Şair
ve yazar. 27 Haziran 1953, Üsküdar / İstanbul doğumlu. Bolu Sakarya İlkokulu,
Bolu Lisesi (1970), Gazi Üniversitesi Ticaret ve Turizm Yüksek Okulu Turizm
İşletmeciliği Bölümü (1975) mezunudur. Yirmi iki yıl Düzce, Bartın, Karabük ve
Ankara ticaret liselerinde meslek dersleri öğretmeni olarak çalıştı. 1997’de
emekliye ayrıldı.
Öğretmen
Dünyası dergisi yazı kurulunda (1999-2000) görev aldı ve “Bolu Gündem” Ankara
temsilciliğini yaptı. 2001-02 yıllarında üyesi olduğu Edebiyatçılar Derneği’nin
genel saymanlığını üstlendi. Bolu Gündem
Gazetesi Ankara temsilciliği de yapmıştır.
Bilge
Öngöre’nin ilk yazısı 1973 yılında Hey dergisinde çıkmıştı. Şiirleri, öykü ve
öteki edebî çalışmaları; Öğretmen Dünyası, Damar, Fayton Öykü, Çalı, Edebiyat
Gündemi, Abece, Üçüncü Öyküler, Kıyı, Kavram Karmaşa gibi dergilerde yayımlandı.
Lamba
adlı öykü dosyasıyla 2001’de SES Yarışmasında özendirme, 2002’de Beşparmak
Dergisi Yarışması’nda öykü birincilik, 2003’te Aykırısanat Dergisi Öykü
Yarışması’nda ikincilik ödüllerini aldı.
Kimi
şiirleri ile kimi öyküleri İtalyancaya çevrildi. Kitaplarında düşündürürken
eğlendiren ve ilgi çeken akıcı bir dili olan Öngöre, düş gücünü canlandıran
anlatımlara da yer veriyor.
Yazarlar Sendikası, Edebiyatçılar Derneği ve
PEN Yazarlar Derneği üyesidir. Çalışmalarını Ankara’da sürdürüyor. Evli ve iki
çocuk annesidir.
ESERLERİ:
Şiir: İstiyorum
(1993), Yanlış Seçim Suskunluk (1994), Kozada Uyku (İlk iki kitabın birlikte
basımı, 2000), Çığlığın Rengi (2000), Kuma Yazılan Harfler (2019).
Öykü:
Lamba (2003), Sis ve Sır (2010), Kırılma Noktasında (2018).
Anı-Monografi: Nazlı Nilüfer
Bolu (2009).
Gençlik
Kitapları:
Zamanda Dalgalanma (Öykü, 2011), Gizemli Yolculuk (Roman, 2012), Gizemli Ada
(Roman, 2015).
Çocuk Kitabı: Pembe Kız ve Mavi Oğlan (Öykü, 2016), Pembe Kız ve Mavi Oğlan’ın Maceraları (Öykü, 2017).
Bilge
Öngöre İçin Ne Dediler?
“Şiirlerinde toplumsal sorunların
yarattığı olumsuzlukları işlerken yalnız ve arayan insanın içsel serüvenini de
inceliyor. Öykü dalında da yoğunlaşan Bilge Öngöre’nin ürünlerini çeşitli
edebiyat ve sanat dergilerinde izliyoruz.”
(Özgen Seçkin)
***
“Bilge Öngöre’nin düşünce ve duygu
merceğinden geçen, kırılan ışınların zihin ekranındaki görüntülerini anlatan,
çizen öyküleri, Paul Valery’nin ‘bir metnin hakiki bir anlamı yoktur’
saptamasını güçlendiriyor. Örneğin Bach’ın Aida Fügü ya da Bedri Rahmi
Eyüboğlu’nun natural resimleri gibi değişik notalara, seslere, anlatımlara
kapalı; tek yorumlu yaratımlardan değil Lamba’nın içindekiler. Algılamadaki
belirsizlik bir eserin sanatsal açıdan yeniden üretimine olanak tanıyarak
değerini çoğaltıyor.
“Kitaptaki
öyküler sayfa sayfa, öykü öykü şimdiyle birleşirken, ‘geçmişin şimdi olduğu
anda’ değişime uğramış, hafızanın işleyişine tanık olan anı desenleri zaman
iğnesiyle hesaplı kitaplı işlenmiştir. Galiba Nietzsche ve Heidegger’in ‘Görü
Anı’ dediği yaratım süreci bu olmalı.” (Şükran
Kozalı)
***
“Bilge
Öngöre’nin başarılarıyla gerçekleştirdiği doğa, olay, insan betimlemelerinin
sıkça yer aldığı öykülerinde gözlemler, duygu ve düşüncelerle buluşturulmuş,
pekiştirilmiş, yorumlarla desteklenmiş. Yorumlamalar daha çok öykü
kahramanlarının iç sesleriyle dillendirilmiş. Kimi zaman ileti, öykülerin
sonunda doğrudan dile getiriliyor. Öngöre’nin eğitimci kimliğinden güç alan bir
karşı duruşun bilinçli seçimi seziliyor. Anlaşılmayanın, anlamsız olanın,
biçimsel deneyler öne çıkarılırken içeriğinin hiçe sayıldığı yazın anlayışının
alkışlandığı bir dönemde, bireyin bu toplumda değil de uzayda yaşıyormuşçasına
verildiği insandan uzak öykülerin egemenliğine karşı çıkan bir duruş görülüyor
yazarın tüm öykülerinde.” (Hayrunnisa
Kuşkaya Günel)
Gözlerimde
aşkın hareleri
Saçlarımda
yağmur
Yürürken
İstiklâl Caddesinde
Bir
yaz gecesi
Anılar
yağıyor üstüme
Unutulmuş
öyküler taşıyor kırmızı bir tramvay
Zarif
iskarpinler
Tüller
takılmış şapkalar
Pera
palasta Viyana Valsi
Uçuyorum
Kız Kulesinden adalara
Martılar
çığlık çığlığa
Ay
dalgalara düşmüş altın boynuzda
Gözlerimde
aşkın hareleri
Saçlarımda
yağmur
Yürürken
İstiklal Caddesinde
Ağzında
küfürler çiğniyor
Solgun
yüzlü çocuklar
Yükümüz
onların sırtında
Ellerinde
geleceğimiz
Dantelleri
kayıp çoktan bu caddenin
Aşkları
üşümüş
Ne
kadar yalnızım bu kalabalıkta
Kitaplar,
ne olur siz de gitmeyin
Yüreğim
öksede bir kuş
Büyüyor
utancım ömrümün damarlarında
Renkler
soluk artık
Değerler
eski bir pul
Ne
çok insan acıya bulanmış
Gecelerinizde
mahcup musunuz siz de
Kendini
sorgularken zaman
Ah!
Sisini kaldıramadığım şehir
Yüzündeki
kırışıkları öpsem
Yeniden
doğurabilir misin masumiyeti
KAYNAK: Bilge Öngöre / İstanbul Şiirleri ve Yazıları (2004)
“Bedr
zamanı geldin. Şansın var. Derdine deva olacağım,” diye fısıldayan yaşlı kadın,
birkaç dakika hareketsiz ve sessiz kaldı. Sonra, sözüne devam etti:
“Sakın
beni cadı taifesi ile karıştırma. Putperestlerle işim yoktur benim.”
Genç
kız ürperdi. Buraya eğlence olsun diye gelmişti. Birkaç güzel söz duymak,
inanmasa da geleceği ile ilgili umutlar satın almaktı amacı.
“Bedr
zamanı?” diye fısıldadı.
“Bedr
zamanı, dolunaydır. Ayın dolduğu, değirmi olarak göründüğü gecelerdir.”
Yaşlı
kadının kapkara gözlerinde hiç ışık yoktu. Ne kadar karanlık gözler, diye
düşündü kız. Anında kadının yüzünden ateş fışkırdı. Kirli sarı renkteki solgun
yüzü kıpkırmızı kesildi. Buruşuklar o kadar yoğundu ki, al basınca kızgın
lavlar akar oldu, bu yüzde.
“Sen
benim gözümün ışığıyla uğraşacağına, seninle ilgili hükm–i kevkeb nedir, onun
derdine düş kızım.”
Kız
iyice gerildi. Aklımdan geçeni hemen anladı, diye korkuya kapıldı.
“Hükm–i
kevkeb ne demek?”
“Yıldızın
hükmü demek… Gökteki yıldızların durumu, yeryüzüne ve insanlara tesir eder.
Herkes, bir yıldızın hâkim olduğu zamanda doğduğu cihetle o yıldızın durumu, o
insanın başına gelen şeylere tesir eder.”
“Peki,
benim yıldız falıma mı bakacaksınız şimdi?”
“Tövbe,
tövbe! Sen ne cahil kızsın böyle!”
“Aşkolsun
teyze! Niye cahil olayım? Biraz uzadı, ama sonunda bitirdim liseyi. Şimdi de
üniversite sınavlarına hazırlanıyorum.”
“Evladım,
cahillik yalnız bilmemek değildir. Bilmemek ayıp değildir. Bilmezsen
öğrenirsin. Ayıp olan öğrenmemektir. Ya da öğrendiğini yok saymaktır. Cahiliye
devrinde Araplar Hz. Nuh’u İbrahim’i, Musa’yı, İsa’yı bildikleri halde inkâr
etmediler mi? Sen de bilim okuduysan niye fal baktırmaya geldin? Kendini
kandırma. Bir çıkar peşindesin ki buradasın. O zaman benim kurallarıma
uyacaksın. Yıldız falı filan yok. Sadece ben, senin hükm–i kevkebinle
bilgilenirim o kadar.”
Genç kızın aklı iyice karışmıştı.
“Nereden
şu üniversite hazırlık kursunda tanıştığım arkadaşın aklına uydum da buraya
geldim!” diye mırıldandı.
Bir
yandan da yaşlı kadının, “Benim, istediğin her şeyi gerçekleştirebilecek
güçlerim var.” tümcesi onu oturduğu yere kilitliyordu.
Şimdi bu kadın çok para ister.
Öğrenci harçlığımla nereden bu işe bulaştım? Zengin olayım, yakışıklı bir
sevgili bulayım; şöyle gönlümce yaşayayım, derken başıma gelene bak. Kapkara
gözlü, titrek elli, ne dediğini bile anlamadığım şu yaşlı kadının öğütlerini
dinlemek zorunda kalıyorum. Ne iş bu ya? Daral geldi içime, diye düşünüyordu ki
yaşlı kadının sesiyle irkildi. (…)
KAYNAK:
Bilge Öngöre / Sis ve Sır (2010)
Bir
varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde, gerçekler rüyaların
içinde, rüyalar ise masalların içinde gizliyken ve ben bu masalı anlatırken bir
mavi kızla pembe oğlan varmış.
Herkes,
al yanaklarının rengi nedeniyle bu güzel ve şirin kıza "Pembe Kız",
deniz rengi gözlerini çok beğendikleri için de yakışıklı ve sempatik oğlana
"Mavi Oğlan" dermiş. Öyle ki, gerçek adlarını aileleri bile kullanmaz
olmuş zamanla.
Bu
iki arkadaş birlikte çok eğlenirmiş. Hem sınıf arkadaşı hem de komşularmış.
Günlerden
bir gün, tatillerden bir yaz tatilinde, parklardan bir milli parkta aileleriyle
piknik yapıyorlarmış. Anne ve babalarından yürüyüş yapmak için izin istemişler.
Onlar da "Çok uzaklaşmayın," diyerek kabul etmişler.
Bu
park çok büyükmüş. Burada çok çeşitli ağaçlar, çiçekler, kuşlar, kelebekler
varmış. Aniden garip bir yaratık ortaya çıkıvermiş. Çirkin ve korkunç bir
yaratık... Hani şu Dede Korkut Masalları'ndaki Tepegöz gibi iri bir yaratık.
Bunun gözü, Tepegöz gibi alnının tam ortasında tek bir göz değilmiş. İki tane
ve normal yerindeymiş gözleri ama onun kadar ürkütücüymüş. İri, dev gibi bir
adammış bu. Adam dedimse sözün gelişi, onun değişime uğradığı belliymiş. Onun
için, dev bir yaratık, tanımlaması çok uygunmuş. "Güm, güm!" onun ayak
sesleriymiş.
Böylece,
Pembe Kız ve Mavi Oğlan kendilerini çok ilginç ve heyecanlı bir maceranın
içinde buluvermişler. (…)
KAYNAK: Bilge Öngöre / Pembe Kız ve Mavi Oğlan (2015)