İlhan Berk

Şair

Doğum
18 Kasım, 1918
Ölüm
28 Ağustos, 2008
Eğitim
Gazi Eğitim Enstitüsü (Gazi Üniversitesi Eğitim Fakültesi) Fransızca Bölümü
Burç
Diğer İsimler
İlhan Birsen (asıl adı)

Şair (D. 18 Kasım 1918, Manisa - Ö. 28 Ağustos 2008, Bodrum). Gerçek adı İlhan Birsen’dir. Annesinin adı Hesna, babasının adı Veli. Babası aslen Karamanlı; okuma yazma bilmemesine rağmen Manisa’da muakkiplik (takipçilik) yapan biriydi. Annesiyle babası çocukken ayrıldılar. Küçük İlhan’ı annesi ve ağabeyleri büyüttü. Genç İlhan, İstanbul Pertevniyal Lisesinde altı ay okuduktan sonra İzmir Öğretmen Okuluna geçti; daha sonra Balıkesir’e taşınan bu okulu orada bitirdi. Giresun'un Espiye bucağında iki yıl öğretmenlikten sonra askere gitti. Askerliğini İstanbul’da yedek subay olarak yaptıktan sonra Edirne’ye atandı. Bir süre de burada öğretmenlik yaptıktan sonra Ankara’ya giderek Gazi Eğitim Enstitüsü Fransızca Bölümünü bitirdi (1945). Zonguldak, Samsun ve Kırşehir'de ortaokul öğretmenliği yaptı (1945-55). Ziraat Bankası Genel Müdürlüğü yayın bürosunda çevirmen olarak çalıştıktan (1956-69) sonra emekliye ayrılarak Bodrum'a yerleşti.

İlk şiirleri Manisa Halkevinin çıkardığı Uyanış dergisinde çıktı (1935). İlk kitabını aynı yıl yayımladı. 1955 yılına kadarki döneminde ürünlerini Servetifünûn-Uyanış, Ses, Yığın, Yeryüzü, Kaynak, Yeditepe (1940-50) dergilerinde yayımladı. Bu dönemde Walt Whitman ve Nâzım Hikmet etkileri şiirinde belirgindir. Bu dönemin verimleri olarak İstanbul, Günaydın Yeryüzü, Türkiye Şarkısı ve Köroğlu kitapları sayılabilir. Bu kitaplarda yer alan şiirleri bugün İlhan Berk denilince akla gelen kişiliği temsil etmekten uzaktır. Yine de bu kitaplarda bile özgün İlhan Berk şiirine ait unsurlar vardır. Bunlar görselliğin ön plânda olması, daimi konuşma edasının bütün şiiri kat etmesi ve şairin dünya görüşünün belirsizliğidir. İlhan Berk kendisini Marksist saydığını pek çok defa belirtmiş olsa da, şiirine, hatta ilk dönem şiirinin konularına bakarak bunu anlamak mümkün değildir. Kendisinin Marksist olup olmadığı tartışılabilir; fakat şiirinin bir ideoloji veya dünya görüşüne yaslandığını söylemek zordur. Genel olarak iyimser ve hümanist bir havası vardır şiirlerinin. Âdeta mutluluğun şiiri peşindedir.

İlk dönemini şiir ortamında fazla ilgi uyandırmadan, fazla tanınmadan geride bırakan İlhan Berk, daha sonra İkinci Yeni akımına katıldı ve kırk yaşında çıkardığı Galile Denizi’yle hem önceki şiiriyle bağlantısını sona erdirmiş hem de yeni gelen akımın en aşırı örneklerinden birini ortaya koymuş oldu. Şaşırtıcı olan bir şey, İkinci Yeni şairleri genellikle kendilerini bu akımdan saymazken, sonradan gelip bu akıma katılan İlhan Berk’in kendini bu akımdan saymanın da ötesinde İkinci Yeninin sözcülüğünü üstlenmiş olmasıdır. İlhan Berk, sadece şiirini değil, poetikasını da İkinci Yeni akımının ortaya çıkış şartlarına göre geliştirdi ve çok uzun süre anlamsızlığı, estetizmi ve deneyciliği savundu.

