İbrahim Oluklu

Şair ve Yazar, Eleştirmen, Eğitimci

Doğum
25 Kasım, 1953
Eğitim
Anadolu Üniversitesi Açık Öğretim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç

Eğitimci, şair ve yazar, eleştirmen. 25 Kasım 1953, Ceyhan / Adana doğumlu. İlkokulu Kozan’a bağlı Ayşehoca Köyü’nde, ortaokul ve liseyi Ceyhan Lisesi’nde okudu. Necati Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü’nü 1978, Anadolu Üniversitesi AÖF Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde lisans tamamladı (1992). Kars / Hanak Lisesi, Edremit Ticaret Lisesi, Balıkesir Pamukçu Hakkı Kabakçı Ortaokulu, Balıkesir Cumhuriyet Lisesi, Balıkesir Fen Bilimleri Dershanesi, Hozat Kültür Merkezi Müdürü, Balıkesir İl Kültür Müdür Yardımcısı, Balıkesir Üniversitesi Necatibey Eğitim Fakültesi’nde öğretim görevlisi, bölüm ve anabilim dalı başkanı olarak çalıştı. Buradan emekli olduktan sonra öğretmenliğini; Beykent Üniversitesi, Aydın Üniversitesi, İzmir Rota Koleji ve kimi özel dershanelerde sürdürdü.

İbrahim Oluklu; Balıkesir Belediyesi ile Balıkesir İl Kültür Müdürlüğü’nün düzenlediği Sabri Altınel Şiir Ödülünün, Balıkesir Üniversitesi’nin Türkiye ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ndeki üniversite öğrencileri için düzenlediği Şiir ve Öykü Ödülünün, Balıkesir’de Yeni Haber gazetesinin Türkiye ölçeğinde düzenlediği Ekrem Balıbek Yerel Gazetecilik Köşe Yazısı Ödülünün sahibi oldu. İzmir Rota Koleji Düş Günlüğü-Şiir, Öykü, Masal Yarışmasının düzenleyenleri arasında içinde yer aldı ve seçici kurul üyeliklerini yaptı.

 İlk şiiri Ceyhan Lisesi'nin dergisi Işınsu'da basıldı (1972). Daha sonra Necati Eğitim Enstitüsü'nün dergisi M. Necati'de bir şiiri yer aldı (1974).

Oluklu’nun düzyazı ve şiirleri sonraki yıllarda; Cumhuriyet, Cumhuriyet Dergi, Varlık, Karşı/Edebiyat, Milliyet Sanat, Yazko Edebiyat, Sanat Olayı, Broy, Kıyı, Hürriyet Gösteri, Yeni Düşün, Adam Sanat, Biçem (sonradan Yeni Biçem), Yaklaşım, Düşlem, Akatalpa, Sincan İstasyonu, İnsancıl, Yaşasın Edebiyat, Afrodisyas Sanat, Yazıt, Dönem gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı. Balıkesir’in yerel gazetelerinden Hizmet, Yeni Haber ve Politika gazetelerinde köşe yazılığı yaptı.

Balıkesir Cumhuriyet Lisesi’nde Sarnıç, Gaziemir Rota Koleji’nde Rota dergilerinin sorumluluğunu üstlendi. Karşı/Edebiyat (Ankara-1985), Yaklaşım (Balıkesir 1995), Düşlem (Bursa-1996) gibi dergilerin kurucuları arasında bulundu; Yaklaşım’ın (20 sayı) yazı işleri müdürlüğünü üstlendi. Balıkesir Sanayi Odası’nın hazırlattığı Bir Kentin Kimliği / Balıkesir, Balıkesir İl Kültür Müdürlüğü’nün hazırlattığı Kaynak’tan Seçmeler adlı kitaplarının çıkarılışında görev aldı. Oyunlarla Dil Bilgisi (5. sınıflar için, 2011)  ve Taşın Altındaki El (2013) adlı yardımcı ders kitapları yayımladı.

İbrahim Oluklu, Ocak 2018’den itibaren “Sarmal Çevrim” adlı bir edebiyat dergisi çıkarmaya başladı. İki aylık periyodla yayımını sürdürecek olan dergi Balıkesir’de yayımlanıyor.

İbrahim Oluklu, Balıkesir'de çıkan dergi ve gazetelerde basılan Orhan Veli'nin (şiir), Attilâ İlhan'ın (hikaye), Bülent Ecevit'in (şiir), Halil Soyuer'in (şiir), Fahri Erdinç'in (şiir ve yazı), Mustafa Seyit Sutüven'in (şiir), Mehmet Başaran'ın (şiir), Sabri Altınel'in (şiir ve yazı), Pınar Kür'ün (şiir) ilk eserlerini edebiyatımıza kazandırmıştır.

Bunların dışında Yahya Kemal Beyatlı'nın, Reşat Nuri Güntekin'in, Falih Rıfkı Atay'ın, Abdülbaki Gölpınarlı'nın, (Ömer) Edip Cansever'in, Rüştü Onur'un kitaplarına girmemiş şiirlerini yayımladı.

 

Ödülleri:

 

 1988 Akademi Kitabevi Eleştiri Ödülünü, 1996 Asım Bezirci Eleştiri Ödülünü alan İbrahim Oluklu; şiirleriyle Mavi Derinlik Dergisinin (1991), Kocaeli / Körfez Belediyesi’nin (1993), Ankara / Çankaya Belediyesi ile Damar Dergisinin (1996) ödüllerine, eleştirileriyle Akademi Kitabevi (1988) ve Asım Bezirci Eleştiri Ödülü’ne (1999) değer bulundu

 

ESERLERİ:

 

Şiir:

 

Kimi Zaman Bir Başına (1996).

 

Eleştiri-İnceleme-Değini:

 

Gerçekçilik Işığında (1990), Seni Yazarak  (2003).

 

Araştırma-İnceleme-Seçki-Derleme:

 

Kaynak'tan Seçmeler – Şiirler (Balıkesir Kültür Müdürlüğü Yayını, 1994)

Tarih Öncesi Yazıları (Atttila İlhan’ın Balıkesir Türk Dili ve Balıkesir Postası gazetelerinde yayımlanan gençlik yazıları, Der. 1998)

Geçmiş de Konuşur (Yahya Kemal, Beyatlı, Reşan Nuri Güntekin, Fazıl Ahmet Aykaç gibi yazarların Balıkesir Postası gazetesinde basılan yazıları, 1998).

Balıkesir İli ve İlçeleri Marmara Bölgesi (2003)

Taşın Altındaki El (Balıkesir Yeni Haber gazetesi sahibi Ekrem Balıbek'in yazıları, 2013)

Öncü Geyiğin Ardında-Veysel Öngören (Mayıs, 2020

Veysel Öngören / Çetele (Hazırlayan İbrahim Oluklu, 2020)

 

Yardımcı Ders Kitabı:

 

Oyunlarla Dil Bilgisi (5. sınıflar için, 2011).

 

KAYNAKÇA: Burhan Günel / Çocukluğun Düşsel Uçurtmaları (Damar dergisi, Mayıs 1998), Behçet Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (18. bas. 1999), Şükran Kurdakul / Şairler ve Yazarlar Sözlüğü (gen. 6. bas. 1999), TBE Ansiklopedisi (c. 2, 2001), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, 2007), Kendisinden alınan bilgiler (2018), Eyyüp Yıldırmış / Bir Yazın Emekçisi İbrahim Oluklu (Son Gemi Dergisi, Aralık 2018, sayı: 49).

 

  

 

BEKLENMEYEN YOLLARINDAN

Sana sakat kardeşine baktığından

Hiç evlenmeyen o kadından da gelirim,

Hem ağlarım hem giderim hâllerimle bir gün.

 

Terleyen yerlerin de vardır senin sıkıldığında,

Kahkahalarını iliştirip gizlediğin

Yenilgilerinden habersiz aşk öykülerin…

 

Sarardıkça güzelleşen bir fotoğrafsın,

Beklenmeyen yollarından hep çocukluğumun geldiği

 

BİR ODANIN DİLİYLE

Çelenklerden çiçek aşıran bir çocukluk oluyorsun konuştukça

Durulmayı özleyen yerlerinle bir denizin kıyısı…

Oturup gece bir yarılarında masanın başına

Senin için saçlarını tarıyorum Saman Sarısı’nın ve diğerlerinin

 

BİZİM KÖYDE YAŞAR KEMAL

 

Yaşar Kemal de gelmiş bizim köye

Oturmuşlar Gök Hasan’ın kahvesine

Köylüler için, işçiler için,

Daha güzel bir dünya için

İşçi Partisi’ni örgütlemeye

Bizim köyden Kör Ali de delege

 

Tutturuyor Kör Ali sözün bir yerinde

“İnce Memed bizim köye de geldi, ben de gördüm” diye

 

“Her eşkıyadan bazı şeyler aldım,

Ortak bir kahraman yarattım” dese de

Yaşar Kemal

İnandıramıyor Kör Ali’yi

 

“Şöyle biraz yürüyelim” diyor Yaşar Kemal Kör Ali’ye

Koluna girerek

Yürüyorlar Anavarza kayalıklarına doğru

 

 

Dönerlerken iki saat sonra

Gök Hasan’ın kahvesine

Yarpuz kokuları basıyor bizim köyü

 

                                             

Sincan İstasyonu, Haziran-Temmuz 2015

 

BÜTÜN ÇOCUKLUĞUNU

Bir sancının
Kendi açık denizlerinde dip daldığı
Yerler oluyor artık günleri
Cam kavanozlara basılmış
Asma yapraklarının dili
Karşısında
Kaset kapaklarına konmuş
'Bunu hiç unutma, hep dinle' anlamındaki işaretler
Yanaklarında
Her gün yeniden başlanan
Bir sayfanın ortasında
Haziran'la yıkanmış afacan gülücükler

Bütün çocukluğunu da bir aşk
Bitmeye yakın günlerinde


Milliyet Sanat, 15 Ağustos 2000

 

CANLI SEVGİSİ

          -  Can Yücel’i anarak -

 

Babam ne zaman satmak

Ya da üste para alarak değiştirmek istese

Bir atımızı, ineğimizi

Anam ağla derdi bana

Sen ağlarsan baban…

 

Kendimi tozuna toprağına bulardım Çukurova’nın

Kapıya geldiğinde alıcı

 

Ne de olsa tek erkek çocuğuydum evin

Anam da almıştı kolayını böylece babamın

Koskoca adam hem ağlardı benimle

Hem de anama söverek vazgeçerdi bu işten

 

Böyle böyle kökleşti içimdeki canlı sevgisi 

 

ŞİMDİ ÜLKEN BABAN

Babandır bu sokak

Okudukça ona

Yaşar Kemal’in “Bebek” hikâyesini

Kirpiklerinden el kapısı akar

 

Hatta biraz da sen

Şeytanla oynaşan aklınla

Okurdun yeniden yeniden

Öğrenci harçlığı sızdırmak için

Onun bu hâlinden

 

Şimdi ülken

Baştanbaşa baban

 

Akatalpa, Şubat 2012

 

TUTARAK TUTUNARAK

Ellerinden hiç tutulmamış
Bir bakış gelse şimdi kaldırımda karşından
Yürüdüğü yollarda
Eylülü de ağlatan bir kadının sitemkar sözleri
Otobüslerde sürdürülen
Sabah uykularının tadı gelse
Meydan okumalara gizlediğimiz uzlaşma çağrıları
Kederimizi derinleştiren market alışverişleri
Yapı denetiminden kaçırılmış yerleri konutlarımızın
Kar tatillerinin
Aylar öncesinden hesaplanan boşvermişliği gelse
Dil yanlışları, anlatım bozuklukları,
Çekimli eylemlerin diklenmeleri,
Yönetmeliklerin 'disiplin suçları' bölümlerinden
Görev şaşkını 've'ler 'veya'lar gelse

Doya doya bakarken
Koparıldığımız yerleri de
Sevdiğimiz insan yüzlerinin

Varlık, Kasım 2004

YALNIZCA SÖZSE

                                                    -A.Ç. için-

 

İnceden inceye ölçüp biçseniz de

Biliyorum/çoğunuz

“Hepi topu bir iki sözdü.” diyeceksiniz konuştuklarımıza

 

Anlatmasaydı babasının annesini aldattığını

Ve bunu da kendisinin daha

On dört yaşındayken öğrendiğini

Gelmeseydi birkaç gün içinde

“Ayaküstü yaşadım.” dediği ilişkilerden

“İyi-kötü bir şey yaşıyorum. Bunu anlayın.” dediği noktaya

Okutmasaydı ellerinin okşanmasından hoşlanan o adama yeniden

Pablo Neruda’nın ’20 Aşk Şiiri ve Bir Umutsuz Şarkı’sını

Dinledikçe dolu dolu olmasaydı gözleri

Behçet Necatigil’in ‘Sevgilerde’sini

 

Evet, öyle

Ben de sizin dediklerinizi diyecektim doğrusu

 

 

Varlık, Nisan 1999

 

YİNE DE DEMELİYİZ

Günün yorgun yerlerine yaslanarak
Yazıyor senin el programına
Yüksek lisans öğrencisi bir kızın gözleri
Ders vereceğin sınıfların kapı numaralarını

Yenilgilerini bile göğsüne bastıran
Bir aşk öyküsünün
Koridordan defalarca geçmişliği
Karşılıyor sendeki düşlere dalmışlığı
Daha ilk sınıfın girişinde

Kaçamak bakışmaların çay bahçesinde
Eylülle göz göze gelerek
Simit ve peynirle kahvaltı
Yapıyor tuzla ovulmuş sözlerimiz

Ders çıkışı aynı yerde kendi kendime:
Yanıtsız kalmaktan sıkılsa da
Kimi zaman 'seni seviyorum' deyişimiz
Yine de demeliyiz...


Varlık, Aralık 2003

 

ELİF NACİ DE YAZDI (*)

ELİF NACİ DE YAZDI (*)

İBRAHİM OLUKLU

 

Elif Naci’nin Balıkesir’de yayımlanan yazıları üzerine birkaç söz etmeye, doğrusunu söylemek gerekirse, İlhan Selçuk’un (1) ve Selmi Andak’ın (2) sözlerini okuduktan sonra karar verdim.

Balıkesir’in “basın tarihini , daha çok edebiyat açısından, irdelemeye çalışırken de okumuştum Elif Naci’nin “Balıkesir Postası”ndaki yazılarını. Adlarını andığım ustaların yazıları Elif Naci’nin yazdıklarına yeniden dönmeme neden oldu. 
Balıkesir’deki dergi ve gazete koleksiyonlarını şöyle bir taradığınızda, ulusal düzeyde, hatta uluslararası düzeyde ürün veren birçok edebiyatçının yazdıklarıyla da karşılaşıyorsunuz. Bunlarda bir bölümü; Sabahattin Ali, Orhan Veli Kanık, Mustafa Seyit Sutüven , Sabri Altınel, Esat Âdil Müstecaplıoğlu, Attilâ İlhan, Sabri Altınel, Fahri Erdinç, Mehmet Başaran, Bülent Ecevit, Mükerrem Kâmil Su, Sıtkı Yırcalı, Hasan Basri Çantay gibileri, ilk ürünlerini yayımlıyorlar Balıkesir’de. Bir bölümü ise; Falih Rıfkı Atay, Yahya Kemal Beyatlı, Hüseyin Cahit Yalçın, İsmail Hakkı Uzunçarşılı, Orhan Şaik Gökyay, Abdülbâki Gölpınarlı, Reşat Nuri Güntekin, Fazıl Ahmet Aykaç, Rasim Adasal, İbrahim Zeki Burdurlu, Arif Nihat Asya, Sunullah Arısoy, Edip Cansever, Tarık Dursun K.,Behçet Kemal Çağlar, İsmail Habib Sevük, Mümtaz Zeki Taşkın gibileri, olgunluk dönemlerinin ürünleri diyebileceğimiz ürünlerini yayımlıyorlar.

Elif Naci, yazdıklarıyla ikinci bölüme giren sanatçılarımızdan biri.

Yaşamı hakkında bilgi veren kaynaklar tarandığında, Elif Naci’nin Balıkesir’de hangi amaçla bulunduğuna hiç değinilmiyor. Elif Naci, o yıllarda, CHP’nin sanatçıları ülkenin çeşitli illerinde görevlendirmesi nedeniyle bulunuyor. Aynı zamanda Balıkesir Lisesi’nde resim derslerine de giriyor. Balıkesir resimleri de yapıyor. Bu resimler yıllar içinde kayboluyor. Bunun yanında, andığım yazarlar gibi Balıkesir’in kültür ortamını yazı ve konuşmalarıyla da besliyor.

Aynı yıllarda Rasim Adasal, Sıtkı Yırcalı, Hasan Basri Çantay, Mükerrem Kâmil Su gibi adlar da Balıkesir’de. 1925’ten beri yayınlanan Türk Dili, daha sonra kurulan Balıkesir Postası, Halkevi’nin dergisi Kaynak (Üç farklı yönetimde) yaşamaktadır. Elif Naci de Balıkesir Postası’nda bastırıyor “Dağ Yürümez ise…” ve “Sanat ve Hürriyet” adlı yazılarını. Hatta yine aynı gazetede “Karaboncuk” takma adıyla Ahmet Selami Karaboncuk, Elif Naci için şu dizeleri yazıyor;
“Bay Elif Nacimizin sesi yumuşaksa da
Yazısı lâkatylere birer tüfek gibidir.”

1.                      “Sen Çok Yaşa Elif Naci!..”, Cumhuriyet, 14 Ağustos 1998.

2.                       “Elif Naci ile Yaşamın Anlamı”, Cumhuriyet, 15 Ağustos 1998.

 

(*) Adam Sanat, sayı:159.

 

RÜŞTÜ ONUR’UN BALIKESİR’DE BASILAN BİR ŞİİRİ

RÜŞTÜ ONUR’UN BALIKESİR’DE BASILAN BİR ŞİİRİ

 

İBRAHİM OLUKLU

 

Balıkesir’de 1994’ten bu yana yaptığım araştırmalarda birçok yazarın/şairin ilk ürünlerine ulaştım. Orhan Veli (Kanık), Attilâ İlhan (İlk öyküsü “Geceleyin Rüya Görürüz”), Bülent Ecevit, Sabri Altınel, (hem düzyazı hem şiir), Mehmet Başaran, Fahri Erdinç, Mustafa Seyit Sutüven (hem düzyazı hem şiir), İsmet Kür (şiir), Pınar Kür (şiir) bunlardan bazılarıydı.

Bunların dışında Yahya Kemal Beyatlı’nın, Reşat Nuri Güntekin’in, Elif Naci’nin, Rasim Adasal’ın yazıları (Balıkesir Postası gazetesi) basılıyordu.

Üç kez çıkarılan Kaynak dergisinin, ikincisi olan Yeni Seri/Kaynak (Arif Hikmet Par yönetiyor.) dergisinde Edip Cansever, Sunullah Arısoy, Arif Hikmet Par, Ercüment Uçarı, Sabih Şendil, Avni Dökmeci, Halil Soyuer, Muzaffer Tayyip Uslu, Salâh Birsel, Orhan Murat Arıburnu, Muhteşem Sünter, Necati Cumalı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Nahit Ulvi Akgün, Hasan Basri Çantay, Bekir Sıtkı Erdoğan, Falih Rıfkı Atay’ın da yazı ve şiirleri basılıyordu.

Bu yıl yaptığım bir taramada gördüm ki Rüştü Onur’un “Aralık Kalsın Kapım” adlı şiiri de yer alıyor aynı dergide.

Rüştü Onur’un bütün şiir, yazı, mektup ve ardından yazılanların derlendiği kitapta (*) bu şiir altında “Salâh Birsel’e tarihsiz mektubundan” açıklamasıyla basılıyor.

O dergide basılan yazımıyla aktarıyorum. Çünkü kitaptakinden farklı yerler var:

 

ARALIK KALSIN KAPIM

 

Biri var kapımda,

Kimdir nereden gelir bilinmez.

Sigarası kibriti var mı?

Sorsam beni hatırlar mı?

Kimbilir?

Kapıyı arala yavrum,

Aralık kalsın kapım.

 

(Yeni Seri Kaynak, Mayıs 1949, sayı: 13)

 

(*) Rüştü Onur, Şiirleri, Yazıları, Mektupları ve Ardından Yazılanlar, İbrahim Tığ,  Kaynak Yayınları, 2. Baskı, sayfa: 114.

 

 

Açıklama: C:\\Users\\LENOVO\\Desktop\\Rüştü Onur 1.jpg

 

Şehir Dergisi, Temmuz 2017, sayı: 106

İÇİNDEN VECİHİ TİMUROĞLU GEÇEN BALIKESİRLİ BİR ANI

 

İÇİNDEN VECİHİ TİMUROĞLU GEÇEN BALIKESİRLİ BİR ANI

 

İbrahim OLUKLU

 

Bir gece, Mehmet Yaşar Bilen’le telefonda görüşüyoruz. Mehmet Yaşar Bilen, Dikili’de “Melekler Çıkmazı” diye bir yerde demleniyormuş. “Melekler Çıkmazı” diye bir yer, içkili bir yer; hem de Dikili’de… “Melek”, “çıkmaz”, “Dikili” sözcükleri…

Anadolu coğrafyasının bazılarının anlamadıkları, anlayamayacakları hâlini anlatan sözcükler. Telefon konuşmalarımıza, içinde “melek” olunca, yatsı ezanı ve başka sesler de karışıyor.

“Melekler Çıkmazı” adından hareketle konuşurken, aklıma Balıkesir’deki “Meyhane Boğazı” geliyor. Orayı anlatıyorum Mehmet Yaşar Bilen’e. Onun aklına da, benim kendisine, yaşadıktan yıllar sonra anlattığım, Vecihi Timuroğlu’yla ilgili anı geliyor.

1993’te Balıkesir Kültür Müdürlüğü - Balıkesir Belediyesi işbirliği yaparak Sabri Altınel Şiir Ödülü’nü koydu. Ödülün itici gücü Balıkesir’den; ama başka yazar arkadaşlarımız da yardımcı oluyor. İstanbul’dan, Ankara’dan, İzmir’den, Bursa’dan… En çok da Ankara ve İzmir’den… Mehmet Yaşar Bilen, Hüseyin Yurttaş, Ramis Dara, Nahit Kayabaşı… Balıkesir’den Yakup Şahan, Ahmet Uysal, Mustafa Durak - Mustafa o yıllarda Bursa’da çalışıyor; ama hep bizimle - ve ben. Ben, aynı zamanda kültür müdür yardımcısıyım. Bir anlamda ödülün bürokratik boyutunu ve sekreterliğini de yürütüyorum.

DYP-SHP koalisyonu var o yıllarda. Mesela belediye başkanı Doğru Yol Partisi’nden seçilmiş; ona anlatmamız gerekiyor ödülün içeriğini; anlatıyoruz çeşitli kanallardan; kabul ediyor başkan. O dönemin valisi de Demirel’in çok yakın arkadaşı ve DYP’nin kurucu kadrosundan; ona da… O da kabul ediyor. 

Koalisyon nedeniyle SHP’li kadrolarla DYP’li kadrolar bir uzlaşma/uyum içindeler; yer yer yapaylık olsa da bu durumda.

Yukarıdan emir öyle geliyor çünkü el altından.

Ahmet Uysal; ah be Ahmet abi, nasıl özledim sizi, o sakinliğiyle katılıyor ödülün oluşumuna. Her yerinden hem de… Daha sonra şiirini de yazdı Ahmet abi o sürecin. İşte o şiir:

 

ŞİİRİN GÜZ YOLCULARI

 

Şiirin güz yolcularıdır onlar

Ansızın gelirler gece gelirler

İzmir’den Ankara’dan gelirler

Onlardan kalmıştır belki de

Bu erkenci güz zamansız yağmur

 

Ankaralı şairler incelikli bıçkın

İzmirli şairler hırçındırlar biraz

Bir yıldız serpintisi gibi geceye

Kitaplarını ve adlarını bırakırlar

 

Gülten Akın, hepimizin güzel ablası

Da geçmiş olmalı ki buralardan

Eski ahşap evlerin buğulu camlarına

Rüzgârla yazılmıştır adı

 

Şiirin güz yolcularıdır onlar

Bursa’dan Eskişehir’den gelirler

Ansızın dergi düşleriyle gelirler

Akla ziyan rakı içerler

Kim toplar bilinmez ceplerinden

Kayan yarım kalmış dizeleri

Onlar ki adlarıyla güzeldirler (*)

 

(*) Gülsüm Akyüz, Hüseyin Atabaş, Tuğrul Asi Balkar, Başaran, Ali Cengizkan, Veysel Çolak, Rahmi Emeç, Şükrü Erbaş, Bülent Güldal, Nahit Kayabaşı, Yunus Koray, Şükran Kurdakul, Turgay Nar, Ahmet Necdet, Hakan Savlı, Çiğdem Sezer, Ahmet Telli, Vecihi Timuroğlu, Mehmet Mümtaz Tuzcu, İsmail Uyaroğlu, Sabahattin Yalkın, Hüseyin Yurttaş.(1)

Ödülün verileceği gün çeşitli etkinlikler de yapmaya çabalıyoruz. Bunlardan biri de Sabri Altınel’in şiiri üzerine yapılan konuşma oluyor.

Sabri Altınel şiiri üzerine en kapsamlı çalışma bilindiği gibi Vecihi Timuroğlu tarafından yapılmıştır.(2) Bu nedenle ilk ödülümüzün konuşmacısı Vecihi Timuroğlu olacak. 
Vecihi abiye telefonla ulaşıyoruz. Konuyu anlatıyorum. Tereddütsüz kabul ediyor.

Ödül törenlerimizi Sabri Altınel’in öldüğü ayda, ekimde yapıyoruz. Vecihi abiyi de buna göre davet ediyoruz.
1994’ün Ekim ayı. 19 Ekim öncesinde bir gün. Vecihi abi konuğumuz. Balıkesir Orman Bölge Müdürlüğü’nün misafirhanesinde ağırlayacağız kendisini. Misafirhane Balıkesir koşullarına göre şehir merkezine oldukça uzak. Bigadiç yolu üzerinde bir yerde.

Vecihi abiyi o gün Ahmet abiyle karşıladık. Otogardan kültür müdürlüğüne geçtik. Kültür müdürü ve diğer arkadaşlarla tanıştırdım kendisini.

Vecihi abiyi bizim “uçan teneke”yle götürdüm misafirhaneye. Yerleşti Vecihi abi. Biraz zaman geçirdik birlikte. Bir şeyler içtik. Akşam yemeğini orada yiyecek Vecihi abi. Ertesi gün öğleye doğru yine ben alacağım kendisini. Ödül törenimiz 14.30’da yapılacak. Böyle sözleştik. Ben şehre döndüm.

Vecihi abi konusunda alabildiğine titizleniyoruz.

Büyüğümüzdür kendileri. Hem bundan hem de onun sözünü sakınmayan biri olduğunu bilmemizden; bir aksilik, bir eksiklik olmasın istiyoruz.

Ödül töreninin olacağı gün mesaideyiz. Tören 14.30’da yapılacak. Vecihi abi saat 10.00’u biraz geçe aradı beni kurum telefonumuzdan:

“Oğlum İbrahim! Beni buradan hemen al! Rakı içmeden konuşamam ben! Bir iki tek atacak bir yer bul!”

“Pekiyi hemen geliyorum Vecihi abi! Sabah sabah içecek yer nasıl buluruz, bilemiyorum…”

Böyle deyince Vecihi abi sesini biraz daha yükselterek:

“Oğlum, sen ne biçim Balıkesirlisin? Burada Meyhane Boğazı diye bir yer var. Sen orayı bilmiyor musun? Orada mutlaka sabahçı meyhanesi vardır.”

Doğruydu. Meyhane Boğazı’nda, şimdi yerinde yeller esiyor olsa da, sabahçı meyhaneleri vardı. Birlikte gittik oraya. Vecihi abi bir iki kadeh içti. İyi olmuştu…

Tören saatine yakın, salona kadar birlikte yürüdük.

Törene o dönemin valisi, Demirel’in tanıdığı vali emekli olmuştu, gelmemişti İzmir’de bir işi olduğundan.

Vecihi abi, rakının tadını hem törene katılmayan valiye gıyabında hem de valinin görevlendirdiği vali yardımcısına yüzüne karşı fırça atarak çıkardı.

Vecihi Timuroğlu bu. Sağı solu belli olmazdı. Olmadı da…

(1)                Yaklaşım, yıl: 1, sayı: 11, Ocak 1996.

(2)                Yazınımızdan Portreler, Vecihi Timuroğlu, Başak Yay., Ankara, 1991.

 

 KAYNAK: İbrahim Oluklu /  "İçinden Vecihi Timuroğlu Geçen Balıkesirli Bir Anı" (Akatalpa, Eylül 2016).

 


TARTIŞMACI, DÜŞÜNCE ADAMI, ARAŞTIRMACI, EDEBİYATÇI ATTİLÂ İLHAN

“Gazetesinde çıkan ilk yazısını görünce dünya başına yıkıldı. Derin bir ümitsizlik duydu. Büyük bir hayal kırıklığı…

Oysa ne güzel başlamıştı… Şefi onu çağırmış; demişti ki: “ Kışa girerken şehrin yakacak sorununu bir araştır. Stoklara bak. Fiyatları tartış. Halka sor.”

Hepsini yapmış, ondan sonra oturmuş, edebi inceliklerle dolu bir röportaj yazmıştı. Halbuki gazetede çıkana bak! Kısa, kalın, küt bir haber. Hepsi bu kadar! Ümitsizliğe düşmemesi mümkün mü?

Türkiye’de gazeteciliğe hevesli edebiyatçıların hemen hepsi, ben dâhil, bu hayal kırıklığına uğramıştır. Onun için merak ettim, araştırdım. Neden böyle oluyor?

Sebebi yaygın bir yanılgı: Her ikisi de yazı yazmaya dayandığı için, edebiyatçılıkla gazeteciliği aynı şey sayıyoruz. Öyle sanıyoruz. Aynı şey değildirler. Hatta karşıttırlar. Buna rağmen o zannın gelip tarihe ve somut bir tabana dayandığı da doğrudur. Neden mi? Bakın neden:

Türkiye’de, Osmanlı’dan itibaren, gazetecilik haber gazeteciliği değil fikir gazeteciliği olarak başlamıştır. O yüzden gazetecilik tarihimizin büyük isimlerini saymak isterseniz edebiyat tarihimizin büyük isimlerini sayarsınız. Örnek çok: İşte Şinasi, işte Namık Kemal, işte Ahmet Mithat Efendi, işte Ahmet Rasim Bey… Daha yakınlara gelelim: Hüseyin Cahit Bey, Peyami Safa, Falih Rıfkı, Yakup Kadri… Bunlar aynı zamanda büyük edebiyatçılardır. Ömer’i yanıltan da bu olmuş. Belki beni de…

Peki, Ömer kim? Ömer aslında bir romanda yaşıyor. Gong Vurdu. 1933 senesinde yayınlanmış. Ben kırk senesinde okudum. Karşıyaka’daki Kitapçı İhsan’dan kiralık olarak aldım. Beni o kadar allak bullak etti ki yazarın öteki kitaplarını okumaya heves ettim ve birçok geceler, birçok yüz paralar vererek öbür kitaplarını da okudum. Acımasız, sert, çarpıcı bir gerçekçiliği vardı. Biraz natüralizme yaklaşan. Üslup yapmıyordu. Süs meraklısı değildi. Yazarı Reşat Enis.

