Şair ve yazar. 7 Aralık 1948, Durulova köyü / Akçadağ / Malatya doğumlu. Turan Emeksiz Lisesini bitirdi (1968). Sonra Diyarbakır Eğitim Enstitüsünde Türkçe-edebiyat öğrenimi gördü. Luneburg Meslek Yüksek Okulu Sosyal Danışmanlık Bölümnden mezun (1983) oldu. Hekimhan Gökçe Ören köyünde ve Malatya il merkezinde kısa bir dönem öğretmen olarak çalıştı. 1972 yılından sonra yaşamaya başladığı Almanya’da Meslek Yüksek Okulu Sosyal Pedagoji / Danışmanlık bölümünü bitirdi.
Kimya işçiliğinden, sosyal danışmanlığa dek birçok iş yaptı. 1983 yıllından beri yerel bir radyo atölyesinde yayın Sosyal pedagogu/sosyal danışman olarak çalışmaktadır. Evli ve üç çocuk babasıdır.
Edebiyat uğraşının yanı sıra, yaşadığı toplumlarda gözlemlediği ilginç şeyleri konu edindiği fotoğraflarını da sergilemektedir. Şiirleri, öykü ve makaleleri birçok Avrupa ülkesi ve Türkiye’de çeşitli kitap, gazete ve dergilerde yayımlandı. Kıyı dergisinin düzenlediği İbrahim Yıldız Şiir Ödülü yarışmasında Günün Gülüşü adlı kitabı övgüye değer bulundu. Ayrıca Stuttgart Kültür Dairesi, Stuttgart Üniversitesi ve Yenigün gazetesi tarafından düzenlenen yarışmada ve Alevilerin Sesi dergisinin düzenlediği yarışmada üçüncülük ödülü aldı. Almanya Münster Kentinin Kültür, Sanat ve Edebiyat altın nişanını aldı. Eserleri Almanca, İngilizce Fransızca ve Sırpçaya çevrildi. Almanya’da Öğretmen ve öğrenciler için hazırlanan ders kitaplarında yer aldı.
İlk şiiri
1963’te Gayret (Malatya) gazetesinde yer almıştı. Daha sonra ürünlerini Cumhuriyet
Hafta, Yeni Evrensel, İnsancıl, Milliyet, Akdeniz Sanat, Kırkmerdiven, Tohum,
Homeros, Türkiye Postası, Devrek’in Sesi, Günaydın, Köprü, Merhaba, ABC,
Berfin-Bahar, Yaban El, Yeni Posta, Mozaik (Almanya), Die Brücke
(Almanya) gazete ve dergileri ile şiir antolojilerinde yayımladı. İki
Değirmen Taşı ve Kiraz Dalı kitapları Almanca’ya çevrildi. Şiirleri Kıyı
dergisinin 1996 İbrahim Yıldız Şiir Ödülünde övgüye değer bulundu. 2000
yılında Alevilerin Sesi dergisi ve Stutgart Kültür Dairesi ile Yenigün
gazetesinin düzenlediği şiir yarışmalarında üçüncülük ödülü aldı. Kısa
öyküler yazmakta ve ustalık derecesinde kullandığı fotoğraf makinesi ve çeşitli
konularda yazdığı yazılarla yabancı işçilerin Alman toplumuna uyum sağlama
sırasında karşılaştıkları sorunları anlatmaya ve belgelemeye çalıştı.
Molla Demirel İçin Ne Dediler?
“Molla’nın şiirleri gibi konuşmalarına da
doğa sevgisi egemendir. Şakır gibi insanın insanla kardeşliğini söyler. Yurt
özleminden sürekli yandığı için de bakasınız sözcüklerle insanın yüreğine değen
çığlıklar atar.” (Fakir Baykurt)
ESERLERİ:
Şiir:
Dünyam İki Değirmentaşı-Zwischen den Mühlenstein (1987),
Bir Uzak Yerden Geldim (1989), Sevdanın Rengi (1993, 2. Bas., 1995),
Günün Gülüşü (1994),
Kiraz Dalı ve Acılarım (1996),
Yaprak Yaprak Şiir - Blat für Blat
Gedichte (Verlag Anadolu, 2001),
Sanattan
Sevgiye - Die Kunst zu Lieben (Türkçe - Almanca, 2009),
Yaşam ve Sevgi Şiirleri
(Sondernpunkt Verlag, 2016),
Elif’in Yılkı Atları (Sondernpunkt
Verlag, 2017).
Öykü:
Sevginin Düşü (1996),
Yaşamdan Bir Gün (Multikulturelle Forum, Lünün, 2000), Gizli Bir Sevda
(Anadoluverlag, D- Höckelhoven, 2006), Gün Işığında Öyküler (Antalya 2014), Elif’in
Yılkı Atları, Gizli Bir Sevda (2020).
Deneme:
Barış Ağıdı
(1997), Kin, Kan ve Öfke
(1997), Makinamın Objektifi (2000), Alevler İçinde (2007), İki Kanaldan
Beslenen Edebiyat (Antalya 2012), Kara Bulutlar Arasında (Antalya 2013).
Çocuk Kitabı:
Elif ve
Yunus Balıkları (Masal, 2009).
Molla Demirel; edebiyat, araştırma ve seçki çalışmalarını sürdürüyor.
Bu çalışmalardan birkaçı:
- Pir Sultan Abdal Ve Sivas’ta
Yananlar Seçki (Özel Yayın)
- Nazım Hikmet, Hasan Hüseyin Ve
Ahmet Arif’in Şiir Sanatı Üzerine)
- Âşık Veysel’in Sazı ve Sevgi
Türküleri, Seçki (Özel Yayın)
- Demokrasi ve Aydınlarımız Seçki
4 Cilt.
- Şiirde Dil, İmge ve Estetik
Üzerine Yazılar Seçki 4 Cilt
- Roman, Masal, Öykü ve Çocuk
Edebiyatımız ve Estetik Seçki 4 Cilt
- Edebiyat ve Sanatın Toplumsal
İşlevine Bakış
- Türkiye’de Rejim, Sendika ve
İşçi Sınıfı sorunu,
- Türkiye’de Kürt Sorunu ve Komşu
Ülkelerle ilişkiler Üzerine, , Seçki 2 Cilt
- Türkiye’nin Avrupa ve ABD ilişkiler,
Seçki 2 Cilt
- Türkiye’de Devletin Alevilere,
Azınlıklara ve Şeriata Bakışı
Almanya ve Türkiye’de yazı ve şiirlerinin yer aldığı antolojiler:
1- Sevgi Şiirleri Antolojisi İzmir
1992
2- İnsancıl Şiirlerden Seçki
Akdeniz yayınları, Antalya 1998
3. Nachlese,
Eggenkamp-Verlag, Greven 1990
4- Almanya’da yabancı, Türkiye’de
Almancı, Merhaba, Presse-Druch
Augusburg, Neu - Ulm 1994
5- Kreuzung / Kavsak, Deutsch /
Türkisch, Verlag Anadolu, Hückelhoven 1995
6- Band: 5,6,7. Internationaler
Remscheider Literaturabend (Kulturservice der Stadat Remscheid 1996-98 )
7- Fremde deutsche Literatur,
Stadt - und Landesbibliothek Dortmund, Verein für Literatur e.V. 1996
8- Temel Türkçe 11 Anadolu /
Ortadoğu, D.Hückelhoven 1996
9. Worte und Wege, Triga Verlag -
Remscheid 1997
10. Brüche und Übergänge zwischen
den Kulturen, Jovis Verlag - Berlin 1997
11. Münsteraner
Literaturmeisterschaften 1996-1998,
Egenda Verlag 1999
12. Doğumunun 100. Yıldönümünde
Nazim Hikmet, Verlag Anadolu D-Hückelhoven, Münster 2002
13. Fakır Baykurtu Anarken, Kardeşlim Yaralısın,
Tetragon Yayınları, İstanbul 2002
14. Einfach Deutsch R.
Unterrichtsmoddel, Schönningh Verlag, Padernborn, 2004 und 2015
15. Bir Bilim Kadını Gönül Pultar,
Tetragon Yayınları, İstanbul 2016
14. Şiir Yarışmasından Şiir
Seçkileri Geast. Verlag Vechta 2016
15. Emek Şiirlerinden Seçki,
Evrensel Yayınları, İstanbul 2016.
KAYNAKÇA: İhsan Işık / Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004)
- Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye
Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007).
Her yıl yaz sıcağının
çekilmez günlerinde Ayşe Teyze sık sık bu arabayı biraz daha geniş ve klimalı
yeni bir arabayla değiştirmeyi önerirdi. Ancak Hasan Amca’nın gönlü
Vosvos’undan vazgeçmiyordu. Onun arabasıyla bir çok anıları vardı. Ayşe Teyze
ile yaşadığı o ilk güzel anıları hiçbir yeni araba ve kliması ile değişemezdi.
Aşırı sıcaklarda arabanın camlarını açar, içini havalandırırdı. Ayşe Teyze,
sahilde piknik yapmak için gerekli yiyecekleri bir sepetin içine yerleştirdi.
Ardından su termosuna su ve buz koydu. İkisini getirdi dış kapının önüne koydu.
Elif çoktan sabırsızlanmaya başlamıştı. Annesini beklediği her saniye, ona bir
yıl geçmiş gibi uzun geliyordu. Bir yere gidecekleri zaman annesi evin her
tarafını dolaşıp her şeyi gözden geçiriyordu. O annesinin bu davranışına bir
türlü bir anlam veremiyordu. Ne yapmıştı bu gün Annesi?
Önce ortalığı toplamıştı. Ardından gerekli her
şeyi düzenli paketlemişti. Meyve, ve sebzeleri tek tek yıkamıştı, kurulamıştı.
Sonra ekmeği dilimlemişti. Bütün bunların ardından hazırladıklarını özenle
piknik sepetine yerleştirmişti. Bu hazırlıkların ardından yeniden mutfağı
derleyip, toplamaya başlamıştı. Bunların hepsi Elif için boşuna harcanan zaman
olarak görülüyordu. Artık bahçede, kapının önünde annesini beklemekten usandı.
Sabrı tükenmek üzereydi, gelip arabanın içine oturdu. O bir an önce denize
gitmek istiyordu. Beklemekten sabrı tükendi ve bağırdı:
“Anne gel artık,
beklediğimiz yeter!”
Hasan Amca’da o ara
abrasında Ayşe Teyze ile yaşadığı anılara dalmıştı. Elif’in sesiyle o bir rüya
gibi hatırladığı anılarından ayrıldı ve kendisine geldi. Sıçradı eşinin kapının
önüne bıraktığı eşyaları getirdi, arabanın bagajına yerleştirdi. Hep birlikte
“Vosvos”un içine oturdular, yola çıktılar. Elif’in heyecanın artıkça artıyordu.
Kentin uzun düz caddelerini geçtiler. Şehirde çıktıkları andan itibaren
dağlılık alan başlıyordu. Yollar dağ eteklerinde çok dolambaçlıydı. İki uzun
tüneli geçtiler. Dağ yamaçlarından aşağı deniz manzarası göz kamaştıracak kadar
güzeldi. Mavi deniz sularının gökyüzünden akan güneşin renkleri ile bu kadar
çok güzel süslendiğini ilk kez görüyordu sanki. Kuzudere mevkiine varınca yol
boyunda Camyuva şildini gördüler. Hasan Amca başı ile denizi gösterdi.
“Burası Kuzudere
mevkisidir. Kemer yöresinin küçücük ama en güzel koyudur. Eskiden burası
yunusbalıklarının mekanıydı. Şimdi de arada bir uğradıkları söyleniyor” dedi.
Elif hemen babasının
ağzından sözü kaptı.
“Ne,
yunusbalıkları mı? Yani delfinler varmış burada?” dedi merakla Elif.
“Evet eskiden burada
Deflinler yaşardı. Daha geçenlerde burada bir Yunusbalığının görüldüğünü
söylüyorlar.” diye onu yanıtladı Hasan Amca.
“Baba o zaman burada
denize girelim” dedi Elif.
Ayşe Teyze söze karıştı. (…)
KAYNAK: Molla Demirel (Elif ve Yunus Balıkları).
Söyle
gülüm / bitsin bu savaş
Söyle
meleğim
Neden
şu kuşlar / Şu çiçekler gibi
Kardeşçesine
yaşamaz bu insan?
Söyle
gülüm / bitsin bu savaş
Atın kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
ölmesin
çocuklar
ağlamasın
analar
yok
olmasın umudu
nişanlı
eli kınalı kızların
atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
Söyle
gülüm / bitsin bu savaş
Söyle
yavrum/ Söyle gülüm / Neden koymaz
Terazinin
kefesine yüreğini
Barıştan
mı savaştan mı / Sevgiden mi
Nefretten
mi / Neden yana insan?
Söyle
gülüm / bitsin bu savaş
Atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
akmasın
kan
kulaklarımızı
yırtan
bu
çığlık sesleri
yavrularını
yitiren anaların
Söyle
Meleğim / bitsin bu savaş
Neden
/ Karıncalar kadar çalışkan
Arıları
gibi kardeşçe / Dünyamızın
Tek
kovanında yaşamaz insan?
Atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
ölmesin
çocuklar
bombalanan
yakılan
ormanlar
yıkılan
kasabalar
kentler
keklik
gibi avlanan
nişanlı,
evli gençler
Atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
görün
kül olan göz nuru evler
ekinler,
bahçeler
ve
nehir gibi akan
öksüz
kalan çocukların gözyaşı
Atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
kırma
dallarımı
kırılmasın
kolların
bırakın
kanatlasın tomurcukları fidelerimin
hepimiz
bu yer yüzünün çiçekleriyiz
Atın
kardeşlerim
atın
elinizdeki silahları
bitsin
bu savaş
ölmesin
çocuklar
Molla Demırel
„VERBORGENE
LIEBE“
Das Buch „Verborgene Liebe“ von Molla Demirel beruht auf wahre Begebenheiten.
Im Mittelpunkt stehen Frauen aus unterschiedlichen Kulturen – Deutsche, Armenierinnen, Kurdinnen und Türkinnen - die versuchen, sich über ethnische und religiöse Widerstände hinwegzusetzen, um letztendlich mittels Kraft der Liebe Frieden und Freundschaft in die Welt zu bringen.
Liebe ist die Voraussetzung für Glück, Achtung vor dem Leben und den Menschen; nur wer lieben kann, erkennt, dass jeder Mensch an sich das kostbarste Gut ist.
Das Buch behandelt Probleme und moralische Wert, die so nicht nur in Dorfgesellschaften, sondern auch in Industriegesellschaften auftreten; Liebe und Mitgefühl werden ersetzt und verdrängt durch die Konzentration auf Besitz und Kontrollwahn. Der Leser erhält einen Einblick über die Konsequenzen, die eine Gesellschaft unweigerlich zu tragen hat, wenn sie die Profitgier über den Menschen stellt.
Das Werk umfasst sowohl vergangenes als auch aktuelles Zeitgeschehen aus Sicht der Frauen.
Frauen haben seit jeher mit ihren Lebenswegen Zeitgeschichte geschrieben, sowohl in und nach den beiden Weltkriegen als auch heute, in den Kriegen im Nahen Osten. Der Zustand einer ganzen Gesellschaft spiegelt sich an der jeweiligen Lage der Frauen wider; man erfährt, wie es um Hoffnung und Gefühle im Allgemeinen steht. Frauen können anhand ihres persönlichen Schicksals das Panorama einer ganzen Gesellschaft vor Augen führen. Bei Männern wird meistens von großen Taten und wichtigen Ereignissen gesprochen, die letztendlich die Politik umfassen. Frauen dagegen legen einen großen Erfindungsreichtum an den Tag wenn es ums Überleben geht, und bleiben dabei dennoch Bescheiden. Nur wenn die Gesellschaft den Frauen eine Chance gibt ihr wertvolles Potential auch einbringen zu dürfen, werden sich langfristig Ziele wie Liebe und Weltfrieden erlangen lassen.
Die Hauptvoraussetzung hierfür sind Bildungsmöglichkeiten für alle.
Das Buch „Verborgene Liebe“ von Molla Demirel ist erhältlich bei Kaktus Münster e.V.
(Kontaktdaten befinden sich auf der Homepage www.kaktus-net.de).
Die Einnahmen aus dem Verkauf sowie von den Lesungen werden für notleidende Kinder aus Kriegsgebieten eingesetzt.
ANADOLUDA OLUŞAN ÇOK ÇİÇEKLİ BİR KÜLTÜR BEÇESİ
NURİ ERKAL
Bu başlık Molla Demirel in "Çok kültürlülük” yazısından bir alıntıdır. Her yıl Antalya’ya gelişinde onun şiirlerinden bir demet seçki yapar TRT kanalıyla dinleyicilerimize sunarız. Anadolu’da yaşayan uygarlıkları anlatmakla kalmaz. Halen kırk (40) dan faz konuşulan dilleri, yaşanan kültürleri öylesine güzel bir harmanlar ki ustalığına şaşmamak elden değildir. Halkların sevdasını, inceliklerini, beklentilerini kısacası günümüzdeki dünya insanının yaşantısını ele alır. Molla günümüzde halk dilinde, halk türkülerinden en iyi yararlanan şair-yazarlarımızdan biridir.
Molla’nın şiir ve düz yazılarını okuyan her insan onun anlaşılır bir dil ve usta bir kurguya sahip olduğuna tanık olur. Özellikle her dizeye birden fazla anlam yüklediğini görürüz. Bu çok anlamlılık hem imgeyi güçlendiriyor. Hem şiirde ki zarifliği, inceliği ve şiire verilen emeği ortaya koyuyor. Onun şiirindeki gerçekçilik duygusu o kadar güçlü ki onun bu gücüne toplumların çok kültürlülük anlayışıyla yaklaşmayan hiç bir şairde rastlamak mümkün değildir. Sevda, kavga, doğa ve barış onun şiirinin temel öğeleridir.
Bu nedenle ben Molla Demirel’in şiir ve yazılarını bir çok programımda okudum. Onun bu çalışmalarını “Anadolu kültürlerinin oluşturduğu güzel bir şiir bahçesi” olarak adlandırdım. Sonuç olarak toplumcu bir şair ve yazar olan Molla’yı ve şiir anlayışını çok kültürlü bir yazın adamının, bir şairin edebiyata bakışı ile ele almadan değerlendirmek mümkün olmadığını söylüyorum.
(18 Ağustos 200 TRT / Antalya)
BARIŞ TUTKUSU
FAKİR BAYKURT
"Molla'nın şiirleri gibi konuşmalarına da doğa sevgisi, barış tutkusu eğemendir. Şakır gibi insanın insanla kardeşliğini söyler. Yurt özleminden sürekli yandığı için de bakarsınız sözcüklerle insanın yüreğine değen çığlıklar atar.
O benim gibi ,"sevi" demez, ,"aşk" der. Ona göre aşk‚ “Yüreğin ilk görüşte duygulanması“dır. Dikkat ederim, göz değil, yürektir onda gören. Ona göre aşk, "Ölçülü konuşmaktır sevgilinin yanında.” hem de.. Halkın neferi olmak" tır. Onun kalemi, boyasını "Sevgilinin gözlerinden alır." Sonra da "Bırak dizelerinde sözcük olayım" der sevgiliye. Onun mercan ışıltılı şiir1erini sanırım sizler de seveceksiniz. Bakın şuracığa kısa bir parça alayım görün:
Evlerimiz göz göze
Aramızdaki yol on metre
Yüreğimde açan
Bin beyaz karanfil
Benden sana uzanan
Güneşli on yıl
Sıcaklığın beni ısıtan bu gece
Yıldızların altında
Duruyoruz göz göze
.... Kısacası Molla Demirel şu dünyadaki şair kardeşlerimden biridir.“
(Eylül 1994, Sevdanın Rengi, Toplum yayınları , Ankara 1995)
BİR HERCAİ MENEKŞE
CAN YÜCEL
Molla yi ilkin şair olarak değil, molla olarak tanıdım. öyle bir molla ki, sanki ,,Ağır ol, molla desinler" lafını ömründe işitmemiş! Bir kaldırımdan bir kaldırıma seğirtiyor, bir daldan bir dala atlıyor. Öğretmen, sosyal danışman, turizmci, radyo yayıncısı, fotoğrafçı... Bu kitabıyla önüme dikilene dek bilmediğim son marifeti de şiir... Tek bir işte yoğunlaşmanın başarıda şart olduğu söylenir ya, o, bizim kıpır kıpır Molla’ya göre değil... Coşkunun, heyecanın derinleşmeyi nasıl solladığını, aşkın meşki nasıl çalımladığını onu tanıdıkça daha iyi anlıyorsunuz. Hercai belki ama, bağı, bahçeyi 3abâd eden bir hercai menekşe..”
(Mayıs 1994, Sevdanın Rengi, Toplum yayınları , Ankara 1995)
ÇOCUK KİTAPLARI ÜZERİNE
ALİ ÖZENÇ ÇAĞLAR
Beni bu yazıyı yazmaya iten çok renkli pırıl pırıl bir çocuk kitabı oldu. Kitabın ismi Elif ve Yunus Balıkları. Bu tür çalışmalar aslında yazarları en fazla zorlayan bir alandır. Diğer öykü, şiir, roman dallarında kalem oynatırken elde ettiğiniz rahatlığınızı burada gösteremezsiniz; çünkü bu tür hata kaldırmaz. Çocuk kitaplarında hem çocukların fantezilerini geliştirip, onların hoş vakit geçirmelerini sağlayacak, hem de onlara kalıcı bir takım insani değerlerin algılanmasında yol gösterici olacaksınız. Üstelik bunu öyle tepeden inme değil, düzeyine inerek, o küçücük yüreklerine dokunarak yapacaksınız. Çünkü çocukların kızdığı şey, kendilerine sürekli çocuk muamelesi yapılmasıdır. Onlar da diğer bireyler gibi ciddiye alınmak isterler. Bir oyunu kurarken kendilerine sorulmasını beklerler; açıkçası eşit ilişkiden yanadırlar. Örneğin baba, anne, abi rolüyle onlara yaklaşmaya kalktığınızda hemen tepki verirler.
Elif ve Yunus Balıkları isimli kitap, yukarıda saymaya çalıştığım bu özellikleri gözüne almaya çalışarak hazırlanmış olduğu için dikkatimi çekti.
Konu: Hasan Amca, Ayşe teyze ve kızları küçük Elif’in bir sahil kasabasındaki tatilini ve Elif’in o tatil sürecinde ilk defa gördüğü, tanıdığı Yunus Balıkları ile olan arkadaşlığını anlatır. Sürükleyici sıcak bir dil kullanan yazar, öykünün ayrıntılarını kavramamızda bize hayli yardımcı olur. Öyle ki, kitabı okurken, biz de Elif ile sevimli Yunus’un peşine takılıp onlarla birlikte gün boyu denizde yüzer dururuz.
Yazar Molla Demirel burada yaz mevsiminin o muhteşem renk-leriyle doğayı da düğüm düğüm işlenmiş bir Anadolu kilimi gibi gözler önüne serer; bir an için suyun, denizin kokusunu içinizde hissedersiniz. Bu başarılı betimlemeler öyküyü bir daha gerçekçi kılar.
Öte yandan Hasan Amca’nın ve annesi Ayşe teyzenin mutluluğu da öykü süresince bizi yalnız bırakmaz.
Sayfalar tükenip öykü bitince bizler farkında olmadan küçük Elif’in ailesiyle birlikte o yaz tatilinin huzurunu paylaşmış oluruz. Bazen deniz, bazen Yunus, bazen de kıyılara halka halk’a yayılan dalgacıklar misali kendi içimizde çoğalır dururuz.
Yazar bu çalışmasıyla hem çocukların hem de büyüklerin severek okuyabileceği güzel bir öykü çıkarmış ortaya. Dileğim tüm çocukların böyle bir kitaba sahip olmalarıdır.
Ali Özenç Çağlar
Haziran 2009
GİZLİ BİR SEVDA ÜZERİNE
Avukat DİLEK KARABUDAK
Bu ad Anadolu Verlag (D- 41825 Hückelhoven) ’ın yeni yayınladığı bir öykü kitabın adıdır. Almanya’da yaşayan göçmenlerin günlük yaşamını ve kökenlerini 34 yıldır irdeleyen yazar-şair Molla Demirel Gizli Bir Sevda’nın konusunu yaşanmış gerçek olaylardan almış. Anadolulu kadının aileye yaklaşımı ve ailesinin onuruna kendisini nasıl feda ettiğini ve yüreğinde taşıdığı sevdayla nasıl eridiğini şiirsel bir dille veriyor. Yazar olayları yaşayanlarla konuşarak işlemiş. Ancak konuları işlerken öykü diline, öykü sanatının toplumsal yaklaşımına yeni bir pencere açmış. Oysa yazar öyküleri işlerken oldukça sanatsal kaygıdan uzak durduğunu vurguluyor.
Burada işlenen özellikle sadece kadının sevgiye bakışı değil, kadının toplum ve aile içindeki yeridir. Şiirsel bir dille toplum ve ailenin gerektiği zaman kadını nasıl paraya dönüştürdüğünü anlatıyor. Kitabın ön sözünde kitabın bütünü söyle değerlendiriliyor:
“Bu sorun ve erdem sadece nüfusunun büyük bölümü köylerde yaşayan bir toplumun olgusu değildir. Bu sorun yaşamını sermaye üzerine, pazar üzerine kuran gelişmiş sanayi toplumlarında daha yaygındır. Sevginin yerini paranın, merhametin, insani duyguların yerini hakim olma ve yönetme hırsının aldığı toplumlarda insan balık gibi her an güçlünün ve sermayenin oltasına takılır. İstemeden onların sofrasına meze olur. Başka bir deyimle bir buğday tanesi gibi düşer iki değirmen taşı arasına un olur, yok olur. Zaten insanın ve insani değerlerin yerine mülkiyeti, sermayeyi öne çıkaran anlayışa sahip toplumlarda yoksulun, zayıfın yaşadığı acıların önü ardı kesilmez.
Elbette tertemiz ve yemyeşil bir ortam yaratmak toplum için önemlidir. Sürekli gelişmek ve çeşitli eğlence olanaklarına kavuşmak da bir ihtiyaçtır. Ancak bu ihtiyacı karşılamaktan önce insanın, sevginin, onurun saygı gördüğü toplumların yaratılması ve yaşatılması önemlidir. İşte bu öykü; tek tek ülkelerde ve dünyada toplumsal barışın, insan, doğa ve hayvan sevgisinin ancak sağlıklı insani değerleri öğreten bir eğitimle olabileceğini kanıtlıyor.
Yaşanan bu gerçek olayda sevginin, insanın pazarlanacak bir ürün olmadığı anlatılmakla kalmıyor. Sevginin sadece insani bir güzel istem olmanın ötesinde yaşamı güzelleştiren insanı, aydınlığa, mutluluğa başarıya götüren kıymetli bir değer olduğunu ortaya koyuyor. İnsanın saygıya laik en önemli bir değer olduğu vurgulanıyor. Sevginin toprağa düşen bir çekirdek gibi kanatlanacağı ve ona hizmet sunularak koca bir çınara dönüşeceğini gözler önüne sererken, mülkiyeti öne çıkaran toplumların çocuklara ve aileye bakışı bir halının nakışları gibi öykünün içinde işleniyor ve okuyucuya sunuluyor. Suçun şiddetin, tacizin azaldığı bir ortamda, güzelliklerin, dostlukların, mutluluğun, sevginin boy vereceğini vurgularken bireyin kendi yaşamı ile çevresini incelemesi ve üzerinde düşünmesinin önemi üzerinde duruluyor. Bunun toplum ve birey için ne kadar önemli olduğu okuyucuya yalın bir dille sunuluyor.”
Okuyucunun eline aldığında bitirmeden bırakamayacağı bu kitapta okuyucu sadece yalın güzel bir Türkçenin verdiği klasik bir öykü tadı almakla kalmayacaktır. Okuyucu sürekli heyecanlanarak nasıl bir ortamda, çağda ve toplum içinde yaşadığını bir sinema şeridi gibi kendi daracığında canlandıracak, kendi çevresinde geçmişte ve günümüzde yaşanan olayları yeniden yaşayacaktır.
Okuyucunun eline aldığında bitirmeden bırakamayacağı bu kitap, okuyucu sadece sade güzel bir Türkçenin tadını ve bir klasik öykü tadı almakla kalmayacaktır. Okuyucu sürekli heyecanlanarak nasıl bir ortamda, çağda ve toplum içinde yaşadığını bir sinema şeridi gibi kendi daracığında canlandıracak kendi çevresinde geçmişte ve günümüzde yaşanan olayları yeniden yaşayacaktır.
Anadolu Verlag’ı tadında doyum olmayan böyle bir öykü kitabı daha kitaplıklara kazandırdığı için yürekte kutlamak gerek. Bu kitap ayrıca Almanya’da Türkçe yazan yazarların hem Türkiye’de yaşayan yazarlardan hem de Alman yazarlardan hiç daha geri olmadıklarını, birden fazla dil bilmenin yazın çalışmalarını daha da zengin ürünler vermesine büyük katkılar olduğunun da bir örneğini oluşturmaktadır. Bu kitap sadece yazınla uğraşanların değil okumayı sevenlerin. Toplumu irdelemek isteyenlerinde bir başucu eseri olacağına inanıyorum.
Hamm, 17 Şubat 2006
Avukat Dilek Karabudak
GÜNÜN GÜLÜŞÜ (*)
GÜNGÖR GENÇAY
Daha önce “Dünyam iki Değirmentaşı" ve “Bir Uzak Yerden Geldim" adlı şiir kitapları bulunan Molla Demirel, 1948 yılında Malatya'nın Akçadağ ilçesine bağlı Durulova köyü’nde doğmuş, liseyi bitirdikten sonra da bir süre Eğitim Enstitüsü"ne devam etmiştir. Ne var ki 1971 Darbesinden sonraki koşullar yurtdışına çıkmayı, zorunlu kılmış ve bu olguyu “Suların Akışı" adlı şiiri'nde şu dizeleriyle dile getirmiştir:
“Ne bu soğuk
Kör olasın on iki mart
Ansızın vurdun
Çiçeklerim döküldü
Tükenmez toprakta filizlerim,
Yükselir baharla suların akışı
Parçalanır karanlığın
Yine ulaşır güneşe ellerim"
Yaşamını Almanya'da sürdüren MolIa Demirel, orada Meslek Yüksek Okulu’nun “YabancıIar için sosyal danışmanlık ve Pedagoji Bölümü bitirmiş, ayni konuda hizmet vermiştir. Bir süre kimya fabrikasında işçi olarak çalışmıştır. Ve “Söyle Gülüm" adlı şiirinde, belki de dünyamızın üzerinde dolaşan insanların hem kendileri, hem de birbirleriyle kavgasına anlam veremediği için sormaktadır:
“Söyle meleğim
Neden
Şu karıncalar kadar çalışkan
Bu arılar gibi kardeşçe
Dünyamızın tek kovanında
Yaşamaz insan?”
Halen yerel bir radyoda yayın pedagogu ve sosyal danışman olarak çalışan şair, öykü ve düzyazı çalışmaları da yapmakta, ayrıca fotoğraf makinasını, iyi bir usta, yada uzman olarak kullanmaktadır. Almanya'da açtığı ve izleyicilerin beğenisini kazanan fotoğraf sergileri, konusundaki uzmanlığının da kanıtı olmuştur.
“Davulun tokmağını berk vuruyor yüreğim" diyen Demirel'in şiirini, Fakir Baykurt: “Molla'nın şiirleri gibi konuşmalarına da doğa sevgisi, barış tutkusu egemendir. Şakır gibi insanın insanla kardeşliğini söyler. Yurt özleminden sürekli yandığı için de bakarsınız sözcüklerle insanın yüreğine değen çığlıklar atar..." diyerek tanıtıyor. Hani,
“Semaha Duralım" şiirinin:
“...Can veren şu toprağı ekmek gerek
Üretene hakkını vermek gerek
Hak uğrunda meydana çıkmak gerek
Molla Can gel biz semaha duralım"
diyen son bölümünü okuyunca Fakir Baykurt'a hak vermemek elden gelmiyor. “Semaha Duralım" şiiri, ayni zamanda şairin halk ağzını kullanarak kurduğu şiirlere de örnek oluşturuyor.
Yurtdışında sürekli yaşayan sanatçılar, zaman içinde ülkelerine ilişkin güncel olaylara karşı duyarsızlaşıyorlar. Birçoğunda da, ülkesinin sanatsal mirasından bir kopuş gözleniyor. Böyle bir olgu sonucunda sanatçıyı besleyen ana damarlardan biri körelmiş ya da tükenmiş oluyor. Bu olgu, sokaktaki adam için fazla bir anlam taşımasa da, sanatçının böylesi bir zenginlikten yoksun kalmasının sonucu hemen üretiminde beliriveriyor. Ama:
Saplanmış yüreğime 37 bıçak
Alevlerden kanat açmış karanfiller
Otuz yedi karanfil kanat açmış ateşte
İçlerinde sararmış bir yaprak
o ben miyim?"
diyen MoIla Demirel, ülkesindeki gerçekle iç içe. Ülkesindeki yanan insanlarla birlikte, onun yüreği de yanıyor. Halkının mutluluğu onu da mutlu ediyor. Duygu ve düşünceleri, ayni kökten beslendiği için hayata hep olumlu, hep umutlu, hep mücadeleci bir tavırla bakıyor. Başka bir deyişle, gündelik yaşamın acısını da, Sivas katliamının acısını da, emekçinin mücadeleci gücünü de içinde taşıyor. Onun için de:
“Acıdan
Dirençten
Umuttan var olan insan
Ayaklan gecenin koynunda
Dünya yıldızlarla kuşanacak"
diye seslenebiliyor.
Açık ve yalın bir dille şiirlerini örgütleyen Molla Demirel, şiirleriyle yaşamının da resmini çizer gibidir. Yüreği, dizelerinde vurur onun. Kimi zaman bir davulun tok sesiyle, kim zaman da parmakların piyano tuşlarında yükselttiği titizlikte duyarsınız şiirlerini. Gösteriş ve abartı telaşına düşmeden ,,Dayan Yürek" adlı şiirindeki:
“Karşı dur düne yarını sev
Dirençli dağları sardı alev
Yırtılır en koyu karanlık
Tükenir zulüm dayanırsa yürek”
dizeleriyle sanki “bu davet bizim” diyen Molla Demirel'in şiirlerini okudukça seveceksiniz.
_________________________________________
(~) Günün Gülüşü : Şiirler yazan : Molla Demirel
Kedi Şiir Kitaplığı, 1998, Antalya
Aykırı Sanat Dergisi, Eylül. Ekim 1999
HER İNSAN BAŞKA TÜRLÜ AKTARIR ŞİİRİNİ
BURHAN KARADENİZ
Ninniden türküye her şeyin bir şiiri bulunduğuna göre, insanın ilk duyduğu sözcükler de şiirin başlangıcı olmalı. Ondandır herhalde her insanın gizli ya da açık bir şair yanının bulunması.
İnsanın sözcüklerle kendini ifade etmeye başladığı zamandan beri kendi içinde bir uyak ve akıcılık taşıyan sözcükler bütünü değil midir şiiri insanlaştıran, insanı şiirleştiren ilk adım?
Düşünme ve düşündüğünü aktarmaya başlamakla doğru orantılı gelişen, var olan şiire yakınlığı kadar, şiire ettiği haksızlığıyla da anılır insan.
Günlük yaşamımıza giren birçok şeyi, belki yaşamı, belki de başkaları üzerinde baskı sağlamayı kolaylaştırıcı etken olarak değerlendirmek yanlış olmasa gerek. Ancak her şeye karşın in-sanın yaşaması için gerekli sayılmaz bütün bunlar. Belki en temel olan birkaçını saymak gerekirse; hava, su, yemek, sevgi vs. türünden sıralama yapılabilir. Sevgiye bağlı olarak sıralamayı sürdürürsek şiiri de başlarda bir yerlere koymak pek yanlış ol-masa gerek.
İşte şiire edilen haksızlık bu noktada daha belirginleşmektedir. Gerekliliği tartışma götürmez şeylerin, elimizden alındığında değerinin anlaşılması gibi bir şey bu. Havasız, susuz yaşamamın olanaksızlığı bilinmesine karşın, onlara ne denli umursamaz, insafsız yaklaşıldığı ortada. Gerekli şeyler, yitirildiğinde anlamlı olmakta çoğu zaman, değeri anlaşılmakta. Ne yazık ki iş işten geçmiş olmakta sonuçta.
Şiire yapılan haksızlığı havaya, suya yapılanla kıyaslayıp kıyaslamamak her insanın kendi sorumluluğu kuşkusuz.
Bazı insanlar sonucu bilseler de, umutla heyecanla sarılırlar doğru buldukları şeylere.
M. Demirel de bunlardan biri. Yazgıya inanmaksızın, şiirin hüzünlü yazgısını paylaşmanın özverisiyle bugüne gelen insanlardan biridir. Öyle görünüyor ki bundan sonrası da aynı hüzünle sürecek.
Aynı duyguları başka biçimde tanımlasalar da, şiiri hisseden ve yaşayanların geleceklerindeki benzerliği sezinlemek zor olmasa gerek.
Her insan başka türlü aktarır şiirini. Kimi üç sözcükle bu tadı verir, kimi daha fazlasıyla. Ancak birleştikleri nokta şiirin güzelliğidir.
Şiirin güzelliğinde iki yan önemli gibi görünür genelde. Biri paylaşılması ki buna beğenilmesi de denebilir-, öteki ise gerçekten hangi duygu yoğunluğu ve duruluğuyla oluştuğudur. İlki üzerinde çokça şey söylemeye gerek yok. Ancak ikincisi, dahası genellikle şairin kendine ait, içe dönük ve çoğu da başkaları ta-rafından algılanamayan, çok daha derin bir giz taşıyan yanıdır. Eğer dikkatle irdelersek Molla’nın dizelerinde genellikle birden fazla gizin olduğunu saptamış oluruz. Sanırım bunu sezinlediğimizde şairle yakınlaşmak, buna bağlı olarak da bir insanla yakınlaşmak kolaylaşacaktır.
Ne mutlu bunu yüreğinde hissedenlere.
Kasım 1995
Bahri Karadeniz
MOLLA DEMİRELİN ÖZLEMDEN LİRİZME AKAN TOPOGRAFYASI
CHRİSTİNA SCHÖSSLER
“Kalemimde kurumuş boya sanki
Dudaklarımdan akmayan sözcükler”
Bu dizeler Sanat dilinin tüm kaderini kapsar. Bu dizeler çok sevilen ve tanınan Şair Hofmannstals ‘ın Chandos - Mektupları adlı eserini de bulunan “Sözcükler ağzımda çürük mantar gibi dağılıyor” cümlesini bize hatırlatır. Molla Demirel’in şiir ve diğer düz yazılarında sadece bir şairin göç serüveninde yaşadıklarını, karşılaştığı zorlukları anlatmakla kalmaz. O farklı kültür dillerdeki mümkün olabilirlikleri ve mümkün olmayan gibi görünen olayların arka perdesine ayna tutar.
Bunları yaparken özlemlerin ve olayların çok yüzlü bir ayna olduğunu gözler önüne serer. Onun düz yazılarında sürekli bir lirizm vardır. Farklı tonlarla resimleri göz önüne serer adeta onları kulağı okşayıcı bir sesle dillendirir. O denizlerin, dağların ve yıldızlarda bulunan giz ile insan duyguları arasındaki ilişkilere eğilir. Doğal afetler ile toplumsal afetler arasındaki bağların gizlerine iner ve insanı yeni estetikler üzerinde düşünmeye zorlar. Bu nedenle her cümlesi bir kaç farklı anlamı içerir.
