Nigâr Hanım

Yazar, Şair

Doğum
Ölüm
01 Nisan, 1918
Diğer İsimler
Sandor Farkaş, Nigâr bint-i Osman (Osman kızı Nigâr)

Şair ve yazar (D. 1856, İstanbul- 1 Nisan 1918, İstanbul). Asıl adı Sandor Farkaş olup 1848 Macar İhtilâli’nden sonra Türkiye’ye sığınarak Müslüman olan ve “Ma­car” lakabıyla tanınan Osman Paşa’nın kızıdır. Bu yüzden döneminde Nigâr bint-i Osman (Osman kızı Nigâr) olarak bilinirdi. Bazı kayıtlarda da böyle geçer. Annesi, Sadrazam Keçecizâde Fuat Paşa’nın mühürdarı Nuri Bey’in kızı Emi­ne Rifatî Hanım’dır. Yedi yaşındayken Ma­dam Garos’un Kadıköy’deki yatılı okuluna verildi. Bu okulda Fransızca, piyano, resim ve dikiş dikmenin yanı sıra Rumca, İtalyanca ve Er­menice öğrendi. Ebül-lisan Şükrü Efendi’den Türkçe, Arapça ve Farsça dersleri aldı. Örtünme yaşının yak­laşması nedeniyle okuldan alındı ve eğitimine evde piyano ve dil dersleri alarak devam ettirildi. Çocuk yaşında Fransızca ve Fransız edebiyatını çok iyi bilmekteydi. Tanzimat sonrası edebiyatımızın ‘ilk kadın şairi’dir.

Nigâr Hanım, henüz çocuk denecek bir yaştayken yap­tığı evlilikte mutlu olamamıştı. Evliliğinin yedinci yılın­da eşi İhsan Bey’le arasında beliren an­laşmazlık yüzünden baba evine döndü ve bir süre sonra da kocasından ayrıldı (1889). Bu arada yayımlanan “Efsûs (1. kısım, 1887)  adlı şiir kitabı nedeniyle bir anda ilgi odağı durumuna geldi. “Efsûs”un üç yıl sonra çıkan 2. kısmı ününü pekiş­tirdi. Üç oğlunun da Galatasaray Mekteb-i Sultanisi’nde eğitim görmesini sağlayan Nigar Hanım, onları mutlu etmek için İh­san Bey’le tekrar evlendi (1895). Nîran (1896) adlı kitabı, aynı zamanda baş­yazarlığını yaptığı Hanımlara Mahsus Ga­zete Kütüphanesi’nin ilk eseri olarak yayımlanınca II. Abdülhamit tarafından ikinci dereceden “Şefkat” nişanıyla ödüllendirildi (1898).

Nigâr Hanım; Berlin, Macaristan, Mısır, İtalya, Fransa, Avusturya’ya geziler yaptı. Köstence’de, Carmen Sylvia adıyla şiirler de yazıp yayımladı. Romanya Kraliçesi Elizabeth’le görüştü, birçok yabancı soyluyla tanıştı. Döneminin en seçkin kişiliklerinden biri olarak biliniyordu. Osmanlı şehzadeleri tarafından da kabul edildi, iltifat gördü. Hanedan mensuplarının evlerinde sanat konuşulan davetlere katıldı. Fransız salonlarını andırır biçimde döşenmiş olan Şişli’deki konağında, her Salı günü zamanın tanınmış kişileri toplanır, bu toplantılarda şiirler okunur, müzik dinlenir ve sanat, edebiyat üzerine konuşulurdu. Eğitimi ve derin kültürü ile öncülerinden Avrupa’da da çok ünlü olan Nigâr Hanım, baş döndürücü çekiciliği, çevresinde oluşturduğu büyülü hava ile de ilgi odağıydı. XIX. yüzyıl sonunun kültür çevrelerindeki seçkin yerini alan öncü Osmanlı kadınlarının en parlak yıldızlarından biriydi. Roman ve düşünce alanında Fatma Aliye Hanım’ın temsil ettiği madalyonun öteki yarısı, sosyal yaşantı ve şiir alanındaki eksiklerin tamamlayıcısıydı.

Nigâr Hanım şiir yazmaya erken yaşlarda başlamıştı. İlk şiiri, küçük yaştayken bir araba kazasında ölen erkek kardeşi için yazdığı bir mersiyedir (ölen bir kimse için yazılan övgü şiiri). “Uryan Kalp” takma adıyla Hanımlara Mahsus Gazete ile Servet-i Fünun dergisinde çıkan şiirleriyle dönemin en güçlü şairlerinden biri olarak kabul edildi. Ayrıca Selânik’te yayımlanan Kadın Dergisi ile Mürüvvet, Parça Bohçası adlı kadın dergilerinin de yazarıydı; Mütalaa dergisinde şiirleri yayımlanıyordu. Biçim ve dil bakımından her zaman eskiye (Divan edebiyatına) bağlı şiirlerinde genellikle hüzün ve acı vardır. Özel yaşamındaki mutsuzluğu duyarlıklı ve lirik bir söyleyişe yol açmıştı onda. Aruz ölçüsüyle yazdığı şiirlerinde ölçü kusurları görülür. Niran’daki şiirleri öncekilere göre daha gelişmiş, Aks-i Sada’daki şiirleri de daha ustacadır. Dönemin erkek şairlerinden etkilenen Nigâr Hanım üretkendir; makaleler, oyunlar, şarkılar da yazmıştır. Saray yaşantısını anlatan günlükleri de vardır ama bunlar, vasiyeti gereği olarak, yayımlanmadan Aşiyan Müzesi’nde uzun süre beklemiştir. XVI. yüzyıl şairi Mihrî Hatun’dan sonra kadın ruhuna eğilen ilk şairdir. ‘Elem teraneleri’ olarak nitelediği şiirleri, döneminde kadınlara yazma ve yayımlama cesareti verdiği gibi, erkek şairler üzerinde de geniş bir etki alanı oluşturmuştu. Dönem feminizminin (kadınların hakları) ılımlı kadrolarında bir kadın sesidir. Yaşamı, bütün parıltılarına karşın kırık bir öyküdür.   

Nigâr Hanım, bir yönüyle Batılı olmuş, diğer yandan Doğunun bir parçası olmayı sürdürmüştür. Yaşam tarzı, fikir hayatı Doğu gelenekleriyle birebir örtüşürken; kültür yaşamı açısından Batılı sayılabilirdi. Şiirleri ünlü besteciler tarafından bestelenmiştir. Sanat yaşamı göz önüne alınarak, Divan edebiyatı ile Tanzimat hareketi arasında köprü kuran şair ve yazarlardan biri olarak kabul edilmiştir. Tifüs hastalığından öldü, Rumelihisarı Kayalar Mezarlığı’nda, annesi ile babasının yanında toprağa verildi

ESERLERİ:

ŞİİR: Efsûs (Yazık, 2 cilt 1886- 1890), Nirân (Ateşli Şiirler, 1896), Aks-i Sada (Yankı, 1900).

DÜZYAZI: Safahat-ı Kalb (Gönül Safhaları, aşk mektupları, 1901), Elhan-ı Vatan (1916).

OYUN: Girive  (Tepe, 1910), Tasvir-i Aşk (1912).

ANI: Nigâr Binti Osman: Hayatımın Hikâyesi (Elli yıl sonra açılmasını vasiyet ettiği yirmi defter oylumundaki günlük biçimindeki anılarının bir bölümü, oğlu Salih Keramet tarafından yayımlandı, 1959).

HAKKINDA (Başlıcaları): Prof. Dr. Kenan Akyüz / Batı Tesirinde Türk Şiiri Antolojisi (1958), Salih Kerâmet Nigâr / Nigâr Binti Osman: Hayatımın Hikâyesi (1959), Bursalı Mehmet Tahir / Osmanlı Müellifleri II (1972), Görsel Büyük Genel Kültür Ansiklopedisi (1981), Büyük Larousse Ansiklopedisi (1986), Grolier İnternational Americana Encyclopedia (1993), Nazan Bekiroğlu / Şair Nigâr Hanım (1998), Yaşamları ve Yapıtlarıyla Osmanlılar Ansiklopedisi (1999), İbnülemin Mahmud Kemal İnal / Son Asır Türk Şairleri (2000), İhsan Işık / TEKAA (2006).

 

BİR DAHA SÖYLE


Yegâne sevdiğin âlemde ben miyim şimdi?

Sahîh ben miyim artık muhâtab-î aşkın?

Bütün o hiss-i amîki fuâd-ı pür-şevkin,

O ibtilâ-yı ezel, o alâik-î ebedî

Benim mi şahsıma mahsur?.. Bir daha söyle.

 

O sânihât-ı hazînin, o beyyinât-ı gamın,

Sahîh, mülhimi hep ben miyim, bugün, söyle;

Tahassüsâtını, efkârını bütün söyle.

Getir şu kalbime dök varsa, sevdiğim, elemin

Eden nedir seni rencûr?.. Bir daha söyle.

 

 (Aks-i Sedâ, 1900)

 

GÜCENME


Gücenme, muztaribim, nâ-şekîb-i hicranım,

Gücenme, münkesirül hâtırım, perîşânım,

Gücenme, merhamet et bî-nasîb-i vuslatına,

Gücenme yâreliyim aslı iştiyaakınla,

Gücenme, aslı harâbım senin firâkınla...

 

Düşün... kaçar mıyım ey yâr, ihtiyârımla?

Mücâhid olmadayım kalb-i bî-karârımla

Tahammül etmek için ıztırâb-ı firkatine.

Bu hasta kalbime dünyâda tesliyet yokken

Gücenme, kırma beni bir de iğbirâr ile sen.

 

Tavahhuşumla mûsebbib benim bu hicrâna;

Bu ıztırâb müşâbih azâb-ı vicdâna,

Tahatturuyle bunun sızlıyor cerîhalarım.

Niçin bu yâreleri açtın iltifâtınla.

Mürüvvetinle, o gösterdiğin sebâtınla?

 

Amîk hüzn ile perverde kalb-i rencîdem,

Hayâl ü hâtıram artık siyâh-reng-i elem.

Bütün cevânibe nâfiz gibi bugün kederim:

Senin görünmediğin yerler, âh, pek mağmûm...

Gücenme, aslı yetişti bu tâli'-î meş'ûm.

 

 (Aks-i Sedâ, 1900)

 

YAŞANMIŞIN ŞİİRLEŞTİRİLMESİ


 

Nigâr Hanım da yaşantısıyla eserleri arasındaki çizgiyi netleştiremeyen bütün romantikler gibi günlüğünün sahifeleri arasından eser çıkarmaktan adeta zevk almıştır. Daha ilk eserinin ilk sahifelerinde, nesir kısımlar için “karaladığım hâtıra-i müellimenin bir takımıdır” demekte ve ardından romantizmini, buna bağlı olarak samimiyetini yansıtan; Nigâr Hanım'ı ifade etmeye tek başına bile muktedir epey ünlü o cümle gelmektedir: “Bunlar şiir ve inşâ de-gil, terâne-i şevk u elem içinde gizlenmiş birer âh-ı ye’s, birer nâ-le-i efsûstan ibarettir.”

Bu anlayışa bağlı olarak, Nigâr Hanım'ın sadece nesirlerinde değil, bir kısım şiirlerinde de teknik, yaşanmışın şiirleştirilmesi şeklinde zuhur eder. Çok defa günlükteki anıların şiir hali ile birleştiği görülür. Sözgelimi “Oğlum Münir” başlıklı yazıda, “Evlâdım” şiirinin yazıldığı gün anlatılır, dahası söz konusu günü günlükten yakalamak da mümkündür. Böylece Nigâr Hanım'da hayat ve yazının iç içe geçtiği romantik bir teknikle karşılaşırız. Üstelik yazdıkları sadece kendi hayatına ilişkin de değildir. Bir dipnotla “tarif olunduğu gibi” yazdığı bir macera olduğunu belirttiği “İzdivâc-ı Garîb” şiirinde yine yaşanmışın arkasındadır.

Esasen “hayatın, yaşanan gerçeklerin şiir dünyasına mâlolması” hususunda asıl yeniliğin Hamid'in Divâneliklerim Yahut Belde (1886) adlı şiir kitabı ile başlatıldığını düşünürsek Nigâr Hanım'ın bu hususta bizim edebiyatımızda örneğinin çok da fazla olmadığı fark edilir. Öyleyse Hamid gibi Nigâr Hanım'a da yaşananları esere geçirme zevk ve arzusunu veren romantik ekoldür. Çünkü samimiyet, sanatçının ruhunu esas alan romantizmin vazgeçilmez ilkesidir. Ancak romantik ekolde özellikle Rousseau'nun itirâflar'ıyla ifrata varan samimiyet duygusu ekolden ekole değişiklik arz eden bir teknik ve tematik meseledir ve bu anlamda bir samimiliğin sanatta ne kadar gerekli olduğu sorusuna verilebilecek cevap da dönemden döneme değişmeye mahkûm gibi görünmektedir.

İlgili bahislerde görüldüğü gibi Nigâr Hanım üzerindeki etkiler çok kez romantizm ve eski edebiyat geleneği üzerinden aynı anda gelmektedir. Ancak işte şimdi, edebî eserle özyaşam arasındaki örtüşme noktasında Nigâr Hanım'ın tek etki alanı romantizmdir. Çünkü eski edebiyatın biçimciliği ve kuralcılığı, duyguların daha önceden belirlenmiş kalıplar içinde ifadesi olarak da yorumlayabileceğimiz mazmun sistemi, yaşanan hayatın olduğu gibi esere geçirilmesine imkân tanımaz. Ve Divan edebiyatı da bütün klasik edebiyatlar gibi dağınık ve heyecanlı değil, disiplinli ve sakindir. Zaten Hamid de adeta kendi şiirinin beyannâmesi sayılan “Bir Şâirin Hezeyânı”nda, daha şiirinin adından itibaren Divan edebiyatının biçimdeki aşırı titizliği kadar muhtevadaki kuralcılığına da karşı çıkıyor, bir tür romantizm savunması geliştirerek kurallardan uzaklığını “cehl” olarak değerlendiriyor, üstelik bu şâhâne “cehl ile iftiharı” da pek sevdiğinden bahsediyordu.

Lâkin Nigâr Hanım'a şiirinde bu kadar samimi olabilme cesaret ve arzusunu veren şeyi ararken yine asıl kaynaktan fazla uzaklaşmaya gerek yoktur. Doğrusu o, “şâir” tanımının bütün anlamını bulduğu Musset'ye bu noktada da borçludur. O kadar benimsediği ve Aks-i Sedâ'sına aldığı şâir tanımında Musset şöyle demektedir:

 “Bir tebessüm, bir kelime, bir âh, bir nigeh tesiriyle havf ve meziyete mâlî bir eser-i lâtif       

vücûda getirmek; bir gözyaşını inci halinde göstermek: İşte bir şâirin cihanda sevdası, saadeti, hayatı ve hırs-ı ikbali bundan ibarettir,”

Görüldüğü gibi Musset'nin bu şiir anlayışında ön plana çıkarılan; yaşananla, hiç olmazsa hissedilenle yazılanın uyumu, bir başka deyişle samimiyetidir. Hippolyte Taine, Musset için, “bu adam hiçbir zaman yalan söylemedi hiç değilse. Yalnız duyduğunu söyledi, tabiî bir şekilde söyledi, tabiî bir şekilde, çapraşık yollara kaçmadan” derken, onun samimiyetini öne çıkarmaktadır..

