Niyazî-i Mısrî

Tasavvuf Şairi

Doğum
08 Şubat, 1618
Ölüm
16 Mart, 1694
Burç
Diğer İsimler
Mehmet

Tasavvuf şairi (D. 8 Şubat 1618, Soğanlı köyü / Malatya - Ö. 16 Mart 1694, Limni Adası [şimdi Yunanistan yönetiminde]). Nakşibendi olan Soğancıoğlu Ali Çelebi’nin oğludur. Asıl adı Mehmet’tir. Sonradan Niyazi adını ve Mısır’dan da Mısrî takma adını aldı. Okula Malatya’da başladı. On sekiz yaşında medreseden icazet (diploma) aldı. Önce Malatya’da Halvetî şeyhlerinden Hüseyin Efendi’ye bağlandı, onun gözetiminde halvete (bir hücreye kapanıp zikretmek) girdi. Yirmi bir yaşında Malatya’dan ayrıldı. Diyarbekir (1638), Mardin, Bağdat ve Kerbela’da bulundu. 1642’de Kahire’ye gitti; bir Kadirî şeyhinin hizmetine girdi. Camilerde vaazlar verdi. Camiü’l-Ezher’de öğrenim gördü. Bir gece rüyasında gördüğü Abdûlkadir Geylânî, “Diyar-ı Rum’a git! Sana istediğini öğretecek zat oradadır” emrini verdi. Rüyasını şeyhine anlatınca, şeyhi onu yolcu etti. İstanbul’a giderek bir süre müderrislik (1646) yaptı. Aynı sene yirmi dokuz yaşında İstanbul’da Sokulu Mehmet Paşa Medresesinde halvete çekildi. Tefsir (Kur’an-ı Kerim’i açıklama), hadis, fıkıh (İslâm hukuku) ve tasavvuf konularındaki derin bilgisi ile İstanbul’da zamanın en ileri bilginlerini etrafında topladı.

Halvetiye Tarikatının Sinaniye kolunun kurucusu Elmalılı Sinan Ümmî’ye bağlandı. Onunla birlikte Elmalı’ya gittiler. Dokuz yıl burada kaldı (1655) ve tasavvufta yükselişini tamamladı. Hilafet (vekalet) aldı, irşada (Hak yolunu gösterme) memur edilerek Uşak’a gönderildi. Halvetiliğin Mısriyye kolunu kurarak Bursa, Uşak, Elmalı ve Kütahya’da irşat faaliyetinde bulundu. Bursa’da (1660) kırk yedi yaşında iken Hacı Mustafa Efendi’nin kızıyla (1662) evlendi. Geçimini sağlamak üzere mum yapıp satmaya başladı. Yoksullara, düşkünlere yardım etti. Ali adlı bir oğlu oldu. Veziri-Azam (Başbakan) Fazıl Ahmet Paşa onu Edirne’ye (1666) davet ederek, kendisini bir aydan fazla orada ağırladı.

Niyazî-i Mısrî, Bursa’da, Abdal Çe­lebi adlı bir tüccarın kendisi için yaptırdığı dergâha şeyh oldu (1670) ve oraya yerleşti. Niyazi’yi seven IV. Mehmet, Lehistan seferine katılmasını ve vaazleri ile askerlerin morallerini yükseltmesini istedi. Fakat hitabetteki kudreti, dinleyenlerin iç duyularını sezişi ve onlara o yolda ses­lenişi hayranlarını çoğaltınca, kendisini kıskananlar padişahı etkilediler ve Niyazi, dervişleriyle Bursa’daki dergâhına dönmek zorunda kaldı. Düşmanları bununla yetinmeyerek onu, kimi sözlerinin şeriata aykırı bulunduğu gerekçesiyle (1673) Rodos’a sürdürdüler. Dokuz ay sonra padişahın emriyle serbest bıra­kılarak Bursa’ya döndü. 1674’te Avusturya seferine katılmak üzere iki yüz kadar müridi ile Edirne’ye gitti. Yine hakkında ihbarlar başlayınca (1676) Limni’ye sürüldü. Limni’de 1691’e kadar on beş yıl kaldı. Padişah İkinci Ahmet zamanında Vezir-i Azam (Başbakan) Merzifonlu Hacı Ali Paşa (Çalık Ali Paşa) ta­rafından affedilerek sürgünden döndü. Bursa kadısı ile aralarında bir mesele yüzünden, kadı onu Baltacı Mehmet Paşa’ya şikâyet ederek ikinci defa Limni’ye sürdürdü. Limni’ye gidişinin ikinci ayının sonlarında yetmiş sekiz yaşında vefat etti ve adada toprağa verildi. Türbesi ziyaretgâh oldu.

Türkçe ve Arapça, mensur ve manzum on ciltten fazla eseri bulunan Niyâzî-i Mısrî, daha çok mutasavvıf bir şair olarak tanındı. Aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde Nesimî ve Fuzulî’nin, hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde Yunus Emre’nin etkisinde görüldü. Hafızası güçlü, zekâsı kuvvetli idi. Basılmış Türkçe eserlerinden biri olan Risale-i Haseneyn ölümünden sonra toplattırılmak is­tenildi. Fakat zamanının otoritesi Üçüncü Devre Melâmileri piri Muhammet Nur-ul Arabi sayesinde eserin toplattırılmasından vazgeçildi.

Şu ilahisi çok meşhurdur:

 

Bir ticaret yapmadım, nakd-i ömür oldu hebâ,

Yola geldim, lâkin göçmüş cümle kervan bîhaber.

Ağlayıp, nâlân edip, düştüm yola tenhâ, garip,

Dîde giryan, sîne biryan, akıl hayran, bîhaber.

“Kabına sığmayan coşkun iç aleme, akıcı gürlek hitabet gücüne sahip olduğu, vaazlarında kalabalık dinleyiciyi etrafında toplayışı, kendisine haklı bir şöhret sağlıyordu. Dinleyenleri etkisi altında bulunduruyor, şöhreti çevresinden daha ilerilere ve daha uzaklara yayılıyordu.

“Niyazi; zahirî medrese ilminin kendisini tatmin etmediğini ve içinden gelen dürtünün yatışmadığını ve durgunluğa kavuşmadığını anlıyor, başka, bambaşka şeyler arıyordu. İç âleminin kükrediğini, şahlandığını, birlik deryasında kulaçlar attığını seziyordu. (…)

“Sinan Ümmî’ye; neden Bursa’ya gönderilmedi de Uşak’a gönderildi diye sorulunca;

-Bizler göremezsek sizler görürsünüz. Bizim Mısrî derviş ne Uşak’a ne de Bursa’ya sığar. Calis-i mensab-ı kutb-u kibar ve mürşid-i pür iştihar olsa gerektir; diye cevap veriyor.

“Bu sözleri ile Niyazi’nin zamanının en büyük mürşidi olacağını da haber vermiş oluyor.” (M. Lûtfi Akman)

BAŞLICA ESERLERİ:

Divan (ilk basımı: Bulak, 1843. Tam ve Tekmil Niyazi Divanı adıyla son bas. 1974; İbrahim Turdören, Niyazi Divanı’nın Açıklaması, 1966), Risaletü’l-Tevhid (Tevhid Risalesi, düzyazı), Mevaidü’l-İrfan (İrfan Sofraları, çev. Süleyman Ateş, 1971), Şerh-i Esmai’l-Hüsna (düzyazı), Es’ile Ecvibe-i Mutasavvıfâne (tasavvuf hakkında sorular ve cevapları, düzyazı), Şerh-i Nutk-i Yunus Emre (Yunus Emre’ye ait olduğu şüpheli “Çıktım Erik Dalına Anda Yedim Üzümü” dizesiyle başlayan şathiyyenin şerhi), Risale-i Eşref Saat (kıyamet konusunda), Sûre-i Yûsuf Tefsiri, Ta’hirnâme, Risâle-i Haseneyn, Divân-ı İlâhiyat, Mektubât, Risâle-i Hızriyye, Fatiha Tefsiri, Risâle-i Hilye-i Hazret-i Hüseyn, Sûre-i Nûr Tefsiri, Risale-i Belgrat, Risale-i Vahdet-i Vücud.

KAYNAKÇA: İbrahim Yurtören / Kaybolan Gölgeler: Niyazi Divanı Açıklaması (M. Lûtfi Akman önsözü ile, 1966), Abdülbaki Gölpınarlı / İslâm Ansiklopedisi (c. 9, 1970) - Şarkiyat Mecmuası (c. 7, 1972), Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri I (1972), Nihad Sami Banarlı / Resimli Türk Edebiyatı Tarihi (c. 2, 2. bas. 1976), Mustafa Tatçı / Niyazî-i Mısrî Hayatı Eserleri ve Fikirleri-Bir Risalesinin Tenkitli Metni (1983), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) – Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013), Mustafa Kara / Niyazî-i Mısrî (1994), Abdullah Uçman / Büyük Türk Klâsikleri (c. 6, 2004, s. 66-67).

 

GAZEL ÖRNEKLERİ

GAZEL 1                                                           

 

Devr edip geldin cihâna yine bir devrân ola

Ben gidem bu ten sarayı yıkıla vîrân ola

 

Cûş edip ummân-ı can cismim gemisin dağıda

Yerler altında tenim toprak ile yeksan ola

 

Bu vücûdun dağı kalka atıla yünler gibi

Şeş cihâtım açıla bir haddi yok meydân ola

 

Dört yanımdan nâr u bâd u âb u hâk ede hücum

Benliğim anlar alıp bu varlığım tâlân ola

 

Dağıla terkîbim otuz iki harf ola tamâm

Nokta-i sırrım kamunun cevherine kân ola

 

Cümle efkâr-ı havâssım haşr ola bu arsada

Halkalar hep yeniden sankim bahâristân ola

 

Yevm-i tüblâdır o gün her ma’nî bir suret giyer

Kimi nebât kimi hayvân kimisi inşân ola

 

Kabrime dostlar gelip fikr edeler ahvâlimi

Her biri bilmekte âciz vâlih ü hayrân ola

 

Her kim ister bu Niyâzî derdimendi ol zamân

Sözlerini okusun kim sırrına mihmân ola

 

 

 

NİYAZÎ-İ MISRÎ

 

GAZEL 2

 

Esselâ her kim gelir bâzâr-ı aşka esselâ

Esselâ her kim yanarsa nâr-ı aşka esselâ

 

Esselâ dâr-ı Enelhak'ta bugün Mansûr olup

Cân ü başından geçen berdâr-ı aşka esselâ

 

ibn-i Edhem gibi tâc ü tahtını terk eyleyen

Soyunub abdal olan hünkâr-ı aşka esselâ

 

Kendini odlara atan şol Halîlullah gibi

Cân ü dilden bülbül-i gülzâr-ı aşka esselâ

 

Varlığı dağın delip Şîrîn İline yol eder

Ey Niyâzî söyle ol mi'mâr-ı aşka esselâ

 

                              

NİYAZÎ-İ MISRÎ

 

GAZEL 3

 

Ey çarh-ı dûn n'ittim sana hiç vermedin râhat bana

Güldürmedin önden sona âh mihnetâ vah mihnetâ

 

Bendinden âzâd etmedin feryâdıma dâd etmedin

Bir dem beni şâd etmedin âh veyletâ vah veyletâ

 

Erişmedi dosta elim Rahmân'a varmadı yolum

Çıkmadı başa menzilim âh veyletâ vah veyletâ

 

Kârım dürür derd ile gam gitmez başımdan hiç elem

Gülden cüdâ bir bülbülüm âh veyletâ vah veyletâ

 

Mecnûn-veş âh edeyim Ferhâd-veş vah edeyim

Bu virdi her gâh edeyim âh veyletâ vah veyletâ

 

Varmazsa yolum şeyhime sarmazsa merhem yâreme

Olmazsa çâre derdime âh veyletâ vah veyletâ

 

Yanar Niyâzî derd ile hiç kimse yok hâlin bile

Nâlân olup girdi yola âh veyletâ vah veyletâ

 

 

M. LÛTFİ AKMAN’IN YAZISINDAN

Niyazi sağlığında nerede bulunmuşsa orada hal­kın kendisini aradığını ve peşinden geldiklerini görmek zevkine ermiş, vaizlerinde pek çok dinleyici bulmuştur. Göçtükten sonra da layık olduğu şöhreti muhafaza et­miş ve hatta garp memleketlerinde de aranılır ve so­rulur olmuştur. Şark müsteşriklerinden «Masinyon» ara sıra Limni’ye gidiyor, Niyazi'nin kabrini ziyaret ediyor; kurban kesiyor.

Niyazi'nin intisap silsilesinden Seyyit Yahya Şirvani Halveti tarikatının kurucusu; Sinan Ümmî El­malı Halveti Sinaniye kolunun ve Niyazi de Halveti Mısriyye kolunun kurucusu olmuşlardır. Fakat bu kol­lar devam etmemiştir.

Mısriyye kolu da, Melamet gibi, bir tarikat değil­dir. Yaşama, tatma ve aşk yoludur.

Melamet; tarikatların hiçbir karakterini taşıma­maktadır. Usul ve kuralları da yoktur. İmandan gıda­sını alan gönül nuru ile hakka aşık olmanın zevk ve huzuru içinde bulunma ve yaşama imkânına sahip olabilmektir. Bu inanışlarından dolayı Niyazi'yi en çok okuyan ve anlayanlar Melamiler olmuştur. Muhammet Nur-ul Arabi'nin Halifesi Ali Urfî Efendi;

 

Mekteb-i İrfana girip

«Yed-ul lahi» gördün ise

Hazret-i Hızrı bulup

sen keştini deldirdin ise

Katl-i gulâm edüp

dıvarm yaptırdın ise

oku Niyazi Divanın
pek asan olur sana
    

 

demekle intisabtan sonra Niyazi Divanı sana açık açık aradıklarını haber verir demek   istemektedir.

Bazen Niyazi ve bazen da Mısrî takma adıyla divan yazan, tasavvufa ait kıymetli eserleri ve muhtelif makamlarda bestelenmiş ilâhileri ve gazelleri bulu­nan Niyazi'nin divanı; Üçüncü Devre Melamî Piri Mu­hammet Nıur-ul Arabî tarafından takrir suretinde açıklanmıştır. Ali Urfî Efendi    tarafından da açıklandığı söylenilmektedir.

Çok kuvvetli ‘Varlık Birliği’ ve ilâhî aşkla mest olduğu görülen büyük mutasavvıf Nizayi için Şakayik-i Numaniye zeyli; «Cezbe-i İlâhiye ile meşhur, îlm-i cifre ait kelimatı vafir, nizam ve ahvali nadir, şarab-ı aşkla mest-i laya'kıl» diyor. (…)

                                                                (İbrahim Yurtören, Kaybolan Gölgeler: Niyazi Divanı Açıklaması, 1966)

 

Yazar: M. LÛTFİ AKMAN
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör