkelerine açılan; sırtına dayadı­ğı Anadolu’nun binbir renkli kültürüyle beslenen olayları üzerine kurmuştur. Osman o bölgelerde öğretmenlik yaptı. Bu bölgenin izle­nimleri öykülerini etkileyecektir elbette. Bu arada, bu izlenimlerin kıvılcımlanmalarını Ergani’nin Hoşot Ovası’nda (Dicle Köy Enstitü­sü) yaşadığı da belirtilmelidir. Urfa dolayları ise ona bir olaylar laboratuvarı olmuştur.

Urfa öykülerine doğayı betimleyerek giriyor; kişileri görünüşlerindeki, giysilerindeki kaba görüntülerle tanıtıyor; nerdeyse destan­lardan, masallardan inen kültürel duyumsamaların yarattığı birbiçemle bugünü bile destan boyutuyla algılayarak bir tragedya etkisi uyan­dırıyordu. Ortam, doğa, iklim, kişi bu biçem içinde birbiriyle kayna­şıyor; bundan, Osman Şahin, insanımızın öyküsel serüvenine dalıyor­du. Sanki olay anlatmıyor, öyküsel bir meditation’a giriyordu. Bu, Şahin’i, çileleriyle dile getirilen Güneydoğu anlatılarının ortak bir öy­kücüsü durumuna sokuyordu; ayrıca, aynı durum, onu bu genel anla­tının dışında varsayan sanatsal ayrıcalığının ölçütü oluyordu. Ayrıca­lık kavramıyla anlatılmak istenen, Osman Şahin’in beş on sayfalık öy­külerinin, uzun boyutlu filmlere konu olmasıdır. Koca koca roman­lardan film çıkarılamazken, Osman Şahin’in öykülerindeki giz nere­den geliyor?

Kuşkusuz, bu giz değildir. Ortada bir giz varsa, o da, Osman Şahin’in, insanı ezen, sömüren, ondaki kişiliği görmezlikten gelen ka­ra düzenin özündeki gerçeği; aynı zamanda geleneksel anlatıdan kay­naklanan o ağıtsı söylemi kavramış olmasıdır. Bu tür öykülerinde, yal­nızca sarsıcı konuların bulunup işlenmesinden çok, insanı sıcaklıkla kavrayan dilsel yaratının, biçemin (üslup) etkisi açıkça görülüyor. Bunu, sözden üstün değer tanımayan o küçücük oba topluluklarının törelere dayalı anlatı kaynaklarından beslenen dil yaratıyor. Anlatısı­nı sözlü kültürle kurmuş Yaşar Kemal, Dursun Akçam, Bekir Yıldız için de söz konusu olabilir bu kaynak. Gene bir ayrıcalıkla, Osman Şahin’de, sözlü anlatı; anasından dinlediği masallar, yaşam kuralları­nı biçimleyen öğütsü anlatılar, güçlü gözlemler yaratan bir şiirselli­ğe dönüşüyor.

                                                                                (Ozanlar Yazarlar Kitaplar, 1998)          

Yazar: ADNAN BİNYAZAR
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör