Şair, eğitimci ve siyaset adamı (D. 1901, Diyarbakır - Ö. 23 Haziran 1984, Diyarbakır). Osman Nuri Nakiboğlu (Ocak) olarak da bilinmektedir. Bilginleriyle ünlü bir ailedendir. Önceleri kadılık, Birinci Meşrutiyet (1876) döneminde de mebusluk yapmış olan Hacı Mesut Bey'in oğlu olup annesinin adı Fatma Hanım'dır. Ağabeyi Bekir Sıtkı Nakiboğlu (1886-1936) da şairdi. Osman Ocak, ilkokulu memleketinde bitirdi. Diyarbakır Lisesi (1925), Diyarbakır Muallim Mektebi (1926) ve Darülfünun (İstanbul Üniversitesi) Edebiyat Şubesi (1930) mezunudur.
Yükseköğrenimini tamamladıktan sonra Diyarbakır Keldani, Süryani ve Sanayi mektepleri tarih - coğrafya öğretmenliği, Diyarbakır Akşam Sanat Okulu Türkçe ve edebiyat öğretmenliği, Diyarbakır Kız Orta Sanat ve muhtelif orta mektepler öğretmenliği, Diyarbakır Ortaokulu ile Diyarbakır Lisesi Türkçe öğretmenliği, yaptı. Bir süre de Çankırı ve Denizli liselerinde öğretmenlik yaptıktan sonra 1936 yılında Diyarbakır’a döndü. Sanat Okulu’nda öğretmeniyken Halkevi Başkanlığı’nı da yapmıştı.
Osman Nakiboğlu, TBMM VII. Dönem (8 Mart 1943 - 5 Ağustos 1946)’de Diyarbakır milletvekili seçildi. VIII. Dönemde (5 Ağustos 1946 - 22 Mayıs 1950) de TBMM’de parlamenter olarak görev yaptı. Ancak 1950’den sonra politikayı bıraktı ve 1952 yılında emekliye ayrıldı. Sonradan, görülen ihtiyaç üzerine Ziya Gökalp Lisesi ile 1969-72 yılları arasında Sağlık Koleji’nde edebiyat derslerini okuttu. Daha sonra çiftçilikle uğraştı. Evli ve 3 çocuk babasıydı.
ESERLERİ (Şiir):
Orhan’ın Mektubu (1926), Ağlarım (1936), Kendime Dair (1969).
HAKKINDA:
Afşin Oktay-Kemal Bağlum / Biyografiler Ansiklopedisi (1959), TDE Ansiklopedisi
(c. VI, 1976-98), Şevket Beysanoğlu / Diyarbakırlı Fikir ve Sanat Adamları (c.
II, 1997), TBE Ansiklopedisi (2001), İhsan Işık / TEKAA (2006) - Diyarbakır
Ansiklopedisi (2013).
Köşe
başındaki büyük evin sahibi Osman Ocak Diyarbakır'ın tanınmış Nakiboğlu
ailesindendi. Orta boylu, beyaz tenli, zayıf yapısı ve çok renkli, çizgi dışı
kişiliği, güzel konuşması, zekice esprileri ve güzel giyimi ile herkesin
tanıdığı ve saygı duyduğu bir kimseydi. Bir zamanlar CHP'den de milletvekilliği
yapmıştı.
Yıllar
soma değerli Ocak ailesi ile kişisel çok yakınlığımız oldu, akran olduğumuz
gençleriyle yakın arkadaşlık yaptık, aynı sınıflarda okuduk, aynı üniversitede
çalıştık, aynı sosyal kurumlarda hizmet verdik. Özellikle aynı ailenin bir
ferdi olan yazar rahmetli Esma Ocak'la, Diyarbakır Tanıtma Kültür ve
Yardımlaşma Vakfı'nda 10 yıl (1990-2000) inanılmaz bir çalışma dönemimiz oldu.
Bu dönemi hayatımın sosyal ve kültürel bakımdan en verimli geçen dönemi kabul
ediyor, çalışma arkadaşlarımı da sevgi ve özlemle anımsıyorum.
Ziya
Gökalp Lisesi'nde 60'lı yılların başında edebiyat dersimize gelen Osman Ocak,
öğrenci deyişiyle "Hacı Osman", öğrenim hayatımızda birçok edebiyat
öğretmeni gelip geçmesine rağmen farklı bir edebiyat hocası olarak hiç
unutulmayan bir insandı. Divan edebiyatını çok iyi bilen, aruz vezniyle şiirler
okuyan ve yazan Hacı Osman, kötü şiir okuyanlara çok kızar; örneğin Fuzuli'den
bir şeyler okunmuşsa "Sus! Fuzuli'nin kemikleri sızlıyor" diye hemen
öğrencinin sesini keserdi.
Yıllar
sonra Diyarbakır Vakfı kitaplığını düzenlediğimizde Osman Ocak’ın şiir kitabını
bulmuş, aynı dönemi yaşayan arkadaşlarla onu rahmetle anmış, ortak
hatıralarımızı dile getirmiştik. Ev ödevi verirken kitaba bağlı kalmaz, bir
beyit yazdırır, bizden bunun kime ait olduğunu bulmamızı isterdi. Bazı
ipuçlarından yola çıkarak heyecanla divan edebiyatı ile ilgili kitapları
karıştırır, sonunda sorulan şairi bulduğumuzda da yeni bir keşif yapmış gibi
sevinirdik. Belki de bize bu dersi sevdiren ve Osman Ocak'ı unutturmayan bu
araştırıcılık yönüydü.
Bize
ödev olarak verdiği; "Ne yanar kimse
bana ateş-i dilden özge, / Ne açar
kimse kapım bad-ı sabadan gayri... "
Bu
beytin kime ait olduğunu ve açıklamasını öğrenmek için grup halinde Ulu
Cami'nin üzerindeki kütüphaneye gitmiş, biraz da bilenlerin kopyası ile
"Fuzuli" divanını bulmuş, ödevimizi hazırlamıştık.
Divan
şiiri ile ilgili bir açıklama sırasında hocanın gözüne girmek için yaptığım
gereksiz ve ayrıntılı konuşma rahmetlinin gözünden kaçmamış ve sınıfın içinde
"Atma Recep, din kardeşiyiz" demesi günlerce arkadaşlarımın dilinde
benimle ilgili alay konusu olmuştu. Ayrıca babamın adının Recep olması da tam
yerine oturan bir espriydi.
KAYNAK: Halil Değertekin / Bir Ev… Bir
Sokak… Bir Şehir… Diyarbakır Anıları (2012).
Gece gündüz baş başa, bir yıl seninle kaldım.
Gönlümün elemini sularınla yıkadın,
Neşeli günlerimde sana baktım gam aldım.
Bazı munis okşadın, bazı da hırpaladın.
Dinledim gürültünü, bir kış bütün, ey Dicle,
Şimdi de sıra benim, artık sen beni dinle,
İşitmekte derdini, pek yoruldum, usandım,
Konuşmak istiyorum ben de biraz seninle...
(Kendime Dair'den,1969)