Bu durum ilk bakışta zor anlaşılır bir durum sergiliyor. Ancak onun bu durumu onu yeniden okumaya teşvik ediyor ve onun evrensel Romantizmin dilini çok ustaca kullandığını belirliyor...
Münstersche Zeitung, Ekim 2003
Edebiyat Bilimcisi
Christina Schössler
PORTAKAL ÇİÇEKLERİ VEYA BİR GİZİN TAZELENMESİ
ALFONS HUCKEBRİNK
Sözcüklerin perdesini aralasak, manzaralara bakmayı sever misiniz?
Otuz yıla yakın bir zamandır Almanya'da sürgünde yaşayan Türkiyeli bir Kürt kökenli yazar, pedagog, fotoğrafçı olan Molla Demirel kendi bireysel yaşamı ve ruh dünyasının dışında şiirleriyle okuyucuya yeni bir bakış açısı veriyor. Gerçi "Koparıldım Toprağımdan" adlı şiirinde 'savruldum yaban ellere' diyor. Ancak burada toplumsal işgücü göçünden söz ediyor.
Bu topraklarda her yanı sis perdesiyle örtülü bir sürgün yaşamı içindeyken öbür tarafta Akdeniz sahillerinin anıları ile kendisini teselli ediyor. Olay o kadar basit değil... Neden Molla Demirel'in ilgi alanı olan sevgi sözcüğünden kaçınıyoruz? Yazar sevdayı insanın özüne ait bir şey olarak görür. Kim insanı irdelerse mutlaka ondan ve içinde bulunduğu ortamdan olumsuzluklar saptayacak ve şikayetleri olacaktır. Yazar, okuyucuyu irdelediği insanların yaşadığı yalnızlıklarla, ayrılıklarla karşı karşıya getiriyor. Çekilen sıkıntılara evet, ama kendini üzüntünün kucağına bırakmamak şartıyla. Acılara evet ancak sızlanmanın olmadığı bir tonla. Çünkü yaşananları saran mutluluğun bir açık ve belirgin tonu var. Böylece M. Demirel'in şiirindeki mutluluğa olan özlem; okuyucunun ufkunu açarak süsler. Bu durum şaşırtıcı gibi gelir insana. Zaten sanatçının başarısı bundan kaynaklanıyor, okuyucuyu yaşanan bir dünya içine çekiyor.
Onun içine girdiği an kişi kendisini mutluluğun sardığı bir oyunun içinde buluyor. Olumsuzluklardan kurtulmanın verdiği şansın tadını içine sindirerek yaşıyor.
Bütün bunlara rağmen sanatçının çalışmasında daha belirgin olanı dostluk, naziklik, özgürlük, halkların kardeşliği en önemli büyük konular olarak karşımıza çıkıyor ve yerini alıyor.
Sevda şiirlerinde umutsuzluk sürüyor mu? Kesinlikle hayır. İnsanı ve yaşamı kim irdelerse elbette ki olaylar karşısında şaşkın kalınacağını da öğrenecektir. Yazarın toplumdan beklentileri çok mu büyük: „dostça bir gülüş, bir öpücük“ Günümüzde bizi bu kadar şaşırtan yazara bir göz attığımızda onu hep doğa ve toplumsal olaylarla iç içe görüyoruz.
Mavi deniz, yeşil dağlar. Kırmızı gül, güzel kokulu karanfil, bir sesiz portakal bahçesi, aydınlığı dolunay'ın. Bize yansıyan binlerce doğa ve insan tablosu yazarın dilinden canlanarak karşımıza çıkıyor ve bizi kendi içine çekiyor. Sanatçı bir Sihirbaz sanki diye düşünüyorsunuz: En son ne zaman elinizde bir gül vardı? Onu birine hediye mi ettiniz?
Elbette ki bu bir çiçekçiden sipariş ettiğiniz güllerden değil. Burada siz kendi kendinizi aramaya başlıyorsunuz. Otoban'ın nadasa bırakılmış yanlarında veya sabahın erkeninde bir tepede. Belki yanmış toprakta bomba parçalarından başka bir tek gül bile bulamayacaksınız.
‘Süslü bir demokraside' ancak bu kadar olabilir. Şansınız varsa “bir dolunaylı gecede denizlerin Üzüntüsü“ne şair ile birlikte ağlarsınız.
Molla Demirel güzel şiirleriyle büyük bir geleneği olan modern Türk Şiiri’ne uyum sağlıyor. Renge renk, şaşırtıcı tablolarla, insanı kendinden geçiren bir dil ile okuyucunun karşısına çıkıyor. Ancak dil folkloristik basitlikten oldukça uzak, sade ve etkileyicidir. İnsanın çektiği acıları, sorunları, umutlarını ve direnişini bir tabloda ustaca işlemiş.
Büyük şair Nazım Hikmet'in işlediği konulardan biri ' İnsan Manzaralarıydı. M. Demirel de günümüzde yaşanan insan manzaralarını bize sunuyor. "Arılar ve Karıncalar." adlı şiirinde yaşlı bir bayanın kız çocuklarıyla nasıl yakacak odun taşıdığını ve öbür yanda nasıl varlıklıların yaşadığını bir resim tablosu gibi gözlerimizin önüne seriyor. Okuyucunun tüm insani duygularını ayaklandırıyor.
Bu eserde bunun gibi uzun şiirler yanında 'Çiçekçi Kız" gibi oldukça kısa ve çarpıcı portreler de yer alıyor. İnsanı işlerken hiç bir an şiir dilini, duygusunu, imgeyi göz ardı etmiyor." Akış" adlı kısacık şiirinde Şöyle der:
“Gizemi kalmadı artık
Denizdeki dağın
Yıldızın ve toprağın.”
Böylece hepsi didik didik incelenmiştir. Hepsi biliniyor. Ancak gökyüzündeki ay ve yıldızlar her şeyden daha fazla didiklenmiştir. Bir bakışında koca bir teleskopta yer alandan daha fazlası görülür. Uyduların sinyallerinden oluşan resimlerden daha büyük ve derinlemesine olayların gelişimi sunulur insanlığa.
Yazara göre bu 21. yüzyılda yıldızlar sadece sevenler için parlayacak ve onların göz yaşları ile umutsuzların, yalnızların gözyaşları birbirine karışacaktır. Hiç bir bilim ve resim tablosu bu kadar güzel yer gök ve insanı bütünleştiren manzaraları göz önüne sergilemiyor.
"Sabah Yeli" adlı şiirde şöyle seslenir.
"Sabah yeli ile tıkırdatır bir dal
Çatımızı
Aydınlanır dünya"
Dünyamızın gizinin büyük bir kısmı böylece aydınlanmıştır. Ancak Molla Demirel'in işlediği konularda her gize yeni bir anlam ve yeni görevler yükler:
“Ah, ben ekili bir tarlayı düşlüyorum Yıldızlardan
Neden umutsuzluk ve boyun eğme" der.
“Kentteki Yalnızlık" adlı şiirinde. Bu şiirde olduğu gibi bütün şiirlerindeki imgeler giz ve duygu yüküyle kalmıyor. İnsanı umut ve çaresizlikler karşısında direniş için yüreklendiriyor. Şimdiye değin şiirlerinden söz etmediğim asıl gücü ve başarısı sevginin oluşumuna olan bakışındadır. Hemen hemen her şiirinde sevdanın yeni bir gizine rastlanır.
"Zaman" adlı şiirinde şöyle seslenir: "Portakal çiçekleri altında / Duyum olmaz sevdadan"
Kısacası bu eserin bütününe bir ‘Sevda Sözlüğü’ diyebiliriz.
Sonuç olarak bu yapıt gerçekten her yerde, evde, tatilde, iş yerinde, piknikte, Ceza evinde veya Hastahanede okunması gereken güzel bir eser. Sizin Türkiye Akdeniz'inde seyahat etmenize yardımcı olur. Belki lirik ve imge yüklü bu eser Türkçe öğrenmenize neden olur veya bir dostunuzdan bu şiirleri mutlaka Türkçe melodisiyle de dinlemeyi yeğlersiniz.
Aralık 2000
(Alfons Huckebrink)
Yaprak Yaprak Şiirler / Blatt für Blaltt Gedichte
Verlag Anadolu, .D- Hückelhoven, Februar 2001
SABAH YELİ İLE MOLLA DEMİREL
MARKUS APEL – JOHANNES DİEKHANS
Molla Demirel’in 2001 yılında “Verlag Anadolu”da yayınlanan şiir kitabıyla, özelliklede bu eserde yer alan “Sabah Yeli” adlı şiirini örnek olarak ele aldığımızda bugün aktüel olan Göçmen Edebiyatı’nın bu ülkenin edebiyatında önemli bir yer aldığını ve onun bu edebiyatı temsil edebileceğini görebiliriz. Özellikle Federal Almanya’da yaşayan göçmenlerin “iki Dünya arasında” sıkışmalarını bir çok yazar sık sık çalışmalarında anlatmaya çalıştılar. Buradan hareketle suskunluğu, vatansızlığı edebiyat çalışmalarında ele alıyorlar. Ancak Molla Demirel’in genel çalışmalarında ve özellikle de ,,Sabah Yeli” adlı şiirinde oldukça derinlere inen mevcut krizleri farklı bir biçimde ele aldığını görüyoruz. O bu konuları Romantik Lirizm dediğimiz estetik bir sitille işliyor. Toplumun ve bireyin bağrında derin yaralar açan bu krizlerin çok yaygın olduğunu vurguluyor. Romantizmin akan o koca nehri içinde gerçeği yetirmeden, onunla bütünleşmiş halde veriyor. Çalışmalarının da sınırsız romantik sevginin yerini “diş kıran bir suskunluk” alıyor sanki. Ama bunun yanında “ben” olan lirizmin sesinde gene kendine has bir estetikle romantizmi doğanın sembolleri içerisinde yansıtmaktadır ve doğanın metaphorizmin dili öne çıkıyor. Sık sık kullanılan (gül, tomurcuk, bahar, dağ, nehir) gibi romantik motifleri şiirlerinde yeni görev ve anlamlar yükleyerek kullanıyor. Ayrıca yaşamda görünen olumsuzlukları aynı dizelerde “solan gül” ve “parçalanmış güz çiçekleri” gibi ayrı bir anlam vermektedir. Ayrıca doğanın erişilmez olan tehdit ve yıkım gücünü öne çıkarıyor. Açıkça çalışmaları romantizmin tarihini kapsıyor. Örneğin Eichendorff´a atıf da bulunan “Bir yerlerde halen öpüşüyor mu / Güneş, yer ve deniz” bu romantik dünya bakışıyla kendisini ispatladığını ortaya koymuş oluyor. Eichendorff´un “Ay Gecesi” adlı bir şiirinde insan ile Göktanrısı’nın arasındaki ilişkilere umutla bakar. Molla Demirel’in “Sabah Yeli” adlı şiiri ona atıfta bulunarak bu ilişkilere
başka bir pencere açar. Günümüzde yaşanan doğal ve toplumsal afetleri kapsayacak bir lirizimle ,,Dolu vuruyor, güz yaprağı gibi / Dökülüyor tomurcuklar” dizeleriyle açıklıyor. Böylece Molla Demirel’in şiiri ile Eichendorff´un şiirini karşılaştırdığımızda Molla Demirel umudunu yitirmeden karşısındakine, bilinmez güce şüphe ile yaklaşır ve sürekli sorgular “ben” ile “sen” üzerinde düşünmeye yönlendirir okuyucuyu. Bütün bu sorgulayıcı ve şüpheci yaklaşımı büyük olumsuzlukların ortasında lirik gücünü artırarak umut ışığını yansıtır ve bir deste umut tomurcuğunu hitap ettiği ikinci şahısa, okuyucuya sunmaktadır. ,,Sabah Yeli” şiirindeki şu dizeler güzel bir örnektir.
“Döllenmiş umut
kanat açar gün be gün
Sabah yeli ile tıkırdatır bir dal
Çatımızı
Aydınlanır dünya“
Bu dizeler tüm büyük krizlerin içinde çıkılması zor olan olayların içinde oldukça romantik bir lirizmle umut ışıklarının olduğunu verir. Böylece çalışmalarında karamsarlığın ortasında umuda ışık tutan bir iyimserlik ağırlık kazanır.
Markus Apel – Johannes Diekhans
Einfach Deutsch - Romantik Unterrichtsmodell (Schönning, Schulbuchverlag), 2004
SANATTAN SEVGİYE
DİETMAR DAMWERTH
“Oluştuğunda dünya / Meslekleri bölüştü İnsan / Gece karanlığında
Grileşmiş kentlerin üstüne / Avuç avuç yıldız serpmek / Düştü sanat adamına”
Bu elimizde bulunan “ Sanattan Sevgiye” Şiir Kitabı ile Şair Molla Demirel okuyucuyu yıldızlar yağmuru ile sarıyor.
Kimi an kayan zarif yıldızların resimleri ile, kimi an gecenin karanlığını yaran kuyruklu yıldız gibi mizah ile veya dünyayı meteorik olarak sunan güçlü ve samimi gerçeği vurgulayan dizeleri kapsayan şiirler. “Umut Tohumları“nın gökyüzünden akan gerçeklikle dünyanın gerçek gücünü oldukça güçlü ışınların rengiyle dünyayı aydınlatıyor bu eserde yer alan çalışmalar.
Sanat, barış ve Sevgi Molla Demirel ‘in şiirinin ana konularını oluştur. Yer yer şair okuyucuları ile doğrudan diyaloga giriyor. Okuyucuyu kendi kendisine insani sorular sorması ve yaşamı incelemesi için sıkıştırıyor.
“Dünyanın ruhudur sanat” diyen M. Demirel için daima “İnsanın elindeki en güçlü silahtır sanat.” Ayrıca başka bir dizede “Sevgi ve barışın okuludur sanat” diye vurgular. Molla Demirel “Sanatın bin bir rengini” boya paletine yerleştirerek sunar okuyucuya. O şiirleriyle çıkarsız bir sevginin, saygının ve birinin öbürünün farklılıklarını dostça kabul görmesini işler okuyucunun yüreğine ve beynine.
Tek sözcük anlamı ile M. Demirel bir hümanist ve insan dostudur.
İnsana, doğaya ve çevremize olan saygısı bütün çalışmalarını kapsar. Bunu şiir ve öykü kitaplarında ağırlıkla işlediğini görürüz. Ebette çok sayıda makalelerinde, Radyo yayınları için elle aldığı yazı ve söyleşilerinde ve çeşitli antolojilerde yer alan çalışmalarında görüyor ve okuyoruz. Yazar olarak asıl başarısının nedeni sanırım Kürt-Türk ve Batı Avrupa Kültür alanını kendisine yurt edinmesi ve iyi özümlemiş olmasıdır. Bunu başarı ile iç içe işlemesi onun çalışmalarının önemini artırıyor. Bu başarısının sonucu çeşitli sınıfları kapsayan 13 ayrı ders kitaplarında çalışmaları yer almıştır.
Molla Demirel’in “Sanatın bin bir rengini” veren bu kitapta ki çalışmaları ünlü ressam Sabine Kremer’in ayni içeriği veren güçlü çalışmaları ile birleşince daha derin bir anlam kazandığını görüyoruz.
Bu şiirleri arka perdesinde kısmen mizah ve ciddiyet var. Ama her zaman renklerin içinde akan bir neşe verir okuyucuya. Elbette bazen kendi içinde zor olan bir gizi barındırıyor ve böylece sürekli okuyucuyu gererek merak içinde sürükleyen bütünlük sağlayan bir sanat eseri. Yıldız gibi bir sanat eseri her iki sanatçının ortakça başardığı ve biz okuyuculara hediye ettiği bir eser.
Dietmar Damwerth
(NRW-Verdi Sendikasına bağlı Yazarlar Birliği sorumlu müdürü)
YUNUS YAŞAR (Antalya)
Molla Demirel uzun yıllardan beri Almanya’da yaşıyor. Bizim insanımız “Almanya Gerçeği”ni, iş-ekme -sermaye çelişkilerini sorunlarını, acılarını sevinçlerini ve umutlarını yaşadığı ya da tanık olduğu olaylardan yola çıkarak öykülerini oluşturmuş. Sözcükleri İşçi sınıfının düşsel çığlığı sanki...
İşçiler üzerinde baskı uygulayan, toplu işçi çıkartan, ayrımcılık yapan, iş sağlığı ve iş güvenliği kurallarını uygulamayan düzene eleştirel bir gözle yaklaşarak; sömürünün olmadığı, sevgi ve şefkate dayanan bir dünyanın ütopyasını çiziyor. İnsanın insanı ezmesinin, sömürmesinin ahlaksızlık olduğunu, bunu ortadan kaldırma çabasının ise insanın soylu görevi olarak insanlığı yücelttiğini duyuruyor okura...
Almanya’daki Nazi yanlısı, şövenist, faşist dazlakların saldırıları ve bu saldırılara karşı direnen gurbetçi insanların mücadelelerini, on iki Eylül faşizminin yazarları, düşünürleri, aydınları, sanatçıları ve tüm demokrat insanları işkencelerden geçirirken, kitapları dahası tüm yazılı bilgileri “Düşman” olarak görüp, “insanlığın Refahı İçin” nasıl yasaklandığını, nasıl yakıldığını anlatıyor. Hem de sanatın estetiğini göz ardı etmeden yalın bir dille anlatıyor.
Evinde iş yerinde güzellikler üreten kadının da emeğine hor bakanlar sömürüldüğünü, bütün bu açmazların eğitim işi ve bilinci olduğunun da altını çiziyor.
Kısacası “Sevginin Düşü”nü anlatıyor Molla Demirel. Akıcı, yalın bir dil, soluklu, usta bir anlatımla. Ayrıntılara girmeden bazen kendi dilinden, bazen ikinci kişi ağzından.
(Kasım 1995, Antalya)
SIRA DIŞI BİR MOLLA (!)
ZİYA KESRİKLİOĞLU
TV / Hayata Dair ’de bu haftaki program konuğum şair, yazar, öğretmen, fotoğraf sanatçısı Molla Demirel’di. Kendisini bir başka entelektüel dost Ferman Salmış sayesinde tanıdım.
Malatya Kürecik’li olan Demirel, 40 yıldan beri Almanya’da yaşıyor.
Diyarbakır Eğitim Enstitüsünü bitiren yazar kısa bir süre yaptığı öğretmenlikten sonra 1972 yılında Almanya’ya gider. Gidiş o gidiştir. Burada kimya işçiliğinden sosyal danışmanlığa pek çok işte çalışır. Onu sıra dışı kılan en önemli özelliği isminin ilk anda çağrıştırdığı anlamla çok da örtüşmeyen şiir, yazı ve fotoğraf çalışmaları…
Başta 12 ciltlik Edebiyat ve
Estetik Üzerine Yazılar adlı derlemesi olmak üzere Türkçe ve Almanca yazılmış
Kendi ifadesi ile Almanya’da okullar (Orta-Lise-Üniversite) tarafından en çok davet edilen yabancı öğretmen unvanı ona ait… Ayrıca 13 ders kitabında onun öykü, şiir ve makaleleri yer almakta…
Ve böyle birini yazık ki Malatya çok fazla tanımıyor.
Malatya Kitaplığı ile birlikte Malatya Şairler Antolojisini hazırlayan Prof. Dr. Hasan Kavruk hocama kendisinden bahsedince, ‘evet önemli bir isim unutulmuş, biyografisini alıp, kitaplarımıza ilave edelim’ dedi.
…….
Programda pek çok soru sordum kendisine kültüre, sanata edebiyata dair. Lakin en çok ilgimi çeken AB’nin ‘bizi niçin oyaladığı’ konusuna ilişkin verdiği cevaplardı.
Ona göre AB ülkelerinin çok kültürlülük tarihi 50-60 yılı geçmezken Anadolu binlerce yıldır bunu yaşıyor. Dolayısıyla Türkiye bu konuda çok daha deneyimli ve AB’nin Türklerden öğreneceği çok şey var. Ancak Türkiye’yi oyalamalarının asıl nedeni, birliğe dâhil edildiğinde Türklerin mevcut nüfus potansiyeli ve birikimleriyle inisiyatifi ellerine alabilecek olma ihtimalleri… Ona göre asıl korkutan neden bu.
Bir tespiti de, Türk yazar ve aydınlarının batılı aydınlardan hiç de altta kalır bir yanlarının olmadığı, hatta Türkiye’de onlardan daha çaplı isimlerin bulunduğu… Daha ileri giderek Avrupa’da kimi ünlü yazar ve aydınların bizdeki bazı isimlerin kötü birer kopyaları olduğunu söylemesi…
Bunu Molla Demirel gibi solda duran Alevi bir aydından duyunca doğrusu Descartes’in ‘Düşünüyorum o halde varım’ ilkesini Gazali’den esinlenerek, William Shakespeare’in Venedik Taciri’ni 15. Yüzyılda Ferec ba’de’ş- şidde’den intihal ile yazmış olabileceği aklıma gelmedi değil.
Bir diğer ilginç tespiti ise, Malatya’nın Dünya kültür tarihi içerisinde önemli iki merkezden (Başkent) biri olduğu idi. Bu tespit ne kadar doğru bilmiyorum ama 40 yıldır Avrupa’da yaşayan ve fikir üreten bir aydının bu ifadeleri yabana atılacak gibi değil. Malatya’ya Selçuklu döneminde ‘yüksek saadet yeri’ anlamına gelen Dar’ul Rif’at denilmesi boşuna değildi, her halde.
Demirel’in imzalayıp verdiği kitaplarından Barış Ağıtı isimli eseri ile 2007’de İstanbul Kültür Araştırmaları Derneği’nin Bilkent ve Işık Üniversiteleri ile birlikte düzenledikleri sempozyumda sunduğu “Avrupa’da iki kanaldan beslenen dil ve edebiyat” başlıklı tebliğini okudum. Çok şey öğrendim. Bazı görüş ve tespitlerine katılmasam da onun barış ve özgür düşünceden yana aldığı tavır beni etkiledi diyebilirim.
Bu denli üretken bir entelektüel ve sıra dışı bir Malatyalı ile tanışmama vesile olduğu için Ferman bey’e bir kez daha teşekkür ediyor, Demirel’in hasta olan eşine sağlık ve esenlikler diliyorum.
12.04.2012 Vuslat
Ziya Kesriklioğlu
SÖYLENECEK LAF MI DÜŞER BİZE?
NEDRET SELÇUKER
Molla Demirel.... Yalnızlık .... Acaba, her zaman insanın tam anlamı ile "Yalnız kalışı" mı demektir? Sanmıyorum.... Örneğin benim, "çok kalabalık yalnızlıklarım" vardır... Yalnızlık bin çeşit yalnızlığı toplar gelir, çöreklenir başıma. Şu deyişin ne kadar güzel:
"Işık gibi pencereden / Süzül odama al ısıt beni / Yetmez mi bu çile bu acı / Al bilminle donat beni..."
Gördün mü... Süzülüp pencereden ışık gibi... Bu gelen kalabalık bir yalnızlıktır....
Molla Demirel "Güneşim" ve "Ben" şiirlerinde her zaman ki gibi güzel şiirler... Şiirin rengini bulmuşsun kutlarım. Hele "Gül açan bahçede Yunus çile doldurunca, ekili bahçede sarı başak sultan" boy verince, artık söylenecek laf mı düşer bize.
Yunusça "Ben yürürüm yane, yane. Aşk boyadı beni kane" demek yetmez mi?
Nedret Selçuker (Yeni Gün Gazetesi, 12 Mayıs 1981)