Memet Fuat

Eleştirmen, Çevirmen, Yazar

Doğum
16 Şubat, 1926
Ölüm
19 Aralık, 2002
Eğitim
İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü
Burç
Diğer İsimler
Memet Fuat Engin Bengü (tam adı), Engin Bengü, Mehmet Bengü

Yazar, eleştirmen, çevirmen (D. 16 Şubat 1926, İstanbul - Ö. 19 Aralık 2002, İstanbul). Tam adı Memet Fuat Engin Bengü. Yazılarında Engin Bengü, Mehmet Bengü imzalarını da kullandı. Sinema oyuncusu ve yönetmeni, senarist Vedat Örfi Bengü ile Piraye Hanım’ın oğludur. Piraye Hanım, Vedat Örfi’den ayrıldıktan sonra 1935’te Nâzım Hikmet’le evlenmişti. Memet Fuat, Haydarpaşa Lisesi (1946), İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü (1951) mezunudur. Öğrenciliği sırasında Aylık Ansiklopedi’ye maddeler yazdı. Öğretmenlik, çevirmenlik, muhabirlik, inşaatlarda mimar yardımcılığı gibi işlerde çalıştı. Tuna Baltacıoğlu ve Oktay Verel ile birlikte Memleketimizde ve Dünyada Kitaplar adlı bir bibliyografya dergisi (1950-51) çıkardı. 1960’ta kurduğu De Yayınevini yönetti ve aylık edebiyat dergisi Yeni Dergi’yi çıkardı (1964-75). Bir önceki yılın şiir, deneme ve öykülerinden seçmelerin yer aldığı Türk Edebiyatı (on cilt) adlı yıllıkları hazırlayıp yayımladı (1963-72).

Küçük yaşlarından süregelen spor tutkusunu, yaşadığı çevredeki çocukları sporculuğa yönlendirme yolunda değerlendirdi. Bir semt kulübü olan Altınyurt’ta futbol, masa tenisi, voleybol kollarıyla ilgilendi. 1972-80 yılları arasında Voleybol Erkek Millî Takımının antrenörlüğünü yaptı. Ünlü oyuncular yetiştirdi. 1979-82 yılları arasında ise Anadoluhisarı Gençlik ve Spor Akademisinde öğretim görevlisi olarak voleybol dersleri verdi. 1980’den 1983’e kadar Yazko Edebiyat dergisini yönetti. 1981’de Adam Yayınevinin yerli yayınlarının yönetmenliğini üstlendi ve 1987’de emekliye ayrıldı. 1985’te yayımlanmaya başlayan Adam Sanat dergisinin genel yayın yönetmenliği görevini 1999’a kadar sürdürdü.

Memet Fuat’ın ilk yazıları Aylık Ansiklopedi’de yayımlandı. Kısa bir süre öykü yazdı. Şiir, deneme, hikâye ve eleştirileri 1945 yılından itibaren Kitaplar, Yeryüzü, Yeni Ufuklar, Varlık, Yeditepe, Yeni Dergi, Milliyet Sanat, Vatan, Adam Sanat, Politika vd. dergi ve gazetelerde yer aldı. Bir süre Cumhuriyet gazetesinde kültür-sanat ağırlıklı haftalık yazılar yazdı. Yayımcılığında da dergiciliğinde de edebiyata ilişkin klâsik ve çağdaş bilgi aktarımına önem verdi. Çağdaş Amerikan yazarlarından çeviriler yaptı ve De Yayınevinde Faulkner, Joyce gibi yazarların çevirilerini yayımladı. Çağdaş eleştiri yöntem ve ilkelerine dayanan değerlendirmeleriyle Türk eleştirisinin belli başlı adlarından oldu. Edebiyatı daha çok toplumsal işleviyle değerlendirdi, ancak metnin özerkliğine de önem verdi.

Nâzım Hikmet’in 1963’te ölümünden sonra, Piraye Hanım’da bulunan el yazmalarından yararlanarak Saat 21-22 Şiirleri, Dört Hapisaneden, Rubailer, Memleketimden İnsan Manzaraları’nı basıma hazırladı (1965-67). Ayrıca Nâzım Hikmet’in Piraye Hanım’a yazdığı mektupları Piraye’ye Mektuplar adıyla, kendisine yazdığı mektupları Oğlum Canım Evladım Memedim (1968) adıyla yayımladı. Yazılarında ağırlıklı olarak düşünce özgürlüğü, hoşgörü üzerinde duran, çağdaş Türk şiiriyle yakından ilgilenen Memet Fuat, 1969’da, dergilerde çıkan denemeleriyle Ataç Eleştiri Armağanını, 1961’de Düşünceye Saygı adlı kitabının birinci basımıyla Türk Dil Kurumu Deneme-Eleştiri Ödülünü kazandı. Çağdaşımız Makyavel adlı kitabıyla 1992 Sedat Simavi Ödülünü Gülten Akın’la paylaştı. 1995’te kendisine Kültür Bakanlığı Kültür ve Sanat Büyük Ödülü, 1996’da Edebiyatçılar Derneği Onur Ödülü Altın Madalyası verildi. Kenan Bengü adında bir oğlu, Arda Bengü adlı bir torunu vardır.

“Bu haberin etkisi bende kurşun yarası gibi oldu. Vurulmaları yaşamış olanlar der ki: Kurşun ete saplandığında parçalanma ilk an ayırt edilemez. Yakıcı acısı bedeni ağır ağır örseleyerek yayılır. Memet Ağbi’yi yitirmenin bilincine varmaya başladığımda, yoğun bir zamanın güzelliklerini, iyiliklerini yas tutmadan kaleme almayı isterim. Yazarlığımın ışık aldığı bir deniz feneri gibiydi Memet Fuat benim için. Karanlıkları bitmez diretkenliğiyle kesip uzayan bir aydınlıktı.” (Füruzan)

 “Nesnel Eleştiri-Öznel Eleştiri tarzında bir ayrım yapmayı kendine iş edinmiş bir edebiyat ortamında Memet Fuat öznel eleştirinin piriydi. Gel gör ki karşı kutup gibi duran nesnel eleştiri verdiği dişe dokunur ürünlerin kabule değer bir yer edinmesi bakımından birinci derecede Memet Fuat’ın korumasından yararlandı. Arkasına hiçbir resmi anlayışı almadığı halde bir eleştirmen nasıl olmuştu da birilerini koruma derecesine varan saygınlığa kavuşmuştu? Meraka değer bir şey bu. Tekrarına belki bir daha eremeyeceğiz. Benim açıklamam şudur: Sahtelik ve yutturmacılık karşısında Memet Fuat’ın duruşu öyle katiydi ki işinin erbabı olan her kişi onun yanında rahatlık sağladığını fark ediyor ve hakkından fazlasına konmaya çabalayan uyanıklar da Memet Fuat’ın kimi kime tercih edişinden tedirginlik duyuyorlardı. Dürüstlüğün sahiciliğe, sahiciliğin dürüstlüğe olan borcunu hatırlattığı için saygındı Memet Fuat. Namuslu olup olmamak zenci düşmanı olup olmamaktan daha önemliydi onun için. Bir zenci düşmanı da namuslu olmak koşuluyla diyalogu hak ediyordu.” (İsmet Özel)

“Yaşadığımız bende hayranlık uyandırmıştı. 1956’da yayımlanan ilk kitabım İnsan Tükenmez’de, kitaba adını veren yazıda ‘Edebiyatımızın bugün içinde bulunduğu sıkıntılı, bezgin havadan kurtulması için yazarlarımızın yeni gerçeklere, yeni insanlara doğru açılmaları gerek, diyorum.’dedikten sonra birtakım romancılarımızın, hikâyecilerimizin, şairlerimizin adlarını sayıyor, onların ‘yeni insanlara doğru açılmaları’nı istiyordum. Adını ilk andığım yazar Memet Fuat’tı: ‘Memet Fuat’ın o güzel kitabındaki, Yaşadığımız’daki, tıbbiyeli Bülent yerine, örneğin tıbbiyeli Nihat...’(‘Tıbbiyeli Nihat’, o günlerde hapiste yatan tıbbiyeli Nihat Sargın’dı.) Yaşadığımız için bir eleştiri yazmak istemiştim ama nedense bir türlü yazamamıştım. Yaşadığımız’ın yayımlandığı günlerde Attilâ İlhan’ın Ankara’da yayımlanan Kaynak dergisinde çıkan bir eleştirisini anımsıyorum; aradan yarım yüzyıla yakın zaman geçti, o eleştiriden anımsadığım tek şey Attilâ’nın Yaşadığımız’daki bir genç kızın adına takılmasıydı: Câna. Attilâ, ‘Ne isim!’ diyordu, bense bayılıyordum ‘Câna’ adına.” (Turhan Günay)

ESERLERİ:

ÖYKÜ: Aşk ve Sümüklüböcek (Tuna Baltacıoğlu ile, 1946), Bir Ayrılışın Öyküsü (1998).

ROMAN: Yaşadığımız (1951; yeni yazımı, 1998).

ANI: Gölgede Kalan Yıllar (1997), Tribünden Palavra Anılar (1999), Yazarlığın Eteklerinde (2002).

DENEME-ELEŞTİRİ-İNCELEME: Düşünceye Saygı (1960; gen. 1994), Çağını Görebilmek (1982), Unutulmuş Yazılar (1986), Çağdaşımız Makyavel (1992), Eleştiri Sorumluluğu (1994), İki Yönlü Yozlaşma (1995), Özgünlük Avı (1996), Konuşan Toplum (1996), Dağlarda Yüreğim (1996), Her Yer Tiyatrodur (1997), Sömürüsüz Bir Dünya (1998), Çoğunluğun Gücü (1998), Duyumsanmayan Karanlık (1998), Biçemden Biçeme (1999), Yaşlı Bir Şaire Mektuplar (1999), Aykırılıklar (1999), Din ile Felsefe (2000), Demokrasi Kültürü (2000), Nâzım Hikmet: Yaşamı Ruhsal Yapısı Davaları Tartışmaları Dünya Görüşü Şiirinin Gelişmeleri (2000), İkinci Yeni Tartışması (2000), Kültür Alışverişi (2000), Memet Fuat’ın Nazım Hikmet’i (2000), Nâzım Hikmet Üzerine Yazılar (2001), Yirminci Yüzyılda Yazınımıza El Verenler (2001), Kitap Eleştirileri (2002), Toplum ile İnsan (2002), İncelemeler (2002).

ARAŞTIRMA: Tiyatro Tarihi (1961), Rubailer (1966), Voleybol (1983, Mehmet Bengü adıyla).

BİYOGRAFİ: Yunus Emre (1976), Pir Sultan (1977), Karacaoğlan (1977), Şinasi (1977), Namık Kemal (1999), Tevfik Fikret (1979), Ahmet Haşim (1977), Dadaloğlu (2002).

ANTOLOJİ: Türk Edebiyatı (De yıllıkları, 1963-72, on cilt), İlkokul Çocukları İçin Şiirler (1968), Çağdaş Türk Şiiri Antolojisi (1985, genişletilmiş 14. basım, 1999), Dünya Yazınından Çeviri Şiirler (1992), Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Oyunlar I (1993), Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Oyunlar II (1993), Dünya Yazınından Seçilmiş Kısa Öyküler (1993), Türk Yazınından Seçilmiş Çocuklar İçin Şiirler (1993), Türk Yazınından Seçilmiş Denemeler (1993), Türk Yazınından Seçilmiş Eleştiri Yazıları (1993).

DERLEME: Nâzım ile Piraye (1975), Nâzım Hikmet (1997), Orhan Veli Kanık (1997), Oktay Rifat (1997), Cahit Külebi (1997), Sabri Altınel (1997), Edip Cansever (1997), Cahit Irgat (1998), Nâzım Hikmet: Portreler (2001), ‘A’dan Z’ye Nâzım Hikmet (2002), Nasrettin Hoca Fıkraları (2002).

ÇEVİRİ: Ateş Yakmak (öykü, Jack London’dan, 1953), Kasımpatları (öykü, John Steinbeck’ten, 1953), Kuyudaki Zenci (öykü, Erskine Caldwell’den, 1953), Ölü Albayın Kızları (öykü, Katherine Mansfield’dan, 1953; Yolculuk adıyla 1991), Çimen Yaprakları (şiir, Walt Whitman’dan, 1954), Gece Ağacı (öykü, Truman Capote’tan, 1954), Alın Yazısı (roman, Erskine Caldwell’den, 1954), Morgue Sokağı Cinayeti (öykü, Edgar Allan Poe’dan, 1954), Denizin Değiştirdiği (öykü, Ernest Hemingway’den, 1954), Don Cristobita ile Dona Rosita’nın Acıklı Güldürüsü (oyun, Federico Garcia Lorca’dan, 1960), Yoksul İnsanlar (öykü, William Saroyan’dan, 1961), Çağrılmadan Gelen (oyun, Maurice Maeterlinck’ten, 1961), Kulaktan Kulağa (oyun, Lady Augusta Gregory’den, 1961), Trenton ile Camden’e Mutlu Yolculuk (oyun, Thornton Wilder’dan, 1961), İstiridye ile İnci (oyun, William Saroyan’dan, 1961), Zavallı Aubrey (oyun, George Kelly’den, 1964), Doğum Günü Partisi (oyun, Harold Pinter’dan, tsz.).

KAYNAKÇA: Çetin Yetkin / Siyasal İktidar Sanata Karşı (1970), Atilla Özkırımlı / Türk Edebiyatı Ansiklopedisi (c.3, 1982), TDE Ansiklopedisi (c. 1, s. 396), İhsan Işık / Yazarlar Sözlüğü (1990, 1998) - Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi (2001, 2004) – Encyclopedia of Turkish Authors (2005), Enis Batur / Çağdaşımız Memet Fuat - Sennur Sezer / Edebiyatımızın Maestrosu Memet Fuat - Mehmet Sarsmaz / Memet Fuat’a Saygıyı Yazmadan ‘Özgünlük Avı’na Çıkmak’ (Cumhuriyet Kitap, 8.11.1997), Turhan Günay / Yaşadığımız ve Dil Kaygısı (Cumhuriyet Kitap, 31.12.1998), Fethi Naci / Memet Fuat’ın “Nâzım Hikmet”i (Cumhuriyet Kitap, 28.9.2000), TBE Ansiklopedisi (c. 2, 2001), Gürcan Arıtürk / Aklın Aydınlığı Memet Fuat (Radikal Kitap, 13.1.2005), İhsan Işık / Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2. bas. 2007) - Ünlü Edebiyatçılar (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C. 4, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).

YAZIYA GÜVENİNİ YİTİRMEK

Köşe yazarının böyle bir sorunu yok, onun işi yazmak... Umutlu da olsa, umutsuz da olsa, yazacak. Yazıya güvenini yitirse de, kamuoyun¬dan bir yankı alamadığını, boşa konuştuğunu görse de yazmayı bıraka¬maz. Yazmayı bırakmak, işini bırakmak, yeni bir geçim yolu aramak an-lamına gelir. Köşe yazarının geçimi yazmasına bağlıdır. Bunun için de umutsuzluğa düştüğü dönemleri daha kolay atlatır. Yazarlık tavrından da çok uzaklara düşmez...
Bunları okurla ilişki kurmanın, kamuoyundan yankı almanın yarat¬tığı etkiler açısından söylüyorum. İnançlarını yitirip ya da çıkarını baş¬ka yönde görüp düşüncelerini değiştirmek değil konumuz:
Yazıya güvenini yitirmek...
Yaratıcı yazarlıkta iş biraz değişik. Yaratıcı yazar genellikle geçimini yazısıyla sağlamıyor. Köşe yazarına en yakın duran denemeci bile yazar¬lığa gelir getiren bir uğraş olarak bağlanamaz. Onun için de yazıya gü¬venini yitirmek yaratıcı yazarda kısa ya da uzun süren suskunluklara neden olabiliyor.
Gençlikteki kamçı, "Yazarsam her şey düzelir" umudu, "Yazsan ne olacak, yazmasan ne olacak" umutsuzluğuna dönüşünce, yaratıcı yazar susuveriyor. Yıkılarak...
Ama biliyorsunuz: "Yazmadan edemezdim..."
Yaratıcı yazarlığın temelinde bu yazma tutkusunun yattığı da bir ger¬çek. Hiçbir karşılık beklemeden yıllarca yazar, yazar, yazarsınız.
"'Yazmadan edemezdim..."
Demek ki yazıya güveninizi yitirseniz de yazmayı sürdürmek için bir gerekçe yaratmanız gerek. Umutsuzluğa kapılmamak, suskunluğa düş¬memek için...
Bu söylediklerimize karşı şöyle denebilir:
Yaratıcı yazar "Yazarsam her şey düzelir" diye çıkmaz ki yola, "Yaz¬san ne olacak, yazmasan ne olacak" diye umutsuzluğa düşsün:
Yaratıcı yazarın amacı bir şeyleri düzeltmek değil, sözcüklerle bir dünya kurmak, o dünyaya insanları çekip sanatsal tat almalarını sağ¬lamaktır.
Bu sözlerle gelen görüş, yazmadan edememenin zoruyla yaratılmış bir gerçektir yalnızca. Umutsuzluktan doğmuş, anlatım araçlarına tür¬lü incelikler, değişik sanatsal tatlar getirmiş bir tutamak, bir suskunlu¬ğu aşma çaresi...
"Yaratıcı yazarı söylenen değil, söyleyiş biçimi, yalnızca sanat ilgilen¬dirir."
Bugün bu noktadan başlanabiliyor. Bir anlama, daha önceki sanat¬çıların yaşadıkları umutsuzlukların üstüne basarak çıkılıyor yola. On¬ların kendilerine yarattıkları yazma gerekçesi, umutsuzluğa, suskunlu¬ğa düşmemek için buldukları çare, yazmadan edememenin zorladığı çö¬züm, bugün ilk basamak olarak kullanılıyor.
Dilin bir anlatım aracı olduğu düşünülürse, yazıyı bir şeyler anlat¬maktan uzaklaştırmak, yazarın söylediklerinin hiçbir önemi olmadığını ileri sürmek, sözcüklerle kurulan yapıların, kaçınılmaz olarak, anlam¬larla kurulan yapılar da getirdiğini görmezlikten gelmek, yazıyı sesle, renkle bir tutmak, umutsuzluğun yarattığı bir yozlaşmadır.
Bu yozlaşma suskunluğu önleyişiyle yararlı görülebilir. Bir çözüm¬dür. Belki de yazarın ilgisiz yığınlarına bir tepkisidir.
"Ben kendim için yazıyorum..."
"Sözüne değer verdiğim bir iki dost yeter bana..."
"Birkaç bin seçkin okur..."
Gerçekten inanılarak söylenir bu sözler... Çözümsüz görünen bir ça¬resizlikte...
Ama hep bir kırıklığı taşırlar.
Çünkü yaratıcı yazar da (yüzyıllarca önce, ya da dün, bugün) dünya¬yı anlamak, anlatmak, değiştirmek, değiştirmeye çalışmak amacıyla başlamıştır yazmaya. İnsanları etkilemek, yönlendirmek istemiştir. Di¬lin, sözün, giderek yazının doğasına, bir yozlaştırmaya gerek duymadan bağlanmıştır.
Yaratıcı yazarın "Yazsan ne olacak, yazmasan ne olacak" umutsuzlu¬ğuna düşüşü, yazmayı sürdürebilmek için bir yozlaşmaya tutsak oluşu, büyük oranda, etkilemek istediği yığınlardan siyasal engellerle uzak tu¬tulması yüzünden, başka bir söyleyişle, örnek toplumu, örnek insan ilişkilerini arayarak hep yöneticilerin karşısında yer alma durumunda kalması yüzündendir.
Sonunda yaratıcı yazarın dünya sorunlarıyla ilişkisini baştan yok sa¬yan kuşaklar ortaya çıkmıştır ki bu onların önceki kuşaklarca belli dö¬nemlerde katlanılmak zorunda kalınan bir yozlaşmayı ilke olarak almak gibi büyük bir yanılgıya düştüklerini gösterir.
Yazmayı sürdürmenin, umutsuzluğa kapılıp susmamanın başka yol¬ları yok mu? "Yazsan ne olacak, yazmasan ne olacak" duygusu başka türlü aşılamaz mı?
Hiçbir olumlu yankı almadan, söylemek istediği sözü, söylemek iste¬diği kişiye, kişilere ulaştıramadığını, ulaştıramayacağını bile bile, yıllar¬ca, konuşmayı, anlatmayı, yazmayı sürdürebilir mi insan?
Böylece, seçkin aydınların, çağlar boyunca, kültür taşıyıcısı olarak bilinen önemlerini, bir de yaratıcı yazarlığın dayanağı olarak ikiye kat¬lamamız gerektiği mi ortaya çıkıyor?
Bu ağır yükün yığınlara aktarılması, yaratıcı yazarlığın umutsuzluk¬ları aşıp yeni boyutlar kazanması, sanırım, toplumsalcılıkla özgürlükler bağdaşmadan gerçekleşemeyecek.
                         (Adam Sanat, Kasım 1988, Çağdaşımız Makyavel, s. 125-128)

ŞÜKRAN BORCU

Memet Fuat'ın Ölümünün ardından yazan ve büyük çoğunluğu edebiyatçı olan kalemlerden farklı olarak ben, bir bilim adamı sıfatıyla düşüncelerimi söyleyeceğim ve Memet Fuat'a neler borçlu olduğumu dile getireceğim.

Acayiptir, bizde bilim adamları, hele hele işin tekniğine de gelip girmiş olanlar, çokça, edebiyat ve sanata, oralardaki gelişmelere kapalı sayarlar kendilerini ve öyle de kalırlar. Mesleklerini sürdürürken, bir yandan da örneğin şiir ve romandaki hareketleri izleyenler ne kadar da azdır. Öyle olunca da, bir karşılaşmada konuşmalar, çok genel konularla sınırlanıp o sıradan ve sığ soruya gelip varılır: "Ne olacak bu memleketin hali?"

Oysa bilimle uğraşma, dahası teknik alanda dönüp dolaşma, edebiyat ve sanatla beslenmiyorsa, hele hele felsefenin uzağında kalmışsa, verimli olamaz. Şunu da söylemeli: Edebiyat ve sanat, "daha çok insan olma"nın kapısını açarlar; o kapıdan içeriye girenler, hangi meslekten olursa olsunlar, yaşamı ve insan olmanın serüvenini daha yakından görüp tanıma fırsatını elde ederler.

Ben, bilim adamlığına hep böyle baktım.

Özellikle seçtiğim alan, hukuk, başta tarih, sosyoloji ve felsefeyi, yakından izlemeyi zaten gerektiriyordu; onlar ise ister istemez edebiyat ve sanatla bağlarımı sıkılaştırdı.

Edebiyattaki aranışlarımı, 50'li yıllarda Nurullah Ataç yönlendirdi.

Yeni edebiyatı onunla izler oldum,

60'lı yıllarda ise, bir başka öğretmen imdadıma yetişti: Memet Fuat'tı bu.

Yazarlığı, eleştirmenliği ve düşünce adamlığı ile bir örnekti; eşi az bulunur bir öğreticiydi. Çekici olmasının bir nedeni de şuydu: Memet Fuat, sadece bir edebiyatçı değil, kültüre bir bütünlük içinde bakan insandı ve çağına tanıklık ediyordu. Böylece edebiyatın, yanı sıra, demokrasi kültürü, din ve felsefe, eğitim ve dil sorunu, bu arada sömürüsüz bir dünya özlemi de, "fikridağar"ının temalarıydılar.

Ve eleştirmenliği!

Türkiye'de ve dünyada esen yeni rüzgârların ürünlerine ve değerlerine yer açmak, onların okurlarını yetiştirmek için, eleştirmenlik gerekiyordu. Ülkemizde titiz, kül yutmayan okur kitlesi içinde bir araştırma yapınız, Memet Fuat'ın yetiştirdiği kuşağın ağır bastığını göreceksiniz.

O kuşaktan olmak gurur veriyor bana!

Ölümünün ardından eserlerinin topluca bir listesine bakınız: 50 yılı aşkın bir yazarlık yaşamının sayısı 80'i aşan ürünleri. Çağına ve toplumuna derinden bağlılığın bir işareti değilse ne bu?

Türkiye'nin bir büyük değişiklik içine girdiği 60'lı yılların başında yayımlanmış, Düşünceye Saygı adlı kitabı ilk okuduğum eseriydi; adı bile anlamlıydı. Onu sonraki yıllarda başka kitaplar ve yöneticiliğini yaptığı Yeni Dergi (1964-1975), Yazko Edebiyat (1980-1983) izledi.

En son da Adam Sanat'ın okuru oldum.

Diyeceğim, bu yol gösterici insanın büyük emeği var üzerimde. Hele hele, başka dillerde de bir örneği gösterilemeyecek Nâzım Hikmet adlı eseriyle.

Şükran borçluyum.

Anısı önünde derin saygılarla eğiliyorum.

                                                                (Adam Sanat, Şubat 2003, sayı: 205, s.21-22)

Yazar: SERVER TANİLLİ

İLGİLİ BİYOGRAFİLER

Devamını Gör