Şair ve gazeteci-yazar (D. 1942, İzmit - Ö. 24 Ağustos 2016, İstanbul).
Aslen İstanbulludur. İstanbul Ticaret Lisesi (1962) mezunu. Etibank’ta
başladığı bankacılık yaşamında Marmara Bölgesi İstihbarat ve Mali Analiz müdür
yardımcısı oldu. ESBANK İstanbul Bölge müdür yardımcısı ve Kredi Pazarlama
müdürü olarak da görev yaptı. Bu süre içinde Banka Piyasa İstihbaratları
Derneğini kurarak başkanlığını üstlendi.
Mesleğe 1958 yılında Sanat Dünyası
Dergisinde yayınlanan şiirleri ile başladı. Yelken,
Otağ, Zeren gibi dergilerde şiirleri yayınlandı. Piyasada İstihbarat adlı ekonomi dergisini çıkardı. Kadıköy gazetesinde genel yayın
yönetmenliği, Haberde Ekspres
gazetesi ve Bir isimli aylık dergide yazı
işleri müdürlüğü yaptı. Önce Vatan
gazetesinde görev aldı. Uzun yıllar radyo programları yapan ve sunan Mehmet
Tanju Akerman, Sürekli Basın Kartı sahibi ve Türkiye Gazeteciler Cemiyeti ile Türkiye Yazarlar
Sendikası üyesiydi. Akerman’nın ellinin üzerinde yayınlanmış kitabı
bulunuyor.
“Kırık Bir Daldı, Akerman’ın kırk üçüncü kitabı.
Denemelerinin ana teması çocuklarımız. Okşayacak bir el, saracak bir kol bulan,
sımsıcak bir yuvada sevgiyle korunan ve kollananlardan sokaklarda yaşayanlara
kadar çocuklarımızın iç ve dış dünyaları, bu dünyalardaki olası gelecekleri, bu
gidişatta bizlerin duruşu, sorumluluğu... Daha birçok sorunun yanıtı, Mehmet
Tanju Akerman’ın denemelerinin içinde vücut buluyor.” (Ahmet Özdemir)
“Yazar, dünyada güzelliklerin yaşatılması için, insanlık için
yazıyor. Toplumun aksayan yönlerini eleştirirken nasıl olması gerektiği
üzerinde kafa yoruyor.
“Yazar Tanju Akerman ‘Küreselleşme ile Dans’ ederken,
çağımızı sorguluyor, insanları, insanca yaşayabilecekleri bir dünya yaratmaları
için el ele tutuşmaya çağırıyor.” (Hasan Akarsu)
ESERLERİ:
ŞİİR: Vur Dünyanın Onikisine (1976), İşçi Kızlar Elleri (1993),
Zor Ekmek (1993), Çıraklar (1993), Osmanlı’da Zaman (1993),
Aşka Çağrı, Kırk Yıl Ardından İzmit (1993), Yeni İstanbullular Türküsü (1993),
Öylesine Yazılmış Şiirler (1993), Sevda Bölünmüşlüğü (1993),
Sıcaklık Kırıntıları (1993), Atatürkçüler Ayağa Kalksın (1994),
Osmanlı-İttihad ve Kurtuluş (1994), Kent Kenarlılar (1994),
Vatandaş Zorlukları (1994), Felsefede Düş Gezintileri (1994),
Nasıl Bir Dünya O Öyle (1994), Denizi Yıkamak (1994), Yalnız
Emekli (1994), Kar Güneşi (1994), Kağnı Tekeri (1994),
Medyaya Sırtı Dönük Şiirler (1994), Siyah ile Kara, Bir de Batıdan
Doğuya, Sevgiler İçiçe Girer (1994), Kaygısız Sevgilemek (1995),
Hey İstanbullu (1995), Millî Kurtuluş Destanı (1995), Sentez (1995),
Çeşitlemeler (1995), Öyle Bir Kuşaktı Altmışsekiz (1995), İstanbul’u
Sel Aldı (1995), Buruşuk Bürokrat (1995), Dünyayı Anlamayan Çocuk
(1995), Sevgi Sürüyorlar İçimizden (1995), Bir Tutam Islak
(1998), Gökçatı (2002), Küreselleşmeyle Dans (2003), Kırık Bir
Daldı (2004), Ben Sana Hayır (2004).
DENEME: İstanbullu (2001), On Güzel Can (2002),
Atlanta’da Aşk Yoktu (2002), İki Avuç İstanbul (2004).
SÖYLEŞİ: Radio Light’ın Anısına - Mehmet Tanju Akerman’la Şimdi Söz
Konukların (2006).
KAYNAKÇA: Mehmet Tanju Akerman / On Güzel Can
(2002), Nail Güreli / Bir Şiir (Milliyet gazetesi (10.11.2004), Hasan Akarsu /
“Küreselleşme ile Dans1 Üzerine (Türk Dili Dergisi, Mart-Nisan 2005), Tanju
Akerman Üretmeye Devam Ediyor (Gazete Kadıköy), Nusret Karaca / ‘Kırık Bir Dal’
– Ahmet Özdemir / Bir Deste Gül (Gazete Kadıköy, 10-16 Aralık 2004), İhsan Işık / Türkiye Yazarlar
Ansiklopedisi (2001, 2004) –Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve
Kültür Adamları Ansiklopedisi (2007), Gazeteci
Mehmet Tanju Akerman vefat etti (DHA - hurriyet.com.tr, 14.08.2016).
Annesi
doğumunda ölmüştü. İlk gözyaşları dünyaya düştüğünde "yetim" demişti
komşular. Anlamayan gözlerle bakmış, tekrar ağlamış. "yavrum" diye
seveni olmamıştı.
Geçen
zaman içinde babası yeniden evlendi. Genç adamdı, doğaldı. Yeni anneden ikinci
ve üçüncü çocuklar da dünyaya geldi.
İlk
çocukluk dönemleriydi. sen ağabeysin, diye büyütmüşlerdi. Aile dar gelirliydi.
Kapıcıydı babası. Anadolunun ta öteki ucundan, Kars'dan gelmişlerdi buralara.
Kars'ın da köylerinden. O köylere kar düştümü sekiz ay kalkmazdı. Göç
etmeyecekti de ne yapacaktı babası.
Güven
de her çocuk gibi okulda buldu kendini. İlkokul... sabah erken kalkıyor, okula
gidiyor, okul dönüşü babasına yardım ediyordu. Bazen de apartman sakinleri onu
bakkala gönderiyorlar, bir şeyler aldırıyorlardı.
Okul
yılları çabuk geçti. İlkokul bitmişti ama babası onu okutmayacağını söyledi.
Çalışmalıydı.
Babası
öyle dediğine göre çalışacaktı tabii. Komşu apartmanda Mehmet usta vardı.
Nikelaj ve polisajcı...
İş
önemli değildi. "Yeter ki çocuk çalışsın sanat öğrensin" diyordu
babası.
Oysa
iş oldukça ağırdı. Polisaj; motorlu fırçalarla bakır ve krom parçaların
temizlenmesiydi. Nikelaj ve kaplamada; asit, kimyevi madde olan banyolarda
polisajı olan parçaların üstüne yeniden nikel ve krom kaplanmasıydı. Polisajda;
kimyevi maddelerle kaplanmış keçeler parlatma motoruna takıldığından, burdan
çıkan yağlı tozlar dükkanın her tarafında uçuşurdu. Sonra polisajı biten
parçalar hava ile temas edip oksitlenmesin diye üstüne motorla vernik atılırdı.
Bu
vernik kokusu da tinerden beterdir. Vernik atıldığında dükkana müşteri olarak
girseniz dışarı kaçarsınız.
İşte
bu ortamda bir iş yeriydi Güven'in ilk işi.
"Çırak"
olarak başladı göreve.
Yaşam
koşullarından kavruk kalmıştı Güven. Kısa boyuna oranla çalışkan, sempatik,
hatırşinasdı.
Bir
sözü ikiletmedi Mehmet Ustaya. Mehmet Ustanın dostları toplanırdı dükkana,
onların da sözlerini yerde bırakmazdı.
Koşardı,
anında verilen görevi sonuçlandırırdı.
"Güven
şurdan bir cigara al"
"Güven
benim toto'yu yatırıver"
"Güven
dükkanın vergisini yatır."
"Güven
karşıya git gümüşleri götür."
Sabah
erkenden gelip dükkanı açan Güven akşamın ondokuzuna kadar çalışır yorgun
olarak evin yolunu tutardı.
Günler
hep aynı devam etti. İki nokta arasındaki en kısa yol doğrudur. İş ve ev. İşte
Güvenin iki noktası.
Bir
gün çağrı geldi. Askerlik şubesinden.. Askerlik yaşı gelmişti. Nasıl gururla
gösteriyordu kağıdı.
"Nereye
gidiyorsun dedik "Çorlu'ya" dedi. Dayanamadık takıldık "yedin
ulan askerliği"
Mehmet
Ustanın oğlu gibi olmuştu. Eliyle götürdü kıtasına teslim etti.
Evi
ve işi arasında gitmiş gelmiş, çok ağır bir işte dükkandaki tüm sanatı
öğrenmişti. Adı gibi güvenilir genç olmuştu. Eli bir kadın eline değmeden
soluğu askerde almıştı.
Takvim
yaprakları hızla düşmeye devam etti. Teskeresine dört ay kaldı. "Geliyorum
"diyordu.
Mehmet
Usta'da bir sevinç, bir heyecan. "Ben artık rahat edeceğim" diye
seviniyordu. O da on yaşından beri aynı işte çalışarak buralara gelmişti. Dişe
diş mücadele vermişti yaşamda. Biraz da kendine benzer yanlar buluyordu
Güven'in yaşamında.
Sonra...
bir telefon geldi. Cudi dağlarına gitmişti birlik. Güven'in kırıkkale
tüfeğinden az uzun boyu vardı. Evi ile dükkanın dışında yaşamı olmadı.
Fenerbahçe hayranıydı... "Kardeşim, en büyük Fenerbahçe" diye
başlardı.
Bir
gece telefon geldi Mehmet Usta'ya. "Cudi'deyim ustam. Az kaldı geliyorum,
birini arayabilirsin dediler seni aradım, hiçbir şeye ihtiyacım yok,
sağol..."
Ertesi
gün babası geldi ağlayarak. "Mehmet Usta Güveni Kaybettik"
Başka
bir şey diyemedi, kelimeler boğazına tıkandı kaldı. Mehmet Usta da öyle kaldı.
Sonra gözyaşları...
Selimiye
Camiine teğmeni ile geldi. Mayın patlamıştı. Bayrağa sarılı tabutta Güven
Yılmaz yazıyordu. Güvenin soyadını kullanacak zamanı bile olmadı.
Orda
doğum ve ölüm tarihleri vardı. Neyi anlatıyordu? Ben anlamadım. O tarihler
arasında yaşamamıştı ki. "Dünya nimetleri" denen nesnelerle hiç
tanışmamıştı ki. Orda öyle yatıyordu. Tam otuzbin yaşıtı gibi. Gençliklerini
yaşamamış otuzbin adam gibi yatıyordu orda.
Biz
bu topraklarda yürüyorsak, koşuyorsak, çocuklarımızı büyütüyorsak, filemizi
dolduruyorsak, denize bakıyorsak, trene biniyorsak, ne bileyim haysiyetli bir
tutam nefes alıyorsak bunu Güven ve arkadaşlarına, otuz bin bizim için canını
bırakan bedene borçluyuz.
Onlar
yaşamadan öldü. Dünyayı bize bıraktı. Biz çocuklarımıza daha güzel bir dünya
bırakmaya mahkûmuz.
Otuzbin
çocuk şehitlik mertebesine ulaşırken bizlere de bir şeyler anlatmak ister
gibiydiler.
Birbirini
seven insanlar, birbine saygılı ülkeler...
O
kadar zor mu?
Yeni
Güven'ler daha güzel bir dünyada yaşamamalı mı?
O
fotoğrafların arkasındaki, en arkasındaki insanlar ne zaman utanacak
yaptıklarından. Ne zaman özgürlük bir başkasının özgürlüğünde saygıyla
durabilecek. Böyle bir dünya için daha çok Güven'ler mi gönderilecek.
"Yeter, söz insanın" diyebilmek güzel bir güne başlarken. Yeter, söz
insanın..
Umutsuzum...