İlhan Berk’in “anlamsız şiir” yazıları ve bunlara karşı başkaları tarafından yazılan yazılar bir araya getirilse kitap ebadında bir toplam elde edilmiş olacaktır. İkinci Yeni şairleri çok fazla tartışma yapmamıştır. Edip Cansever, Ülkü Tamer ve Ece Ayhan zaten pek fazla eleştiri, deneme ve tartışma yazısı yazmamıştır. Sezai Karakoç, Cemal Süreya ve Turgut Uyar’sa İkinci Yeniyi üstlenerek taraf ve tavır yazıları yazmayı kabul etmemişlerdir. İlhan Berk, İkinci Yeni ve anlamsızlık savunmasında yalnızdır. Bu yalnızlık günümüze kadar devam etmiştir. İlhan Berk de böylece anlamsız şiiri savunan İkinci Yeni şairi olarak şöhret kazanmıştır.

Bugün modernist şiirin aşırı uçlarında gezinmekle tanınan İlhan Berk’in, İkinci Yeni Akımına katılmadan hemen önce çıkardığı Günaydın Yeryüzü (1953) kitabıyla 142. maddeden kovuşturmaya uğramış olması son derece ironiktir. Zira, İlhan Berk'e göre, "Erotizm, şiirin atardamarıdır." Yahut da başka bir yerde söylediğine göre, “Şiir, dilin belini getirmektir.” Kendi şahitliğine göre ilk döneminde Yahya Kemal ve Nâzım Hikmet’ten etkilenerek şiire giren İlhan Berk, destanlar yazmaya çalışırken neden anlamsız şiiri savunan, aşırı uçlarda gezinen, kelimelerle ve hatta harflerle şiir yazmaya çalışan, yer yer Dada ve gerçeküstücülükle bağ kuran bir şaire dönüştü? Bu sorunun cevabı henüz nesnel bir şekilde verilmiş değildir. Şimdiye kadar hakkında yazılan incelemeler genellikle şairin ilk dönemi ya da ilk dönemiyle sonraki dönemi arasındaki geçiş üzerinde değil, daha çok sonraki döneminde kazandığı kişilik ve sahip olduğu tavır ile ilgilidir.

İlhan Berk şiiri için hepten “anlamsız” denilmesi yerli yerinde bir tespit olmayacaktır. Mutlak anlamda özgün, baştan sona modernist bir şiiri olduğunu da söyleyemeyiz. Hem yakın zamanda çıkan bazı incelemelerde de tespit edildiği gibi, gelenekle de ilişki kurmuş bir şairdir çünkü. Hem de özellikle iki tür şiirinin anlamı çok da kapalı değildir. Bu iki türün birincisi lirik şiirlerdir. İlhan Berk’in lirik şiirleri üzerinde nedense çok fazla durulmamıştır; fakat aslında son dönemin en dikkate değer lirik şiirleri arasında İlhan Berk’in şiirleri de vardır. Bu şiirler genellikle soyut bir erotizmle yüklüdür ve kelime seçimi itibariyle özgündür. Galile Denizi kitabından “Eleni’nin Elleri”, “Saint-Antoine’ın Sevişme Vakti” ile Çivi Yazısı’ndan “Siz Ne Güzeldiniz Benimle Bilemezsiniz” bu tür şiirler arasında sayılabilir.

İlhan Berk’in şiirlerinin anlamca çok da kapalı olmayan diğer bir tür şiiri ise tarihsel veya edebi kişilikler üzerine yazdığı şiirlerdir. Özellikle Galile Denizi kitabındaki “Sait Faik”, “İvi Stangali” ile Deniz Eskisi’nden “Ölü Bir Ozanın Sevgili Karısını Görmeye Gitmek”, “İbn-i Hacer Heytemi’ye Göre Bir Ulunun Hayatı Üstüne Konuşmalar” bu tür şiirlerinin önde gelenleridir.

Ayrıca İlhan Berk’in şiirindeki coğrafya, tarih ve nesne ilgisi son derece dikkat çekici olup özellikle 1980’lerde ortaya çıkan postmodern arayışlara ilham kaynağı olmuştur.

İlhan Berk, Kül (1978) adlı kitabıyla 1979 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülünü, İstanbul Kitabı'yla 1980 Behçet Necatigil Şiir Ödülünü, Deniz Eskisi'yle (1982) 1983 Yeditepe Şiir Armağanını aldı. Güzel Irmak (1988) kitabıyla Simavi Vakfı Edebiyat Ödülünü Ferit Edgü'yle paylaştı. Şiirin Gizli Tarihi, Histoire Secrete de la Poesia adıyla Fransızcaya (1991), şiirlerinden bazıları Poemas (1992) adıyla, Güzel Irmak, Rio Hermoso (1995) adıyla, İstanbul, 1988’de Estambul adıyla İspanyolcaya çevrildi.

“İlhan Berk yeni akımın [İkinci Yeni] önderi, en soyutcusu, en dilcisi, en ülkücüsü, en toplumcusu, en gerçekçisi, en düşcüsü, en yabancısı, en yerlisi…” (Sezai Karakoç)

“Annesi babası, doğduğu yerin havası suyu, ablaları var mı yok mu, çocukluğunda gezindiği yerler şiirlerinde hiç geçmiyor. İlhan Berk birdenbire, kendi seçtiği bir yaşta doğuvermiş. Geçmişini istediği yerden başlatmış. Bütün ön hazırlıklarını kendi başına ve kendi içinde halletmiş. Eskiye ödün vermeden, birgün, hazırlıklı çıkmış ortaya. Acemilik çekmeden. Acemilik çekmemek şiirde klâsikliğe götürebilir kişiyi. İlhan Berk’i bu duruma düşmekten kurtaran (üstelik klâsik duyarlıkları yer yer bilinçle kullandığı hâlde) bir şair mayası, kolay rastlanmaz bir şiir beğenisi taşımasıdır bence.” (Tomris Uyar)

“Şiirin kurallarından bile sıkılıyor o. “Ben” adlı şiirin hepsi şu: “Ben sıkıntıyım”. Bunu dağıtmak için geziyor ve şiirde de bu gezgin günlüğü havası var. Bu sıkılmak, onu oradan oraya götürdüğü için derinlemesine değil yüzeylerle, bir başka deyişle görüş alanı içindekilerle ilgilenmiştir. Şiiri, görüntü sanatı olarak tanımlayışı da bununla bağlantılıdır. Doğallıkla bir bütüne, bir noktaya doğru toplanarak, odaklanarak yürüyen bir şiir değil; yüzeylere yayılarak, detaylanarak yürüyen bir şiir yazıyor. Bunun doğal sonucu ise insanı kavrayan bir atmosferin yokluğu. Atmosferi dağıtmayı bile isteye seçiyor sanki. İlk dört kitaptaki toplumsal duyarlık bile, bu sebeple, izlenimcilikten öteye geçmiyor.

“Bu sıkıntıdan yüceye dair ne çıkar? Ele alınan konular bir noktada eşitlenir. Şairin boyasına batırılırlar. Tektanrıcıdır ama bu tanrı kendisidir. Bu nedenle yücenin esamisi okunmaz şiirlerde. Bilakis bizim zihinlerimizde yücelik çağrışımı yapabilecek ne varsa şiire indirgenerek şiirin yapısınca sömürülürler. Yücelik duygusu uyandırabilecek her şey, şiirde, bir taşla, bir bitkiyle eşit tutulmuştur.

“Her şey; hayat, dünya ve içindeki her tür eşya, insan ve insanın bütün duyguları, ona göre, şiirin yazılması için gereklidir yalnızca. O, çetelelerini tutsun diye vardırlar. Bu seyirlik yaşamı kayda geçirmek, onun en büyük tutkusu.  Şiir de, buna olanak sağlayan tek şey, ona göre. Yeryüzünü kayıtlara geçirirken, bir şiir yazmış olmanın dışında, ne olup bitiyor İlhan Berk’te? Şiir yazmak insanlaşmasının bile önkoşuludur.

“Erotizm yaşamın kaynağıdır; Berk’e yaşama sevinci sağlayan en büyük kaynaktır. Yaşayan şeylerle böyle bağ kurabilir. Bu bağı dokunmak kurar; ama dokunamamak onun için dokunmaktan da önemlidir. Bunu beyaz simgeler. Sonsuz bir boşluk. Mesafe ve asla dokunamamak. Dokunabilseydi yazmak istemezdi belki de. Yazmak bir nevi dokunmanın yerini almış oluyor şu halde.” (Hayriye Ünal)

“İlhan Berk temelde pozitivist + materyalist bir mantığa sahiptir. Bu mantıkla evreni ve olguları sözcüklere yüklemek ister. Ona göre, ‘Dünya sözcüklerle kurulmuştur. Sözcükler sınırlar dünyayı.’ Bunun için şiiri sözcüğe dayalıdır. Sürekli sözcük avcılığına çıkar.” (Mehmet Erdoğan)

“Özsel kaygıyı biçime ağdırarak simgesel bir şiir evreni kurdu. Giderek, dizenin şiirin başat öğesi olduğu savını örnekleyen şiirler yazdı. Kendi şiir atlasını kurarken; 'düzyazı şiirlere, aforizmalarından harfleri, nesneleri ve semtleri sevmeye dek genişleyen çok kollu bir şiir ırmağı' yaratmayı önceledi." (Feridun Andaç)

“Onun şiirinde, bakarsınız bir gökyüzü hava almaya çıkmıştır. Bir bulut pencereye takılmış, bir deniz başını alıp gitmiştir. Bir sokaktan ilk defa bir deniz görünüyordur. Bakarsınız birinin kolları nehirleri tutuşturmuş, sarı erik dalları gelip bir odayı sarıya boyamıştır. Olağanüstü bir doğa görüşü vardır.” (Anıl Meriçelli)

ESERLERİ:

ŞİİR: Güneşi Yakanların Selamı (1935), İstanbul 1939-47 (1949), Günaydın Yeryüzü (1952), Türkiye Şarkısı (1953), Köroğlu (1955), Galile Denizi (1958), Çivi Yazısı (1960), Otağ (1961), Mısırkalyoniğne (1962), Âşıkane (1968), Şenliknâme (1972), Şiirler (1975), Taş Baskısı (1975), Atlas (1976), Kül (1978), İstanbul Kitabı 1947-80 (1980), Kitaplar Kitabı (1981), Deniz Eskisi (1982), Şiirin Gizli Tarihi (1983), Delta ve Çocuk (1984), Galata (1985), Güzel Irmak (Şairin Kanı ile birlikte, 1988), Pera (1990), Dün Dağlarda Dolaştım Evde Yoktum (1993), Avluya Düşen Gölge (1996), Ev (1997), Şeyler Kitabı (düzyazı şiirler, 1997), Çok Yaşasın Sayılar (1998), Eşik 1947-1975 (Toplu Şiirler I, 1999), Aşk Tahtı 1976-1982 (Toplu Şiirler II, 1999), Akşama Doğru 1984-1996 (Toplu Şiirler III, 1999), Şeyler Kitabı (2002), Toplu Şiirler (İstanbul kitabından Şeyler Kitabı’na kadarki bütün kitaplarının toplu basımı, 2003), Kuşların Doğum Gününde Olacağım (2005).

ANTOLOJİ: Başlangıcından Bugüne Beyit Mısra Antolojisi (1960), A. Rimbaud'un Seçme Şiirleri (1982), Aşk Elçisi (1965), Dünya Edebiyatından Aşk Şiirleri (1968), Dünya Şiiri (1969), Gerçeküstücülük (2005).

OTOBİYOGRAFİ: Uzun Bir Adam (1982).

GÜNLÜK: El Yazılarına Vuruyor Güneş (1983, gen. bas. 1992), İnferno (1994).

DENEME: Şifalı Otlar Kitabı (1982), Şiirin Açık Tarihi (1984),  Şairin Toprağı (1992), Logos (1996), Poetika (1997), Kült Kitap (1999), Ben İlhan Berk’in Defteriyim (2004).

SÖYLEŞİ: Kanatlı At (1994).

ÇEVİRİ: Bellac Apollonu (J. Giraudoux’dan, 1950), Seçme Şiirler (1962) - Illuminations (1971) (A. Rimbaud’dan), Yerma (1962) - Bernardo Alha’nın Evi (1981) (Lorca’dan), Seçme Kantolar (E. Pound’dan, 1969), Asılı Eros (şiirler, 1996).

Şiirleri Yapı Kredi Yayınlarınca önce üç cilt olarak (Kült Kitap, Eşik, Aşk Tahtı, Akşama Doğru), sonra tek cilt olarak (Toplu Şiirler) basıldı.

HAKKINDA: Sezai Karakoç / Galile Denizi (Diriliş, sayı: 2, Mayıs 1960), R. Tomris (Tomris Uyar) / Sanatçının Bir Şair Olarak Portresi: İlhan Berk (Papirüs, sayı: 18, Kasım 1967, “İlhan Berk Bölümü”), Güven Turan / Aşıkane (Yordam, Mart-Nisan 1969), Mehmet Kaplan / Cumhuriyet Devri Türk Şiiri içinde (1973; bu kitabın yeni baskıları Şiir Tahlilleri 2 başlığıyla yayımlanmaktadır), Asım Bezirci / İkinci Yeni Olayı (1974), “İlhan Berk’in Dedikleri Demedikleri” (Tomris Uyar, Ece Ayhan ve Cemal Süreya’nın İlhan Berk’le yaptığı uzun söyleşi, Papirüs, döner seçki dizisi, kitap 2, 1981), Attila İlhan / İkinci Yeni Savaşı (1983), Mehmet Erdoğan / Sübjektif Yazılar içinde “İlhan Berk Şiirinin Mozaiği” (1996), Hakan Arslanbenzer / Dünyaya Saldıran Şair içinde (1998), Vitrindekiler / Çok Yaşasın Sayılar (Cumhuriyet Kitap, 22 Ekim 1998), Gülseli İnal / Bir 'Kült Kitap' bir 'Kült Şair' İlhan Berk - Hüseyin Alemdar / Kült Kitap Kült İnziva (Cumhuriyet Kitap, 20.5.1999), TBE Ansiklopedisi (2001), Cevat Akkanat / Gelenek ve İkinci Yeni Şiiri (2002), Mustafa Durak / Uzunca Oğlan İlhan Berk'de Öykü ve Anlam (Gösteri, Ekim 2002), Anıl Meriçelli / Yalnızlık Mevsim Olur (2002), Şiirin Korkunç Çocuğu İlhan Berk (İlhan Berk üzerine ortak kitap, 2002), Ali Akgün / İlhan Berk Şiirinde Nesne Sorunu (yüksek lisans tezi, Bilkent Üniversitesi Türk Edebiyatı Bölümü, 2002), Hayriye Ünal / Bir Homo Ludens: İlhan Berk (Hece, sayı: 93, Eylül 2004), Enis Akın / İlhan Berk: Plastik Türk Şiiri ya da Avluya Düşen Gölge'nin Adamı (Hece, sayı: 102, Haziran 2005).

 

 

SESLE DOLU AĞAÇLAR

 

Sesle dolu ağaçlar. Diye

başladım sana yazılan bir şiire

 

Her şey uzaklığı kuşanır

erişir öyle sessizliğe

 

Ölü bir böceği sürüyor üç karınca

karıştım ben de tuttum bir ucundan

 

(Sonludur, sonlu olan)

 

Yer değiştirmesine katıldım

sonra, daha adı konmamış bir denizin

 

Baktım bir kaplumbağa suya uzanamıyordu

suyu biraz öne çektim

 

En sonra bir ağacın

konuşmasını geçirdim deftere

 

Rüzgârın çıkması gibidir şiir

dedim, girdim sonra derin sessizliğe

SAINT-ANTOINE'IN GÜVERCİNLERİ

I. ELENİ'NİN ELLERİ

 

Bir gün Eleni'nin elleri geliyor

Her şey değişiyor.

İlk İstanbul şiirden çıkıp yerini alıyor

Bir çocuk ilk gülüyor

Bir ağaç çiçek açıyor.

 

Eleni' den önce

Daha ben çocuktum daha tütüne daha kahveye alışmamıştım

Sabahları, akşamları bilmiyordum daha

Bir gün bakıyorum akşam ellerimde gözlerimde

Bir gün sabah her yanım.

 

Eleni geliyor

Dünyaya bakıyorum

Dünya sanıldığı kadar küçük değil o gün anlıyorum

Sanıldığı kadar üzgün değiliz dünyada

O gün bütün şiirleri yakmalı yeniden yazmalı diyorum

Brise Marine'i yeniden

Yeniden Annabel Lee'yi.

Eleni ile anlıyoruz

Bu gökyüzü niçin kalkıp gelmiş

Deniz niçin başını alıp gitmiş onunla anlıyoruz.

 

Bir gün Eleni'nin elleri geliyor

Bir sokaktan ilk defa deniz görünüyor.

 

II. GENÇLİK

 

Ruhum,

İlhan Berk köprüden geçiyor duyuyor musun?

Bir serçe yavaş yavaş uçuyor

Bir balık başını suyun yüzüne çıkarmış bakıyor

Düştü düşecek dalından bir yaprak.

 

Lambodis raftan bir şişe aldı açtı

Bir bulut durdu pencerede Lambodis işine devam etti

Ellerini sildi, hıyar, domates doğradı

Sonra oturup gençliğini düşündü.

 

Bir evdeydi

Eleni on sekizinde, İlyadis yirmi üç

Eleni'nin şarkıları vardı

İnsan akıl erdiremezdi

İstanbul'un her tarafı kahve

Kapalı kahve açık kahve

Şarkılar ne kadar güzel olursa olsun

Eleni'yi anlamazdı.

 

O günler Lambodis'in ağzında bir cigara bir aşağı bir yukarı

İstanbul'da

Eleni'nin en güzel yerleri elleri sarmısak kokan ağzı

Daha Lambodis meyhaneci değil

Daha Lambodis hiçbir şey değil

O günler her pazar Saint-Antoine'a gidiyorlar

Eleni'nin göğsü soyulmuş badem

Güvercin gibi elleri

Daha o zamandan Lambodis'in düşmanı çok

Bütün İstanbul Eleni'nin arkasında.

 

Evet

Lambodis'in gençliği bir yaprak düştü düşecek

Pencereye oturmuş gelip geçenlere bakıyor

Sen de bak diyor bana

Bak insanlar geçiyor

Ben sıkıldım mı insanlara bakarım

Hiçbir şeyim kalmaz

Hiçbir şeyimiz kalmıyor.

 

Her iş bunun gibi ruhum

Bir kadın bir adam aynı şeyi yapıyor

Ben birazdan kalkıp Sirkeci'ye gideceğim

Sevgilim trene binip gidecek

Bir zaman bir güneş doğmayacak sabah olmayacak, bir zaman

dünyada değilmişiz gibi korkacağız.

Bunlar hep olacak ruhum

Bir gün bakacağız İstanbul güzel

Ondan sonra her gün İstanbul güzel.

Eskiden çok eskiden bu dünya daha bir güzelmiş mesela

Bu bulutlar bu gökyüzü uzanınca dokunacağımız bir

yerdeymiş

Şimdi şiirdeymiş bunlar

Her şey bu hesap ruhum.

 

Bu dünya güzel

Gülhane ağaçlık.

 

 

 

 

İLHAN BERK’TEN ÜÇ ŞİİR

İLHAN BERK’TEN ÜÇ ŞİİR

 

SUYA BAKIYORSUN

Suya bakıyorsun. Masada bir gül duruyor, 
Masada durmak onun işi. 
Su zamanı düşündürür der Borges. 
Sanki çocuklar, sanki küçük köylerdir su: 
Zamanda dolaşmaya çıkmıştır. 
Zaman ki, 
her yerde zamandır 
Aralar saçlarının tütününü. 
Ben ki otum, düğümlü sana 
Dört yol ağzıyım, geçesin diye. 
Soy beni. 
Ölümü okuyan yok.

 

GÖK BOŞ

Rüzgârın günüydü, kayalardan dönüyordum 
Sonsuzluk neden bir dağ yolu olmasın 
Neden sen olma. her şey kalmaktadır. 
  
Bilinmeyen doğadır 
Bir gün küçük bir sokak 
Senin de arkadaşın olmuştur 
çağırıyorsa bir su, bir dal çağırıyorsa 
  
Her şey her şeyin içindedir 
Kaya kayanın kardeşidir 
  
Anımsa bizimle olan o zamanı 
  
Sev ne varsa olanaksız ne varsa 
Taş adını bilmez 
Her şey kendine döner 
  
Böylece söylenmeyen o yere geldim 
Gök boş 
Yineleyip duruyor kendini

 

YAPRAKLAR

Yaprakların yaradılışını okudum 
Gazali'de.

Elin kuşlar kaldırıyor, 
Bana bu şiiri yazdırıyor 
          durup dururken. 

Durup dururken senin için yapraklar topluyorum 
Senin uzun, güzel ayakların için.

Gereksiz uzuyor bir tümce 
           durup dururken.

Yapraklar topluyorum 
           yaprakları anlamıyorum.

Sokağı dönüyor sesin.

 

İLHAN BERK

 

BİR HOMO LUDENS*: İLHAN BERK

 

            Şiirin kurallarından bile sıkılıyor o. “Ben” adlı şiirin hepsi şu: “Ben sıkıntıyım”. Bunu dağıtmak için geziyor ve şiirde de bu gezgin günlüğü havası var. Bu sıkılmak, onu oradan oraya götürdüğü için derinlemesine değil yüzeylerle, bir başka deyişle görüş alanı içindekilerle ilgilenmiştir. Şiiri, görüntü sanatı olarak tanımlayışı da bununla bağlantılıdır. Doğallıkla bir bütüne, bir noktaya doğru toplanarak, odaklanarak yürüyen bir şiir değil; yüzeylere yayılarak, detaylanarak yürüyen bir şiir yazıyor. Bunun doğal sonucu ise insanı kavrayan bir atmosferin yokluğu. Atmosferi dağıtmayı bile isteye seçiyor sanki. İlk dört kitaptaki toplumsal duyarlık bile, bu sebeple, izlenimcilikten öteye geçmiyor. Bunu şöyle örneklemek isterim: Mutsuzluktan söz eder şair. Bir çarığın ağzından korkunç yoksulluğu anlattığı şiirin sonunda, eleştirel olmanın yanından bile geçmeden, şaşırtıcı bir iyimserlikle bitirir şiiri, ki şiirin baştan itibaren dramatik yapısı, aslında, çok başarılıdır bence. Şiirin sonunda yaşama sevinci baskın gelmiş, çarık çarık olduğunu unutmuştur: “Ama yine de kardeşler/ Ben bu dünya kötüdür diyemem” (“Çarık”).

            Bu sıkıntıdan yüceye dair ne çıkar? Ele alınan konular bir noktada eşitlenir. Şairin boyasına batırılırlar. Tektanrıcıdır ama bu tanrı kendisidir. Bu nedenle yücenin esamisi okunmaz şiirlerde. Bilakis bizim zihinlerimizde yücelik çağrışımı yapabilecek ne varsa şiire indirgenerek şiirin yapısınca sömürülürler. Yücelik duygusu uyandırabilecek her şey, şiirde, bir taşla, bir bitkiyle eşit tutulmuştur.

            b. Bilgi           

Her şey; hayat, dünya ve içindeki her tür eşya, insan ve insanın bütün duyguları, ona göre, şiirin yazılması için gereklidir yalnızca. O, çetelelerini tutsun diye vardırlar. Bu seyirlik yaşamı kayda geçirmek, onun en büyük tutkusu.  Şiir de, buna olanak sağlayan tek şey, ona göre. Yeryüzünü kayıtlara geçirirken, bir şiir yazmış olmanın dışında, ne olup bitiyor İlhan Berk’te? Şiir yazmak insanlaşmasının bile önkoşuludur. (…)

Yorulmak bilmeyen bir aktarıcı. Bir eşya-nüvis. Aşkı, ölümü, hareketi, eşyayı bir arada tutan kuvveti hep dokunmak veya dokunamamak, mesafe kavramıyla anlar. (…)

Erotizmin büyük gücü, insanın birleşme ve büyüme, canlılığını kanıtlayıp her yere yayılma arzusunda saklıdır. Bekaya duyulan aşktır erotizm, emperyalisttir bir anlamda. Berk’teki erotizm de emperyalist ama birleşme ve çoğalma arzusunun somutlaşması değil tenin hazzı çağırmasıdır. Bu nedenle sürekli yüzlerden söz etse bile, şiirlerinde aşk ve belirgin yüzler değil, yüzü ve kişiliği birbirinden ayırt edilmeyen kadınlar ve kadın uzuvları kaynaşır. Hepsi onun için bir gibidir. Haz, sıkıntıya karşı en acil ama en geçici tedbirdir. Berk, zaman zaman erotizmi, aşkın hizmetine verdiğinde hazcılıktan sıyrılabiliyor.

Deniz Eskisi’nin en başındaki “Littera Amor”, Berk’in aşk anlayışını ve mesafe kavramını çok güzel örnekler. Bu, güzel bir düzyazı şiirdir. Yukarıdaki en son şiir alıntısı bu şiirdendir. Aşkın kaynağı salt erotizm değil, dokunamamaktır. Bütün şiirlerde beyazın simgelediği işte budur. Bu şiirde, bütün şiirlerde olan çarpıtılmış kronoloji duygusu yine yerini alır. (…)

İlhan Berk, sevgilisine seslenirken, onu betimlerken bile, bilginin dolayımında konuşur. Bütün şiirlerimde ben varım, der o; ancak bakan bir çift gözden ibaret vardır. Bu gözler gerektiğinde çağlar öncesine dikilip, gerektiğinde bir böceğin, bir otun, bir pabucun yüzüne yerleşirler. Dramatizasyon için bir gereklilik olan bu yerleşme, sonuçta, konuşanların çeşitliliğine rağmen, tek bir sesle sonuç verir: İlhan Berk’in sesiyle. Aşkı bile, dolayım vasıtasıyla vermek istemesi, bunun tekdüzeliğini kırmak için mi? Ya da aslında yaşamış olduğunu, şiir olarak kurarken yaşantısallaşmaktan kurtarmak istemesinden mi? Aynı şiirde bir de yanıt veriyor bize, ama son iki sorunun yanıtı verilmemiş olarak duruyor hâlâ.

 

                                                                                                     

 

 

 

Yazar: Hayriye Ünal

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör