Öykü yazarı. 1 Mayıs 1953, Saimbeyli /Adana doğumlu.
Hacettepe Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Karadeniz Teknik
Üniversitesi Kütüphanesinde tercüman (1980), Almanca okutmanı (1981), Mersin
Üniversitesinde öğretim görevlisi (1997) ve Eğitim Fakültesi Eğitim Bilimleri
Bölümü öğretim üyesi olarak çalıştı. Mersin Üniversitesi Genel Sekreterliği
(1997-2002) görevinde bulundu.
İlk yazısı, Kıyı kültür ve sanat dergisinde
yayımlandı. Yazılarını; Kıyı, Çağdaş Türk Dili, Yelken dergisinde
yayımladı. Yelken dergisinin yayın sorumluluğunu üstlendi. Mersin
Üniversitesi Dil ve Edebiyat Dergisi’nin yönetiminde yer aldı. Yerel bir
televizyon kanalı olan Sun TV’de “Üniversite Günlüğü” adlı programı
(1998-2002) hazırlayıp sundu. İçel Sanat Kulübü üyesi oldu.
ESERLERİ:
ÖYKÜ: Buluttan Resimler (2003).
ÇEVİRİ: Dr. Parkyeri (Franz Hohler’den, 2003).
YAYIMA HAZIRLAMA: Gündüz Artan’a
Armağan (Ali F. Bilir ile, 2005).
KAYNAK: İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2. bas., 2009).
Ah
babası ah!... Okumak, adam olmak tamam da, neyin adamı, kimin adamı, nasıl bir
adam? Bunları da anlatsaydı ya... O sıvası dökülmüş taş duvarlı evde adam
olmanın ölçütü neydi?... Hadi hadi, odun bul, soğuktan gebereceksin. Duvar
deliklerinden giren kertenkelelerle sevişmeni bahara sakla...
Kolay
mı odun bulmak? Gece yarısı kim sokağa atmış da o bulacak odunu. Odun çalmak
için, Musa değildi ki, gece Kızıldeniz gibi pencere pencere açılsın da onu
gizlesin... O hırsızlığa çıkacaktı ya, ay akşamdan doğmuştu...
Dışarı
çıkıp, bir vadinin iki yamacına yerleşmiş kente baktı ay ışığında. Soğuk
katlanılacak gibi değildi; gelip yatağına sokuldu. Yatağını ısıtmaya
çalışırken, gülümseyen yüzüyle postacının kızını anımsadı. Sarışın... Renoir’ın
aynaya bakıp saçını tarayan kızı sanki. Gülümsemesi, dudakları derken,
göğüslerinden aşağıya bütün endamını belirginleştirdi yorganın altına gömdüğü
kafasında. İster istemez yorganına daha sıkı sarıldı. Az sonra soğuk vurgunu
imgeler dağılıp gitti zifiri karanlıkta. Titriyordu...
Kalkıp
lambayı yaktı. Külüstür teneke soba, orta yerde onun titremesiyle alay eder
gibi duruyordu. Sarı yapraklı matematik defterini yaksa... Tahta bavul da
olabilir... Şeytana uyma, başka çözümler aramalısın... Şehir fırınının önündeki
odunları içeriye almışlar mıdır ki?... Evet, bu iyi bir fikir!...
Üstünü
başını giymesiyle evi terketmesi bir oldu. Koşar adımlarla caminin yanından
geçip çarşıya indi. Henüz kapanmamış olan Cenk Kıraathanesinin pencerelerine
şöyle bir göz atıp, şehir fırınına yöneldi. Fırının önüne varınca, bir tek
odunun bile dışarıda bırakılmamış olduğunu gördü. Tüm umutları boşa çıkmıştı...
Belki de böylesi daha iyi. Şu ‘çalma’ heyecanı
nasıl da yoruyor insanı... Ya biri çalarken görse de okula şikayet etse...
Düşünsene, adın odun hırsızına çıkacak. Baban duysa, eve sokmaz. Okulu bırakıp
gitsen, kim adam olacak?...
Yarınki
dersleri anımsadığında, Cenk Kıraathanesine yaklaşmıştı. Girip biraz ısınsa
mıydı?... Kuşkulu adımlarla giriş kapısını hafifçe aralayıp içeriye baktı.
Sonra da girip kapıyı kapattı. Sobanın başına doğru ilerlerken, o saatte ne
aradığını soranlara, üşüdüğünü söylemekle yetindi. Sobanın başına dikildiğinde,
sıcaklığın tüm bedenine yayıldığını duyumsadı. Evden çıkarken tasarladıklarını
çoktan unutmuştu.
Kıraathane
kapandıktan sonra, umarsız evin yolunu tuttu. Hiç ısınmasa daha mı iyiydi ne...
Yoksa hiç yataktan çıkmasa mıydı?... Bu
saatte sokakta dolaşmak; sahipsiz köpekler gibi... (…)