İşin tuhafı, o da Ömer gibi gazeteciliğe hevesli bir edebiyatçı. İstanbul gazetelerinde bir süre çalıştıktan sonra taşra gazeteciliğine karar vermiş ve Adana’da Bugün gazetesini yönetiyormuş. Bir de rivayet var: Oraya topraksız köylünün halini incelemek için gittiği söyleniyor. Ondan bir roman çıkaracakmış. O romanı çıkardı. Adı da Toprak Kokusu’ydu ve dönemin totaliter yönetimi tarafından hemen toplatıldı.

Tesadüfe bakın ki 1942 sonbaharında biz de Gavurdağları’ndaydık. Hani o sözünü ettiğim bulanık ve dumanlı Bahçe ilçesinde. Etrafı dağlık olduğu için güneş geç doğar, erken batar. Ben orada ne kadar yazarlık hevesiyle dolu olmalıyım ki “hususi idare”den ve belediyeden birtakım bilgiler ve rakamlar aldım. İlk izlenimlerimi de işin içine katarak Gavurdağları’ndan bir röportaj yazdım. Ve bu röportajı zarfa koyup kime gönderdin dersiniz? Bugün gazetesine ve Reşat Enis’e değil, ona cesaret edemiyordum, bu yazıyı o sıralarda yeniden çıkmakta olan Yeni Adana gazetesine gönderdim.

Haftasına çıktı ve ben de Ömer’in uğradığı o büyük hayal kırıklığına uğradım. Çünkü iki sayfalık o koca röportaj otuz kırk satırlık bir haber haline dönüştürülmüş.

Bahçe, Güzel Bir Kasaba başlığıyla, çok enayi bir başlık, altında imzamla yayınlandı. O kadar üzüldüm ve kırıldım ki bir daha o gazeteye hiçbir şey göndermedim. Yalnız bir gerçek var: Ne kadar kırılmış, üzülmüş olursam olayım yayımlanmış ilk nesir yazım budur. Ve burada bugünkü yaygın bir yanlışı düzeltmiş olacağız. Sözlüklerde ve ansiklopedilerde “yayınlanmış ilk nesir yazısının 1 Ocak 1945 tarihli İstanbul dergisinde” olduğu söylenir. Yanlıştır. Kanıtı da işte buradadır. Bu kesik 1942’de Yeni Adana’da çıkmış haberin kesiğidir. Çok yıllar sonra İzmir’deki kardeşim Cengiz İlhan kitapları karıştırırken bunu bulmuş ve çıkardı. Bana verdi.

Şimdi açıkça görülüyor ki benim gazeteciliğe başlayış tarihim 1942 sonbaharıdır. 1942 sonbaharında bu yazı yayınlanmış oldu ve yayınlanan bu yazıyla da ben ilk nesir yazımı yayınlamış oldum.

Fakat taşra gazeteciliğim burada kalmıyor. İki sene sonra Sındırgı’dayız. Sındırgı Balıkesir’de biliyorsunuz. Balıkesir’i de daha önceki ikametimden tanıyorum. Orada Türk Dili diye bir gazete çıkıyor. Hem de 1926’dan beri. Varır varmaz Sındırgı’ya, bu defa iki yılın da getirdiği tecrübeyle daha az edebi, daha çok makale, bir yazı yazıp gazeteye gönderiyorum. 29 Ekim 1944’te çıkıyor. Yazı bir yıl kadar sürecek bir Balıkesir gazeteciliği dönemini açıyor. Siyasi yazmıyorum, çünkü tahsilimi Danıştay kararıyla elde etiğim için tekrar kaybetmek istemiyorum. Daha çok sanat konularını ve özellikle şiir konusunu işliyorum, ama diyalektik olarak. Yani şöyle: Eski şiire karşı yeni şiiri savunuyorum; yeni şiirin içinde de yönetimin kolladığı Garipçiler’e karşı yönetimin ezdiği toplumcu gerçekçileri savunuyorum. Ama bu kadarı yetti. Yörede ne kadar eleştirmen veya buna heveslenen insan varsa hepsi ayağa kalktılar ve benim üzerime geldiler. Ben de onlardan aşağı kalmadım ve kızılca kıyamet koptu. Uzunca bir süre tartışma yaşadık. İşin en güzel yanı da şurasıydı: Muarızlarım aşağı yukarı hayata atılmış, iş güç sahibi adamlardı. Bense 19 yaşındaydım ve lise ikinci sınıfta okuyordum.

Devam ediyor bu yazı. Arkadan benim yazdıklarım da çıkmaya başladı ve 3 Eylül 1945’e kadar oradaki taşra gazeteciliğim sürdü. Fakat bitmedi. Oradan sonra 1950 ve 60’ta da İzmir’de, 70’te Ankara’da bu gazeteciliğimi sürdürdüm.

O halde, 20 yıldan 25 yıldan beri İstanbul gazetelerinde yazmama rağmen ben bir taşra gazetecisiyim ve bununla iftihar ediyorum. Nedenini anlatmak da çok kolay:

Biliyorsunuz, İstanbul gazetelerinin sicili Milli Kurtuluş Savaşı’nda çok iyi değildir. İkdam ve Akşam hariç hemen hepsi ya Amerikan mandası istiyordu ya İngiliz himayesi. Buna karşın taşra gazeteleri başından itibaren Balıkesir ve Alaşehir kongrelerini, Erzurum ve Sivas kongrelerini desteklemişler, Müdafaa-i Hukuk’un yanında olmuşlar, Gazi’nin arkasında bulunmuşlardır. Hatta emperyalizmin kuklası Yunanlılar İzmir’e çıkmaya kalktıkları zaman bayraktarın alnına kurşunu yerleştiren Hukuk-u Beşer gazetesinin sermuharririydi. Taşrada bir gazeteci. Böylece silahlı direnişi başlatmış oldu emperyalizme karşı.

O halde, taşralı gazeteciler pek ekin değildir. Onlarla oynamaya gelmez. Çünkü hamurları Müdafaa-i Hukuk’un teknesinde yoğrulmuştur. Göbekleri Hasan Tahsin diye kesilmiştir.” (1)

Attilâ İlhan bunları söylemiş olsa da, kendisiyle ilgili kaynaklarda, ilk düzyazısının nerede yayınlandığı konusu her nasılsa düzeltilmiş değil. Hâlâ “ilk düzyazı denemeleri İstanbul dergisinde” gibi bir yanlış sürüp gitmektedir. Ne yazık ki bu yanlışı Attilâ İlhan’ın yeni yayıncısı İş Bankası Yayınları da düzeltmiş değil. Dahası Attilâ İlhan’ın kitaplığına girmiş ve bu yazının yazılmasını da bir anlamda neden olmuş Tarih Öncesi Yazıları (2) adlı kitap var ortada. Nedendir bilinmez böyle bir kitabın varlığına da değinilmemektedir.

Oysa Attilâ İlhan’ın ilk düzyazısı İstanbul (Ocak 1945) dergisinde değil, Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili (3) gazetesinin 29 Ekim 1944 tarihli sayısında basılıyor. Attilâ İlhan, Yeni Adana yer alan ürününe “haber” diyor. Kendisi “röportaj” yazıyor, ama gazete bu ürünü bir “haber”e dönüştürerek basıyor. Buna karşılık Balıkesir’de basılan ilk yazı, “Kültürümüz Üzerine Düşünceler” üst başlığıyla ve “Kültür Bütünlüğü” adıyla çıkıyor. Yani burada bir “haber” değil, bir “düzyazı” söz konusu. Üstelik bu “yazı”nın devamını 26 yazı daha yazarak getiriyor Attilâ İlhan Balıkesir’de.

Bunları belirttikten sonra, Balıkesir’de Türk Dili ve Balıkesir Postası (4) gazetelerinde çıkan yazılarına geçebiliriz Attilâ İlhan’ın.

1940’lı yıllar… İkinci Dünya Savaşı insanlığı kasıp kavuruyor. Ama Balıkesir, bütün zorlukların ortasında, Attilâ İlhan’ın deyişiyle söylemek gerekirse: “Türkiye’nin kültür merkezlerinden biridir.” Halkevi, Halkevi’nin dergisi Kaynak, (5) Türk Dili ve Balıkesir Postası gazeteleri; adı geçen yayın organlarında ürünleri yayımlanan Esat Adil Müstecaplıoğlu, Abdülbâki Gölpınarlı, Mustafa Seyit Sutüven, Hasan Basri Çantay, Orhan Murat Arıburnu, Osman Attilâ, Ömer Edip Cansever, Sıtkı Yırcalı, Bülent Ecevit, Mehmet Başaran, Ercüment Uçarı, Nahit Ulvi Akgün, Cengiz Tuncer, Tarık Dursun K., Rasim Adasal, Elif Naci, İsmet Kür gibi adlar Balıkesir’in “kültür merkezi” olma konumuna güç katmaktadırlar o yıllarda.

Tartışmacı Attilâ İlhan

Adları anılan yazarlar arasında, Attilâ İlhan’ın yazdıkları bazı açılardan öne çıkmaktadır. Sözgelimi genelde sanat kuramı, özelde şiir üzerine yapılan tartışmaların en derinliklisini ve ateşlisini İlhan yürütmektedir. Hem öyle yürütmektedir ki üç koldan birden… Aynı yıllar içinde bir yandan Türk Dili gazetesinde, diğer yandan Balıkesir Postası (4) gazetesinde tartışmalar yapan İlhan, daha sonra Avni Dökmeci’nin Ankara’da çıkardığı Kaynak dergisinde de benzer tartışmaları yürütmüştür.

Tartışmalardaki çözümleyici yaklaşımını, daha o yaşında yerine oturtmuş durumda Attilâ İlhan:

“Şiir üzerine, bilhassa genç Türk şiiri üzerine çok laf edildi. Alışılmış yaveleri dinlemekten zevk ölçüleri ayarının kaybetmiş kimseler, ait oldukları ve büyük bir dehşetle çökmekte olduğunu gördükleri eski devrin ömrünü biraz daha olsun uzatabilmek için kıyameti kopardılar: ‘Vezinsiz, kafiyesiz şiir olur mu?’ teranesini tekrarlıya tekrarlıya ağızları yalama oldu. Buna rağmen vezinli; kafiyeli; üstelik kavuklu, sarıklı Arapça konuşan, Acemce rüya gören kodaman şairlerin geçmişin tozu dumanı arasında gözden nihan olduğunu, bundan on beş sene önce parmak hesabiyle milli şiir talim edenlerin okul kitaplarında unutulduğunu korkuyla gördüler. Bu normal bir başlangıcın sonucudur.

Türk şiiri ayağını yere bastığı, avuçlarının mübarek kirini kara toprağa sildiği gün; bütün heybetiyle kendini gösterecektir. Verdiği bunca şiirde hâlâ teşrin yapraklarından bahseden şair, İkinci Cihan Harbi’nin ortasında kara ekmek yiyen Türk cemiyetinin ne kadar dışındadır. O, hazım rehaveti içinde sonbahara, serviliklere dair mısralar gevelerken; dört yanı yangınlarla kuşatılmış memlekette; güneşin yaşatıcı kuvvetiyle büyüymüş nice delikanlılar tifüsten, nice analar babalar depremden ölüyordu. Yirminci asrın şairi; cemiyetinin kalitesini görüp, değer vermez; cemiyetinin nabzının nerede ve nasıl vurduğunu bilmezse onun verdikleri şiir değil; avcı önünde kafasını kuma gömen deve kuşu misali uyumak isteyenlere ninnidir. Bu yurt uyumak yüzünden çok meşakket çekti. Eğer İstibdat, Fikret’i susturmasaydı, o hâlde vaziyet daha başka türlü olacaktı. Şiir, cemiyetin olduğu zaman şiirdir. Bulutlardan, mehtaptan, kadın bacaklarından bahsetmeğe gelince onu maddeten ve manen muazzam olan şairlere bırakıyoruz.

Şimdi şiirimiz birkaç yol üzerinde yürümektedir. Bir kısım genç şairimiz; vezin ve kafiye sanatını, bu sanatın sultanlarının başına yıkmış; konuşma dilinin imkânlarından faydalanarak şiirler veriyorlar. Bu şairlere zaman zaman bir sosyal endişe arız oluyorsa da umumi karakteri yıkıcılıktır. Lakin bu yıkıcılık geriye, eskiye tercih edilmiştir. Onlar insanı tanıyor, onun şaşkınlığını, aşkını, merakını olduğu gibi, külfetsizce veriyor. Yüksek laf etmek merakıyla hiç birisi saçmalamıyor.

Diğer bir kısım şairler gerçekçidir. Cemiyetin realitesini, eskiyi yıkmak; isteyen yeni ile statükoyu muhafaza etmek isteyen eskinin mücadelesini kuvvetle müşahede eder. Hepsi sosyal tezler üzerinde çalışır, içtimai yaraları deşen, eksiklerimizi, artıklarımızı gösteren şiirler verirler. Onlar da insanı kavramış, onun en çok sevilecek, en çok dinlenecek, öğrenilecek varlık olduğunu kabul etmiştir. İçlerinde şimdiden kuvvetli, diri, hayatiyet dolu eserler verenleri vardır.

Üçüncü kısma gelince: artık burada her şeyden önce şairin kendi alemi, kendi şehri vardır. Cemiyet ve gerçekler bu şahsın objektifinden geçerek eserlere akseder. Şair bazen hayalperest bazen mistiktir. Lakin dünya, insanlar, hayat onun üzerinde de müessirdir.

Şöyle toplayabiliriz: Genç Türk şiiri, şu kadar asırlık eski şiirin yapamadığı şeyi yapmış, insanı baş konusu olarak almış, onun cemiyet içinde, sosyal ve ekonomik faktörlerin etkisi altında duçar olduğu felaketleri, düştüğü vaziyetleri inceleyip vermeye çalışmıştır. Genç şair ileri düşünüşlü, dünya görüşü müspet, hakikatleri kavramış insandır. Salyalı bir ihtiyar gibi ölümü özlemez. Ne kadar acı, ne kadar korkunç, ne kadar tehlikeli olursa olsun hakikatleri sıcak bir somun gibi bağrına basar. Şiirin şiir olması için muhakkak kalıplara dökülmesine, ezilip büzülmesine lüzum görmez. O insanların ve cemiyetlerin mukedderatlarını tayin eden sosyal olaylar içinde kendi kendini inşa eder ve Bielinski’nin dediği gibi cemiyetin hakikatini eserlerinde yeniden yaratır.” (6)

Attilâ İlhan, “tarih öncem” dediği bu yazıları yayımlatmaya başladığında 19 yaşındadır. Yazarlık serüveni boyunca dünyanın ve Türkiye’nin içinde bulunduğu hiçbir soruna yabancı kalmayan İlhan, Balıkesir Postası gazetesinin 29 Ağustos 1945 günlü nüshasında yer alan Sevgilime Mektuplar adlı yazısında, İkinci Dünya Savaşı’nı düşünerek şöyle der:

“ Bu harp sevgilim, düzenin çatlağını ayan etti. Bu çatlak bir zamanlar “yeni nizam” ambalajile, birkaç şaşı gazeteci tarafından bu yurda sokulmak istenmişti. “Yeni nizam” masalının ne kadar eski olduğu cümlemize malum oldu. Bundan ötesi, daima daha iyiye, daima daha güzele, daima daha doğruya ve bütün bunların anası olan halka doğru bir yükseliş olmalıdır. Zaferi halklar kazandı. Barışı onlar sağlamalıdır.” (7)

Attilâ İlhan, kültürel evrenimizin “küreselleşme” ve “yükselen değerler” sözleriyle çalkalandığı dönemde de ortalığın tozu dumanı içinde şunları yazar:

“Yükselen değerler, filan, hikâye bunlar. ‘Sistem’ (Batı), askeri gücünü ve uluslararası kuruluşları kullanarak Türkiye’de de kendi işine gelen politikaları ‘küreselleşme’, ‘değişim’, ‘yükselen değerler’ gibi kamuflajlar altında yutturmaya çalışıyor.

Kimileri ufuklarının darlığından, saflığından ya da düpedüz cahilliğinden; kimileri ise ‘malı götürmek’, kısa yoldan ‘köşe dönmek’ için en uygun yolun bu olduğuna inandıklarından ondan yana çıkıyor; ortalığı tozu dumana boğarak, bunların bayraktarlığını yapıyor.

Çok şaşırıyorum: Türk halkı, toz duman arkasında, ‘yükselen değerler’in değil; bunları kullanmaya çalışan, bazı ‘yükselen hıyarlar’ın bulunduğunu görmez mi sanıyorlar.” (8)

İlhan’ın “Eski şiire karşı yeni şiiri savunuyorum; yeni şiirin içinde de yönetimin kolladığı Garipçiler’e karşı yönetimin ezdiği toplumcu gerçekçileri savunuyorum.” diyerek yürüttüğü tartışmadaki bakış açısı şöyledir:

“Genç şiirde mana yoktur diyenler; mutlaka onunla az meşgul olanlardır. Tesadüfen ellerine geçirdikleri bir dergide gördükleri birkaç şiire bakarak hüküm verirler. Orhan Veli’nin bir şiiri onlar için bütün bir yeni şiir hakkında hüküm vermeğe kâfi gelir. Fakat acaba hakikatte bütün genç şiir Orhan Veli’den mi ibaretti, bunu hiç düşünmezler. 1944’te yayınlanan bir antolojide 48 genç şair tespit edilmiştir. 3-4 şiirle bu kadar şairin eserleri hakkında nasıl hüküm verilebilir? Farz edelim ki elimizde bir milletin edebiyatından, 10-15 kötü örnek var. Sorarım size şimdi, bizim o milletin edebiyatı kötüdür demeğe hakkımız var mıdır?” (9)

Düşünce Adamı Attilâ İlhan

Attilâ İlhan’ın özellikle 70’li yaşlarında üzerinde durulan “düşünce adamı” (10) kimliği, daha çok gençken, Balıkesir’de yayınlanan Türk Dili ve Balıkesir Postası gazetelerinde yazdığı “gençlik yazıları”nda da çıkmaktadır karşımıza.

Edebiyatımızda özellikle şair ve romancı kimlikleriyle bilinen İlhan, son yıllardaki yazılarıyla düşünce adamı niteliğini daha bir öne geçirmiş görünmektedir. İşte bu oluşumun başlangıç noktası:

“Bir gün önüme allı yeşilli bir halı serip “Dünya” dediler sevgilim. Baktım da: “Bu dünya ne dünyadır?” diye düşündüm. Sahiden ne dünyadır bu dünya: New-York’ta tekniğin tabiata meydan okuyan devleri şahlanıyor. Hindistan’da Raçputana ve Sakurtala olabilir. Raca’nın sarayında bin bir gece masalları yaşanıyordu. İtalya’da uzun favorili artistler aç geziyor.

Britanya adasının herhangi bir şatosunda herhangi bir İngiliz lordu arpacı kumrusu gibi düşünüyordu. Toprağın üzeri çeşit çeşit abidelerle süslenmiş, yaşarken burnuna gülünen, istihfaf edilen insanların öldükten sonra “Büyük adam” diye anıtları dikilmiş; müzeler, sergiler tanzim olunmuş; limanlar inşa edilmişti. Büyük şehirler, asfalt yollar, elektrikli trenler vardı. Zaman zaman sivri akılının biri çıkıyor hakikati buldum diye kendisi gibi bir sürü yardakçıyı seçkin bir zümre menfaatine maceralara sürüklüyordu. O zaman ajanlar dolup taşıyor, gazetelerin keyfi eriyor, insanların yaşaması gayri tabii bir hale geliyordu. Buna rağmen dünya güzeldi sevgilim. Kocaman transatlantikler bir kıyıdan diğerine renk, müzik ve ışık taşır, olimpiyatlar olur, bir gümüş madalyanın uğruna düzinelerce genç uykuları başlarına sıçramış gibi koşar ha koşardı.

Böyle olduğu, çiçekler açtığı, kuşlar uçtuğu hâlde şu alemde düzensizlik var deniyordu sevgilim. Asırlardan beri âlim, çok akıllı, dâhi denilen adamlar dünyanın temellerini geçirmiş; çatlağı, noksanı yahut fazlayı arayıp durmuşlar; insanoğluna – kiloyla satsan biz gibi fakirleri iki dünyada rahat ettirecek kadar çok, kâğıtlar dolusu yazılar yazmışlardı. Bunların her birisi akıl sakatlığını kendisinin bulduğunu, eğer insanlar kendi sözlerine inanırlarsa ortalığın gül gülistan olacağını iddia etmişlerdi. Bu çelebiler böyle bağıra çağıra dursun, zaman zaman yukarıda söylediğim cinsten sivri akıllılar eksik olmamış, dünyayı yutmağa kalkmış, hazmı bati gelmiş, öğüre öğüre bir hâl olmuş, keyfiyet böyleymiş sevgilim. Çünkü insanların hayatına hükmeden o gözle görülür, elle tutulur gerçekleri bunlar görmezlikten gelmiş. Halkı bir sürü, hürriyeti masal, adaleti efsane sanmışlar. İşlerine böyle geliyormuş. O sakallı âlimlerin bir kısmı da “gün bugündür, yarına Allah kerim” sözüne uyarak bu gibi cellâtların zulümlerini doğru gösterme yolunu tutmuş, ilmi efendilerine uydurmağa, tarihi onlara yaptırmağa kalkmışlar. Hâlbuki tarihin yolu muayyenmiş ve bu yolu gören âlimler her zaman tebcil edilmeğe hak kazanmışlar; bu yol, kitlenin her ferdine ayni hak ve hürriyeti tanıyan; milletlerin yekdiğerine olduğu kadar insanların da yekdiğerine hâkim olmasını kabul etmeyen demokrasi yoluymuş. (11)

Attilâ İlhan’daki düşünce adamı kimliğinin temelinde bu yazıların olmasının şöyle bir nedeni var: İlhan, dikey olarak kendi içinde düşünsel tutarlılığını sürdürürken, kendisi buna “diyalektik olarak” diyordu yukarıdaki söyleşisinde, yatay olarak da aktığı yatağı durmaksızın genişletmiştir. Bu nedenle daha 19 yaşındayken şu düşünme noktasına gelmiştir:

“Yazmayı bir hastalık gibi düşünürsek, bu hastalığın ilk arazı okumaktır. Önce okunur. Uzun uzun okunur ve hayran kalınır. Arzuların, ihtirasların, kederlerin, sevinçlerin muazzam dairesi içinde, yaşamak için didinen insanoğlunun maceralarından, her kitapta yeni resimler, yeni bölümler, yeni istikametler keşfedilir. Hasta, bu devrin sonunda hepsini tanır gibi olduğu, fakat hiç birini tanımadığı gülen, ağlayan, mütekallis, korkunç çehrelerle çevrilmiştir. (12)

Araştırmacı Attilâ İlhan

Attilâ İlhan, daha ilk yazılarından başlayarak, salt bir düşünceyi değil, bu düşünceye can ve kan ve veren yapıtları okuyor, o yapıtları ortaya koyan edebiyatçıları savunuyor. Hem de şöyle bir dönemde: “1940’lı ve 50’li yıllar… Çağdaş uygarlık düzeyine ulaşmak ve hatta bu düzeyi aşmak iddiası güden asker-sivil bürokrat iktidarın; özgürce bilgilenmeyi, düşünmeyi, hayal kurmayı, bir başka yaşam özlemeyi kesinlikle engellendiği yıllar… Belli birtakım olayların ve sözcüklerin ağza alınmasının olanaksız ya da hapse atılmanız için yeterli olduğu yıllar… Başka bir deyişle, insan varlığının, bir şablona göre kesilip biçilerek çok küçük bir ölçekte yeniden üretmeye çalışıldığı yıllar… Kısacası özgürlüğün kim bilir kaçıncı kez katledildiği yıllar…” (13)

Attilâ İlhan, işte böyle bir dönemde araştırmacı kimliğiyle ulaşabildiği bütün yapıtları okur ve okuduklarını da yazdıklarına yansıtır. 1942 yılında Adana’nın Bahçe ilçesinde bulunan Attilâ İlhan’ın Adana’da basılan Yeni Adana ve Bugün gazetelerinden haberdar olması, Balıkesir’e gelince Türk Dili ve Balıkesir Postası gazetelerine ulaşması bu kimliğinin birer kanıtıdır. Yazacağı “röportaj” için Bahçe’de “özel idare” ve “belediye”den bilgi derlemesi bu kimliğin bir başka örneğidir.

Şiir konusunda tartışırken hem Garipçiler’den hem de 1940 Kuşağı şairlerinden örnekler vermesi bu araştırmacı kimliğin diğer yanını oluşturur.

Edebiyatçı Attilâ İlhan

Attilâ İlhan’ın “gençlik yazıları”nda ortaya çıkan en önemli yönü edebiyatçılığıdır. Geceleyin Rüya Görürüz adlı öykü, bu nedenle çok önemli bir üründür. 1945 yılında yayımlanan bu öykü, onun şiir dışında yazdığı ilk kurgusal eseridir. İlhan’ın bu öyküden önce öyküsü ve romanı yoktur. Yani şiir dışındaki ilk kurgusal eserini de böylece Balıkesir’de yayınlamış olur İlhan. Bilindiği gibi bu öyküye Yengecin Kıskacı (14) adlı eserinde yer vermiştir.

Bu öykü, o yıllarda Sungur Tekin (S.T.) takma adıyla Balıkesir Postası’nda yazan Sıtkı Yırcalı’ya ithaf edilmiştir. Attilâ İlhan, öykünün girişinde “S. T.’ye” diyerek Sungur Tekin’in kısaltmasını aynı nedenle kullanmıştır.

Attilâ İlhan, “gençlik yazıları”nda öncelikle şiir üzerinde durur. Garipçiler’i, dolaylı biçimde, “genç şiir”in bir parçası olarak gördüğünden destekler. Orhan Veli’nin şiiri üzerine inceleme yazar, Oktay Rifat’tan birçok alıntı yapar. Fedailer Mangası dediği 40 Kuşağı’nın toplumcu şairlerine değinir; Rıfat Ilgaz’dan, Niyazi Akıncıoğlu’ndan, Ömer Faruk Toprak’tan, A. Kadir’den, Sabri Soran’dan alıntılar yapar. Böylece toplumcu bir edebiyattan yana olduğunu gösterir. Kerime Nadir’den, Esat Mahmut Karakurt’tan uzak durur; Kemal Bilbaşar, Sait Faik Abasıyanık, Reşat Enis gibi yazarları okunması gereken örnekler olarak anlatır sevgilisine.

 

SONUÇ YERİNE

 

Bütün bunlardan şunu çıkarmak mümkün: Attilâ İlhan, bir yazar olarak daha ilk yazısından başlayarak bir iç tutarlılık sergilemiş, bu tutarlılığın peşini hiç bırakmamıştır. O nedenle Attilâ İlhan’ı Balıkesir’de yazdıklarıyla da anmak gerekir.

Toprağın bol olsun Usta!

 

(1) Attilâ İlhan’ın 19.09.1995 günü TRT/TV2’de “Gündemde Sanat Var” bölümü içinde yaptığı söyleşi.

(2) Tarih Öncesi Yazıları, Hazırlayan: İbrahim Oluklu, Jaycees Balıkesir Genç Müteşebbisler Derneği yayını, 1998.

(3) 16 Mayıs 1926’dan başlayıp 11 Nisan 1967’ye kadar Balıkesir’de yayınlanan yerel günlük bir gazete.

(4) 1 Ocak 1943’ten başlayıp 12 Ekim 1968’e kadar Balıkesir’de yayınlanan yerel günlük bir gazete.

(5) Balıkesir Halkevi dergisi, 19 Şubat 1933’te yaşamına başlıyor. 1946’ya kadar düzenli olarak çıkıyor. Yayınına bir süre ara verdikten sonra 1948’den başlayarak “Yeni Seri” ibaresiyle yayınını yine aylık olarak sürdürüyor. 1 Ekim 1956’dan ve 1 Temmuz 1967’den başlayarak “YENİ KAYNAK” ve “YENİ KAYNAK (2)” adlarıyla iki kez daha giriyor yayın yaşamına.

(6) Şiir Üzerine Deneme, Tarih Öncesi Yazıları, Hazırlayan: İbrahim Oluklu, Jaycees Balıkesir Genç Müteşebbisler Derneği Yayını, 1998.

(7) Agy.

 

 

Varlık, Haziran 2015, sayı: 1293

RÜŞTÜ ONUR’UN BALIKESİR’DE BASILAN BİR ŞİİRİ

Balıkesir’de 1994’ten bu yana yaptığım araştırmalarda birçok yazarın/şairin ilk ürünlerine ulaştım. Orhan Veli (Kanık), Attilâ İlhan (İlk öyküsü “Geceleyin Rüya Görürüz”), Bülent Ecevit, Sabri Altınel, (hem düzyazı hem şiir), Mehmet Başaran, Fahri Erdinç, Mustafa Seyit Sutüven (hem düzyazı hem şiir), İsmet Kür (şiir), Pınar Kür (şiir) bunlardan bazılarıydı.

Bunların dışında Yahya Kemal Beyatlı’nın, Reşat Nuri Güntekin’in, Elif Naci’nin, Rasim Adasal’ın yazıları (Balıkesir Postası gazetesi) basılıyordu.

Üç kez çıkarılan Kaynak dergisinin, ikincisi olan Yeni Seri/Kaynak (Arif Hikmet Par yönetiyor.) dergisinde Edip Cansever, Sunullah Arısoy, Arif Hikmet Par, Ercüment Uçarı, Sabih Şendil, Avni Dökmeci, Halil Soyuer, Muzaffer Tayyip Uslu, Salâh Birsel, Orhan Murat Arıburnu, Muhteşem Sünter, Necati Cumalı, Ümit Yaşar Oğuzcan, Nahit Ulvi Akgün, Hasan Basri Çantay, Bekir Sıtkı Erdoğan, Falih Rıfkı Atay’ın da yazı ve şiirleri basılıyordu.

Bu yıl yaptığım bir taramada gördüm ki Rüştü Onur’un “Aralık Kalsın Kapım” adlı şiiri de yer alıyor aynı dergide.

Rüştü Onur’un bütün şiir, yazı, mektup ve ardından yazılanların derlendiği kitapta (*) bu şiir altında “Salâh Birsel’e tarihsiz mektubundan” açıklamasıyla basılıyor.

O dergide basılan yazımıyla aktarıyorum. Çünkü kitaptakinden farklı yerler var:

 

ARALIK KALSIN KAPIM

 

Biri var kapımda,

Kimdir nereden gelir bilinmez.

Sigarası kibriti var mı?

Sorsam beni hatırlar mı?

Kimbilir?

Kapıyı arala yavrum,

Aralık kalsın kapım.

 

(Yeni Seri Kaynak, Mayıs 1949, sayı: 13)

 

(*) Rüştü Onur, Şiirleri, Yazıları, Mektupları ve Ardından Yazılanlar, İbrahim Tığ, Kaynak Yayınları, 2. Baskı, sayfa: 114.

 

Şehir, Temmuz 2017, sayı: 106

 

 

 

ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE YENİ BİR SES 1

ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE YENİ BİR SES 2

ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE YENİ BİR SES 3

ÖYKÜCÜLÜĞÜMÜZDE YENİ BİR SES 4

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör