Onur Caymaz

Şair

Doğum
18 Ekim, 1977
Eğitim
Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Öğretmenliği Bölümü
Burç

Şair. 18 Ekim 1977, İstanbul doğumlu. Nilüfer Hatun İlköğretim Okulu, Maçka Teknik Lisesi Elektronik Bölümü, Marmara Üniversitesi Teknik Eğitim Fakültesi Elektronik Öğretmenliği Bölümü mezunudur. Bir özel okulda bir yıl öğretmenlik, daha sonra Tepum Bilgisayarda sistem destek servis elemanlığı yaptı. 1998’den sonra, Mavi Jeans Bilgi İşlem Departmanında bilgi işlem uzmanlığı yaptı. Edebiyatçılar Derneği üyesidir.

İlk şiirini Şiir Oku dergisinde yayımladı (1995), daha sonra Adam Sanat, Adam Öykü dergilerinde yazdı. Şarkı sözü de yazdı. Hayalperistanbul adlı öyküsü Gençlik Kitabevi Öykü Ödülü alarak bu ödülle ilgili hazırlanan seçkide (1999) yer aldı. Kah ve Rengi ile 2000 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülünü, 2003 Haldun Taner Öykü Ödülünde İkincilik Ödülünü aldı.

 Dış dünyadan, görsellikten topladığı malzemeyi titizlikle işlemiş ve sözcüklerle yeni bir resim çizmiş; Erdal’ı doğa ve eşyayla bütünleştiren bu görsel anlatısıyla, roman kahramanının düşünce ve eylemliliğine, dolayısıyla romanına bir boyut daha kazandırmış Caymaz.” (Ömer Türkeş)

ESERLERİ:

ŞİİR: Kah ve Rengi (2000), Bak Hâlâ Çok Güzelsin (2004).

ÖYKÜ: Ezilmiş Leylaklar Kitabı (2003).

ROMAN: Seni Hatırlatan Yıldızlar (2004).

HAKKINDA: Ömer Türkeş / www.milliyet.com.tr (3.12.2004), Derviş Şentekin / www.radikal.com.tr (8.11.2004), Nalân Barbarosoğlu / söyleşi (Radikal Kitap, 9.1.2004), Hüseyin Su – Ömer Lekesiz / Öykücüler ve Öykü Kitapları (Heceöykü, Aralık-Ocak 2004), Ayşegül Utku Günaydın / Söyleşi (Varlık Kitap, Aralık 2004), Osman Özbahçe / 2003 Yılında Şiirimiz (Kökler, sayı: 4-5, Ocak 2004).

EZİLMİŞ LEYLAKLAR KİTABI’NDAN

 

“Kapının açıldığını anımsıyorum. Önce hızla mumu söndürdü, sonra ışığı yaktı. Kamaşan gözler... Benim evim burası diye seslenişlerini, votka kokusunu, tokat atmaya kalktığı Nevit’in çocukça korkusunu. Saksılardan çalınan çiçeklerin başka yerlere ekildiğinde kopartıldığı saksıyı özledikleri söylenir mi? Hikayelere rivayetler karıştırıyorum. Mezarlıktan çalınan çiçeklerin götürüldüğü evden mutlaka bir ölü çıktığını ya da. Eda bağırıyordu ve şaşkındım. Apartmandakiler uyanırsa kötü şeyler olabilirdi. Nevit’i alıp gitmeye kalktım. “Hayır,” diyordu. “O burada kalacak. Sen gideceksin Meriç...”

Evi terketmek zorundaydım, başka şansım yoktu. Polis çağıracağını söylüyordu. Odadan çıktım. Sokak kapısına doğru yürüdüm. Nevit içerde kalmıştı. O arkamdan geliyordu. Işığı yaktı. Ayakkabılarımı gazete kağıdının üzerinden alırken, gazetede bir resim gördüm. Göksel Abi... Hapishanede çıkan bir çatışmada ölmüş. Siyah beyaz bir resimdi. Sanki bana bakıyormuş gibiydi.  Anlayamıyordum ne olduğunu. “Hadi çık,” diye bağırıyordu Eda. Çıktım. Kapı hızla kapandı arkamdan. Nevit’e bir kelime bile söyleyememiştim. Apartmanın içinde aptal aptal gezindim bir süre. “Emeklerime yazıklar olsun,” diye bağırdı arkamdan. Evdeki eşyalar kırılmasın diye annem hiçe sayılarak kalorifere bağlanan bir çocuktum ben. Kim hangi emekten bahsedebilirdi şimdi. Kim?

Asansöre bindim. Kattaydı zaten. Kapıyı açar açmaz apartmanın ışığı söndü. Sarı solgun bir ışık kaldı asansörden. Z harfine bastım. Kırmızı bir ışık yandı üzerinde. Diğer katların üzerindeki ışık sarıydı. İndikçe Nevit’ten uzaklaşıyordum. Apartmanın girişindeki aynada kendime baktım. Eski bir apartmandı burası. Büyük bir lamba vardı kapıda. Yakmadım. Sokakta ay ışığı. Yeterince aydınlık vardı. Görünmeden, hırsız gibi kaçmalıydım buradan.”

 

 

SENİ HATIRLATAN YILDIZLAR’DAN

Mayıs, Sabah.

        

Dilim tutulmuş. Bağırmak istedim. Ne mümkün. Ev, evin sarı duvarları, orda küçük bir köşeye iliştirilmiş sehpada dantel örtüler, sehpanın üzerindeki evlilik resmi, koltukta ikinci bir insanmış gibi oturan Mesut bebeğin yüzündeki ifade... Tozlanmış televizyon ekranında gördüm kendimi... Bağıramadım. Terlemişim. Aynı kabusla uyandım yine.

Uyanır uyanmaz saati arandım nedense. Zamana neden bu kadar çok ihtiyaç duyuyoruz acaba. Kalktım ışığı yaktım. Küçük odadayım. Sarı çekyatın üzerinde.  Saat yok bu odada.  O yarı korkulu baygın uyanıklık halinde paldır küldür hayaller:

Koridorda Melek’in sabahları omzuna attığı şal sürünüyor sanki, onun ayak sesleri. Uzakta hafifçe esen denizi tarayan bir yel. Alabildiğine buğulu görüyorum. Islak dudakları arasında bal damlaları. Ağzını açıp kapyor. Bir şeyler söylüyor ama duymuyorum.

İçimin gürültüsü diniyor yavaş yavaş. Fakat durdurulmaz bir ağlama isteği. Gece, daha henüz bırakmış perdelerin solgunluğunu. Sabah taşacak bir dere gibi akıyor. Kıştan bahara geçerken deliren dereler gibi. Kar sularının karıştığı. Yaz sabahlarının insana huzur veren dinginliği. Yalnızken insan doğaya ne kadar da bağlanıyor.

Ne yapardık. Kalkardık evet. Yo hayır sadece ben kalkardım. Melek uyurdu. Uykusu derindi. Rüyalar içinde kıvranırdı. Bir derdi vardı sanki. Kimselere açamadığı, içini yakıp kavuran bir şey. Gözleri acıyla bükülür, dudakları çarpılırdı uyurken. Kimi zaman yüksek bir yerden yatağa düşmüşçesine sıklaşırdı nefesi. Bacaklarını oynatırdı belli belirsiz. Soğuk vücuduma değerdi sıcacık teni. Alev alev yanardı. Ne gördüğünü anlayamazdım. Dişlerini gıcırdatırdı. Saçları yanaklarına yapışırdı terleyerek. Terinin kokusunu özlüyorum.

Kapıda sarılıp öpüşülürdü. Uyku kokardı sonra. Ağır bir yük taşırdı, anlayamazdım. İşe gitmek zorundaydım. Evlenmiş, hayata atılmıştık. Romanımı geceleri yazacaktım. Çalışmalıydık. İş bulduğunda Melek de başlayacaktı çalışmaya. Çıkıp işe gitmeliydim. O zamanlar dışarı çıkmaktan korkmuyordum.

Ama şimdi daha apartmandan çıkarken bile kuşku üşüşüyor işte. Olmaz demeyin. Bir sabah evden çıkarken birilerinin bacağımıza bir kaç kurşun sıkmayacağını garanti edemiyoruz modern zamanlarda ya da otobüs beklediğiniz durağın hemen yanıbaşında parça tesirli tahrip gücü yüksek bir bomba olmayacağının garantisi var mı?. Hem de bu bombaların içinde durduğu kabı artık çelikle kaplıyorlarmış. Çeliği parçalamaya çalışan hızı, o hızın yarattığı itiş gücünü ve o güçle küçük çelik parçalarının yağmurda su damlaları gibi tenimize saplanacağını. Hızdaki sıcaklık. Can acısı. Ölmekten korkuyorum.

Her şey olabilir. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” dediler. Bıraktılar yaptılar. Bıraktılar geçtiler. Fakat fena yaptılar. Fena geçiyorlar.”

Bak Hâlâ Çok Güzelsin’den

 

YANYANA

 

yanımda olsan da keşke hüngür hüngür ağlasan

keşke bana kereviz yedirmeye çalışsan yine

olsan da ağlasak

 

sana naneli rüzgâr perdeleri kuru gülden bir mutfak

tuz ay çiçeği hanımeli ve

buzlu camlardan sabaha karşı çocuk bir mehtap

 

yanımda olsan da keşke Homeros’u anlatsan bana

çıplak ayaklı kör Homeros’u olmayan şairi

bir günü usulca Beykoz’da tamamlamak

Atina’da öksüz gülümseyen cam kırığı bir ay

yalnızca senin sevdiğim şiirlerimden bir kitap yapsak

 

yanımda olsan da

şimdi senin sevdiğin avlulardan bir akşam

kağıtlardan kesik kesik eski çocuklar elele

solcu gazete satan kızın magazin dergisi satan erkekle

sabahları bir iskeledeki o kekre aşkında solsak

 

yanımda olsan da

sakal bıraksam bir yerlere içkiyi bıraksam

bembeyaz çamaşırlar çalan bir rüzgâr gibi

dolanmasam sokaklarda

Ahmet Haşim’in çanları tıngırdasa yalnızlığında

yanımda olsan

günlük tutsam ikimiz bir halkız ya

suflör ölse birileri gelip şu dekorları toplasa

sen olmayınca uyanmasam

 

yanımda olsan da

bütün buluşmalara geç gelsen keşke

iki yıldır yaz görmedim ya

kapım hep aralık olsa…

 

yalnızlığa durup durup kayan bir ayağım

diğeri tümden batmış duruyor aşkın çukuruna

sen yanımda olsan da hepten batsam…

 

2001 bahar Beyoğlu/İstanbul

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör