Gazeteci, yazar, siyasetçi, milletvekili. 11 Mart 1952, Gelinkaya köyü / Midyat / Mardin doğumlu. Baba adı İsmail, anne adı Behiye’dir. Gençlik yılları Batman ve Diyarbakır’da geçti. 1970-80 yılları arasında demokratik gençlik hareketlerinin içinde bulundu. 1980 yılında Diyarbakır Eğitim Enstitüsü Edebiyat Bölümü’nü bitirdi ve bir öğretmenlik yaptı. 12 Eylül 1980 askerî darbesinden sonra tutuklanarak Devlet Güvenlik Mahkemesi’ne çıkarıldı, yargılandı. Türkiye Kürdistan Sosyalist Partisi davasından on beş yıl hapis cezasına mahkûm edildi ve 1988 yılına kadar Diyarbakır Cezaevinde tutuklu kaldı. 1988 yılında cezaevinden çıktıysa da 1995 yılına kadar siyasi yasaklıydı. 1992 yılında Kürt aydını ve yazar Musa Anter'e düzenlenen suikasttan yaralı olarak kurtuldu. 1992’den itibaren tedavi amacıyla geldiği Ankara’da yaşıyor.
1999 yılından itibaren önce Halkın Demokrasi Partisi (HADEP), Demokratik Halk Partisi (DEHAP) ve Demokratik Toplum Partisi (DTP) Genel Başkan Yardımcısı olarak görev aldı. 7 Haziran 2015 ve 1 Kasım 2015 genel seçimlerinde AK Parti’den Mardin milletvekili seçilerek TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. Birçok STK’dan insan hakları ve temel özgürlükler konusundaki katkılarından dolayı ödül alan Miroğlu, Uluslararası Af Örgütü üyesidir. Aynı zamanda Stratejik Düşünce Enstitüsü’nün Tarih ve Toplumsal Hafıza Koordinatörlüğünü yürütmektedir. Çok iyi düzeyde Arapça ve Kürtçe, orta seviyede İngilizce bilen Miroğlu, Canan Miroğlu ile evli olup Hiwa ile Zerdeşt adında 2 çocuk babasıdır.
Radikal İki, Ülkede Özgür Gündem, Özgür Politika, Bir Gün ve Star gazetelerinde köşe yazarlığı yaptı. Orhan Miroğlu, Taraf gazetesinde Yüzleşme başlıklı köşesinde yazarken, yazısının 3 Eylül 2012 günlü gazetede yayınlanmadığını gerekçe göstererek gazeteden ayrıldı. Aralık 2012 ayından itibaren Star gazetesinde yazmaya başladı. Ayrıca yorumcu olarak sık sık televizyon kanallarına çıktı. 16 Nisan 2016 günü bir veda yazısıyla Star gazetesinden de ayrılıp başka bir gazetede yazacağını açıkladı.
ESERLERİ:
Dıjwar – Onlara Dair Her Şey (2004), Çapraz Ateşte İki Halk: Türkler ve Kürtler – Yeni Jeopolitika ve Nasyonalizm (2005), O’na Zarfsız Kuşlar Gönderin - Orhan Kaymaz Kitabı (2010), Kuşatmadan İnfaza Musa Anter Cinayeti (2012)
KAYNAKÇA: Orhan Miroğlu / "Kendine dikkat et! Her
an ölebilirsin!" (Taraf, 06.09.2010), Toprak Cemgil / "Miroğlu ve
Kuyruk Acısı!" (hezenparastin.com, Kasım 2010), Gülden Aydın / Söyleşi
(Hürriyet Pazar, 14 Kasım 2010), Ömer Faruk / Militarizm bize bir şike savaşı
yaşatıyor (Söyleşi, Varlık, Mayıs 2012), Ak Parti'li Miroğlu'ndan veda!
(haber7.com, 18.04.2016), 26. Dönem Milletvekilleri – Mardin (akparti.org.tr,
27.05.2016).
Celal Şengör’ün, 12 Eylül’de yaşanan işkenceleri meşru ve haklı
gösteren röportajını okuduğumda, içimden gelen tek şey, Şengör’e beddua etmek
oldu.
Buna hakkım var, çünkü Şengör’ün haklı gösterdiği, meşrulaştırdığı
işkenceleri, arkadaşlarımla beraber Diyarbakır cezaevinde yaşadım. Biri çıkıp
bu işkenceleri meşru ve haklı gösterirse, bu yılların bir daha asla geri
gelmeyeceğine, bir daha asla bu ülkede Diyarbakır, Metris, Mamak cezaevinde
yaşanan zulüm ve işkencenin yaşanmayacağına olan inancıma rağmen, elimden bu
kişiye ancak beddua etmek gelir.
İşkenceyi meşru ve haklı gösteren birine karşı, o işkenceleri
yaşamış bir kişinin bugünkü ortamda kullanabileceği yegane hak, beddua etmek
hakkıdır.
Şengör’e başka bir şey yapılamaz herhalde. O bu kafayla
muhtemelen ders verme hakkını kullanmaya devam edecek, öğrencilerini ve
üniversitedeki sınıfını elinden alamayız, almak da doğru olmak zaten.
Aklıma bir de bu hocadan herhalde mevzuat çerçevesinde sorumlu
olan kurumumuz YÖK geliyor. YÖK belki bir kınama mesajı yayınlayabilir.. Bir
bilim adamının, insanlara b..k yedirmeyi işkenceden saymamasının, AİHM’in karar
ve içtihatlarını hatırlatarak, insan haklarına aykırı bir durum oluşturduğunu
uygun bir üslupla hatırlatabilir..
Ama ben de bir mağdur olarak Şengör’e beddua hakkımı kullanmak
istiyorum.
Ey Celal Şengör,
İnşallah bizim yaşadığımız işkenceleri hiçbir zaman yaşamak
zorunda kalmazsın ama bir rüya görürsün ve o rüyada, 12 Eylül günlerinde
işkenceden geçen, zulüm gören insanların yaşadıklarını yaşar ve bu
yaşadıklarına inanamaz halde, kan revan içinde uyanırsın!
Biliyor musun, bizim bir arkadaşımız, Diyarbakır cezaevinde
görüp yaşadıklarına hiçbir zaman inanamadı.
Biz öldük diyordu ve burası bir cezaevi değil, biz öldük ve
burası bir cehennem!
Koğuş arkadaşları, peki ya gardiyanlar diyorlardı, onlar nedir?
Arkadaşımız cevap veriyordu: Onlar gardiyan değil, cehennemi
bekleyen zebanilerdir!
Ya görüşmeye gelen yakınlarımız, onlar nedir öyleyse diye
soruyorlardı yine..
Arkadaşımız, onlar mezarımızı ziyaret ediyorlar ve biz onları
toprağın altında, tabutlarımızın içinde hissediyoruz!
Ey Şengör,
İnşallah rüyanda böyle bir cehenneme düşersin.
Saygıdeğer annenle görüşme günlerinde, Türkçe yasak olduğu için
iki kelime bile konuşamadan, tekrar koğuşuna yollanırsın!
İnşallah, rüyanda, ismi Co olan ve hücrelerden, koğuşlardan
sırayla askeri tekmil alan Yüzbaşı Esat’ın köpeğine tekmil vermek zorunda
kalırsın. Co karşında durur ve sen Co’ya şu tekmili vermek zorunda kalırsın:
‘Celal Şengör, İstanbul, 1. Kat 3. Hücre 20 kişiyle emir ve görüşlerinize
hazırdır komutanım!’
Ey Şengör, sen gerçek hayatta işkenceleri meşru ve makbul
gösterirken, inşallah rüyanda, tutulduğun cezaevinde yaşanan işkenceleri
protesto isyanlarına katılır, açlık grevlerine girmeye mecbur olursun!
Ve inşallah, kırk günden sonra eğer hayatını kaybetmediysen,
inşallah beynin ve vücudunun her bir parçası küçülmüş olarak, bu kabustan
uyandığını hissedersin!
İnşallah Şengör,
Yine kabus gibi yaşayacağın bir rüyada tabi, yaman bir
Diyarbakır kışında, eline bir balyoz verip, önce havalandırmadaki buzları
kırdırırlar sana ve o bıçak gibi buzların üstünde çırılçıplak yürütürler!
İnşallah Şengör, güneşli bir günde, havalandırmadaki eğitim
sırasında gökyüzüne kaçamak bir bakış attığını gardiyanlar o dakikada fark eder
ve seni domaltıp, gökyüzüne neden baktın lan diyerek, vücudunun her tarafını
kızarmış ıstakoz gibi kızartırlar ve böylece koğuşta ve yatakta oturamaz hale
gelirsin!
İnşallah Şengör,
Diyarbakır’da iki yılda işlenen kırka yakın cinayete sen, bir
rüyanın sınırlı dakikaları içinde tanık olursun, içlerinde çok iyi tanıdığın bu
insanların işkenceyle öldürülmesini, gerçek hayatta da hiç unutmaz ve her
rüyanda bunu bir kabus gibi yaşarsın!
İnşallah Şengör, kan revan içinde kaldığın bu rüyada, birdenbire
kar yağmaya başlar ve birdenbire çok susadığını anlarsın!
Ama inşallah Şengör, dışarıda lapa lapa kar yağarken, sen bu rüyada
içecek bir damla su bile bulamazsın!
İnşallah Şengör,
Rüyanda bir gün havalandırmaya çıkarırlar seni, koğuşun
havalandırmasından geçen logarı açarlar ve herkese yedirdikleri gibi o logardan
alınan b..u sana da yedirmeye çalışırlar, ama etrafında yiyecek b.k arar
bulamazsın, yanındaki arkadaşının yemekte olduğu ‘b.k’ u elinden almaya
çalışır, yiyecek b.k aramak zorunda kalırsın!
Ey Celal Şengör.
Daha ne yazayım, bütün yazdıklarım ve sadece rüyanda sana reva
gördüğüm bu işkenceler, senin Evren Paşan tarafından insanlara reva görülen
işkencelerdi..
Allah sana burada unuttuğum işkence yöntemlerini de kabus dolu
rüyalarında sırayla ve birer birer yaşamayı nasip etsin!
http://haber.star.com.tr/yazar/celal-sengore-beddua/yazi-1071677
24.11.2014