Fikir adamı, yazar
(D. 1852, İstanbul- Ö. 5 Şubat 1887).
Babası Hurşid Paşadır. Anne ve baba tarafından Gürcü asıllıdır. Fatih
Rüşdiyesini, Suriye’de Halep Cizvit Mektebinde bir süre okuduktan sonra Askerî
İdadi (1871) ve Mekteb-i Harbiye’yi (1973) bitirdi. Sarayda görev alarak
Abdülaziz'in yaverliğini (Yâverân-ı Hazret-i Şehriyârî) yaptı
(1883-76). Karadağ (1875) ve Rus (1877) savaşlarına, Girit isyanının
bastırılmasına gönüllü olarak katıldı (1878). Girit’te İngilizce
ve Almanca öğrendi. 1877-78 Rus Harbine de katıldı. 1881 yılı başlarında
İstanbul’da kolağası olarak Harbiye’de göreve başladı, Harbiye Levazımat-ı
Umumiyye Dairesinde teftiş heyeti komisyonunda üye oldu. İki yıl burada
çalıştıktan sonra Haydarpaşa Hastanesinde hesap işleriyle görevlendirildi ve
askerlikteki son görevi de bu oldu. Kolağası rütbesinde iken
askerlikten ayrılıp (1884) Ceride-i
Havadis'in başyazarlığını yaptı. Bir ara Darüşşafaka
Mektebinde fahrî olarak öğretmenlik yaptı. Son günlerinde depresyona girdi.
Annesinin tutulduğu bir akıl hastalığa yakalanmak korkusu taşıyordu, bu nedenle
kendini sefahata verdi. Ailesinin geçimini teminde daha fazla zorluğa düşmemek
için hayatına son verdiğini açıklayan bir mektup bıraktı ve otuz
beş yaşında iken önceden plânladığı tarzda bilek
damarlarını keserek intihar etti. Bu mektubunda cesedini
Tıbbiye’ye vasiyet ettiğini yazmışsa da cenazesi Eyüp Sultan Kabristanına
defnedildi, ancak mezarı daha sonra kayboldu.
Gazeteciliğe
başlamadan önce Mustafa Reşid’in çıkardığı Envar-ı
Zekâ adlı dergide batıdan yaptığı çevirileri yayımlıyordu. Yazı hayatına
geçmesi ile de bazı çevirilerini kitaplaştırdı. Haver adlı bir dergi çıkardı (4 sayı), bu dergi hükümet tarafından
kapatılınca Güneş’i devraldı (12
sayı). Bu gazetede Osmanlı gençlerinin çağdaş müsbet ilimlere ve fenni
gelişmelere yabancı kalmamasına çaba göstereceğini yazdı. Daha sonra Cerîde-i Havâdis’in edebî kısmını
genişleterek “Müntahabat-ı Cerîde-i Havâdis” adı altında yayımlamaya başladı.
Bu gazete, asılsız bir haber üzerine hükümetçe kapatılınca (4 Aralık 1884),
Beşir Fuat artık ölümüne kadar Tercüman-ı
Hakikat ve Saadet’te yazmaya
devam etti. 1883’ten intiharına kadar dört yıl çok yoğun bir yazı hayatı oldu.
Menemenli-zade Mehmet Tahir ile başlayan edebiyat-fen, romantizm-realizm,
şiir-hakikat polemiklerine başka yazarlarla devam etti.
1887
yılında Tercüman-ı Hakikat’e
“Musahabât-ı Leyliyye” başlıklı seri yazılar ve polemiklere yanıtlar yazdı.
Birkaç yıllık yazı
hayatı içinde on beş telif ve çeviri eser hazırlayan Beşir Fuad, bildiği
yabancı diller (İngilizce, Fransızca, Almanca) ve güçlü kültürüyle yaşadığı
dönemin önemli simaları arasına yer aldı. Yazdığı monografilerle, özellikle
romantizmi eleştiren ve bizde natüralizmi ilk tanıtan Viktor Hugo
monografisiyle “ilk Türk pozitivist ve natüralisti” sayılan Beşir Fuad'ın,
Ahmet Mithat ile edebî, Namık Kemal ve özellikle Menemenlizade Tahir ile
şiddetli fikir tartışmaları kitaplaşmadı. Müspet ilimler ve felsefe sahalarında çok ciddi birikimi vardı. Osmanlı
aydınlarının çoğu Zola, Daudet, Dickens, Flaubert, Comte, Büchner, Spencer,
D’Alembert, De
Beşir
Fuat’ın yazı hayatında çevirinin önemli bir yeri vardır. İlk çevirilerde
tiyatro türüne ağırlık verdi. Sonra dil, özellikle de Fransızcanın öğrenimini
esas alan Emil Otto’dan çeviriler yaptı.
Victor Hugo adlı eseri bizde ilk tenkitli biyografi olarak
yayımlandı. Bu eserinde Beşir Fuad, Hugo’nun romantizmini eleştirdi,
naturalizmin değerini ortaya koymaya çalıştı; böylece bizde “hakikiyyun” diye
adlandırdığı realizmin ilk müjdecisi oldu. Voltaire
adlı biyografisi, onun dinî ve felsefî görüşlerini yansıtır.
Hıristiyanlığın karşısında İslâm dininin faziletini ortaya koymakla birlikte,
materyalist düşüncenin ilk örneklerini de verdi, insan hayatı üzerinde etkili
olan asıl değerin pozitif bilimler olduğunu savundu.
Beşir Fuad, sanat
ve edebiyat alanında "Şiirin
abartmalara, kuruntulara, hayallere hasrolunmasının aleyhinde olduğunu; asıl
şiirin, toplumun ahlakının düzeltilmesine, düşüncelerinin aydınlatılmasına
hizmet etmesi" gerektiği görüşündedir. Savunduğu pozitivist düşünceleri nedeniyle keskin
şekilde eleştirildi. Bu tenkitlere cevapları ve dostlarına yazdığı mektupları,
İntikad ile Mektûbât adlı eserlerinde yayımlandı. Ayrıca kitaplara girmeyen pek
çok yazısı gazete ve dergilerde kaldı. Yazılarının tam listesi için M. Orhan
Okay’ın Beşir Fuad adlı eserinde
(1969) yer almaktadır.
“Beşir Fuad’ın bazı yazılarında
materyalizmi de benimsemediğini belirtmesi, sadece bütün felsefi sistemlere
karşı oluşunun tabii bir sonucudur. Yoksa yazılarının genel havası, bilhassa
çağdaşı olan Alman materyalist filozofu Büchner’den övgüyle bahsedişi, onun
belki bir sistem olarak değil fakat bir doktrin olarak materyalizme yakınlığını
gösterir. Voltaire hakkında kaleme aldığı diğer bir monografisinde ve bu
kitabın sebep olduğu tartışmalarda da bu düşünceleriyle beraber skolastik
zihniyeti yıkıp yerine akılcılığın, sonra bir adım daha atarak yalnız müşahede
ve tecrübe edilenin gerçek olduğunu ileri süren pozitivizmin müdafaasını yapar.
Edebiyatta natüralizmi benimsemesi de bu mektebin Zola tarafından, tıpta
tecrübeyi (pozitivizm) esas alan Claude Bernard’a bağlanmasındandır.
“Avrupalı pozitivistler gibi
Hıristiyanlık aleyhinde bulunan, birçok yazısında ilmin gerçeklerine karşı
geldikleri, dini zulümlerine alet ettikleri gerekçesiyle papazları yeren Beşir
Fuad, İslâmiyet aleyhinde doğrudan doğruya bir söz sarf etmiş değildir. Hatta
Hıristiyan Ortaçağ’ın da İslâm’ın aydınlığından söz eden ifadeleri bile vardır.
Ancak bu ifadeler bazı İslâm filozof ve bilginlerinin ilmi gerçekleri dile
getirmeleriyle sınırlı kalır. Bunun dışında onun, benimsediği bütün bilgin ve
filozoflarla sadece Hıristiyanî değil bütün dinlere ait inanç ve sistemlere
karşı hiç olmazsa ilgisiz olduğunu kabul etmek güç değildir. Esasen XIX. yüzyıl
Osmanlı toplumu içinde dine karşı daha cüretli bir tavrın beklenmesi de yersiz
olur. Nitekim bu tavrı ile onun zamanın gençleri ve özellikle Tıbbiye
Öğrencileri üzerinde materyalist ve ateist tesirleri olduğu bilinmektedir.
“Beşir Fuad devrinin Türk yazı hayatına
objektif, açık ve sade bir üslup, şahsiyattan uzak bir münakaşa adabı
getirmiştir. Natüralizm dolayısıyla edebiyat düşmanlığı, pozitivizm yoluyla din
aleyhtarlığı ise devrinde her iki alanda da mevcut skolastik düşünceye ve
taassuba bir reaksiyon olmaktan başka bir değer taşımaz.” (Orhan Okay)
“Tanzimat döneminde pozitivist
düşüncenin öncüsü olan Beşir Fuat, bütün hayatı boyunca müsbet bilimlere gönül
vermiş; fennin üstünlüğü ne inanmış; hatta ‘İntiharımı da fennî tatbik
edeceğim’ diyebilmiş; cesedinin de ‘Mekteb-i Tıbbiyye’ye verilerek anatomi
derslerinde kullanılması vasiyetini yapabilmiş bir insandır.” (İsmail Parlatır)
ESERLERİ:
DENEME-İNCELEME: Viktor
Hugo (monografi, 1885), Beşer (fizyoloji
ile ilgili risalesi, 2 cilt, 1886),
Volter (Volter'in dinsiz olmayıp sadece Hristiyanlığa karşı çıktığını
anlatan monografisi, 1887; haz. E. Erbay, A. Utku 2003), İntikad (Victor Hugo monografisi nedeniyle Muallim Naci ile
mektuplaşmaları, 1887), Mektubat
(Victor Hugo monografisi dolayısıyla Fazlı Necip'le tartışmaları, 1896).
DİL: Miftah-ı Bedreka-i Lisan-i Fransevî
(1885), Miftah-ı Usul-i Talim (1886),
Şiir ve Hakikat (toplu
yazıları, haz. Handan İnci, 1999).
ÇEVİRİ (Dil, Emil Otto’dan): Bedreka-i Lisan-i Fransevî (Sarf ve
Nahiv olarak ayrı ayrı, 1884), Almanca
Muallimi (1886), İngilizce Muallimi
(1886), Usul-i Talim (1887).
ÇEVİRİ
(Oyun): İki Bebek
(Bernard-Eugène Granger’den, 1884), Binbaşıyı Davet (F.K.
Mor’dan, 1884), Birinci
Kat (James Cobb’dan, 1884), Cinayetin Tesiri (Emile
Zola’nın Thérèse Raquin romanından, 1885).
KAYNAKÇA: Ahmed Midhat / Beşir Fuad (1886), İbrahim Necmi /
Tarih-i Edebiyat Dersleri (1887), Niyazi Akı / XIX. Yüzyıl Türk Tiyatrosu
Tarihi (1963), L. Erişçi / Beşir Fuad Kimdir? Türk Fikir ve
Sanat Tarihinde Beşir Fuad’ın Rolü, Bir Mübeşşir Rolüdür (Küllük, yıl: 1, sayı:
1), Orhan Okay / İlk Türk Pozitivist ve Naturalisti Beşir Fuat (1969) - Türk
Dili ve Edebiyatı Ansiklopedisi (c. 1, s. 408-409) - TDV İslâm Ansiklopedisi
(c. 6, 1992), Reşat Ekrem Koçu / İstanbul Ansiklopedisi (c. 5, s. 2601),
Bursalı Mehmed Tahir / Osmanlı Müellifleri II (1972), Hüseyin Cahit Yalçın /
Edebiyat Anıları (2. bas. 1975), Zeynep Kerman / 1862-1910 Yılları Arasında
Victor Hugo’dan Yapılan Tercümeler Üzerinde Bir Araştırma (1978), Behçet
Necatigil / Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü (12. bas. 1985), Ekrem Işın /
Tanzimattan Cumhuriyete Türkiye Ansiklopedisi (c. 2, 1985, s. 365-367,
434-435), Yılmaz Çongar / Asker Yazarlarımız ve
Ozanlarımız (1998), 'Şiir ve Hakikat' dolayısıyla (Cumhuriyet
Kitap, 8.6.2000), TBE Ansiklopedisi (I.cilt, 2001), Murat
Batmankaya / Geçmiş Zaman Tesellileri (Radikal Kitap, 26.11.2002), İsmail
Parlatır / Büyük Türk Klâsikleri (c. 9, 2004), İhsan Işık / Resimli ve Metin
Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi (2006, gen. 2.
bas. 2007) - Ünlü Fikir ve Kültür Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, C.
3, 2013) - Encyclopedia of Turkey’s Famous People (2013).
Eski vakitlerde elsine-i ecnebiyyenin tahsiline şimdiki kadar rağbet olunmadığı cihetle bir lisan hakkında tertib ve tasnif olunan sarf ve nahvler, zaten o lisanı çocukluktan beri ebeveyninden öğrenmiş olanlara münhasır gibi olduğundan, yalnız nazariyâttan ibâret idi.
Bu usul ile bir ecnebî lisanının tahsilinde çekilecek müşkilât cüz’î bir mülâhaza ile anlaşılıyor; çünkü tâlibin, birçok zahmetle bellediği kavaidi tatbik edebilmek için sermayesi olmadığından, zaten zihninde hıfzı müşkil olan kavaidi tedricen unutarak, sa’yi ekseriya semeresiz kalmakta idi. Muahharan doktor “An” ve “Alendrof’ vesair bazı zevât “Bir insan ana lisanını nasıl öğrenir ise sâir lisanları da öyle öğrenmelidir” usulünü vaz ederek elsine-i hâzıranın ta’limi için o yolda birtakım eserler neşreylemişlerdir. Gerçi bu usulün ittihâzı pek çok fevâidi mûcib olmuş ise de yine mahzûrdan sâlim değil idi; zira evvelki usul yalnız nazariyyâttan ibaret olduğu halde “An” ve “Alendrof” usullerinde bilâkis yalnız tatbikata ehemmiyet verildiğinden nazariyât kısmı gayr-i muntazam bir surette bırakıldıktan başka şâmil olduğu kavaid dahi dekayık-ı lisâna ıttılâ’a kâfi değil idi.
İşte bu iki usulün sabit olan mahzûrâtından sâlim ve fevâidini câmi olmak üzere Haydelgberg Dârülfünunu elsine muallimi doktor “Emil Otto” bir usul ittihaz etmiştir ki bu usul kendisinin şöhretini bâdi olmuş ve en meşhur elsine muallimlerini eserine tâbiyyete mecbur etmiştir.
Bizim “Bedreka-i Lisan-ı Fransevî” nâmıyla neşrine mübâşeret eylediğimiz eser muallim-i mûmâileyhin büyük sarfının şive-i Türkiyyeye tatbikan, tercümesidir.
(Bedraka-i Lisan-ı Fransevî Kavâ‘id-i Sarfiyye’den, 1392)
BEŞİR FUAD'IN
BİLİNMEYENLERİ... PROF. ORHAN OKAY'LA KONUŞMA
NUR ÖZMEL
Ekim
ayının son günü Prof. Dr. Orhan Okay hocamızın evindeydim. Sevgili dostum Prof.
Dr. Cüneyd Okay’ın yardımları ile bu buluşma gerçekleşti. Orhan Bey hocamızı çalışmalarından
tanıyordum. Bu kez kendisi ile bizzat tanıştım ve 1960’ların ortasında üzerine
doktora tezi yazdığı Türk düşünce tarihinin önemli ismi Beşir Fuat’la ilgili
bir röportaj gerçekleştirdik. Kitap ve sevgi dolu bir evde, çay eşliğinde üç
neslin bir arada yaşadığı sıcacık aile ortamını soludum. Görüşmenin sonunda o
evden adıma imzalanmış bir deste kitapla ayrıldım. Hocanın Bir Hülya Adamının Romanı Ahmet Hamdi
Tanpınar isimli kitabını “Değerli Meslektaşım” ifadesini kullanarak imzalaması
ise bugün özlemini çektiğimiz, büyük insanlara mahsus tevazuun kanıtı oldu.
Cüneyd Bey de -eskiden olduğu gibi- son çıkan kitaplarını bu kez imzalamaksızın
takdim etti. İmzaları bir sonraki görüşmede almak üzere sözleştik. Kendilerine
pek çok teşekkür ediyorum.
“Sayın
Hocam, Silik Fotoğraflar isimli kitabınızın önsözünde “Bana geçmiş zamana hep
bir dürbünün tersinden bakıyormuşuz gibi gelir” diyorsunuz. Bugün dürbünün
tersinden gördüğünüz Beşir Fuad nasıl bir kişidir?
Dürbünün
tersinden bakmak uzaktan bakmaktır. Dürbünün tersi, olaylara ve kişilere,
ayrıntılar biraz daha azalarak, daha genel olarak bakmamızı sağlar. İçinde
yaşadığımız hadiseleri ve kişileri ayrıntıları ile tanırız ama bütünü ve çevresi
ile birlikte kavrayamayız. Bir başka ifadeyle yaşayan insanlar hakkında
konuşmak, yargıda bulunmak zordur. Kişileri yaşadıkları dönemleri ve ortamları
ile tanımak için uzaktan bakmak gerekir. Beşir Fuad’a bakmak da böyledir. O
zaman ben de onun yaşadığı dönemde yaşasaydım belki birçok ayrıntıdan asıl
bütünü göremezdim. Onun dönemine bir buçuk asır sonrasından bakınca onu
çevresinden ayıran tarafları daha iyi görüyorum. Bir defa tek başına bir insan,
ortamının dışında bir insan. Edebiyata bakışı farklı, romantizmi reddediyor.
Münakaşa usullerinde, tenkitlerinde farklı ve objektif davranan bir insan.
Şahsiyat yapmıyor. Münakaşa ve tenkitte objektifliği ilk o getiriyor.
Sizinle daha
önce yapılmış bir mülakatta Beşir Fuad’a karşı merhamet duyduğunuzu belirtiyorsunuz.
Evet.
Bu duygum onunla özel olarak ilgilenmem, özel olarak ona eğilmiş olmamdan
kaynaklanıyor. Onunla aynı yüzyılda yaşasaydım bu şekilde bakabilir miydim,
bilmiyorum. Beşir Fuad tek ve çevresinde yalnız bir adam. Dünya görüşümüz
farklı da olsa onu seviyorum. Merhamet duygusunun ardında onun kendi hayatına
son verecek bir ruh durumunda olması da vardır elbette. O günlerin toplumunda
aydın intiharı yok gibi.
Ölümünün
ardından uzun bir süre, hatta sizin çalışmanıza kadar ilgisiz kalmış, bir bakıma
tarihin bir köşesinde unutulmuş. Sizin çalışmanıza kadar onun hakkında esaslı
bir araştırma yok gibi. Bunu neye bağlıyorsunuz?
Bunun
çeşitli sebepleri var. Birincisi maddi sebep. Onun intihar haberinin ardından
gazetelerde art arda intihar haberleri yayınlanıyor.
Bu
haberlerin başka intiharlara yol açtığı düşüncesiyle bir ay kadar sonra
gazetelerdeki intihar haberleri yasaklanıyor. Böylece psikolojik bir reklâmın
önüne geçilmiş oluyor. Bu durum etkendir. 1940’lara yani Ankara Valisi Nevzat
Tandoğan’ın intiharına kadar gazetelerde intihar haberi görmek mümkün değildir.
Böyle haberlerin farklı biçimde verildiğini görürsünüz. “Tabancasını
temizlerken çıkan bir kurşundan dolayı” veya “bahçeden geçerken çamaşır ipine
dolandığı için” gibi.
İkinci
sebep de manevidir diyebiliriz. Aslında tamamen unutulmuş, ilgilenilmemiş
olduğunu söyleyemeyiz. Ahmet Mithat Efendi’nin, Muallim Naci’nin ondan pek
bahsetmemiş olmaları sosyal baskı nedeniyle olmalıdır. Hem basının tutumu hem
de Beşir Fuad’ın feci akıbeti onları bu konu üzerinde artık suskun olmaya sevk
etti diyebiliriz.
Daha
sonraki dönemlerde ondan bahsedildiğini az da olsa görebiliyoruz. Mesela Ali
Kemal bir yazısında ondan söz ediyor, Malumat mecmuasında bir fotoğrafı
yayınlanıyor. Edebiyat tarihlerine girmiştir.
Birçok
yayını var. Dil öğrenme ve öğretme üzerine kitapları var. “Beşer” isimli
kitabında insan fizyolojisini incelemiştir. Bazı edebiyat tarihleri Beşir
Fuad’ın insan fizyolojisine, deneye, gözleme önem veren düşünce yapısı
nedeniyle diğer pozitivist ve materyalist aydınlar gibi tıbbiyeden mezun
olduğunu söylerler. Hâlbuki Harbiyelidir. Ayrıca ilk kez 1943 yılında Küllük
dergisinde Lütfü Erişçi ayrıntılı biçimde Beşir Fuad’dan bahsediyor.
Beşir Fuad’ın
açtığı yoldan gelenlerin daha cesaretle yürüdüğünü söylüyorsunuz. Örneğin
Tevfik Fikret’in Tarih-i Kadim’ine bakarak onun da Tanrı ve din ile arasının
bozuk olduğunu daha net görebiliyoruz.
Hâlbuki Beşir Fuad dini eleştirirken sadece Hıristiyanlığı eleştirmiş,
geleneğin boyunduruğundan kurtulmuş insan tipini savunmuştur. Bunun sebepleri
nelerdir?
Fakat
Tarih-i Kadim II. Meşrutiyet döneminde yazılmıştır. II. Meşrutiyet Türk siyasi tarihinde çok
önemli bir dönemdir ve kendinden önceki dönemlere göre yani Beşir Fuad’ın
devrine göre çok daha serbest bir ortam vardır. Fikirler daha rahat
söyleniyor. Sonraki pek çok dönemle
kıyaslandığında bir başıboşluk da vardır II. Meşrutiyette, o ayrı.
Beşir
Fuad’ın din ile ilişkisinin gerçek sebeplerini bilemeyiz. Ailesinin dini
terbiye konusunda nasıl bir tutum içinde olduğunu bilemiyoruz. Babası Halep
Valisi olduğu için Suriye’de Cizvit okulunda okuyor. Belki okula ve ortama
karşı bir tepki olabilir. Okulun etkisi ile Hıristiyanlığı da seçebilirdi. Ama
seçmemiştir. Yani okulun onun üzerinde olumsuz bir tesiri var.
Hocam, Beşir
Fuad’ın düşünce hayatımıza nasıl etkileri olmuştur?
Düşünce
hayatımıza kazandırdıkları fazladır. Edebiyat tarihimize baktığımızda
romantizmin, eski edebiyat geleneğinin, aşk şiirlerinin devam ettiği bir
dönemde onun bunlara karşı bir düşünce geliştirdiğini görüyoruz. Romantizmin
aleyhinde bulunarak edebiyatın gerçekçi ve natüralist bir edebiyat olması
gerektiğini söylüyor. Ona göre ahlakı telkin ederken yanlış örnekler vermek
yerine doğruyu göstermek gereklidir. Fransız romantiklerinin aleyhindedir. Türkiye’de
realistlerin, natüralistlerin tanınmadığını söylüyor. Emil Zola’yı Türk
edebiyatına tanıtan yazardır. Bir süre sonra Nabizade Nazım –ki o da
Harbiyelidir– ilk natüralist hikâye olan Karabibik’i yazar, Ahmet Mithat Efendi
Müşahedat romanını kaleme alıyor ve Emil Zola gibi yazacağını iddia ediyor.
Yani Beşir Fuad hassasiyet dolu bir edebiyatı gerçekçi, natüralist bir
edebiyata sevk etme rolü oynuyor. Romantizmin kötü olduğunu söylemiyorum. Beşir
Fuad, fikir hayatımızda aydınların bilmediği bir yığın düşünceyi tanıtır.
Stuart Mill, Auguste Comte, Herbert Spencer gibi. Darwin ile ilgili bir yayını
yok.
Acaba bir Beşir
Fuad külliyatı yeniden yayınlanabilir mi?
Beşir
Fuad’ın edebiyat ve düşünce tarihi ile ilgili eserleri üzerine çalışmalar
yapılmıştır. Önemli eserlerinin birçoğu yayınlanmıştır. Handan İnci’ni
çalışmasında bunlar var. Askerlikle ilgili eserleri, yabancı dil öğreten
eserleri, tiyatro tenkitleri, kısa kritiklerini var. Bunların yeniden
yayınlanması ancak bu konularla ilgili olanların dikkatini çekebilir.
Beşir
Fuad’ın Sultan Abdülaziz’in yaverlik görevinde bulunduğunu biliyoruz.
Yaver
olup da sarayda görevli olduğunu sanmıyorum. O zaman için böyle bir görev hademe
kelimesiyle ifade ediliyor. Askeriye içinde seçkin bir subay, savaşlara
katılıyor. Bugün anladığımız anlamda bir yaverlik gibi bir şey olmasa gerek.
Çalışmanızı
yaparken ne gibi zorluklarla karşılaştınız?
Hayatını
yazarken büyük boşluklar var. Tabii o zaman kaynaklar azdı. Onu tanıyanları
arayıp bulmaya çalıştım. Aileden kimse çıkmadı.
Bugün onun
ailesinden olan kişiler var mı?
Ancak
çalışmam bittikten 20 yıl kadar sonra torunu ortaya çıktı. Aileden pek az
kişiyi hatırlıyor. Çünkü Beşir Fuad’ın karısı ölümünden sonra ondan hiç
bahsettirmemiştir. Bunun pek çok sebebi var. En temel sebebi de hayatında başka
bir kadın daha olmasıdır.
Bu görüşme ve
verdiğiniz bilgiler için çok teşekkür ederim.
Konuşan:
Nur Özmel (www.nurozmel.com)
(Kubbealtı
Akademi Dergisi - Ocak 2012)