Romancı,
ressam. 13 Ağustos 1929, İstanbul doğumlu. Beyoğlu 29. İlkokul ve Beşiktaş Kız
Lisesi mezunu. Evlenmedi. Makale, öykü ve şiirleri Millî Kültür, Yeni Defne,
Yeni İstanbul, Eflatun ve Ana dergilerinde yayımlandı. 13
Numaradakiler adlı romanıyla Hürriyet gazetesinin 1971 yılında
açtığı roman yarışmasında ikincilik ödülünü kazandı. Fotoğraf ve resim
sergileri açtı. Özel kütüphanesini Beşiktaş Lisesi Kültür ve Eğitim Vakfına
bağışladı. Kalp Ağrısı ve Gönüllü Kahraman adlı eserleri radyoya
uyarlandı. Türkiye Yazarlar Sendikası ve İLESAM üyesidir.
“Özdeğerlerimizi
ustalıkla yansıtırken, çirkinlikleri de ortaya sererek, soylu insan, üstün
insan örneklemesini savsaklamadan, bir demet çiçek gibi önümüze koyar.” (Ömer Nida)
“Muallâ
Sümer insanları çok iyi tahlil etmektedir. İnsanları çok iyi tanıyor. Ve insanların
yaşantılarını, duygularını gerçekelrin dışına çıkmadan olduğu gibi veriyor.” (F. Hüsrev Tökin)
ESERLERİ:
ROMAN:
13 Numaradakiler (1984), Yaşamak Diye Bir Şey (1986), Ve
Yalnızlık Vardı (1987), Doğa Senfonisi (1989), Sevgi Nerede (1995).
ÖYKÜ:
Ham Şeftali (1989).
DENEME-İNCELEME:
Düşünce (1995), Doğum Yeri: Dersaadet (1997).
HAKKINDA:
Nuşin Kavukçuoğlu / 13 Numaradakiler ve Muallâ Sümer (Eflâtun dergisi, Nisan
1986), Ayhan Hünalp / Muallâ Sümer Gerçekleri Seviyorum (Çağdaş Sanat dergisi,
Mart-Nisan 1987), F. Hüsrev Tökin / Ekspres gazetesi (Mart 1987), Bülent Akkurt
/ Muallâ Sümer’in Bir Öykü Kitabı ve Bir Romanı Yayımlandı (Sanat Çevresi
dergisi, Şubat 1990), Ömer Nida / Kadın Romancılarımız - Başlangıçtan Günümüze
Kadar 1892-1991 (1991), Bülent Akkurt / Muallâ Sümer’in Yeni Romanı (Sanat
Çevresi, Mayıs 1995).
Sayfa 9:
İnsanlarla beraberken kendini “yalnız” hissetmek çok korkunçtur. Tek başına iken bile; büyük bir toplum içindeymişçesine dopdolu yaşamasını bilenler güçlü olanlardır.
Sayfa 23:
Açlık-delilik-hastalıkların her türlü ve yeni türleri gün geçtikçe artıyor. İyi bir gözlemci insanları incelediğinde: Korku-açgözlülük-desise-panik-gafletten başka bir şey göremiyor. Sağduyulu azınlık ise; sevgi ve dostluk şarkıları söylüyor. İyi yapıyorlar: Etkisi nokta ve damla halinde de olsa; dostluk ve sevgi şarkısı tekrarlandıkça etkisi artacaktır. “Akıl” bu “Sevgi Serenadı”nı duymazdan gelemez.
Sayfa 60:
Soğuk ve sert rüzgâr, sağanaktan boşanırcasına yağan yağmur insancıkları paniğe uğratmış-evlerine kaçışabilmek için küme halinde iskeleye toplanmışlardır. Kapkara gökyüzü, ondan da kar deniz, yan yana gelen küçük vapur sırılsıklam olmuş insanlar dramatik bir tablo oluşturmuşlardı… Her yer göl Doğa gücünü gösterip şamarlıyor yarattıklarını, kendini güçlü sanan insanoğlunun fiyakası bir yağmurla bozuluveriyordu. Panik halinde kaçışıyorlar.
Sayfa 8:
O kadar çok düş kurmuştu ki, o güzellikler üstüne. Yeşilin bin bir tonuna hayran olup, “yeşil” den bir “deniz” e istekle dalmışçasına haz duymuştu. Nasıl ki; sıcak yaz günlerinde bedenimiz, denizin serinlikleriyle sarıldığında sonsuz hazlarla dinlenir-dinginleşirse, öyle bir haz işte.
Sayfa 70:
En çok rahatsız olduğu; bilinçsizce doğrulmuş, gelişigüzel yetiştirilen bir sürü çocuğunu bağırış çığırış sürükleyen şaşkın kadınlardı. “Sarı inek sancağıyla, doksan dokuz enceğiyle…” annesinin acı bir dudak büküşle söylediği bu sözleri Baylan ne zaman işitse; küçük bir kahkaha atmaktan kendini alamazdı. Koskocaman bir ineği ağır ağır yol alırken görür, çevresindeki buzağıların deli bozukluklarını çaresiz ve hüzünlü bakışlarla izleyişine gülerdi.
Sayfa 104:
Akşam vakti, her kadının hüzünlendiği saatlerdir: Gerçekleşmemiş istekler, erişilmemiş sevgiler, kavuşulmamış sevilenler, boşa çıkan umutlar, endişeler, korkular nedense hep akşam saatlerinde sinema şeridi gibi, gözlerin önünden geçer gider, geri döner sonra gene geçer gider. Kadınlar akşamüstleri belli belirsiz bir sinirlilik içinde düşlerler nedense. Bütün bunlara sonbahar hüznü ve gelecek kışın ürpertisi de eklenmişse…
Sayfa 395:
Sonbaharda; kızıl pas renkleri Van Gogh ve altın sarıları, saman sarıları, yanık kahverengiler, boz dikenlerle hareketlenen karalar, eflatunumsu mavi tüllerle sihirli bir görünüme bürünüyorlar.
Tül kalktığında pırıl pırıl bir güneş genç âşıklara yaşama sevinci veriyor. İstanbul’un sonbaharı şaheser!
Sayfa 402:
Bulutlar çok renkli, hareketli, heyecanlı, akıcı. Rüzgâr önüne katmış götürüyor, renk renk, biçim biçim bulutları. “Nureyef’in Giselle balesinde; siyah kadife pelerinini, o duygulu, usta kaslarıyla, canlı bir varlık gibi biçimden biçime geçirerek üzüntü ve dehşetini ifade edişine benziyor..”, “Bulutlar bir baleyi canlandırıyor sanki…”
Sayfa 21:
İnsanlar bir makinenin çarkları arasına sıkışmış, gittikçe hızlanan bir tempo ile mekanikleşiyorlardı, ruhsuzlaşıyorlardı sanki. Artık insanlar pek gülmüyordu; geçim endişesi ile asılmış yüzleriyle sokaklarda koşuşup duruyorlardı. Davranışlar katılaşmıştı. İnsanlar tahammülsüzdü artık.
Para kazanabilme savaşının getirdikleri!
Para!. Yüzyılımızın tanrısı!. Yüzyılımızın ikiyüzlülük getiren tanrısı!.
Kudretiyle bütün insanlığı birbirine düşüren tanrı! Kudretiyle; yalancı gülüşleri, yalancı yakınlıkları getiren tanrı!
Sayfa 41:
İncelemek-eleştirmek-savunmak-veya suçlamak, yol göstermek, akıl vermek için konuşuyor anlatıyor-yazıyor-çiziyordu, insanoğlu…
Filmler çekiliyor, oyunlar sahneye konuyor, kitaplar-dergiler çıkarılıyordu.
“Her şey insanoğlu için, insanoğlunu daha üst düzeye çıkarmak için..” deniyordu. Üst düzeye çıkmış gibi görünen insanoğlu, bir de bakılıyordu; ilk çağlardakinden ayrımsız o kadar ilkel…
Garip bir rastlantı olarak; aynı apartmanda oturmakta olan “Yalnız Kadınlar” dı. Acılarında-çırpınışlarında-umutlarında yalnızlardı. Olayların gelişimini durdurmak, akışını değiştirmek çabaları boşunaydı. Her şey önceden alınlarına yazılmıştı. “Yazgı” ya karşı ne kadar güçsüz olduklarını düşünemeden yaşama uğraşındaydılar.
Kimi; çabalarında başarılı oldu, kimi tükendi. Onlar “Yaşam” denen büyük oyunda kendilerine düşen rolleri oynuyorlardı. Kimini acılar olgunlaştırdı; her güçlüğe karşın yaşama savaşını sürdürebildi, kimi yarım bıraktı.
Onlar; içimizden birkaçıydı. Her gün karşılaşıp iç dünyalarını bilemeden-bir bakış atıp-geçip gittiklerimizden.