Samimiyet noktasından bakılınca, “heyecanlarına ve heyecanlarının hatıralarına” önem veren, edebiyatçının şâiri öldürmesine izin vermeyen Lamartine'in de Nigâr Hanım için çekici bir örnek teşkil ettiği düşünülebilir. (…)

 

İmajlar

Nigâr Hanım’ın Divan tarzı şiirlerinde her şey gibi imajlar da bu edebiyatın estetiğinden gelmektedir. Öyle kî Nigâr Hanım bu şiirlerinde kadın kimliğine sahip bile değildir, yani samimi değildir. Cinsiyeti belli olmayan bir şâir, cinsiyeti belli olmayan bir sevgiliyi övmektedir, Tümüyle eski edebiyattan gelme kelime grupları ile övülen bir sevgili anlatılmaktadır. Sevgilinin gözü hazin bakmaktadır. Bakışları süzgün ama yamandır, kâfirdir, tesirlidir. Sevda -penâhtır.

 

Fakat yaman idi kurbânı olduğum o bakış

Nigâr-ı nakş-ı nisân-ı ilâh o çesm-i hazîn

                                                  Çeşm-i Hazin (Efsûs 2, s, 83)

 

“İlk Teessür” (Aks-i Seda, s.14) şiirinde sevgilinin gözü “çeşm-i mestî”dir, yüzü “nûr-ı cemâl”. Bütün o Divan tarzı gazeller, kasideler, şarkılar, nazireler ve muhammeslerde durum aynıdır. Ve her şey sultan sevgili imgesi etrafında kuruludur. Şâirin hali sevmeyip sevilen, aramayıp aranan, eziyet görmeyip eden bu sevgilinin umurunda değildir (Hayf, Efsûs 2, s. 116). Âşık-mâşuk-rakip ilişkisi içinde, ezelî aşk üçgeni de kurutmuştur. “Hayâl-i Yâre Hitâp” (Efsûs 1, s. 289) şiirinde görüldüğü gibi sevgili adeta bir cihangirdir:

 

Cihân-ı kalbim etlin zabt ü teshîr

Büyüksün muktedirsin ey cihangir

 

Divan tarzı şiirlerinde elbet yeni imajlar yaratmasını bekleyemeyeceğimiz Nigâr Hanım, yeni tarz şiirlerinde Ekrem ve özellikle Hamid'den başlayarak Fikret ve Cenab'ın elinde başlı başına teknik bir meseleye dönüşecek yeni tarz imajlara çok kapalı değildir. İşin ilginci bunu - tüm ara nesil sanatçıları gibi - az da olsa Servet-i Fünûn'un teşekkülünden önce yapmaya başlamış olmasıdır. Daha Efsûs 2'de yer alan “Ibtidâ-yı Aşk”ta karşımıza çıkan “semt-i semâdan gelen ses”, şâirin daima arkasında mevcut bulunan bir hayal, Servet-i Fünûn'un çok severek kullanacağı imajlardır. Yine Efsûs 2'deki “Bir Nigâh” (s. 118) şiirinde,

 

O kadar teshîr olunmuştur ki bîçâre Nigâr

Bir nigâha kalbini yıllar ile terhîn eder

 

mısralarındaki “yüreği rehin vermek” imajı da onda Edebiyat-ı Cedideciler'de o kadar dikkat çekecek, soyut ve somut kavramları biraraya getirmekle oluşturulan alışılmamış imajların erken bir örneği gibidir. Keza tezatlar üzerine kurulan imajları da onun yeni bir şeyler yapmak isleyen yanının varlığını gösterir: “Eylül Sabahı 3” şiirinde “neş'e-i pür-hüzn”, “sâlib-i ârâm-ı dil” olan sevgili aynı zamanda “neşve-i hâtır”dır.

                                               (Şâir Nigâr Hanım (1998) 

Yazar: NAZAN BEKİROĞLU
FOTO GALERİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör