Abdulbaki Erdoğmuş

İlahiyatçı, Siyasetçi, Yazar

Doğum
01 Ocak, 1958
Burç

İlahiyatçı, siyaset adamı, milletvekili, yazar. Baba adı Muhyeddin, anne adı Zübeyde. 1 Ocak1958 tarihinde babasının müderrislik yaptığı Bingöl'ün Genç ilçesine bağlı Modan/Meşedalı köyünde doğdu. Büyük dedesi Hafız Efendi tanınmış şahsiyetlerden bir gönül ve barış adamı olarak tanımlanabilir.

Abdulbaki Erdoğmuş, ilkokulu doğduğu köyde okudu. 1974 yılında Diyarbakır İmam Hatip Lisesinden mezun oldu. Erzurum Yüksek İslam Enstitüsünde okuduğu dönemde, Diyarbakır Husrev Paşa Camii medresesinde babası Seyda Molla Mehdi Efendi’den Sarf ve Nahiv derslerine devam etti. Yine bu yıllarda İslam düşüncesi temelinde anti-emperyalist öğrenci hareketleri içinde de yer aldı. Üniversite dönemini 1980 yılında tamamladıktan sonra Diyarbakır’da, babasının yanında Medrese eğitimini sürdürdü.

Askerlik hizmetini1981-1982 yılları arasında yedek subay olarak Kıbrıs’ta yaptı. Babasının vefatı üzerine medrese eğitimini tamamlamak için kendisi gibi İlahiyat Fakültesi mezunu olan kardeşi Nimetullah Erdoğmuş ile Hazro ulemasından emekli vaiz ve aynı zamanda Norşin halifelerinden Seyda Molla Abdullah Düşünücü’den ders almaya devam etti. Diyarbakır İskender Paşa Camii İmam Hatibi olarak 1983 yılında göreve başladı. 1960’lardan sonra atıl kalmış olan İskender Paşa Medresesini faaliyete açtı.

1983-1986 yılları arasında İskender Paşa Camiinde görev yaparken Cuma hutbelerinde alışılmışın dışında ülkede ve dünyadaki gelişmeleri konu edinerek dikkatleri üzerine çekti. 1986 yılında Suudi Arabistan’a giderek burada Kral Suud Üniversitesi'nde kısa dönem dil eğitimi aldıktan sonra yurda döndü. 1988 yılında Diyarbakır Hani ilçe müftülüğü görevine atandı.

1989 Mahalli seçimlerinde RP’den Diyarbakır Belediye Başkan adayı olarak aktif siyasete başladı. RP’nin oyunu birkaç katına çıkarmasına rağmen az bir oy farkı ile seçimi kaybedince, tekrar görev yeri olan Hani ilçe müftülüğüne geri döndü. 1992 yılında ise kendi isteği üzerine Hani’den ayrıldı. 1992–1994 yılları arasında Erzincan-Refahiye’de görev yaptı. 1994 milletvekili ara seçimlerinde Diyarbakır 1. Bölge 1. sırada RP’den milletvekili adayı olduysa da seçimler iptal edilince parlamentoya giremedi. 1995 genel seçimlerinde RP’den adaylığı veto edildi. Tayini Adana Yumurtalık ilçesine çıkarıldı ve böylece Müftülük görevine yeniden geri döndü.

1999 genel seçimlerinde ANAP listesinden 21. Dönem Yasama Dönemi Diyarbakır milletvekili seçilerek 18.04.1999 – 03.11.2002 arası TBMM’de yasama çalışmalarına katıldı. Bu döneminde Kürt meselesi ile din ve vicdan özgürlüğünü esas alan kapsamlı bir rapor hazırlamış olan Abdülbaki Erdoğmuş, milletvekilliği sona erdikten sonra da araştırma ve inceleme faaliyetlerine devam ederek; yazdığı ve yayımladığı kitaplar ile katıldığı sempozyumlarda Kürt sorunu başta olmak üzere çeşitli konular üzerine görüşlerini dile getirdi. Birçok dergi, yerel ve ulusal gazetelerde çok sayıda makalesi yayımlandı. Özellikle Kürt Sorununa ilişkin tespit ve önerileriyle sorunun çözümüne katkı sunmaya çalıştı.

Abdulbaki Erdoğmuş, evli ve 5 çocuk babasıdır, Arapça ve İngilizce bilmektedir.

ESERLERİ:

Demokrasi ve Toplumsal Barış (2000), Kayıtlar (2008), Mahzun Mezopotamya (2008).

KAYNAKÇA: TBMM Albümü 3. Cilt 1983-2010 (2010), İhsan Işık / Diyarbakır Ansiklopedisi (2013) - Geçmişten Günümüze Diyarbakırlı İlim Adamları Yazarlar ve Sanatçılar (2014) - Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (12. Cilt, 2018).

AH DİYARBEKİR, AH ŞEHR-İ AMED

AH DİYARBEKİR, AH ŞEHR-İ AMED

 

ABDULBAKİ ERDOĞMUŞ

 

Kışın Kıyamet, baharın Cennet, yazın Cehennem,

Ahiret yurdu için adeta bir aynasın,

Dünyada yaşadıklarınla ibret-i âlemsin,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Denizin yok ama bilinmez deryasın,

Sahibin yok ama herkese hayatsın,

Hem yar, hem baba, hem anasın,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Bölgesin, Coğrafyasın, Mezopotamyasın,

Emsalin yok bi misl-ü bahasın,

Mahrumlara, mazlumlara gizli vatansın,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Sesigüzel Celal, Bülbülün senin,

Şehit Süleymanlar, kalendir senin,

Hz. Nebiler şefaatçin senin,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Özlemim, hasretim, aşkımsın,

Memleket sevdasından öte kimliksin,

Tarihsin, kültürsün, medeniyetsin,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Özgürlük kutsalım, sen özgürlüğümsün,

Tutsağım sende, tükenmiş ömrümsün,

İstemem sensizliği, vazgeçilmez onurumsun,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Yürek sızım, dinmeyen acımsın,

Feryadım, niyazım, çığlığımsın,

Rüyam, hayalim, gerçeğimsin,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Asalet sahibi olsam da kimliğim sensin

Aşiretim olsa da kuvvetim sensin

Ecdadım yetse de iftiharım sensin

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

İstemem anıt, türbe, makberim sensin,

Çınlasın ezanla, Kur’an’la o güzel sesin,

Başka şöhret aramam, bana Sen yetersin,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Şair değilim ama seni yazarım,

Aşkım Yaradana ama sana yanarım,

Mezar da olsan bana, yine sana koşarım,

Ah Diyarbekir, ah Şehr-i AMED.

 

Abdulbaki Erdoğmuş

 

KADİM ŞEHİR; DİYARBEKİR

KADİM ŞEHİR; DİYARBEKİR

 

ABDULBAKİ ERDOĞMUŞ

 

Her kentin bir hikâyesi, bir hafızası vardır. Diyarbekir ise hatıraların oluştuğu, hikâyelerin yazıldığı, alın yazının/kaderin çizildiği ve bunların hafızalara nakşedildiği bir şehirdir. Diyarbekır, sadece bir medeniyet kenti değil, medeniyetlerin oluştuğu, onlarca medeniyete beşiklik etmiş kadim bir şehirdir. İnsanlık tarihinin en büyük miraslarından biri olan Kale’si için ünlü sanat tarihçisi A.Gabriel "tek başına bir yazıtlar müzesi sayılabilir" demiştir.

O, Dicle nehriyle, Hewsel bahçeleriyle, Surlarıyla, Kale kapılarıyla, Kırklar dağı ve On gözlü köprüsüyle, Hanlar ve hamamlarıyla, köşkler ve Kervansaraylarıyla, medrese ve dergâhlarıyla, metfun Nebiler ve Sahabelerin manevi havasıyla, Kilise ve camileriyle bir tarihtir, sanattır, şiirdir, müziktir, kültürdür, ilim-irfan merkezidir, bir edep-adap ve edebiyat diyarıdır, öz ifadeyle medeniyetin ta kendisidir.

O, isimleri camilerle, hanlarla, hamamlarla, konaklarla anılan paşalar, beyler, ağalar şehridir. Behram Paşa, Ali Paşa, Fatih Paşa (Bıyıklı Mehmet Paşa), İskender Paşa, Hüsrev Paşa, Melek Ahmet Paşa, Nasuh Paşa, Defterdar Ahmet Paşa, Hasan Paşa, Cemil Paşa, Lala Kasım Bey, İbrahim Bey, Nakip Bey, Vahap Ağa vs. sadece birkaçıdır.

Diyarbekır'ın en güzel Süryani Kadim Yakubi mezhebi kilisesi olan Meryem Ana Kilisesi, Kırkdamaltı Kilisesi olarak da bilinen Saint Georgi (Kara Papaz) Kilisesi, Katolik mezhebinden Keldaniler tarafından günümüzde de kullanılan Mar Petyun Kilisesi şehri süslemeye devam etmektedir.

Yakılan-yıkılan, yangınlarda yok olanlar dışında Kalaycılar Çarşısı, Demirciler Çarşısı, Bakırcılar Çarşısı, Polonyalı Seyyah Simeo’nun övgüyle bahsettiği Kuyumcular Çarşısı, Ketenciler Çarşısı, Yanık Çarşı (Çarşiya Şewiti), Marangozlar Çarşısı gibi tarihi çarşılarıyla asırlarca ticarete hayat vermiştir. Çünkü O, asırların şehridir. Tarih kaynaklarında şehrin adı “Amid, O’mid, Emit, Amide, Amidi, Diyâr-i Bekr” geçer, bugün hafızalarda daha çok Amed, Diyarbekir ve Diyarbakır olarak yer etmiştir.

Çevresini aydınlatan bir Kandil gibidir Diyarbekir. Fikirler burada oluşur, gelişir ve çevreye yayılır. Çok kültürlü, çok dinli, çok dilli, çok renklidir. Farklılıklarla aynı toplum içerisinde, ticarette, alışverişte, komşuluk ilişkileriyle, matem ve sevinçte, cenaze ve düğün davetlerinde birlikte BARIŞ içinde asırlarca yaşamayı başarmış bir coğrafyanın kalbidir Diyarbekir.

Bu hoşgörü ikliminde Kürtler, Süryaniler, Ermeniler, Keldaniler, Araplar, Türkmenler veya Müslümanlar, Hıristiyanlar, Ezidiler, Yahudiler gibi etnik ve dini unsurlar aidiyetleri nedeniyle ciddi sayılabilecek düşmanlıklar, savaşlar, çatışmalar olmadan BARIŞ içinde yaşamayı başarmışlardır. Bugün de ihtiyacını duyduğumuz ve sözünü çokça ettiğimiz gönüllü beraberliğin, diğer bir tanımla, rızaya dayalı birlikte yaşamın örneğidir Diyarbekir. Çeşitliliği düşünmeden, akletmeden, bilmeden, inanmadan, hissetmeden, yaşamadan, âlemi-kâinatı gereği gibi tanımak nasıl mümkün değilse –bila teşbih- kadim kenti/Diyarbekir’i yaşamadan tanımak veya tanımlamak bu kadar zordur.

Çocukluğumda yaşadığım yüzlerce hatıradan sadece bir tanesini anlatarak meramımı ifade etmek istiyorum; Pırıl-pırıl, tertemiz sokaklarında oyun oynardık. Sokaklar temizdi; çünkü sabah ezanıyla birlikte her kadın kendi evinin önünü sulayarak süpürür ve çöpü belirlenmiş bir yerde toplardı. Güneş doğmadan Belediye çalışanları önce sokağı- toz kalkmasın diye-sular, sonra süpürür ve merkeplerle çöpleri taşırlardı. İşte biz bu sokaklarda oynardık. Her gün Kilise Papazı (Aziz Peder) başındaki Sarık, üzerindeki cübbe ve boynundaki Haç'la tek başına, kendinden emin, güven içinde ağır adımlarla Ali Paşanın taş döşeli dar sokaklarından geçer ve karşılaştıklarına selam verir onlar da ihtiramla selamını alırdı. Biz çocuklar da Papaz Efendi’yi görünce, geçinceye kadar esas duruşta, saygıyla beklerdik. O’da gülümser geçerdi. Çünkü ailemizden öyle terbiye almıştık.

Gençliğimde takım elbise diktirdiğim Ermeni Terzi Neimi Usta’yı unutmak mümkün mü? Çoğu zaman çay içmeye gider, sohbetini dinlerdim. Zaten sanatkârlar daha çok gayr-i Müslimlerdi ve gerçekten güvenilir insanlardı. 1970'li yıllara kadar her şeye rağmen, yan yana, iyi ilişkiler içinde yaşayan komşular olarak Diyarbekir ortak kimliğinde buluşabiliyorduk. Ne yazık ki, geçen süre içinde farklılıklar ve hoşgörü ortamını yitirdik. Kadim kentin kadim yerlilerini kaybettik. Yitirdiğimiz değerlerin hepsi bizim ortak değerlerimizdi. Tıpkı Mevlana’nın şu sözleri gibi:

Mücevherden sarraflar anlar ancak, başkası bilmez

Ne fark eder ki kör insan için, elmas da bir cam da,

Sana bakan bir kör ise, sakın kendini camdan sanma.

Diyarbekir’e gerekli ihtimamı, duyarlığı, hak ettiği ilgiyi göstermediğimiz ortadadır ancak buna rağmen öz kimliği ile yeniden ihya olacağından şüphem yoktur. Zira O, vazgeçemeyeceğimiz ve hep savunmak zorunda olduğumuz bir kimliğimizdir.

“Seni savunmak zor ise eğer

Hüseyin gibi kesin başımı

Kerbela olsun mezarım

Zeynep kadar güvendiğim

Diyarbakır”

Şüphesiz mübalağa bir sanattır. Ancak benim mübalağa yaptığım sanılmasın. Gerçekten benim için Diyarbekır tanıtılmaz, öğrenilmez ancak yaşanır. Bu ifadelerim dahi Diyarbekir gibi bir değeri hakkıyla tanımlayamaz.

Diyarbekir böyle kadim bir şehir olarak, bu muhteşem kimliğini kendisine dokunan herkese aktarmayı başarmıştır. Bu konuda o kadar tesirli bir şehirdir ki yeryüzünde eşine az rastlanacak türdendir. Bu tesiri gençlik yıllarımda çok daha derinden yaşadığımı belirtmeliyim. Çok kültürlülük, çok dinlilik, çok dillilik ve çok renklilik şehrin küçelerine işlenmiş kanaviçeler gibiydi. Sadece sırtımızı dayadığımız yastıklar değil, surlar da insanlar da desen desen renk renkti.

Şairin şiirine dökülen sözler gibiydi Diyarbekir:

“aslan gibi durduğun diyarbakır gibi

alnında derin çizgiler ellerinde nasır

surların içinden geçen şehrin şarkısı

ah ulan diyarbakır

seni sevmek adamda yara bırakır”

 

Abdulbaki Erdoğmuş

14 Mart 2017

 

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör