Ahmet Muhip Dıranas

Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
21 Haziran, 1980
Eğitim
Ankara Erkek Lisesi
Diğer İsimler
Muhip Atalay, Dranas

Şair ve yazar (D. 1909, Sinop - Ö. 21 Haziran 1980, Ankara). Gençliğinde Muhip Atalay imzasını kullandı ve bazen soyadını “Dranas” olarak yazdı. Çocukluğu kısmen Sinop’ta, kısmen de İstanbul’da geçti. İlköğrenimini Sinop'ta, İstanbul’da başladığı ortaöğrenimini Ankara Erkek Lisesinde (1930) tamamladı. Ankara’da lise son sınıf öğrencisi iken Faruk Nafiz Çamlıbel ile Ahmet Hamdi Tanpınar'ın öğrencisi oldu. Bir rastlantı sonucu Ahmet Cevdet’i tanıdı. Ahmet Cevdet o yıllarda yazdığı bir şiirini dergisinde yayımladı. 1928'den itibaren de Tanpınar'ın teşviki ile yoğun olarak şiirle uğraşmaya devam etti. Hakimiyet-i Milliye (Ulus) gazetesinde çalışırken (1930-35) Ankara Hukuk Fakültesine iki yıl devam etti. Öğrenimini yarıda bırakarak İstanbul Güzel Sanatlar Akademisinde kütüphane memuru olarak çalışmaya başladı. Burada çalıştığı yıllarda da İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümünde iki yıl kadar (1930-32) okudu. Yine o yıllarda bir müddet de Resim ve Heykel Müzesinde müdür yardımcısı olarak görev yaptı ve 1938'de Ankara'ya döndü. Ankara’da Halkevleri Genel Merkezinde kültür ve sanat yayınlarını (1938-42) yönetti. Askerliğini yedek subay olarak Sürbehan köyü / Ağrı’da yaptı ve bu sırada Ağrı şiiri ile Gölgeler adlı oyununu yazdı. Askerliğinden sonra Çocuk Esirgeme Kurumu Neşriyat Müdürlüğü görevine getirildi (1946). Aynı yıllarda Zafer gazetesinde günlük fıkralar (1949) yazdı. 1950 seçimlerinde Demokrat Partiden milletvekili adayı oldu, ancak seçilemedi. Bir ara Ankara’da dolmuş işletmeciliği yaptı ve 1960’a kadar Ankara İl Genel Meclisi ile Belediye Meclisi üyeliklerinde bulundu. Devlet Tiyatroları Edebi Kurul üyeliği (1951), Çocuk Esirgeme Kurumu Başkanlığı (1957) yaptı. Daha sonra Anadolu Ajansı Yönetim Kurulu üyeliği (1966-72), Devlet Tiyatrosu Edebî Kurul Başkanlığı ve Türkiye İş Bankası Yönetim Kurulu üyeliği görevlerinde bulundu. Ankara’da bir kalp yetmezliği sorucunda öldü, vasiyeti üzerine doğum yeri olan Sinop’un Salı köyünde toprağa verildi. Ölümünden sonra eşi Münire Dıranas, Ahmet Muhip Dıranas’ın  bütün makalelerini yayıma hazırladı ve Dıranas'ın ölümünün 15. yıldönümünde Sinop'ta Dıranas Vakfını kurup müze çalışmalarını başlattı, Vakıf bünyesinde Ahmet Muhip Dıranas Güzel Sanatlar Lisesini kurma işine başladı.  

Ahmet Muhip Dıranas şiirle, dayısının verdiği bir şiir kitabını okuyarak tanıştı. İlk şiiri, lise öğrencisi iken Muhip Atalay imzasıyla (Millî Mecmua, 15 Eylül 1926) yayımlanan Bir Kadına” adlı şiiridir. İlk hikâyesi ise Servet-i Fünûn-Uyanış dergisinde yayımlandı. Daha sonra yazı ve şiirleriyle Hep Gençlik, Görüş, Varlık, Çığır, Ağaç, Gündüz, Yücel, Oluş,Ülkü, Sanat-Edebiyat Gazetesi, Şadırvan, Yeni İnsan ve Hisar dergilerinde yayımladığı şiirleriyle "eski şiir"in son halkası Yedi Meşaleciller'le 40 Kuşağı arasında bir geçiş oluşturdu. Antolojilerde yer alan Fahriye Abla, Serenad, Kar, Olvido, Se­lam ve Köpük gibi şiirleriyle büyük beğeni topla­dı, ancak yıllarca kitap çıkarmamakta direndi. Şiirler (1974) adlı tek şiir kitabının yayımlanması "yılın sanat olayı" olarak değerlendirildi.

Kurulan yeni Türk devletinin ilkeleri çerçevesinde, oluşumu yaklaşık yarım yüzyıl süren Cumhuriyet dönemi edebiyatı; ye­niliklerle dolu, çok geniş kadrolu, canlı, hareketli, renkli, zen­gin ve büyük ölçüde batıya yönelik bir edebiyattır. Aynı şekilde Cumhuriyet şiiri de bir hayli geniş kadroya, değişik anlayışlara ve dinamik bir kimliğe sahiptir. Bu durum biraz da aynı dö­nemde farklı nesillerin bir arada bulunmasına bağlanabilir. Cumhuriyet'in ilk çeyreğinde, başta Tanzimat edebiyatçıların­dan A. Hâmit Tarhan olmak üzere, daha sonraki dönemlere mensup bazı sanatçılar ile Beş Hececiler sanat hayatlarını sür­dürdükleri gibi, Mütareke ve Millî Mücadele nesli ile Cumhuriyet'ten itibaren şiir yazmaya başlayanlar, hep birlikte Cumhu­riyet şiirini renklendirmişlerdir. Cumhuriyet neslinden olup da, bu dönemden itibaren edebî faaliyetlerde bulunan önemli şair­lerden biri de Ahmet Muhip Dıranas'tır.

Ahmet Muhip Dıranas’ı, Fransız sembolizminden yola çıkıp Türk şiir geleneğinden ustalıkla yararlandığı şiirleriyle, Ziya Gökalp’in çevresinde faaliyet gösteren şairlerin önerdiği dilin, şiire has bir ifâde kabiliyeti kazandığı 1930 sonrası sanat ve edebiyat dönemi içinde düşünmek gerekir. Dıranas, Nâzım Hikmet’in ve arkadaşlarının gayretleriyle serbest nazmı ve ideolojik şiiri tanıyan Türkçe, Ahmet Haşim, Ahmet Hamdi (Tanpmar) ve Necip Fazıl (Kısakürek) ile Batı'nın şiir zevkiyle kendi imkânlarını birleştirme gayreti içinde olmuştur. Şiire Tanpınar'ın açtığı kapıdan girmişti. O kapının arkasında Baudlaire ve şairin imgeleminde çocukluk yıllarında içinde yaşadığı doğal görünümlere ait anı ve izlenimler vardır. Kullandığı dil 1930'ların Türkçesidir. O, sanat hayatının ilk döneminde Ahmet Hamdi ve Necip Fazıl'ın mısra tekniğini, kelime ve imge zenginliğini benimser görünür. Ancak doğayı bütün boyutlarıyla yaşamaya hazır bu insanda var olanı şiirin imkânlarıyla ifâde arzusu, onu yeni imgelere ve ayrı bir söyleyiş tarzına ulaştırır. Ne varlık âleminin dışına yönelik arayışlar ve ne de şiirin geleneksel şekli ile oynama ona çekici geldi. Şiire has geleneği, dönemin şartları içinde sürdürerek, yaşanılan hayata bağlı bir şiir zenginliğinin peşinde oldu. Fahriye Abla başlıklı şiirinde görülen hikâye etme tekniği, Atlıkarınca'da karşımıza çıkan Garip tarzı söyleyiş ve başka şiirlerinde Faruk Nafiz'i çağrıştıran mısralar kendi şiir düzenini arayan şairin yokladığı farklı imkânlar olarak değerlendirilmelidir. Ahmet Muhip, doğa-insan kaynaşmasını, hayata ait tecrübelerle birlikte, bir bütün hâlinde vermesini bilen bir sanatçıdır.

. Bir yandan, Türk şiirinde yeni bir şiir dili ve şiir yapısı kurmaya yönelik çabası, öte yandan şiire taşıdığı du­yarlıkla Cumhuriyet döneminin önde gelen şairlerinden biri oldu. Hece ölçüsüyle kaleme aldığı şiirlerinde yer yer Ba­tı şiirinin "sonnet" kalıplarını da kullanarak şiirde uyak ve ses uyumuna bağlı kaldı. Aşk, doğa, ölüm, anılar gibi tema­ları düşündürücü boyutlarıyla ele aldığı şiirlerinde hece öl­çüsünün alışılmış kalıplarını sarsarak, bu ölçüye yeni bir tat ve tazelik verdiği kabul edildi. Baudelaire, Verlaine ve Rimbaud gibi Fransız sembolist şairlerin etkisinde geleneksel biçimleri yoğurarak duyguların sonsuzluğuna yönelen ve biçime önem veren kendine has bir şiir yapısı kurdu. Bu bağlamda, Ahmet Muhip’in bütün şairlerin örnek alacakları tarafı, her şairin kendine ait bir şiir iklimi oluşturması gereğidir.

Kendisiyle yapılan bir röportajda şiirini şöyle değerlendirdi: "Sanatta bu muhafazakârlığa inanmış bir adamım... Benim şiirlerimde vezin vardır, kafiye vardır, ama ben ne kafiye düşkünüyüm, ne de vezin mutaassıbı. Onun dışında herkes biliyor ki, bugün hatta 'anlamsız' dedikleri gençleri bile seven ve zevkine varan bir adamım... Vezin ve kafiye üzerinde ayak direyişim, başladığım bir şeyi en iyi şekilde bitirme çabasından kendimi yoksun kılmamak içindir. Ve ben, vezinli ve kafiyeli şiirden de, yarınki anlayışı, yarınki zevki doyuracak bir sonuç elde edebileceğime inanıyorum. (...) Ben Fransızcayı bile Baudelaıre'i okuyup anlayabilmek için öğrendim denebilir. Ve gerçekten de dünyanın en büyük şairi olan Baudelaire'in etkisinde kalmak, benim için olsa olsa bir erdemdir. Bugün benim artık kişiliğimi ifade eden şiirlerimde Baudeiaire'in en küçük bir benzerliğini, en küçük bir hatırlatmasını bulmak mümkün değildir... 'Selâm' adlı şiirimde Baudelaire'in etkisini kısmen kabul ederim. Ama tek şiirim olarak..."

Turgut Uyar'a göre, Dıranas şiirimizde mutlu bir rastlantıdır. "Duygulanmasının soyluluğu ile sonsuz derecede gelenekten; şiirini kuruşu, görüntülerini seçişi, soylu ve yeni davranışına karşın gününe, gününün dağdağasına vurdumduymazlığı, çeliğine kendi bildiğince su verişi ile mutlu bir anakronizm. Çıkışı, Türk şiirinde hiçbir şeyle açıklanamaz. Ustalık ve incelikle, geçmişin deneylerinden yararlanır: Objesi hayat değildir, şiirdir; bütün şairlerin geçmişidir, şiirleridir."

Ankara Erkek (Atatürk) Lisesinde okurken öğretmeni ve sonra yakın arkadaşı olan Ahmet Hamdi Tanpınar, Edebiyat Üzerine Makaleler'de, Dıranas'ın mısra zevkinin büyük bir yer tuttuğu sensuel ve taze bir lirizmle şiire başladığını ve Baudelaire'le Verlaine'in ışık tuttuğu bir yolda kendisine asıl şahsiyetini bulduracak iklimler aradığını yazdı. Necatigil’e göre, Dıranas Yedi Meşalecileri 1940 kuşağına bağlayan şairlerimiz içinde Cahit Sıtkı Tarancı ile birlikte şiirde sese, şekil mükemmelliğine önem verişi, Baudelaire sembolizminden hareket edip Türkçede yeni bir şiir dili ve yapısı yaratmaya çalışması ile, şiirimizde kendine sağlam bir yer ayırmış bir şairdir. Dıranas, şiirlerini her zaman bir yapı kaygısı güderek yazdı ve hece şiirinin olanaklarını geliştirmeye çalıştı. Değişmekte olan şiire katılamadı, yeni şiiri sezdi, ancak evrimci bir tutumu benimsedi. Şiirde folklorist eğilimleri benimsediği estet tavrıyla aştı.

1940'lı yılların havasını yansıtan oyunlarında işlediği düşle gerçek, geçmişle şimdi, alınyazısıyla istem, yaşamla ölüm arasındaki iç çatışma da şiirine egemen olan özün bir başka biçimle, dramlaştırılmış şiirle anlatılmasıdır. Oyunlarından Gölgeler I946'da İstanbul Şehir Tiyatrosu'nda, O Böyle İstemezdi, 1948-49 sezonunda ve ikinci kez Çıkmaz adıyla I977'de sahnelendi. Ayrıca, Abdülhak Hâmit'in Finten adlı oyununu yeniden sahneye uyguladı. Tevfik Fikret'in Rübab-ı Şikeste ve Halûk'un Defteri adlı şiir kitaplarından yaptığı seçmeleri, aynı şairin Hân-ı Yağma ve Tarih-i Kadim şiirleriyle birlikte 62 şiirini sadeleştirerek Kırık Saz adlı bir kitapta topladı. Yönetmen Yavuz Turgul, Fahriye Abla adlı şiirinden hareketle aynı adla bir film çekti (1984). Gölgeler adlı oyunu ile 1946 CHP Piyes Yarışmasında ikincilik aldı.

Buraya kadar yazılanlara dayanarak rahatlıkla denilebilir ki Ahmet Muhip Dıranas, daha çok kendi kendini yetiştirmiş bir sanatkâr ve kültür adamı olarak; şiir, tiyatro, gazete ve dergi yazıları, inceleme, çeviri, sadeleştirme ve uyarlama çalışmalarıyla, kendine özgü dil ve üslubuyla, zarar görmek pahasına da olsa, hürriyet ve demokrasi yolundaki soylu mücadelesiyle Cumhuriyet dönemi Türk kültür, sanat, edebiyat, dil, düşünce ve siyaset tarihinin önde gelen şahsiyetlerinden biridir.

“Ahmet Muhip bir rastlantıdır şiirimizde. Mutlu bir rastlantı. Duygulanmasının soyluluğu ile sonsuz derece gelenekten; şiirini kuruşu, görüntülerini seçişi, soylu ve yeni davranışına karşın gününe; gününün dağdağasına vurdumduymazlığı, çeliğine kendi bileğine göre su verişi ile mutlu bir anakronizm. Çıkışı, Türk şiirinde hiçbir şeyde açıklanamaz. Haşim, bütün inceliğine karşın katı bir şeyler taşır, divan şiirinin duyarlılığı ile hiç ilgisi yoktur aruzla yazdığı halde dünyayla bir alıp veremediği vardır onun. Yahya Kemal, ince ve üstün olmayı, seçkin olmayı pek düşünemez zaten: kendiliğinden olursa vardır onlar. Hececiler, büyük bir mirasyedilikle geçmişi hiçe sayarlar. Tutunmaya çalıştıkları, tutunduklarını sandıkları halk şiirine ise öylesine yabancı, bu konuda öyle bilgisizlerdir ki gülünç olurlar sonunda. Bir şiire, bir şiir ortamına varmak için o şiirin tekniğini kullanmanın, onu taklit etmenin yeteceğini sanacak kadar sudandır bildikleri. Anadolu duyarlığı; onları, herşeyleri yapabileceklerine nedensiz inandırmıştır. Bir şiiri, katkısız şiir yapan çileleri, sevinçleri, bütün öbür insani duyguları tatmadan, tanımadan, o şiiri yapabileceklerini sanırlar. Bir Necip Fazıl kurtulur bu düşünüşten. Sırtını gizemciliğe dayar ve kurtulur.

“Ahmet Hamdi, Yahya Kemal, Ahmet Haşim, divan ve bütün Fransız şiiri, malzemesi ile Ahmet Muhip’e bir zemin olmuştur. Ahmet Muhip büyük bir ustalık ve incelikle, geçmişlerin deneylerinden yararlanır. Bütün bildikleri ustaca sezgiyle düzene koyar ve yanılmadan yapar şiirini. Denebilirse o, korkunç bir şiir gözlemcisidir. Objesi hayat değildir, şiirdir; bütün şairlerin geçmişidir, şiirleridir. Böylece 1930-40 yılları arasının dağdağasına doyulmaz tatlar getirir. ‘Denizi, sonsuz olanı’ düşünür, yani olmayacak kadar güzeldir yaptığı. Bir bakıma yaşamasızdır. Çünkü zamansız ve mekânsızdır kurduğu dünya. Şiir duygusu, şiir karma gücü öylesine sağlamdır ki, boşluk’u bile ‘büyük’ olur.” (Turgut Uyar)

“Kederin yanıcı bir nesne olarak, maceranın sonunda kalan bir duman şeklinde tasarlanması da imajdır. Dıranas’ın şiirlerinde benzer imajlara çok rastlanır. Onu özgün bir şair olarak görmemizi de bunlar hazırlar zaten. İmajlarda şairin söz sanatlarını ustaca kullandığı da belirtilmelidir; ama Dıranas, söz sanatlarını kendine has duyuşun içinden gerçekleştirir.’Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!’ dizesinde, aldanışı ömrün en güzel türküsüne benzetirken yeni bir tanım yapmış olur. ‘Ruhum gemiler uğramaz bir liman’ dizesindeki teşbih-i beliğ rahatça gerçekleştirilmiştir. ‘Açılacak üstü şimdi, / Nice Nice uykuların.’ Dizelerinde, üstü açılacak olan uyku değil, insandır. İlk anda mecaz-ı mürsel denilip geçilecek olan bu söyleyişte, insanın uykunun içinden algılandığı düşünülürse şiir daha da zenginleşir. ‘Şahlanan bir at gibi sürelim denizi...’ dizesinde benzetme, dar olanın geniş olanı idare etme isteğini belirginleştirir. Bu tür ifadeler onun şiirindeki yaşanmışlık duygusunu haber verir. Eskiden samimiyet, şimdilerde ise sahihlik diye tabir edilen özellik, Dıranas’ın şiirlerinde karşılığını doğru bir şekilde bulur.” (Mehmet Can Doğan)      

ESERLERİ:

ŞİİR: Şiirler (1974), Şiirler / Ahmet Muhip Dıranas: Yaşam Öyküsü-Sanatçı Kişiliği ve Tüm Şiirleri (Haz. Orhan Ural, 1982).

OYUN: Gölgeler (1947), Finten (Abdülhak Hâmit'in aynı adlı oyununun yeniden sahneye uygulanması, 1959), Oyunlar [Gölgeler ve Çıkmaz, 1977).

 DENEME: Yazılar (Toplu Yazıları, 1937-75 arası yayımlanmış 242 yazı, haz. Münire Dıranas (1994; yeni bas. 2001).

SADELEŞTİRME: Kırık Saz (Tevfik Fikret'ten seçme şiirler, 1975).

ÇEVİRİ: Fransa'da Müstakil Resim (A. Basler-C. Kunstler’den C. S. Tarandı ile, 1938), Abdal (Dostoyevski'nin Buda’sından oyunlaştıranlar: F. Neziére-S. W. Bienstoek, 1940), Yaşadığımız Devir (K. Çapek’ten, 1942), Anna Bolton (L. Bromfield’en, 1945), Ecinniler (3 c. Dostoyevski’den S. Lünel ile, 1958-63), Cehennem Kayası (E. Dimt’den, 1963).

HAKKINDA: Ayhan Doğan / Ahmet Muhip Dıranas (Türk Sanatı, Ağustos 1956), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü, 1960), Türker Acaroğlu / Şair ve Yazarların Hayatları ve Eserleri (1963), Hisar'dan Biyografiler: A. Muhip Dranas (Hisar, Nisan 1966),  Baki  Süha Ediboğlu / Bizim Kuşak ve Ötekiler (1968), Mehmet Kaplan  / Şiir Tahlilleri II / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri (1965) - Edebiyatımızın İçinden (1978) - Türk Edebiyatı Üzerine Araştırmalar 2 (1987), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (1973), Seyit Kemal Karaalioğlu / Resimli Türk Edebiyatçıları Sözlüğü (1974), ), Hilmi Yavuz / Ahmet Muhip Dıranas'ın Şiirleri (Milliyet Sanat, 27 Eylül 1974), Muzaffer Erdost / Dıranas'm Şiirleri (Varlık, Kasım 1974), Osman Numan Baranus / Dıranas'ın Özünleri (Türk Dili, Mart 1976), Rauf Mutluay / Bende Yaşayanlar (1977), Erdal Öz / Dıranas'la 1962 Yılında  (Milliyet Sanat, Ağustos 1980), Turgut Uyar / Bir Şiirden (1983), Şükran Kurdakul, / Ahmet Muhip'in Şiiri (Çağdaş Eleştiri, Ağustos 1982),  Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi II (1982), Cahit Külebi / İçi Sevda Dolu Yolculuk (1986),  İlhan Geçer / Cumhuriyet Döneminde Türk Şiiri (1990), Evren Erem / Dıranas’ın Modernizmi (Sombahar, Mayıs-Haziran 1992), Mustafa Kırcı / Ahmet Muhip Dıranas: Hayatı-Fikirleri-His Dünyası (1997), Mustafa Kırcı / Ahmet Muhip Dıranas: Hayatı Fikirleri His Dünyası, 1997), Atilla Özkırımlı / Şiirimizde Mutlu Bir Rastlantı: O Güzel İnsanlar (1998), Bilge Ercilasun / Ahmet Muhip Dranas (1996), Ali Galip Yener / Şiirimizdeki "Mutlu Rastlantı" - Mehmet Taner / "Sesten örgüler" ya da "Anam Yün Eğirir Batı Vakti" (Virgül, Eylül 1999), Prof. Dr. Mustafa Özbalcı / Kültür Köprüsü (2000), Şener Öztop / Ahmet Muhip Dıranas'ın Tüm Yazıları Bir Araya Getirildi: "Şiirin Füsunlu Aynasından Seyreden" Bir Şairin Yazılar'ı (Cumhuriyet Kitap, 31.5.2001), TBE Ansiklopedisi (2001), Prof. Dr. Şerif Aktaş / Büyük Türk Klâsikleri Ansiklopedisi (2002), Saadet Seval Candar / Ahmet Muhip Dıranas ve Şiirleri Üzerine Bir Araştırma (2002), Âlim Gür/Ahmet Muhip Dıranas Hayatı-Sanatı-Eserleri (2004), Halil Soyuer / Şair Dostlarım (2004), Mehmet Can Doğan / Ahmet Muhip Dıranas: Uykusu İkiz (Kitap-lık, Eylül 2004).

 

 

 

DENİZİ ÖZLEYEN ÇOCUKLAR

Bahar sabahlarında bir, iki, üç, beş, on, 

Altın rengi başları altın bir madalyon,

Göğüslerini yelken gibi gere gere

Ve kollarını doğan güneşe açarak

Büyük su 'yu özleyen çocuklar, yalnayak

Koşarlar dalgaların koşuştuğu yere.

 

Bu bahar toplayınca son güllerimizi,

Coşalım, coşalım, coşalım! Ve rüzgâr

Gibi denize doğru koşalım, çocuklar!

Umut en güzeliyse dünyalarımızın,

Şen cennetine değin rüyalarımızın

Şahlanan bir at gibi sürelim denizi...

 

Ve denizde bir temiz, yıldızlı gökyüzü,

Büyük su'yu özleyen çocukların yüzü.

 

FAHRİYE ABLA

Hava keskin bir kömür kokusuyla dolar,

Kapanırdı daha gün batmadan kapılar.

Bu, afyon ruhu gibi baygın mahalleden,

Hayalimde tek çizgi bir sen kalmışsın, sen!

Hülyasındaki geniş aydınlığa gülen

Gözlerin, dişlerin ve ak pak gerdanınla

Ne güzel komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Eviniz kutu gibi küçücük bir evdi,

Sarmaşıklarla balkonu örtük bir evdi;

Güneşin batmasına yakın saatlerde

Yıkanırdı gölgesi kuytu bir derede.

Yaz, kış yeşil bir saksı ıtır pencerede;

Bahçende akasyalar açardı baharla.

Ne şirin komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Önce upuzun, sonra kesik saçın vardı;

Tenin buğdaysı, boyun bir başak kadardı.

İçini gıcıklardı bütün erkeklerin

Altın bileziklerle dolu bileklerin.

Açılırdı rüzgârda kısa eteklerin;

Açık saçık şarkılar söylerdin en fazla.

Ne çapkın komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

Gönül verdin derlerdi o delikanlıya,

En sonunda varmışsın bir Erzincanlıya.

Bilmem şimdi hâlâ bu ilk kocanda mısın,

Hâlâ dağları karlı Erzincan'da mısın?

Bırak, geçmiş günleri gönlüm hatırlasın;

Hâtırada kalan şey değişmez zamanla.

Ne vefalı komşumuzdun sen, Fahriye abla!

 

 

Kaynak: Modern Türk Şiiri, Ahmet Necdet, 1993

OLVİDO

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

Gün saltanatıyle gitti mi bir defa

Yalnızlığımızla doldurup her yeri

Bir renk çığlığı içinde bahçemizden,

Bir el çıkarmaya başlar bohçamızdan

Lavanta çiçeği kokan kederleri;

Hoyrattır bu akşamüstüler daima.

 

Dalga dalga hücum edip pişmanlıklar

Unutuşun o tunç kapısını zorlar

Ve ruh, atılan oklarla delik deşik;

İşte, doğduğun eski evdesin birden,

Yolunu gözlüyor lamba ve merdiven,

Susmuş ninnilerle gıcırdıyor beşik

Ve cümle yitikler, mağlûplar, mahzunlar...

Söylenmemiş aşkın güzelliğîyledir

Kâğıtlarda yarım bırakılmış şiir;

İnsan, yağmur kokan bir sabaha karşı

Hatırlar bir gün bir camı açtığını,

Duran bir bulutu, bir kuş uçtuğunu,

Çöküp peynir ekmek yediği bir taşı...

Bütün bunlar aşkın güzelliğiyledir.

 

Aşklar uçup gitmiş olmalı bir yazla

Halay çeken kızlar misali kolkola.

Ya sizler! ey geçmiş zaman etekleri,

İhtiyar ağaçlı, kuytu bahçelerden

Ayışığı gibi sürüklenip giden;

Geceye bırakıp yorgun erkekleri

Salınan etekler fısıltıyla, nazla.

Ebedi âşığın dönüşünü bekler

Yalan yeminlerin tanığı çiçekler

Artık olmayacak baharlar içinde.

Ey, ömrün en güzel türküsü aldanış!

Aldan, gelmiş olsa bile ümitsiz kış;

Her garipsi ayak izi kar içinde

Dönmeyen âşığın serptiği çiçekler.

Ya sen! ey sen! esen dallar arasından

Bir parıltı gibi görünüp kaybolan

Ne istersin benden akşam saatinde?

Bir gülüşü olsun görülmemiş kadın,

Nasıl ölümsüzsün aynasında aşkın;

Hatıraların bu uyanma vaktinde

Sensin hep, sen, esen dallar arasından.

 

Ey unutuş! kapat artık pencereni,

Çoktan derinliğine çekmiş deniz beni;

Çıkmaz artık sular altından o dünya.

Bir duman yükselir gibidir kederden

Macerası çoktan bitmiş o şeylerden.

Amansız gecenle yayıl dört yanıma

Ey unutuş! kurtar bu gamlardan beni.

 

 

SERENAD

Yeşil pencerenden bir gül at bana,

Işıklarla dolsun kalbimin içi.

Geldim işte mevsim gibi kapına

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

 

Açılan bir gülsün sen yaprak yaprak,

Ben aşkımla bahar getirdim sana;

Tozlu yollarından geçtiğim uzak

İklimden şarkılar getirdim sana.

 

Şeffaf damlalarla titreyen, ağır

Koncanın altında bükülmüş her sak.

Seninçin dallardan süzülen ıtır,

Seninçin karanfil, yasemin, zambak...

 

Bir kuş sesi gelir dudaklarından;

Gözlerin, gönlümde açan nergisler.

Düşen öpüşlerdir dudaklarından

Mor akasyalarda ürperen seher.

 

Pencerenden bir gül attığın zaman

Işıkla dolacak kalbimin içi.

Geçiyorum mevsim gibi kapından

Gözlerimde bulut, saçlarımda çiğ.

 

KARDIR YAĞAN ÜSTÜMÜZE GECEDEN

KARDIR YAĞAN ÜSTÜMÜZE GECEDEN

 

Ahmet Muhip DRANAS

 

Kardır yağan üstümüze geceden,

Yağmurlu, karanlık bir düşünceden

Ormanın uğultusuyla birlikte

Ve dörtnala dümdüz bir mavilikte

Kar yağıyor üstümüze, inceden.

 

Sesin nerde kaldı, her günkü sesin,

Unutulmuş güzel şarkılar için

Bu kar gecesinde uzaktan, yoldan,

Rüzgâr gibi tâ eski Anadolu'dan

Sesin nerde kaldı? kar içindesin!

 

Ne sabahtır bu mavilik, ne akşam!

Uyandırmayın beni, uyanamam.

Kaybolmuş sevdiklerimiz aşkına,

Allah aşkına, gök, deniz aşkına

Yağsın kar üstümüze buram buram…

 

Buğulandıkça yüzü her aynanın

Beyaz dokusunda bu saf rüyanın

Göğe uzanır - tek, tenha - bir kamış

Sırf unutmak için, unutmak ey kış!

Büyük yalnızlığını dünyanın.

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör